ce tek başına gözlenebilecek herhangi bir olayı incelemekle
yetinmek zorundaydı; oysa Freud, geleneksel psikolojinin yönte-
mini kullanacak yerde, tüm kişiliği incelemek ve insanın niçin bu
* Freud'a göre kişilik, yapısal olarak birbirine bağlı, birbirinin içine geçmiş ve
sürekli olarak birbirini etkileyen üç ana bölümden, Super-ego, Ego ve
id+libido'dan oluşmuştur. Bunun içindir ki, psikanalist, kişiliği bir bütün olarak
görmek ve bir bütün olarak incelemek zorundadır.
id, Latince "O" anlamına gelen bir kelimedir. Freud'a göre id'in bulunduğu
alan, kişiliğin en alt bölümünü oluşturur. Bu bölüm her türlü içtepilerin,
içgüdülerin, itkilerin yer aldığı ve baskı altına alınmış duyguların barındığı
bölümdür. Freud'a göre İd'in egemen olduğu alanda mantık kuralları çalışmaz.
Bu alanda, bütün içtepiler ve içgüdüler birbirini etkisiz hale getirmeksizin bir ara-
da bulunurlar. İd değer yargısı, iyi ve kötü ve ahlâklılık nedir bilmez. İd alanın-
da bulunan ya da olup biten her şey bilinçdışıdır ve bilinçdışı olarak kalmaya
mahkûmdur, id'in bir kısmını oluşturan Libido ise, dar anlamıyla, cinsel istekle-
rin yer aldığı, "cinsel enerji"nin depolandığı bölümü Oluşturur; daha genel an-
lamda ise, İd içerisinde hayatî içtepilerin ya da "enerji"nin depolandığı alandır.
Latince "kapris" ve "cinsel tutku" anlamına gelen bu kelimeyi, bugün de pek çok
kimse, bu ilk anlamına uygun düşecek şekilde kullanmaya devam etmektedir.
Ego, "ben", "benlik" anlamına gelen Latince bir kelimedir. Freud'a göre Ego,
insan kişiliğinin kendini kendisi olarak algılamasına imkân veren ve dış dünya
ile temas halinde olan, dış dünyadan etkilenen bölümüdür; kişiliğin, kişi ile
gerçek dünya arasında arabulucuk yapan bölümüdür. Bu bakımdan, gerçeğin
algılanması ve gerçeğe uyum sağlama işi, Ego'nun görevidir. Eylemlerin
denetlenmesi, gerçeklere göğüs germe, edinilen izlenimlerin saklanması,
düşünme, içte ve dışta olup biten olayların özümsenmesi, birbiriyle çelişen
düşüncelerin bağdaştırılması, karşıt olan şeylerin uzlaştırılması, zihinsel
yaratıcılığın sağlanması onun görevleri arasındadır. Güven duygusuna ulaşmak
ve insanın kendi varlığını sürdürebilmek için gerekli olan bilinçli ya da bilinçdışı
iç mekanizmaları ve süreçleri harekete geçirmek de onun görevidir. Ego, İd gibi
karmakarışık bir görünüme sahip değildir; organize olmuş bir halde bulunur. İd,
"tutkuların bulunduğu alanı temsil ettiği halde, Ego akıl ve sağduyunun
egemen olduğu alanın temsilcisidir. Bu bakımdan Ego, hem id ile, hem de
Super-ego ile uyum içerisinde çalışmak ve yaşamak zorundadır.
"Üst-ben" ya da "Üst-benlik" anlamına gelen Super-ego ise, kişiliğin kendi
kendisini gözetleyen, denetleyen, yargılayan, eğriyi doğruyu birbirinden ayıran,
başka bir deyimle Vicdan dediğimiz bölümüdür. Super-ego, dış dünyanın
yasaklayıcı güçlerinin içe-mai-edilmesiyle oluşmuştur. Bu bakımdan Super-ego,
İd iie Ego arasında etkileşmeyi sağlayan en önemli gücü temsil eder. Ego'ya
47
şekilde davrandığını anlamak imkânını veren yeni bir yöntem
bulmuştur. Serbest çağrışımların, rüyaların, hataların, aktarma
(transference) olayının analizinden oluşan bu yöntem, o
zamana gelinceye kadar ancak insanın kendisi hakkındaki
bilgisine ve iç-gözleme açık olan "özel" verilerin hasta ile
psikanalist arasında kurulan bağlantı sırasında ışığa çıkmasını
ve "başkaları tarafından" anlaşılmasını sağlayan bir yaklaşımdır.
Psikanalitik yöntem, böylece, başka türlü gözlenmesi mümkün
olmayan olayları inceleyebilme imkânını vermiştir. Aynı zaman-
da, baskı altına alınmış oldukları ve biiinçdışına itildikleri için
iç-gözlemle bile kavranılamayan birçok duygusal yaşantıyı da
ışığa çıkarmıştır.
20
yakın bir bölüm olmakla ve Ego'nun sahip olduğu psikolojik organizasyonu
paylaşmakla birlikte, id ile de yakın bir ilişki içerisinde bulunur. (Çevirenin notu.)
* "Aktarma" olarak Türkçeye çevirdiğimiz transference, genel olarak
çocukluktaki bir yaşantının ya da bir insanla ilgili olumlu ya da olumsuz bir
duygunun, tavrın, vb. başka bir insana ya da objeye aktarılması, özellikle
psikanaliste aktarılması anlamına gelmektedir. (Çevirenin notu.)
** Bastırma (suppression), bir içtepinin, bir duygunun ya da bir düşüncenin
bilinçli bir şekilde bastırılması demektir. Bu kavram, onaylanmayan bir şeyi
bilerek ve isteyerek unutmaya, aklımızdan çıkarmaya çalışmak ya da eyleme
dönüşmesine fırsat vermemek anlamına gelmektedir. Baskı altına alma
(repression) ise, aynı işlemin bilinçdışı bir şekilde yapılmış olduğunu ifade eder.
Böyle bir mekanizma ile, istenmeyen ya da beğenilmeyen bütün içtepiler,
istekler ve düşünceler bilinç alanından bilinçdışı alana itilmiş olur. Ancak, baskı
altına alınmış olan, başka bir deyenle bilinç alanından bilinçdışı alana itilmiş
olan unsurlar, çoğu zaman, dolaylı bir şekilde etkide bulunmaya devam ederler
ve gece rüyalara, gündüz hülyalara karışır ve onlara şekil verirler; bazen de
nevrotik belirtiler, dil sürçmeleri, vb. şeklinde ortaya çıkabilirler. Ne var ki,
"baskı altına alma" olayını "bastırma" olayından çok kesin bir şekide ayırmak
mümkün değildir. Nitekim Fromm da, kitabın sonlarına doğru "Yaratıcılığın
Karşıtı Olarak Baskı Altına Alma" adlı bölümde, Freud'un "baskı altına alma"
(repression) olarak adlandırdığı mekanizmayı, "bastırma" (suppression)
sürecinin bilinçdışı olan bölümü olarak kabul ettiğini söylemektedir. Aynı
şekilde, ben de, bilinçdışı bir "bastırma" söz konusu olduğu zaman, "baskı
altına alma" deyimini kullanmayı tercih ettim. (Çevirenin notu.)
20
Bakınız: Devvey, Problems of Men, ss. 250-272 ve Philip B. Rice,
1
3
Dostları ilə paylaş: |