Bir de Hacıalipalangası var. Hacıali ile Hürrem’in karı-koca ola
bileceklerini düşünüyor.
Erzurum tabelası ansızın görünüyor. Nüfus 462.501. Rakım
1869. Denizden bu kadar yüksekte olmak ama bunu hissetme
mek çok tuhaf geliyor. Palandöken’in karlı doruğu sayılmazsa
ova gibi uzanıyor toprak iki yanda.
Otogarda otobüsün camına tık tık vuran, komando üsteğ
men üniformalı, yüzü güneş yanığı dayısını tanıyamıyor önce,
onu sivil görmeye alışık. Kucaklaşıyorlar. Genç üsteğmen çok
gururlu, ne de olsa tıp okumaya geldi yeğeni buraya. Pasinler’le
Erzurum’un arası çok değil. Hafta sonları nöbeti yoksa onu ala
cak, gezdirecek. Gerçi gezilecek pek bir yer yok, her yere git
mek için iki hafta sonu yeter.
Orduevine gidiyorlar. Genç kız binanın heybetinden ürkü
yor. İzmit’te de orduevi var ama böyle heybetli değil, insanı
korkutmuyor. Erzurum Orduevi’ndeki farkın ne olduğunu dü
şünüyor. Burası daha otoriter görünüyor. Sanki şehrin parçası
değil de ulaşılamayan en üst mercii, ordu denen korkutucu şe
yin vücut bulmuş hali. Dayısı İzmit’e her geldiğinde onları or
duevine yemeğe götürdüğü için orduevi adabını biliyor. Rüt
bene göre bir masaya oturacaksın, rütbene göre servis sırası ve
muamele bekleyeceksin.
Onu orduda görevli sivil bir memurun kızının kaldığı odaya
veriyorlar. Bütün odalar dolu, dayısı bunu bile zor ayarlamış.
Rütbesinin henüz düşük olmasının da rolü var tabii. Doğunun
en büyük orduevi olduğu halde ihtiyaca yetmediğini söylüyor
dayısı. Genç kızı yerleştirip Pasinler’e, kendisi gibi bekâr bir üs
teğmen arkadaşıyla tuttukları eve dönecek. Orada da lojman sı
kıntısı var.
Orduevinin restoranında gecikmiş bir öğle yemeği yiyorlar.
Tabldotta domates çorbası, sulu köfte, bulgur pilavı ve meyve
var. Ama dayısı tabldota yüz vermiyor; karışık ızgara, salata ve
şekerpare ısmarlıyor, çok ucuz nasıl olsa. Sonra şehri gezdiriyor.
Günlerden pazar. Dükkânların çoğu açık, ama açık gibi de
ğil; sanki eğlencesine açılmış, bir şey almak, para vermek ayıp
224
olacakmış gibi. Dükkân sahipleri kapıların önlerinde eğleşiyor
lar. Cumhuriyet Caddesi’nde yürüyorlar. Dayısı yabancıların
buraya “mecburiyet caddesi” dediklerini anlatıyor. “Sen de öy
le diyeceksin,” diyor, gülüyor. Bu şehirde gidecek bir yer yok
çünkü. Yabancıysan “mecburiyet” caddesi gidilecek tek yer.
Şehrin ilk ve tek kafesini gösteriyor genç kıza. Kandil Cafe.
Genç kız Erzurum Tıp’ta artık kıdemli bir öğrenci olduğunda
yeni kafeler açılmış olacak. İçerisi hıncahınç genç dolu. Kızlar
az, erkekler çok. Kızların tamamı başka şehirlerden gelmiş üni
versiteliler.
Dolmuşa binip fakülteyi görmeye gidiyorlar. Dayısı genç kıza
yolu öğretiyor. Genç kız dikkat kesiliyor, yarın tek başına git
mek zorunda çünkü. Kampustan etkileniyor, kendini büyümüş
hissediyor. Bu nedenle dönüş yolculuğunda kendine güveni da
ha da artacak. Dayısı akşama doğru onu orduevine bırakıyor,
birliğinin telefonunu yazdırıyor. Bir şey olursa arasın. Cep tele
fonları çıkmış ama çok yeni henüz, genç kız için de, dayısı için
de alınamayacak kadar pahalı. Dayısı Pasinler’e dönüyor.
Genç kız resepsiyondan anahtarını alıp asansöre biniyor.
Oda kapısını açtığında güler yüzlü, güzel bir kızın kitaplarını
yatağına yaymış, ders çalıştığını görüyor. Tanışıyorlar. Odada
ki kız Erzurum Tıp’ı yeni bitirmiş, diplomasını almak için gel
miş. “TUS” dedikleri, tıpta uzmanlık sınavına hazırlandığı için
deli gibi ders çalışıyor. Erzurumlu olduğunu söylüyor, ama or
duda sivil memur olan babasının görev yeri Konya’ymış, Erzu
rumlu akrabaları da köyde olduğu için orduevinde kalıyor. Biri
bitirmiş, biri başlayacak iki Erzurum Tipli, bir anda sanki yıl
lardır arkadaşlarmış gibi kaynaşıyorlar. Birlikte yemeğe iniyor
lar, genç subayların meraklı, ilgili bakışlarına aldırmadan, hat
ta hafifçe rahatsız olarak, bu nedenle biraz gerilerek yemekleri
ni yiyip odalarına dönüyorlar.
Doktor kız çay demliyor. Üstünde minik çiçek desenleri olan
porselen demliği fişe takıyor, su kaynayınca fişi çekip içine bir
avuç çay atıyor. Genç kız, ilk kez gördüğü bu elektrikli porse
len demliğe Erzurum’un her zücaciye mağazasında rastlaya
cağını ve yurda yerleşince hemen bunlardan bir tane alacağı-
nı bilmiyor henüz. Burada çayın kıtlama şekerle içildiğini bili
yor ama şekerin iri parçalar halinde satıldığını, hemen her evde
bir şeker makası bulunduğunu bilmiyor. Erzurum’da daha üç
ayı bile doldurmadan o da çayı kıtlama içmeye alışacak. Ağzına
minik bir parça şeker alacak, çayını yudumlayacak ve ağzında
ki şekeri ağır ağır eriterek çayını içecek. O da bir şeker makası
edinecek, yurt arkadaşlarıyla sohbet ederlerken tık tık tık şeker
kesecek. Çarşıda her girdiği dükkânda dükkân sahipleri bir çay
içmesi için ısrar edecekler. Çaycı çırağının askıya dizdiği bar
dakları görünce çok şaşıracak, çay dolu bardaklar, çay tabağı
na ters kapatılmış olacak çünkü, çırak baş aşağı duran bardağı
askıdan alacak, hızlı bir hareketle çay tabağını üste gelecek şe
kilde çevirecek, üste gelen tabağı alıp bardağı üstüne oturtacak,
bir damla çay bile ziyan olmadan ikram edecek.
Erzurum'da yabancı bir
misafir için çay
söylenecekse, çayın kaşıktı
gelmesi için "Yabancı
misafir var' diye
sesleniliyor. Fotoğraf:
Canan Aşık
226
Dostları ilə paylaş: |