14
tamamıyla insanlığın sosyal hissiyatına, yani bizimle aynı türden varlıklarla birlik
içinde olmayı arzulamaya bağlı olduğunu ileri sürer. Ona göre özgecilik, diğer
insanların refahlarını yükseltme kudretidir ve bu anlamda egoizmin zıddıdır. Mill’in
özgeci faydacılığına göre, hiçbir bireyin kişisel çıkarı bir diğerinin kişisel çıkarından
daha az ya da daha çok önem taşımaz. Mill ayrıca, kendi huzurumuz için yardıma
muhtaç insanlara sosyal destek sağlamamız gerektiğini de söyler. Ona göre, sosyal
anlamda hiç kimseye destek olmayan bir insanın hayat kalitesi eksilir. Mill’i sadece
davranışların geliştirilmesi tatmin etmez. Karakter üzerinde reform yapmak
istemiştir.
Mill ayrıca, ahlaki değerlerin muhakeme gücüyle oluştuğuna dikkat çeker.
Zira hayvanlarda muhakeme edebilme kabiliyeti yoktur. İnsanlarda ise yanlışı
tecrübe etmeden doğrunun bilinmesi çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Öyleyse
ikisi arasındaki bu hassas noktayı iyi tahlil edebilmek lazımdır.
Mill’e göre doğru düşünebilen iyi niyetli insanların asıl görevi, toplumsal
talihsizliklerin nedenlerini ele almaktır. Mill, toplumun sahip olduğu hikmetin,
sağduyu ve aklıselimin birleşmesi ve bunun iyi bir fiziksel ve ahlaki eğitim ile
güçlendirilmesi
gereğini
vurgular
ve
böylelikle
toplumun
acılarının
dindirilebileceğini söyler.
Mill, mutluluk ile katıksız memnuniyeti birbirinden ayırmaktadır. Ona göre
katıksız memnuniyet, hayvani bir konumdur ve katıksız memnuniyet duyan insanlar
alt seviyeden hazlarla oyalanır. Onlar sadece bununla sınırlanmışlardır. Mill’in
faydacılığının ana hedefi, mümkün olduğunca çok insanı mümkün olduğunca mutlu
etmektir, memnun etmek değildir.
15
Mill mutsuzluğun esas nedeninin kişinin kendini düşünmesi olduğunu söyler.
Mutluluğun sükûnet ile heyecan arasında bir denge sağlanarak elde edileceğine
inanır ve kendini düşünmenin, sükûneti de mutluluğu da yok ettiğini ileri sürer.
Kendini düşünmenin hiçbir zaman tatmin olmayan bir duygu olması sebebiyle
sükûneti ortadan kaldırdığını, bunun yanı sıra ilgi alanlarımızı daraltarak, öğrenmeye
ilişkin heyecan ve diğer uyarım olasılıklarımızı körelttiğini vurgular.
10
William James (1842-1910) ise, deneyciliğe dayanan ancak, hakikat ile
bilgiyi pratik sonuçlar açısından tanımlamaya çalışan felsefenin yani, pragmacılığın
en ateşli savunucusudur. James, psikolojiye duyduğu ilgi sebebiyle, felsefeye
döneminin filozoflarından daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşmıştır.
James’e göre felsefenin gerçek amacı, kendi bireysel ihtiyaçlarımıza ve
mizacımıza uygun olan inançları nasıl keşfedebileceğimizi ve benimseyeceğimizi
göstererek onları hayatımıza dahil etmemize yardımcı olmaktır. James, bireyler için
önemli olan fikir ve hakikatlerin pragmatik yöntemle ortaya konulmasının evrensel
bir ihtiyaç olduğuna değinir.
11
James’in pragmacı felsefesi, psikolojik bağlamda dünyayla daha uyumlu hale
gelebilmenin yöntemini ortaya koymaya çalışır. James için asıl mesele, yaşamaya
değecek bir neden bulmaktır ve insanların hayatında gözlemlenebilecek ve fark
yaratacak şeyin inanç ya da felsefi bir din olduğunu düşünür.
12
James, inancın pragmacı zeminde önemli ve anlamlı olduğu sonucunu ortaya
koymuştur. Şöyle ki, inancın varlığı ve yokluğu açıkça gözlemlenebilmektedir.
Yararlıdır ve hayatlarımızda somut farklılıklar oluşturur ki bu özellikler tam da
10
Soccio, ss. 589-610.
11
Soccio, s. 699.
12
Soccio, ss. 713-727.
16
pragmacı yönteme uygundur. James bunu “Tanrı gerçektir; çünkü gerçek etkilere
(neticelere) neden olur” şeklinde ifade eder.
James, dini yönelimin dini olmayan seküler yönelimden daha etkili olduğunu
düşünür. Ona göre dini yönelimler salt seküler bir bakış açısından daha kapsamlı bir
bilinci ihtiva ederler ve daha geniş boyutlu bir deneyimden kaynaklanırlar. James
faydacı bir anlayışla, Tanrı’nın destek olması ve yardım etmesi suretiyle bize fayda
sağladığını ve dinin bizi hayatın her aşamasında daha duyarlı bir hale getirebileceğini
söyler.
13
James, kendimizi bizde etki bırakan geçici heveslere teslim etmenin doğru
olmadığını, kişiliğimizin ve tutku hayatımızın temel niteliklerini ortaya koyan en iyi
inanç hangisiyse o inancın peşinde koşmamız gerektiğini söyler. Mutlu olmak için
ihtiyacımız olan şeye inanmamız gerektiğini ve bunun da insanı motive edici bir güç
olduğunu düşünür.
Bu anlamda James’in felsefesi yalnızca yoğun bir şekilde ve tutkuyla
hissettiğimiz inanma ihtiyacına dayansa da, onun felsefesinde insan ruhuna duyduğu
güven göze çarpmaktadır.
14
Bilimin nihai, nesnel, evrensel, mutlak otorite olma
iddialarına itiraz etmiştir. Dini imanın şifa verici ve birleştirici bir gücü olduğuna,
bilimin ise böyle bir gücü olmadığına vurgu yapmıştır. James, daha yüce bir güce
iman etmenin psikolojik açıdan gelişmemiş bir his olduğuna dair görüşleri reddetmiş
ve başarılı da olmuştur.
15
13
Soccio, ss. 728-733.
14
Soccio, s. 704.
15
Soccio, ss. 733-738.
Dostları ilə paylaş: |