Büyük Tasarım



Yüklə 2,44 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/42
tarix30.04.2018
ölçüsü2,44 Kb.
#40546
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   42

29
gibi  bir  ifade  bir  doğa  yasası  değildir,  çünkü  yalnızca  ofisteki  bil­
gisayarlara  ilişkindir  ve  “eğer  ofise  yeni  bir  bilgisayar  alınacak 
olursa rengi siyah olacaktır” gibi bir öngörüsü yoktur.
“Doğa  yasası”  kavramına  ilişkin  çağdaş  anlayışımız  filozofla­
rın  uzun  uzadıya  tartıştığı  bir  konudur  ve  ilk  bakışta  zannedildi­
ğinden  daha  incelikli  bir  meseledir.  Örneğin,  filozof  John  W.  Car- 
roll  “Tüm  altın  kürelerinin  çapı  bir  milden  daha  azdır”  ifadesiyle 
“Tüm uranyum-235 kürelerinin çapı bir milden daha azdır” ifade­
lerini  karşılaştırır.  Gözlemlerimiz  Dünya’da  çapı  bir  milden  daha 
büyük  bir  altın  küre  bulunmadığını  söyler  ve  gayet  güven  içinde 
hiçbir  zaman  olmayacağını  savunabiliriz.  Yine  de  olamayacağına 
inanmamız  için  herhangi  bir  neden  yoktur  ve  bu  nedenle  bu  ifa­
de  bir  doğa  yasası  olarak  kabul  edilmez.  Öte  yandan  “Tüm  uran- 
yum-235  kürelerinin  çapı  bir  milden  daha  azdır”  ifadesini  bir  do­
ğa  yasası  olarak  düşünebiliriz,  çünkü  nükleer  fizik  hakkında  bil­
diklerimize göre, bir uranyum-235 küresinin çapı yaklaşık 16 san­
timetreden  daha  fazla  büyürse  bir  nükleer  patlamayla  kendi  ken­
dini  yok  eder.  Dolayısıyla  böyle  bir  kürenin  olamayacağını  biliriz. 
(Bir  tane  yaratmaya  çalışmanın  iyi  bir  fikir  olmayacağını  da  bili­
riz!)  Bu  önemli  bir  ayrımdır,  çünkü  gözlemlediğimiz  her  genelle­
menin  doğa  yasası  olarak  düşünülemeyeceğini  ve  çoğu  doğa  ya­
sasının çok daha büyük, birbirine bağlı yasa sistemlerinin bir par­
çası olduğunu gösterir.
Çağdaş  bilimde  doğa  yasaları  genellikle  matematiksel  olarak 
ifade  edilir.  Kesin  ya  da  yaklaşık  olabilirler;  ama  istisnasız  hep­
sinin  -evrensel  olarak  değilse  en  azından  tam  olarak  belirlenmiş 
koşullar  altında-  gözlemlenmiş  olması  gereklidir.  Örneğin,  devi­
nen  nesnelerin  hızı  ışık  hızına  yakınsa  Newton  yasalarının  değiş­
tirilmesi  gerektiğini  artık  biliyoruz.  Yine  de,  karşılaştığımız  hızla­
rın  ışık  hızının  çok altında olduğu günlük  yaşam  koşullarında, en 
azından  çok  iyi  tahminlerde  bulunmamızı  sağladıkları  için,  New­
ton yasalarını yasa olarak kabul ediyoruz.
Doğa  yasalar  tarafından  yönetiliyorsa,  sormamız  gereken  üç 
soru var:
1. Yasaların kaynağı nedir?
2. Yasalarda istisnalar var mıdır, örneğin mucizeler gibi?
3. Sadece bir dizi olası yasa mı vardır?
Bu önemli sorular bilim insanları, filozoflar ve din bilimcileri ta­
rafından  farklı  biçimlerde  dile  getirilmiştir.  İlk  soruya  yaygın  ola­
rak  verilen  yanıt  -Kepler,  Galileo  Galilei,  Descartes  ve  Newton’ın


30
yanıtı-  yasaların  Tanrı’nın  işi  olduğudur.  Ancak  bu,  Tanrı’yı  doğa 
yasalarının  somutlaşması  olarak  tanımlamaktan  başka  bir  anlam 
taşımıyor.  Eğer  Tanrı’ya  farklı  özellikler  atfedilmezse  -Eski  Ahit’in 
Tanrısı  olmak  gibi-  Tanrı’yı  ilk  sorunun  yanıtı  olarak  görmek,  bir 
gizemin  yerine  başkasını  koymak  demektir.  Dolayısıyla  ilk  soru­
nun  yanıtına  Tanrı  dersek,  işin  asıl  zor  yanı  ikinci  soruyla  ortaya 
çıkar: Yasalarda mucizeler, istisnalar var imdir?
İkinci  sorunun  yanıtı  hakkındaki  görüşler  kesin  bir  şekil­
de  ayrılmıştır.  Eski  Yunan’ın  en  etkili  iki  yazarı  Platon  ve  Aris­
toteles,  yasalarda  asla  istisna  olmayacağını  savunur.  Ancak  Kita­
bı  Mukaddes’in  bakış  açısına  göre  Tanrı  yasaları  yaratmakla  kal­
maz,  ona  yakarıldığında  istisnalar  da  yaratabilir  -ölümcül  hasta­
lıkları  iyileştirmek,  kuraklığa  son  vermek,  kroketi  olimpik  spor 
olarak  kabul  etmek  gibi.  Descartes’ın  görüşlerinin  tersine,  nere­
deyse  tüm  Hıristiyan  düşünürler  Tanrı’nın  mucize  yaratmak  için 
yasaları  askıya  almaya  muktedir  olması  gerektiğini  savunurlar. 
Newton  bile  bu  türden  mucizelere  inanırdı.  Bir  gezegenin  çekim 
gücünün  diğer  gezegenin  yörüngesi  üzerinde  bozulma  yaratma­
sından  ötürü  gezegenlerin  yörüngelerinin  kararsız  olduğunu,  bu 
kararsızlığın  zamanla  büyüyerek  gezegenlerin  ya  Güneş’e  düşme­
lerine  ya  da  Güneş  sisteminden  kopup  gitmelerine  yol  açacağı­
nı  düşünüyordu.  Tanrı’nın  yörüngeleri  sürekli  ayarladığına  ya  da 
“durmaması  için  göksel  saati  kurduğuna”  inanıyordu.  Ancak  Lap- 
lace  Markisi  Pierre-Simon  (1749-1827)  -Laplace  olarak  bilinir- 
gezegenlerin  hareketlerindeki  düzensizliğin  dönemsel  olduğunu, 
yani  birikerek  değil  tekrarlanan  döngüler  halinde  gerçekleştiği­
ni  ileri  sürdü.  Böylece  Güneş  sistemi  kendini  yeniden  ayarlıyordu 
ve  Güneş  sisteminin  günümüze  kadar  gelebilmesini  açıklayabil­
mek için bir ilahi müdahale aramaya gerek yoktu.
Bilimsel  determinizmi  ilk  kez  açık  bir  biçimde  ortaya  koyan 
ismin  Laplace  olduğu  kabul  edilir:  Evrenin  belirli  bir  zamanda­
ki  verili  durumunda,  eksiksiz  bir  yasalar  dizisi  onun  hem  gele­
ceğini  hem  de  geçmişini  tam  olarak  belirleyebilir.  Bu  durum,  bir 
mucize  olasılığını  veya  Tanrı’nın  oynayacağı  etkin  bir  rolü  dış­
lar.  Laplace’ın  formüle  ettiği  bilimsel  determinizm  ikinci  soru­
ya  çağdaş  bilim  insanının  verdiği  yanıttır.  Aslında  bu,  bütün  çağ­
daş  bilim  için  temel  bir  dayanak  ve  bu  kitabın  başından  sonuna 
dek  önemini  koruyacak  bir  ilkedir.  Bilimsel  bir  yasa,  sadece  do­
ğaüstü  bir  varlığın  müdahale  etmemeye  karar  verdiği  durumlar­
da  geçerli  olacaksa,  bilimsel  bir  yasa  değildir.  Bunu  fark  eden 
Napoléon, Laplace’a Tanrı’nın bu resmin neresinde olduğunu so-


Yüklə 2,44 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə