Bir başka dilden ödünç alma
Dilsel olarak ödünç alma, kelime oluşturma ve anlam değişiminin yanı sıra sözcük oluşturmanın temel yöntemlerinden biridir ve bu
ad bilimin
bir
konusudur.
Ayrıca ödünç alma dil değişiminin önemli etkenlerine bir örnektir. Dilsel ödünç alma durumu sözcüksel, anlamsal ve sözdizimsel ödünç almadan
farklıdır.
Sözcüksel ödünç alma durumunda bir sözcük gövdesi, anlamıyla birlikte veya anlamının bir kısmıyla birlikte iletişim dilinden (donör dil) alınarak
ödünç alan dile aktarılır ve bu dilde ödünç alınan sözcük gövdesi dar anlamda ödünç alınmış bir sözcük veya yabancı bir sözcük oluşturur. Bu ödünç
sözcük oluşturmada alıcı dilin fiil çekimine, telaffuz alışkanlıklarına ve yazma alışkanlıklarına uyum göz önünde bulundurulur. Yabancı bir sözcük
oluşumunda ise alıcı dilin fiil çekimine, telaffuz alışkanlıklarına ve yazma alışkanlıklarına uyum ya hiç dikkate alınmaz ya da çok az uyuma dikkat edilir.
Anlamsal ödünç almada ödünç alan dilde var olan bir sözcüğe sadece anlamın yeni bir anlam olarak veya önceki anlamına ek bir anlam olarak
aktarılmasıdır; ya da ödünç alan dilin dilsel araçları ile bu anlamın geri verilmesinin oluşturulmasıdır. Görünüş olarak ödünç alma özel bir durumu
oluşturur. Bu ödünç almada, iletişim dilinin öğelerinden veya ödünç alan dilde zaten var olan yabancı sözcüklerden alınan bir sözcük ödünç alan dilde
yeniden yapılandırılır, bu yeniden yapılandırılan biçim veya anlam iletişim dilinde henüz yoktur.
Sözcüksel olarak ödünç almalar dar anlamda ödünç sözcükler ve yabancı sözcüklerdir. Görünüş olarak ödünç alma gibi anlamsal olarak ödünç almalar
ise çoğunlukla geniş anlamda ödünç sözcükler olarak kabul edilir. Hem sözcüksel ödünç alma hem de anlamsal ödünç alma ödünç sözcükler başlığı
altında ele alınır.
Sözdizimsel ödünç alma ise herhangi bir dilin, bir iletişim dilinin belirli sözdizimsel yapılarını çok sık kullanmasının etkisi sonucunda ortaya çıkar veya
bir dil yeni sözdizimsel yapı olasılıkları oluşturduğunda sözdizimsel ödünç alma gerçekleşir.
Kalıt sözcük
Kalıt sözcük bir dilin önceki evrelerinde var olan bir kelimeden türeyen bir sözcük için kullanılan tanımdır.
Etimoloji
(kökenbilim) bir dilin kelime
hazinesinin zamansal gelişimini ve kökenini aydınlatmaya çalışır. Kalıt sözcükler dilin kaynağına dair açıklayıcı bilgiler verirler. Kalıt sözcükler paralel
bir dilden alınan alıntı sözcüklerden ayırt edilmelidir.
Somut bir örnekle açıklamak gerekirse, çağdaş Alman dili; Ortaçağ Almancası, eski yüksek Almanca gibi yazılı olarak da aktarılmış birçok ortaçağ
dilinin kökenine kadar inme olanağı sunar. Örneğin; kökeni o zamanki dillerde olan çağdaş kelimeler kalıt sözcükler olarak karşımıza çıkar. Biraz daha
geriye bakıldığında; Alman dilinin, doğrudan kullanılmayan Hint-Avrupa dilinden ortaya çıktığı ve Alman dilinin bu Hint-Avrupa dilinden birçok kalıt
sözcük aldığı görülür. Alman dilindeki kalıt sözcüklere örnekler: “Sonne” (Güneş), “Vater” (Baba), “Nase” (Burun) ve geçmiş zamanlarında kökteki
ünlüsü değişmiş tüm sözcüklerdir.
Dil yozlaşması
Dil yozlaşması kavramı dil eleştirisinden ortaya çıkmıştır ve bu dil yozlaşması zaman içerisinde korunmaya değer görülen köken özelliklerinin
değişmesi yoluyla dillerin kaybolması korkusu olarak adlandırılır. Bu duruma örnek olarak; dilbilgisindeki, temel sözcük dağarcığındaki, genel
anlaşırlıktaki veya ifade gücündeki çeşitlilik verilebilir. Dil kayması olarak dil yozlaşması en kötü durumda dil ölümüne yol açabilir.
Dil yozlaşmasının sebepleri
Dil yozlaşmasının nedenleri aşağıdakiler olabilir:
Bir dil muhtemelen o dile hâkim anadil kullanıcıları tarafından kullanılmaz. Bunun yerine dil, o dile daha az hâkim kimselerce konuşulur ve böylelikle
dile gereken önem verilmez, dilin toplam gelişimini, mesela dilin günlük kullanımını yansıtan bir ölçü de budur.
Diğer taraftan bir dil diğer dillerin etkisi altında kalarak yozlaşabilir. Bu durumda dil, asıl köklerini kaybeder ve dilin kökeni kendi içindeki etkilerle
olduğu kadar diğer dilden gelen etkilerle karışık bir köke dönüşür.
Başlıca bir neden de medyanın her zaman eleştirilen etkisidir, her şeyden önce televizyon ve radyoların etkileridir. Yan cümlelerdeki bağlaçların sözde
yanlış kullanımı, kaba, ahlaksızca kullanılan jargonlar, gereksiz yere İngilizce kelimeler kullanmak gibi dilbilgisi yanlışlıkları sunucuların konuşmalarını
etkisi altına alır ve böylelikle dinleyicilerin dil kullanımı da değişir.
Diğer taraftan da bazı dil eleştirmenleri dil yozlaşmasını “küreselleşme sürecinin ve kültürel çeşitliliğin bir parçası” olarak kabul etmektedir.
Dilbilimin bu konsepte uygun eleştirisi
“
Dil yozlaşması” kültür eleştirisinin kullanılan önemli bir kavramıdır. Schopenhauer,
Friedrich Nietzsche
,
Adorno
,
Martin Heidegger
ve diğer birçok
yazar ve filozofun, hakkında farklı kökenler işaret ettiği bu kavram “kültürel yozlaşma” konseptinin içerisinde yer alır.
“
Dil yozlaşması” kavramı bugünkü dilbilimine göre çoğunlukla kabul görmez, çünkü bu kavramın bilimsel olmayan birçok ön şarttan yola çıktığı
açıktır:
1. Genellikle sadece yüzeysel olgular ele alınır, örneğin alıntı kelimeler de veya
büküm
ve cümle yapısındaki değişiklikler de söz konusudur. Sözü edilen
bu durumlar okulda gösterilen “sistem dilbilgisinin” asıl noktalarıdır. Analitik dil yapısının kolayca özü anlaşılabilen, hatta kolayca oluşturulabilen
durumu, dilin kurallara uygunluğunu, doğru ve güzel kullanılmasını amaçlayan çalışmalarca "daha ilkel" olarak tanımlanmaktadır; ancak bu, temelde
yatan derin olgular olarak kalmıştır, çünkü bir sahip olma tutumunun tanımı önceden olduğu gibi başarılı bir şekilde ifade edilmiştir (yalnızca araçlar
değişim göstermiştir).
2. Dili özenli kullananların bakış açısına göre ilgili dil öylesine yüksek bir kaliteye ulaşmıştır ki her değişiklik kaçınılmaz bir şekilde dilde kötüleşmeye
sebep olmuştur. Fakat bununla beraber dilin tarihselliği şüpheli görülür olmuştur. Tüm diller değişir, hem de sürekli olarak, çünkü dil, konuşan
toplumlarca sürekli değişen ortama uydurulmaktadır.
3. Dilin kendi köklerinden uzaklaşma korkusu dilin ilk evresinde “arı”, "bozulmamış” dillerin var olmasından ileri gelmektedir. Bu görüş, her dilin ilk
zamandan beri diğer dillerle sürekli ilişki içinde olduğunu görmezlikten gelmektedir. Buna göre “arı” diller yabancı etkilere maruz kalmaz. Her dil farklı
zamanlarda farklı ilişkilerle farklı yakınlıkta ortaya çıkan bir “karma dil”dir. Dili kendi “köklerinden” uzaklaştıran ilk değişiklikler muhakkak vardır,
ama çağdaş dil durumunu inceleyen bir eleştirmenin bunlardan haberi yoktur. Bir dilin komşu dillerle ve “dünya dilleri” olarak adlandırılan
uluslararası etkili dillerle yoğun bir alışveriş içerisinde olup olmadığı ve bunun nasıl gerçekleştiği; bu değişiklikleri göğüsleyen konuşucu kitlelerin
açıklığının ve hareketliliğinin bir göstergesidir. Bu değişiklikler gerçekleşirken birçok durumda uzun ilişkiler sonunda en başta “ödünç alınan” söz
varlığıyla birlikte dil varlığının sesçe ve anlamlı “kaynaşması” ortaya çıkar Türkçe; “Konsept”). Yine söz varlığının anlama®(örnek: Almanca;
“Konzept” uygun çevirisi yeni, sesçe uyumlu, kulakla uyumlu-anlamlı, herkes tarafından Türkçe;®anlaşılır bir kelime haline gelir (örnek: İngilizce; “to
announce” “Anons etmek”). Ya da söz varlığı yabancı dildeki yapının tıpatıp benzeri olarak Türkçe; “Bravo”).®kalır (İngilizce; “Bravo”
4. Yabancı etki sadece dilsel alanda etkisini göstermez, bunun yanı sıra yabancı etkisi kültür ve toplum gerçekliğiyle sıkı sıkıya bağlı olduğu ve bunlarla
iç içe geçmiş olduğu için "dil yozlaşması" konusu genellikle kültür ve toplum eleştirisiyle aynıdır.
5. Bununla birlikte (dil) eleştirmenlerin(in) ortaya çıkan genel hoşnutsuzluğu reddedici, yani yeni gelişmelere karşı çıkmada ve herhangi bir ilk
"standardın" savunulmasında hedef olarak ortaya çıkmaktadır. Oldukça zor olan dile özen gösterme cesareti, diğer dilleri aralıksız kendisine çeken her
dönemde önceden kestirilemeyen, yeni biçimli olanaklar, en iyi kavramların ve düşüncelerin yaratıcı bir şekilde türetilmesini, hatta "yabancı
kelimelerin" iyi anlamda kullanılmasını zora sokmuştur.
Dil ölümü
Bir dili anadil olarak konuşan hiç kimse kalmadığı zaman dil ölümü söz konusu olmaktadır. Bu andan itibaren bir dilin içinde zamanla oluşan normal
gelişimler ve değişiklikler ölü dilde görülmez; ölü dil değişmez ve hareketsiz, durağan olur.
Bir dilin ölü dil olarak görülmesi, bu dili anlayacak konumda kimsenin olmadığı anlamına gelmez. Ölü bir dil iyi bir şekilde belgelenebilir, yabancı dil
olarak öğretilebilir ve hatta olası belli durumlarda sözlü ya da yazılı olarak kullanılabilir. Örneğin Latince, anadil olarak kimse konuşmadığı için ölü bir
dildir. Yine de yabancı dil olarak öğrendikleri için Latince anlayan bir sürü kimse vardır. Belli
fonolojik
(Sesbilimsel) kısıtlamalarla ölü bir dili yeniden
canlandırmak mümkündür. Örneğin Kernevekçe (Güneybatı İngiltere'de Cornwall kontluğunda konuşulan bir
Kelt
dilidir) ya da İbranicenin yok
olmasından 2000 yıl sonra İsrail’in resmi dili olan İvrit (Çağdaş İbranice) gibi. Bilim insanları dünya genelinde yaşayan 6000 dilin bu yüzyılda yaklaşık
yüzde 90’ının yok olacağını kabul etmektedir. Son 30 yılda sadece Kuzey Amerika’da 51 dil yok olmuştur.
Dil ölümünün nedenleri
Bir dil çocuklar tarafından anadil olarak öğrenilmiyorsa yok olma tehdidi altındadır. Diller, dil kayması yoluyla ölü dillere dönüşür. Bir dildeki yavaş
değişimler bir veya birçok yeni dilin doğmasını ve köken dilin ölü dillere dönüşmesini sağlar.
Bu noktada dil ölümünün iki biçimi birbirinden ayırt edilmelidir:
Birincisi, kendi içinde oluşan dil biçimleri varlığını sürdürürken konuşulan bir dilin yok olmasıdır. Roman dilleri içinde varlığını sürdüren Latince
buna örnek gösterilebilir.
İkincisi de; kendi içinde oluşan dil biçimlerinin de varlıklarını sürdürmediği, konuşulan bir dilin yok olmasıdır. Örneğin “Kıpti” dilidir.
Ayrıca aşağıdakiler arasında da ayrım yapılması gerekmektedir:
Çoğunlukla uzun bir süreçte meydana gelen ve dil ölümünü bilinçli şekilde teşvik eden kriterler olmaksızın meydana gelen “doğal“ bir dil ölümü söz
konusudur. Bu durum, ilk çağda yerini Latinceye bırakmış olan bir sürü dilin ölümdeki durum olabilir, çünkü antik çağlarda bilinçli bir dil politikası
henüz yoktu.
Bir dizi siyasi önlemler yoluyla desteklenen dil ölümü söz konusudur. Dil ölümü için kesin sonuç sağlayan ya da sağlamış bu önlemler durumlarında
bazı yazarlar “Linguizid”den (dili öldürme) söz eder.
Bir dil 50 yaşın üzerinde ve de 25 ve 50 yaşları arasındaki yaş grubunda “yarı konuşuculara” sahipse, fakat 25 yaşın altındaki yaş grubunda bu dili
konuşan hiç kimse yoksa, o zaman bu dil, ebeveynlerden çocuklara aktarımın mümkün olmayacağı için yarı ölü (“moribund”) sayılır. Üst yaşlardan
binlerce, hatta yüz binlerce konuşanı olsa dahi dilin yok olması ancak tüm güçlerin seferberliğiyle ve bu çabanın genel desteğiyle engellenebilir. Birçok
durumda doğal bir dil ölümünün ya da bir “Linguizid”in (dili öldürme) ne ölçüde gerçekleşeceğini belirlemek zordur. Dil ölümünde politik önlemlerin
kesin sonuç veren rol oynadığı diller Havai dili ve yarı ölü Bretonca’dır (Bretonca, Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt koluna ait dildir. Fransa'nin Breton
bölgesi'nin resmî dilidir).
Dil ölümünün sonuçları ve dil ölümü için önlemler
Dillerin ortadan kaybolmasının geniş kapsamlı sonuçları olabilir:
Her bir dil konuşanı, özel yaşamında ve toplumsal hayatındaki birçok durumda kendini kendi dillerinde yeterli düzeyde ifade edemez. Bununla
birlikte her bir dil konuşanı, kültürel ve tarihi kimliğinin bir parçasını kaybeder.
Dünyayla ilgili kavramların ve görüşün bir dilde özel var olan tasarıları yok olabilir.
Her dil kendine özgü bir “ses varlığı” ve bununla birlikte kaybolup gidebilecek bir kültürel miras değeri taşır.
Özel bir dil için dil politikası ya da diller politikası (örneğin bir devletteki birçok dil için) yardımıyla dillerin canlı kalmasına çalışılmaktadır. Bu tür
önlemlerin başarısı mevcut dil konuşanı sayısının fazlalığına, politik etkilerine, finansal olanaklarına ve dil ölümünün evresine bağlıdır.
Dil ve düşünce
Düşüncenin iletişimsel aracı olarak dil
Özellikle teknik teoriler başta olmak üzere birçok iletişim aracı teorisi dili iletişim aracı olarak ifade etmez, aksine dili iletişimsel bir araç olarak ele alır.
Bunu durum şu anlama gelmektedir; dil gerçek iletişim araçları için tarafsız bir mümkün olma durumudur. Dil, böyle görüşlerin sadece uygun
davranışlara hizmet eder veya dil, tasarılar ve kavramlar gibi zihinsel varlıkların iletimine yardımcı olur. Bu tasarı ve kavram gibi zihinsel durumlar
dilden bağımsız düşünülemez. İşte bu yüzden temsil aracı olarak ele alınır.
Dilbilimci
Wilhelm von Humboldt
’un dil teorisinde şüphesiz bir iletişim aracı görüşü dile getirilmiştir. Bu görüşün temel söylevi, düşünsel sürecin
ancak iletişimsellik aracılığıyla mümkün olabileceğini dile getirir. Bu durum insanların düşünce tarzının ancak içinde bulundukları çevredeki
göstergelerin harekete geçeceği süreç aracılığıyla mümkün kılınabileceği anlamına gelmektedir. Bu göstergeler, hem dünya bilincini hem de benlik
bilincini oluşturan göstergelerdir. Burada dil, sınırları belirleyen bir rol üstlenir. Ayrıca dilin iletişim aracı olarak tanımlanması insanların bilincini
araçsal boyutta (medial) etkilemiştir. Bu yüzden yeni iletişim araçlarının insanlar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğu konusunda fikir yürütmek
daima dile bağlı olmalıdır. Yeni iletişim araçlarının etkinliği ve etkileme gücü dilsel iletişim araçlarının yapısal olarak oluşturuluşuna bağlı olmalıdır.
[6]
Dil ve politik güç
Bu varsayımın, iktidar yapıları bağlamında dili politik olarak kullandığı birçok defa denenmiştir. “Siyaseten doğruluk” ifadelerinin talebi mesela
cinsiyetçi bir dil kullanan veya cinsiyetçi düşüncelere eğilim gösterenlere zaman zaman temel oluşturur. Dil iyileştirmeleri sayesinde gerçekten bir
bilinç değişikliği gerçekleşmekte mi yoksa bunun güncel politik amaçlara ulaşmak için mi olduğu halen tartışmalıdır. Dil iyileştirmeleri büyük olasılıkla
genel bilinç değişimi sürecinde belirleyici ve pekiştirici bir etkiye sahip olabilir. Diğer taraftan da dilin, belirli iktidar yapılarını yıldırmak ve eline
geçirmek için kullanıldığı da unutulmamalı. Bu duruma
mobbing
(Latincede; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı
vermek), ajanlık ve küçük düşürme örnek gösterilebilir. Sözlü iletişimdeki baskı mekanizmaları beş otorite tekniğini dışarıda bırakır. Var olan dil
düzenlemelerindeki bu gibi etkilerin uyarısı, böyle bir bağlamın sorunsallaştırılmasına olanak sağlar.
Cinsiyetle gibi pratik olarak bütün kültürlerde birer
tabu
olarak kabul gören alanlardaki sözcüklerin birçok dilde nesilden nesle çok az aktarıldığı, tarihi
dilbilim çalışmalarıyla tespit edilmiştir. Böyle nesiller çok yakın zamanda aynı geleceğe maruz kalacaklardır. Yazı dilinde de bu durum genel dil
değişiminde olduğu gibi aynıdır, ama sadece süreç daha yavaştır.
Halkın dil ve düşünce üzerindeki etkisi aracılığıyla bunu uygulamaya dönük çabaya, 1949 yılında yayımlanan
Georg Orwell
’in “1984” romanı
edebiyattan bilinen bir örnektir. (Gerçek ismi Eric Arthur Blair olan George Orwell 25 Haziran 1903’te doğmuştur ve 21 Ocak 1950’de ölmüştür. George
Orwell İngiliz edebiyatının 20. yüzyılda yetiştirdiği önemli yazarlardan birisidir. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli romanı ve bu romanda oluşturduğu
“Big Brother” – “Büyük Birader” kavramı ile ünlüdür. Bu yapıtta hayali bir totaliter yönetim şekli anlatılmaktadır. Bu yönetim biçimi halkın iletişimini
ve düşüncesini dar ve kontrolü altındaki bir yola getirmek için “yeni konuşma” adındaki yapay dili kullanır.
Diğer bir edebî örnek de
Sapir-Whorf Hipotezi
'nin bulunduğu Jack Vance’e ait “Pao’nun savaş dilleri” isimli eseridir. Yenilmiş bir yeryüzünü kontrol
edebilmek için halkı esnaf, çiftçi, asker ve bilim adamı diye sınıflandırılan yeryüzünde sadece onlar için oluşturulmuş dili öğrenmelerine ve bu dili
konuşmalarına izin verilecektir. (Sapir-Whorf Hipotezi dilbiliminde, insan düşüncesinin yerel dillerden çok yoğun bir şekilde etkilendiğini gösteren bir
çalışmadır. Buna göre, her insanın kendi dilinde belirli bir düşünce yapısı vardır ve bu insan başka bir insanın dilini hiçbir zaman tam anlamıyla
anlayamaz. Bu tartışmalara yol açan varsayım, ünlü dilbilimci Whorf tarafından oluşturulmuş, diğer bir dilbilimci Sapir tarafından da ortaya
konulmuştur ve ikisinin tezi olarak sunulmuştur.
Dil ve hayvanlar
Hayvan dili
İnsanların bebeklik dönemlerinin ilk yaşlarında gırtlağı (larinks veya
larenks
) derinleşir. Sadece çok az hayvanda bu durum benzer olabilir ve daha
sonra sesler insanlarda olduğu gibi oluşur. Bazı durumlarda da insanların dilsel ifadelerini de taklit edebilirler; örneğin
papağan
,
fok balığı
,
yunus
gibi.
Hayvanlar belirlenmiş bir işaret sistemini bilirler. Bu duruma, arı dili veya hatta dans dili olarak da adlandırılan sallanarak dans eder gibi uçan arıların
işaret sistemi örnek gösterilebilir. O halde; düşünülen, gerçekten içgüdüsel olarak düzenlenmiş işaret davranışının gerektiği takdirde insan diline ne
derece benzerlik oluşturup oluşturmadığı sorgulanmalıdır. Kuşların, yunusların veya primatların (
memeliler
sınıfından
maymun
ve benzeri hayvanları
içerir) insan fonetiğine benzer bir dili veya tamamen aynı bir dili bilip bilmediği ve hatta bu dilin yardımıyla karşılıklı haberleşip haberleşmedikleri
tartışılmaktadır. Burada görünüşe göre sadece gönderen ve alıcı arasındaki düzenlenmiş ve tek taraflı işaret yolu söz konusudur. Bu duruma örnek
olarak, hayvan sahiplerinin hayvanın terbiyesi sırasında köpeklerden yararlanması gösterilebilir.
Bilindiği gibi biz insanlar tarafından bilinen dil bunun aksine 3 sınıfa ayrılır: Birinci sınıflandırmada anlam ayıran, yani kendi başlarına anlamları
olmayan sesler bulunur. İkinci sınıflandırmayı ise anlam taşıyan birimler veya anlam taşıyan
morfemler
(
biçimbirimler
) oluşturur. Üçüncü
sınıflandırmada sözcük biçimlerinden, sözcük gruplarından (ifadelerden,
deyimlerden
) ve
cümlelerden
oluşur. Eğer bir hayvan yirmi ses
oluşturabiliyorsa bu hayvan ses bakımından potansiyel olarak yirmi farklı işaret oluşturabiliyor demektir. Bunun tersine insan dili seslerin ve ses
dizimlerinin çok farklı değişkenliği sayesinde kendini belli eder. Bunun için
Wilhelm von Humboldt
”un daha önceden belirttiği gibi sınırsız birleşim
(kombinasyon) olasılıkları bulunmaktadır. Wilhelm von Humboldt”un atıfta bulunduğu bu birleşimlerle insanların daha önceden hiç duymadıkları
şeyleri de anlayabilecekleri veya ifade edebilecekleri de anlaşılmış oldu. Ayrıca bunun o kadar kolay öğrenilemeyeceği ve bu yüzden de ancak taklit
edilebileceği ortaya konuldu.
Kaynakça:
1. Prof. Dr. Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım, İstanbul, 2008, s. 3
2.
Konuşma Dili, Yazı Dili
TürkçeBilgi
3.
Dilin Bilimsel Tanımı
TürkçeBilgi
4.
Dil Tanımları, Mustafa Altun
5.
Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kurumu
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi
6.
Dil ve Düşünce
Edebiyat Ekibi
Document Outline - Dil – İnsan
- Murat ŞAHİN
- Konu başlıkları
- Genel anlamıyla dil
- Dilin tanımı
- Dilin bilimsel tanımı
- Dilin doğuşu
- Dilin özellikleri
- Dilin belirleyici özellikleri:
- “Algısal çerçeve” ve düzeltim olgusu
- Dilin iletişimsel unsuru olarak sınıflandırma işaretleri
- Dillerin sınıflandırılması
- Doğal diller
- Biçimsel diller
- Tek, tek diller
- Konuşulan diller
- Yapay dil
- Halk dili
- Halk dili terminolojisine dair
- Halk dillerinin rolü
- Halk dilinin diğer safhaları
- Yazı dili
- Konuşma dili
- İşaret dili
- Tarihçesi
- Uluslararası işaret dili “Gestuno”
- Sesli dile yönelik bağımsızlık ve tutum
- Ağız hareketi
- İşaret dili kursları
- İşaret dili çevirmenleri
- İşaret dili yazısı
- İşaret dili yazısı
- Yapısal ve biçimsel diller
- Dil değişimleri
- Dil değişiminin sebepleri
- Özel uzmanlık alanı dili
- Dil değişimine örnekler
- Dil yozlaşması
- Dil yozlaşmasının sebepleri
- Dilbilimin bu konsepte uygun eleştirisi
- Dil ölümü
- Dil ve düşünce
- Dil ve politik güç
- Dil ve hayvanlar
- Hayvan dili
- Kaynakça:
Dostları ilə paylaş: |