17
düşündüğü bu argümanları alması şeklinde pratik ve pragmatik amaçlar doğrultusunda
olmuştur. Nitekim o zaman için Kilise ve Devlet baskısı altında ezilen toplumun önünü
açmak, dini ve sosyal özgürlükleri geliştirmek için bu fikirler bulunmaz bir fırsattı.
Belki de deist düşünürler yeni bilimsel gelişmelerin kiliseyi, hatta din kurumunu zor
duruma düşürmesi, din ile bilimi bir çatışmanın içine sürüklemesi nedeniyle böyle
seküler bir anlayışı benimseyerek problemi belli ölçüde de olsa çözüme kavuşturmak
istemişlerdir. Bunu yaparlarken de Aristoteles’den aldıkları bu modeli yeni filizlenmeye
başlayan modern bilime alan açacak ve gelişimi önündeki engelleri ortadan kaldıracak
ş
ekilde yorumlamışlardır. Örneğin Newton, ne bilim ne de dinden vazgeçmiş, her ikisini
kendince orta bir noktada birleştiren deist bir yoruma varmıştır. Fakat zamanla bu
kaynaklardan beslenen deizm, farklı toplum ve zamanlarda yine farklı filozoflar elinde
farklı şekillere bürünmüştür. Bazen Hıristiyanlığı akli açıdan tenkit eden fakat
kendilerini Hıristiyan deist diye isimlendiren bazı düşünürler; bazen, Hıristiyanlığı hatta
geleneksel din kurumunu tamamen reddeden, onun yerine doğal dini, doğal teolojiyi
savunan düşünürler; bazen de, henüz yeterince palazlanmadığı için açıkça ortaya
çıkamayan ateizmin soluk bir başlangıcını veya daha sonra ortaya çıkan agnostik tavrı
benimseyecek olan düşünürlerce temsil edilmiştir. Yani birçok düşünür Aristoteles gibi
birtakım felsefi kaygılarla değil ama birtakım teolojik, pratik ve pragmatik kaygılarla
konuya yaklaşmış ve o dönem için çok hararetli olan din-bilim tartışmasına akla dayalı
bir çözüm bulmaya çalışmıştır.
Son olarak şunu ifade edelim ki Aristoteles’in bu sisteminden esinlenen deizmin Tanrı
ve evren anlayışı daha sonra şu şekli alacaktır: Panteizme karşı olarak Tanrı’nın tam
aşkınlığı fikrine dayanan, içkinliğini reddeden, dolayısıyla antropomorfizmin her
çeşidine karşı uzak duran, Kilisenin temsil ettiği Hz. sa’nın ulûhiyeti fikrine şiddetle
karşı çıkan, varlığı yalnız akılla bilinebilen ve âleme müdahale etmeyen bir Tanrı
43
ve
onun müdahale etmediği fakat önceden mükemmel bir şekilde yerleştirdiği doğa
kanunlarına göre hareket eden ve bilime konu olup incelenebilecek bir evren anlayışı.
Öyle bir evren ki, incelendiğinde zaten onu bu mükemmellikte önceden var edeni işaret
edecek hem de ona konan bu doğa kanunlarının ortaya çıkarılmasıyla bilim gelişecek.
ş
te bu Tanrı-evren ilişkisi, bazı deistler tarafından saat-saatçi ilişkisi gibi algılanacak,
43
Aydın, a.g.e., s.175.
18
bazen de Tanrı’nın doğa yasaları aracılığıyla bu evrende faaliyet gösterdiği şeklindeki
44
yorum ve yaklaşımlara varacaktır.
1. 2. Akla ve Bilime Gösterilen Sonsuz Güven
Bilindiği gibi, bu kuramın temelinde 17. yüzyılda doğa bilimlerinin muazzam gelişmesi
olgusu yatar. Bu yüzyılda Galile, Kepler, Harvey, Newton gibi büyük doğa bilginleri
sayesinde doğa bilimlerindeki büyük gelişme, genel olarak bilim adamlarını ve
filozofları, evreni kendi kendine tıkır tıkır işleyen bir makine, bir saat gibi görmeye ve
onda meydana gelen her olayın mekanik bir biçimde açıklanabilir olduğu görüşüne
götürmüştür. Ayrıca böyle bir doğa tasarımı, “Tanrı” kavramını dışarı atmayı da
gerektirmiyordu. Tersine bir makine veya eser ne kadar mükemmelse, onun yaratıcısı
veya yapıcısının da o kadar mükemmel olduğu sonucuna geçmek hem mümkün, hem de
gerekliydi. şte Tanrı bu makineyi yapan bir mühendis, bu saati yaratan bir saatçi idi. O
bu saati en iyi ilkelere göre yapmış ve harekete geçirmiş, ondan sonra artık onun işine
müdahale etmek ihtiyacını duymamıştır. Zaten bu Tanrı için bir zül, bir eksiklik
sayılırdı. Yine Tanrı ferdi akıl ve vicdan yardımıyla bulunabilirdi. Dolayısıyla
gelenekten gelen hurafeleri savunmakla bilime engel olan Kilise kurumuna gerek
yoktur, hatta bu akıl ve vicdan dini özellikle Kilisenin ve ruhban sınıfının baskısından
kurtarılmalı ki, ferdi ruhlarda istenilen değişim ve gelişimi meydana getirebilsin. şte bu
kuram başta ünlü bilim adamı Newton olmak üzere 17. ve 18. yüzyılda birçok bilgin ve
filozof tarafından benimsenmiş, savunulmuştur. Böylece bilimin kök salıp gelişmesi
için müspet, verimli özgürlükçü bir ortam yaratılmıştır
45
.
Bu öğreti, âleme müdahale etmeyen bir Tanrı anlayışı; akla ve bilime gösterilen sonsuz
güven gibi iki temel anlayıştan yola çıkarak sonunda akıl dini veya tabiî din diye ifade
edilen bir noktaya varır. Yukarıda gördüğümüz gibi, birinci anlayış Rönesans dönemi
Aristotelesçilere oldukça çekici gelmiş ve deizmi böyle bir zemine oturtmuşlardı. Fakat
bu akım en güçlü dönemini hatta yegane güçlü dönemini 17. ve 18. yüzyıl
Avrupa’sında, büyük ölçüde bilimsel kaygılardan doğan bir öğreti olarak yaşamıştır.
Daha açık bir ifadeyle, daha yeni filizlenmeye başlayan modern bilim, Hıristiyanlığı
böyle bir tavizkâr çözüme iterek deist düşünürler eliyle kendi alanında özgürlüğünün
44
Ayvaz, a.g.e., s.34.
45
Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, Vadi Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1999, s.229-230.