Aristoteles’in hareket teorisi tutarlı bir teoridir ve büyük ölçüde
doğrulanmıştır. Fizik (elektrik -krş. J.L. Heilbron,
Electricity in the 17th
and 18th Centuries
, University of California Press 1979), fizyoloji,
biyoloji ve epidemiyolojide [salgın hastalıklarla uğraşan bilim dalı-ç.n.] ta
19. yüzyıl sonlarına kadar yeni yeni araştırmacıları heyecanlandırmaya
devam edecek ve günümüzde de anlamlı bir teori olarak yerini
koruyacaktır: 17. ve 18. yüzyılın mekanik yaklaşımları ve onların modern
versiyonları kendi favori süreçleriyle, yani yer değiştirmeyle bile başa
çıkmakta aciz kalırlar (krş. Bohm ve Prigogine’in eserleri ve elinizdeki
kitabın VIII. Bölüm’ü). Peki Galile ne yaptı? İçinde zaten eylemsizlik ya-
saları (etkide bulunan bir kuvvet olmadığı zamanki durumu tarif ederler)
ve kuvvet yasaları (kuvvetlerin hareketleri nasıl etkilediğini tarif ederler)
gibi bir ayrım da bulunduran bu karmaşık ve ayrıntılardan örülü teoriyi,
kendi doğrulanmamış eylemsizlik yasası ile değiştirdi, bunu yalnızca yer
değiştirme hareketine uyguladı ve “bir bütün olarak sistemin yanlışlanma
derecesini çok büyük oranda düşürdü”.
Ancak gözlem cümlelerinin yanlışlanabilirliği konusunda durum
şöyledir. Andersson’un savunduğu “felsefe”, eleştirel akılcılık ya
bilimadamlarına rehberlik eden verimli bir bakış açısıdır ya da önümüze
çıkan her usûlle bağdaştırılabilecek bir laf salatası. Popperciler ilkinin
doğru olduğunu söylerler (Neurath’ın herhangi bir cümlenin mümkün
herhangi bir gerekçeyle yanlış olduğunun gösterilebileceği iddiasının
reddi). Bir teoriyi çürütebilecek temel cümlelerin yüksek derecede
doğrulanmış olması zorunluluğu üzerinde bu kadar ısrar etmelerinin
nedeni budur. Galile’nin teleskopla yaptığı gözlemler yüksek derecede
doğrulanmış olma talebini karşılamıyordu: kendi içlerinde çelişiktiler,
isteyen herkes tarafından tekrar edilemiyorlardı, tekrarlamaya kalkanlar
(Kepler) değişik sonuçlara varıyorlardı ve teleskoptaki “hayali
görüntüleri” hakiki görüngülerden ayıracak bir teori yoktu (Andersson’un
sözünü ettiği fiziksel optik burda bir işe yaramaz; tartışma konusu temel
cümleler ışık ışınlan hakkında değil görsel lekelerin konumu, rengi ve
yapısı hakkındadır ve bu ikisi arasında paralellikler kuran o çok yaygın
hipotezin kolaylıkla yanlış olduğu gösterilebilir: krş. YK, s. 137). O
yüzden
Galile’nin temel cümleleri fazla doğrulanmamış cesur hipotezlerdir.
Andersson bunu kabul eder -doğrulayıcı kanıtın (ve Lakatos’un o
mükemmel deyimiyle gereken mihenk taşı teorilerin) bulunması, der,
zaman alır. Eleştirel akılcılığın yukarda sözü edilen ilk yorumu, araştırma
sırasında bu cümlelerin hiçbir çürütme gücü olmadığını öne sürer. Eğer
buna rağmen birisi kalkıp, örneğin Andersson gibi, Galile yaptığı
gözlemlerle mevcut yaygm görüşleri çürüttü, derse, ilk yorumu bırakıp,
temel cümleleri akla gelebilecek her şekilde kullanılabilir kılan ikinci yo-
ruma geçmiş olur, yani laf salatasına. Bu salata hâlâ eleştireldir -ama
içeriği uçmuştur.
Geldik
Science
dergisinde iki yazı halinde yayımlanmış (2 Mayıs ve 10
Ekim 1980) T.A. Whitaker’in eleştirilerine. Whitaker biri tahta kalıplarla
(bunlardan YK’de bahsetmiştim) diğeri bakır klişelerle yapılan iki tip ay
resmi olduğuna işaret ederek, bakır klişe resimlerin (modern bir bakış
açısıyla daha doğru resimlerdir bunlar) Galile’nin benim sandığımdan daha
iyi bir ay gözlemcisi olduğunu gösterdiğini söylüyor.
Her şeyden önce Galile’nin gözlem yeteneğinden hiç kuşku
duymadığımı belirtmeliyim. “Galile astronomi konusunda büyük bir
gözlemci değildi; ya da teleskopla yaptığı birçok heyecanlı gözlem bir süre
onun ustalığını ya da eleştirel zekâsını bulanıklaştırmıştı”, diyen R. Wolf’u
şöyle cevaplıyorum (YK, s. 129),
bu iddia pekâlâ doğru da olabilir (Galile’nin başka yerlerde tanık ol-
duğumuz gözlem gücünü hatırlayarak daha çok bundan kuşku duyma
eğiliminde olsam da). Fakat içerik olarak çok zayıf bir iddia ve be-
lirtmeliyin! ki, pek ilginç de değil . . . Ancak ortaya yeni önerilerin
çıkmasına yol açan ve bize Galile döneminde durumun ne kadar kar-
maşık olduğunu gösteren başka hipotezler var.
Daha sonra bu türde iki hipotezden bahsediyorum: biri o dönemin
teleskopla
görme
biçiminin Özelliklerinden söz eden, diğeri algıların, yani
çıplak gözle görünen şeylerin (görsel astronomi ve resim, şiir, vb.
tarihlerinin bir araya getirilmesiyle keş- fedilebilecek) bir
tarihi
olduğu
varsayımını dikkate alan.
İkinci olarak, bakır klişe resimlere başvurmak, Galile’nin (ayla
ilgili) gözlemleri konusunda tüm şüpheleri ortadan kaldırmaya
yetmiyor. Galile’nin bu tür resimlerden başka sözel tasvirleri de
mevcut. Örneğin, “Niçin ay büyüme evresindeyken batıya bakan dış
çevresinde, küçülme evresindeyken doğuya bakan diğer kavisli
kenarında ve dolunay halindeyken tüm çevresinde engebeli, pürüzlü ve
dalgalı bir yapı göremiyoruz? Niye tam yuvarlak ve dairesel bir
görüntüsü var?”, diye sorar (krş. YK, s. 127). Kepler buna çıplak gözle
yapılabilecek gözlemleri temel alarak cevap verir (krş. YK, s. 127,
Dipnot 24): “Dolunay zamanında aya dikkatlice bakacak olursan, tam
bir yuvarlak gibi görünmediğini görürsün” ve Galile’nin sorusunu şöyle
cevaplar: “bu konu hakkında ya da dile getirdiğin sorunun ortalıktaki
yaygın kanılarla beslenmiş bir soru olup olmadığı üzerinde, ki
muhtemelen durum budur, ne kadar dikkatlice düşünmüş olduğunu
bilemiyorum. Çünkü . . . ben dolunay zamanı bu dış hatlarda birtakım
engebeler olduğunu net bir şekilde ifade ettim. Konuyu bir daha incele
ve bize ayın nasıl göründüğünü anlat.”
Üçüncü olarak, bu küçük alışveriş Galile dönemindeki gözlem
sorunlarını Galile’nin gözlemlerinin
bizim
meseleye bakışımızla uyum
içinde olduğunu göstererek çözemeyeceğimizi ortaya koyuyor.
Galile’nin nasıl bir gelişim gösterdiğini, “akılcı” mı yoksa bilimsel
yöntemin önemli kurallarım çiğneyen birisi mi olduğunu anlamak
istiyorsak, onun başarı ve iddialarını o vakit henüz bilinmeyen
gelecekteki bir durumla
değil
,
kendi
çevresiyle karşılaştırmak
zorundayız. Eğer ortaya Galile’nin saptadığı görüngülerin başka hiç
kimse tarafından doğrulanmadığı ve o dönemde bir araştırma cihazı
olarak teleskopa güvenmek için hiçbir gerekçe bulunmadığı, hattâ
tersini söyleyebilecek hem teorik hem de gözlemsel çeşitli gerekçeler
bulunduğu çıkıyorsa; bizim bağımsız bir doğrulamadan yoksun ve
şaibeli yöntemlerle varılmış herhangi bir deneysel sonucun peşini
bırakmamamız nasıl bilimsel olmayan bir tutumsa, Galile’nin söz
konusu görüngülerin peşini bırakmaması da o kadar bilimsel olmayan
bir tutumdur -burada onun gözlemlerinin bizimkilere ne kadar yakın ol-
duğunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü burada tartıştığımız (ve YK ve
ÖBTB’de
eleştirilen)
anlamda bilimsel olmak demek, muh-
Dostları ilə paylaş: |