7
Timour Muhidine, Türk kısa öykü geleneğinde, Sait Faik’ten sonra ikinci bir
ayracı, 1968 ve 1969 yıllarında başlayan yeni bir yönelimle açar (“Timour Muhidine
ile Öykü Edebiyatımız Üstüne” 77). Sait Faik’in ölüm tarihi olan 1954’ten 1968’lere
kadar Muhidine’nin “1954 Kuşağı” diye adlandırdığı bir grup yazar, Kafka’yı
tanımış ve büyük ölçüde varoluşçuluğun etkisi altında kalmışlardır. Hulki Aktunç,
Selim İleri ve Nedim Gürsel’in adının geçtiği bu yeni “68-69 Kuşağı” ise, bir önceki
döneme göre “daha realist, fakat aynı zamanda şiirsel” oluşları ile Sait Faik’e daha
yakındırlar (78). Onlar da “İstanbul’a, azınlıklara, marjinal kişiliklere, küskünlere,
göçmenlere, çocuklara, yani Sait Faik’in çok sevdiği kişiliklere yönelmişlerdir”.
Feridun Andaç da 1960’lardan günümüze Sait Faik çizgisinde gördüğü bu isimlerin
yanına Adalet Ağaoğlu, Selçuk Baran, Füruzan, Necati Güngör, Tomris Uyar gibi
yazarları ekliyor (Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları 35). Bu değerlendirmeden yola
çıkarak Muhidine’in bahsettiği yenilikçi eğilime, aynı dönemlerde adını duyurmaya
başlayan Tomris Uyar’ı da katmamız mümkün olabilir.
Feridun Andaç, “1960’tan 2000 Yılına Öykücülüğümüze Genel Bakış”
başlıklı yazısında, 1960’lı yılları toplumsal yaşamımızda yarattığı değişim nedeniyle
özellikle önemli bulduğunu söyler. Ona göre, “edebiyatın bu süreçte aldığı yol,
dünyada, özellikle de ülkemizdeki toplumsal değişim dinamiklerinin yansımalarıyla
biçimlenmiştir” (10). Andaç, bu dönemde yeni arayışların ön plana çıktığını söyler;
1950’lerdeki “köy-kent edebiyatı” tartışması yerine “toplumsal gerçekçi”, “sosyalist
gerçekçi”, “toplumcu edebiyat”, “bunalım edebiyatı”, “bireyci edebiyat” gibi
kavramların daha çok gündemde olduğunu belirtir (11). Andaç’ın saptaması kayda
değerdir. Ona göre, “1950’lerde başlayan ‘yenilikçi’ anlayış, giderek, bu süreçte
modernleşme düşüncesinin ekseninde gelişen yaşam biçimlerinin yansılarını öyküye
taşımıştır”. Andaç, 1960-1970 arasını “yeni açılımlar/yapılanma dönemi”, 1970-
8
1980’li yılları “yeniden oluşum dönemi” ve 1980-1990’ları “yenileşme dönemi”
olarak ayırır. Bu çalışmanın merkeze aldığı Tomris Uyar’ın öykü serüveni bütün bu
zaman dilimlerini kapsamaktadır. Modernleşen bir ulusun modern bir öykücüsüdür
o. Tomris Uyar’ın öykülerini anlamak açısından modernleşmeden neyi
kastettiğimizi açmak bu aşamada gerekli gözükmektedir.
C. Modernlik Üzerine
Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat adlı kitabında “zamanın
ruhunun iki yüzü” olarak “birbirine bağlı ve birbiriyle ilişkili iki olgular kümesi
gösteri[r]: gündeliklik ve modernlik” (30). Yazara göre, “gündeliklik ve modernlik,
karşılıklı olarak birbirini belirtir ve gizleri meşrulaştırır ve telafi eder” (31).
Hermann Broch’un ifadesiyle, “dönemin evrensel gündelik hayatı modernliğin arka
yüzüdür (alıntılayan Lefebvre 31). Burada “modernlik” kavramından anlaşılması
gereken, “yeni olan ve yeniliğin işaretini taşıyan şey”lerdir. “Parlaklık, paradoks,
teknik ve dünyevilik tarafından damgalanmış olan[ın]” gösterisidir (31). Modern
olan, Lefebvre’e göre, “gözüpektir (öyle görünür), geçicidir, kendini ilan eden ve
kendini alkışlatan maceradır”. Modernliğin bütün bu yansımalarının hayat bulduğu
yer aslında çok basitmiş gibi görünen gündelik hayatın ta kendisidir. Lefebvre için
gündeliklik, modern bir toplumu anlamak için başvurabileceğimiz önemli bir
“ipucu”dur (35). “Sanayileşmeye anlam veren [. . . .] kentsel hayat” ise bu ipucunun
yakalanacağı asıl mekân olarak kabul edilir. Modern Dünyada Gündelik Hayat’ın
yazarı, gündelik hayatın doğru dürüst değerlendirilmesi ile insanlığın kurtuluşunun
gerçekleşeceğine inanır. Çünkü “dilin toplumsal baskıyı örtmekteki işlevi, tüketim
ideolojisinin yarattığı yanılsamalar, iktidar aygıtları tarafından uygulanan terör ancak
gündelik hayat içinden anlaşılabilir ve belki de böylelikle “başkaldırmak” mümkün
olabilir” (arka kapak yazısından).
9
Modernliğin şiirselliği öldürdüğü söyleniyor. Charles Taylor, Modernliğin
Sıkıntıları adlı kitabında dünyanın büyüsünün çözüldüğünden bahsediyor (12).
Taylor’a göre, “modern dünyanın en büyük kazanımı” gibi gözüken “bireycilik”
anlayışı, beraberinde, bireye, “önemli bir şeyleri kaybettiği kaygısını” da getiriyor
(11). Yani “insanlar artık kendilerini büyük bir düzenin parçası olarak
hissede[miyorlar]”. Çünkü Alexis Tocqueville’e göre demokratik eşitlik bireyi
kendine döndürüyor ve “en sonunda onu tamamen kendi yüreğinin yalnızlığına
kapama tehdidi” (alıntılayan Taylor 12) ile başbaşa bırakıyor. Henri Lefebvre’e göre
ise bu “rahatsızlığın temelleri” modernliğin getirdikleriyle bize dayatılmaya çalışılan
yeni tüketim araçlarıyla ilgilidir: “bu toplumun amacı, hedefi, resmî meşruiyeti,
tatmindir”(83). Tüketmekle bir türlü tatmine ulaşamayan modern çağın insanı “dev
bir boşlukla karşılaşmaya mahkumdur” bu yüzden. Lefebvre der ki: “İlkesel olarak
genelleşen tatmine ‘değerler’in, fikirlerin, felsefenin, sanatın, kültürün genelleşmiş
bir krizi eşlik eder” ve böylelikle anlam kaybolur (84).
Henri Lefebvre’in dikkatimizi çektiği gibi, modern çağın gündelik hayatını
şekillendiren bu hoşnutsuzluk hâli, bu yüzyılın birçok başyapıtına ilham vermiştir
(84). Gündelik hayatın sıkıntıları, “açıkça ya da dolaylı olarak” bu edebiyat
yapıtlarında dile getirilmiştir. Lefebvre’e göre, bazı yazarlar “sadist (veya mazoşist)
bir titizlikle gündelikliği betimliyorlar veya karalıyorlar. Diğerleri, bu bariz tatmini
kışkırtan ve resmen onaylayan düzenekleri sökerek, tatminin içinde kaybolan trajiği
yeniden oluşturmaya yöneliyorlar” (84).
“1960’tan 2000 Yılına Öykücülüğümüze Genel Bakış” başlıklı yazısında
Feridun Andaç, 1960’lı yılları değişen ve modernleşen Türkiye ve Türk edebiyatı
açısından önemli bir dönemeç sayıyordu. Andaç’ın saptamasıyla
Dostları ilə paylaş: |