CHONG JIN OH
124
Məqalənin redaksiyaya
daxil olma tarixi
13.IV.2015
Təkrar işlənməyə
göndərilmə tarixi
29.VI.2015
Çapa göndərilmə tarixi
19.X.2015
________
T Ü R K O L O G İ Y A
№ 3
2015
MİHAİL YANÇEV
İZLER KALIYOR
Günümüzden altmış yıl öncesine dönmeye
çalışıyorum. Geçen yüzyılın ellili yıllarına uzan-
mak istiyorum. O yıllar genelde Bulgaristan΄da
ağır yıllardı. Dünya Savaşı΄ndan sonra buzlar
eridiyse de, maddi ve manevi alanda müthiş zor-
luklar, ideolojik çırpıntılar kalmaktaydı.
Bu satırları yazanın kendisi de o güçlük
ve zorluklar içindeydi. O yıllarda Bulgaris-
tan΄da Türk okulları çiçek açıyordu. Büyük şe-
hirlerde her lisede bir direktör yardımcısı
Azerbaycanlı vardı. Bu arada Sofya Üniversi-
tesi de hem Bulgaristan΄da, hem de dünyada
adı sayılan yüksek okullardandı. İşte bu yıllar-
da Sofya Sv. Kliment Ohridski yüksek okulun-
da Türk Filolojisi açıldı. Açıldı, ama öğretmen
yoktu. Nihayet Slavyan filolojisini bitirmiş olan
Rıza Mollov'a Türk edebiyatı üzerine konferans
vermesi havale edildi. Yine Azerbaycan'dan
memur edilen sayın Doç. Dr. Mirza Zade Sof-
ya iklimine dayanamayarak Azerbaycan'a dön-
mek zorunda kaldı. Onun yerine Fransız filolo-
jisi ikmal eden Mefküre Mollova atandı. Uy-
gulamalı Türkçe derslerini ise uzun yıllar Tür-
kiye'de kalmış olan sn. Gılıb Gılabov üstlendi.
İşte kadro buydu.
Gelgelelim günün güncel sorunu olan
dilbilim derslerine hoca yoktu. O günlerde
Stalin'in dil üzerine düşünceleri gündemdeydi.
Çikobava adında bir Sovyet dilcisinin Rus di-
linde yazmış olduğu dilbilim kitabı önerilen
eserlerdendi. Ünlü Bulgar akademisyeni Prof.
Vladimir Georgiyev Sofya Üniversitesi'nin filo-
loji kollarında dilbilim konferansları veriyordu.
Biz, Türk filolojisi öğrencileri, genelde
Türk΄tüler, ama ne ele avuca alınacak Türkçe-
ler΄i ne de Bulgarcalar΄ı vardı. Ben ikinci
kuşak Türk filolojisi öğrencilerdendim, yani
benden önce bir sınıf daha vardı. İşte toplam
altmış kişiyi oluşturan bu öğrencilere dilbilim
konferansları verecek hoca sn. Prof. M.Şirali-
yev oldu.
Biz, birinci ve ikinci sınıf öğrencileri bu
haberi alınca dünyalar bizim oldu. Ama itiraf
etmek gerekirse, biz henüz üniversite havasına
girmişlerden değildik. Hatta gelen değerli ho-
camıza nasıl hitap edeceğimizi de bilmiyor-
duk. Nedeni pek açık. Biz genelde köylerden,
fakir ailelerden gelenlerdik. Hatta bu profe-
sörlüğün ne olduğunu da bilmiyorduk. Şaşı-
lacak bir şey yok burada. Yeni sosyal düzene
kadar biz hemen hemen okullardan uzaktık.
Bildiğimiz Türkçe de bir avuç mutfak Türkçe-
si΄ydi. Sevincimiz çok büyüktü...
Prof. M.Şiraliyev'i üniversiteye en yakın,
en lüks bir otele yerleştirdiler. Sayın profe-
sörümüz henüz gözlerimin önündedir, çok şık
giyinen, atletik vücutlu bir şahsiyetti. Saçlarına
kar düşmüştü. Bilmem, ama yüz teni onu esmer
değil de, sarışın gösteriyordu. Çok sakin, dik-
katli konuşan bir bilgindi. Sırayı, disiplini
MİHAİL YANÇEV
126
seven, saniyesinde derslere başlayandı. Hatta
hatırlıyorum konferansına başladıktan sonra
gecikenlerden hiç hoşlanmazdı. Bu durumlar-
da bilmem doğrumu kavramışım «vhadite»
(dışarı çıkın) diye oldukça rahatsız bir ifadesi
vardı. Biz onun karakterini kavramış olduğu-
muzdan konferansına tam vaktinde geliyorduk.
Bir ozelliği daha vardı: yüzündeki aralıksız
gülümseme.
Biz Türk filolojisi öğrencileri topu to-
puna altmışı aşıyordu. Dersane her vakit tıklım
tıklımdı. Hatta henüz rütbeleri olmayan hoca-
larımız da onun konferanslarını izliyorlardı.
Yani ilgi çok çok büyüktü. Biz Bulgaristan'da
Türkçe konuşuyor zannediyorduk, ama yanıl-
mışız. O konuşurken bize hemen hemen her
cümlesinde bilmediğimiz sözcükleri etraflı,
ayrıntılı olarak açıklıyordu. Bazen aramızda
tartışmalar da oluyordu. O bize bu sözcüklerin
Türk dilinde kullandıklarını açıklayaduruyor-
du. Hala gözlerimin önünde. Bir arkadaşımız
konuşmasında:
– Benim bubam yok – dedi.
Profesörümüz şaşıp kalmış olacak ki:
– Ne demek istiyorsun? – diye sordu.
Öğrenci bu defa:
– Bana ninem bakıyor, yanıtını verdi.
Allahım bilmem hocamız bizler için ne
düşünüyor, rezil olduk, galiba. Bu tümceden
de bir anlam anlamayan profesörümüz:
– Yani senin evde kimsen yok, öyle mi?
Türk dilinde nine: anne anne, buba diye bir
sözcük yok çağdaş Türkçe'de, diye hem dilci-
lik konuları, hem de Türk dilinin geçmiş saf-
haları, tarih boyunca geçilen yol ve değişiklik-
leri teker teker bizlere anlattı.
Şunu da belirtmek yerinde olur. Kaydet-
tiğim gibi o yıllar ağır yıllardı. Ülkemiz çok
güç bir durumdaydı. Buna rağmen Sofya üni-
versitesinde o yıllarda misafir profesör bizim
hocamızdı. Bundan başka karmaşık ideolojik
tartışmalar içinde, hiç ve hiç siyaset yapmadan
konferans veren sayın hocamızdı. O dönemde
Stalin sözü geçmeden, dilcilik olamazdı, ama
biz böyle bir ima, muamma hissetmedik. Sayın
profesörümüz aralıksız olarak bizlere Bulga-
ristan'ın hangi yörelerinden olduğumuzu soru-
yor, ilgi gösteriyordu. Böylece dilcilik nazari-
yesi uygulamalı Türkçe΄nin bünyesine giriyor-
du. Çünkü biz ne çağdaş, ne güncel, ne tarihi
Türkçe hakkında birşeyler bilmiyorduk. Hoca-
mızı zor bir duruma düşürüyorduk. Ne çare biz
bundan ibarettik.
Dilcilik konularını perde perde bizlere
açıklayan hocamız artık şive, ağız özelliklerine
de varmış oluyordu. Nitekim bunlar bize çok
lâzımdı. Biz, cengel içinde kalmış bir durum-
daydık. Abartmıyorum. Bu cengellik içinde
bize çağdaş Türkçe΄nin ne olduğunu açıklayan
hocamız Şiraliyev aralıksız:
– Bu sözcük çağdaş Türkçe'de var, diye
örnekler veriyordu.
Hiç unutulacak gibi degil, Türkçe΄de ün-
lülerin hem kısa, hem uzun olduklarını, Arap-
ça ve Farsça΄dan alıntıların o kadar çok oldu-
ğunu, âdeta bu dillerden geçen sözcüklerin
Türkçeyle kaynaştıklarını belirtiyordu. Bir kez
bir arkadaşımız kemal sözcüğünün l ünsüzünü
kalın telâffuz etti. Hocamız hiç bu durumu
hazmedememiş olacak ki, l sesinin neden bu
sözcükte yumuşak telâffuz edildiğini açıkladı.
Bu meyva kemale gelmiş. Dün bize Kemal
geldi örneklerini verdi.
Bir arkadaşımız konuşmasında: gideyo-
rum eylemini kullandı. Bu vesileyle hocamız
Şiraliyev Türkçe'nin gelişmesindeki dönemleri
açıkladı ve öğrencinin nereli olduğunu sordu.
Tuna nehri kıyısındandı arkadaşımız. Bu da
yetmiyormuş gibi gideri, geleri, aleri sözcük-
lerinde zaman takılarını bize sordu. Şüphesiz
cevabımız yoktu. Kuzey-doğu Bulgaristan'da
şimdiki zaman yerine kullanılan bu eylemler
Türkçe'nin kurallarına uymadığı gibi, sel gibi
çağlayıp akan bu durumların önü alınır mı, bil-
mem. Çünkü öğrenci okul kitaplarında geli-
yorum, gidiyorum okusa da, evde bu ifadeler
yok. Hatta öğretmenler de yalnız derslerde bu
sözcükleri kullanıyorlar. Sokak dili, kitap dili
Dostları ilə paylaş: |