Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
67
Müfessir İbn Âşûr, - öncesi ve sonrasını da dikkate alarak- âyette bahis
konusu olan “ilâhî rahmetin her şeyi kuşatması” hususunu, dünya ile alakalı
görmüştür; dünyada rahmete muhtaç hiçbir şey yoktur ki o rahmetten
kendine düşen payı almış bulunmasın. Melekler de müminler için işte o
rahmeti vesile edinerek, tövbe edip hak yolda yürüyen müminler için
bağışlanma duasında bulunmaktadırlar. Şu halde, âyetin, “âhirette –güya-
inkârcıları da kuşatacak genişlikte bir rahmet” ile alakası yoktur. Meleklerin
“ tövbe eden ve Allah’ın yoluna uyan müminler” için dua ettiklerinin
açıklanması da, konumuz açısından, dikkat çekicidir. Gerçi Şûrâ sûresinin 5.
âyetinde meleklerin “müminler” kaydı olmaksızın “ yerdekiler” için
mağfiret diledikleri belirtilir. Fakat İbn Âşûr’un da dediği gibi ardından
gelen âyetler ve ayrıca Mümin sûresinin yukarıda bahsedilen âyeti,
“yerdekiler” ile müminlerin kastedildiğini gösterir.
66
Dolayısıyla Musâ
Bigiyef’in “bütün insanlığı cehennem azabından korumak” uğruna Kur’an
bütünlüğünü alt üst edip İslâm âlimlerini de cahillikle suçlayıp, meleklerin
mümin kâfir bütün insanlar için dua ettikleri, âyetin sonundaki “İyi bilin ki,
Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir” açıklamasının da meleklerin
duasının kabul edildiğini gösterdiği yönündeki iddiası katıksız sübjektif
yaklaşımın en güzel örneğini teşkil eder.
67
Bir kere âyet, Allah’ın
azametinden ve yüceliğinden ötürü göklerin az kalsın çatlayacağını ifade ile
başlar ki, benzer bir ifade Meryem sûresinde (19/90) müşriklerin Allah’a
çocuk isnad etme günahının büyüklüğünü ifade için kullanılmıştır.
Meleklerin dünyadaki dualarıyla müşrikler dahi bağışlanma kapsamına
girmiş ise, -âhirete yönelik azap tehdidi içeren onca âyet bir yana- Şûrâ
âyetinin devamında, Allah’ın müşrikleri gözetim altında tuttuğunu,
amellerini teker teker saydığını, (ileride cezalandırmak üzere) koruyup
kaydettiğini; kıyamet gününde insanların ikiye ayrılıp bir bölüğün cennette
bir bölüğün ise cehennemde olacağını; zâlimler için ne bir velînin ne de
yardımcının bulunacağını bildiren âyetlerin ne anlamı kalır?!
Evet, bu âyetin tefsiri vesilesiyle meleklerin dünyada mümin kâfir bütün
insanlar için dua ettiğini söyleyen âlimler olmuştur, ama onlar, meleklerin
66
İbn Âşûr , et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXIV, 91.
67
bk. İlâhî Adâlet, s. 309-311.
Mustafa Altundağ
68
kâfirlere yönelik duasının, onların da hidayete erdirilmeleri yönünde
olduğunu söylemişlerdir. Tıpkı müminlerin “Kâfirlere, zâlimlere hidâyet
nasip et!” tarzındaki duaları gibi. Veya onlar, yeryüzü halkına rızkı
kesmemesi, yağmur yağdırması, felaket göndermemesi, günahkârlara mühlet
vermesi… yönünde meleklerin Allah’a yapmış oldukları dualardan ya da
insanlara iyiliği ilham etmelerinden söz etmişlerdir. Her hâlükârda, Şûrâ
âyetinde sözü edilen istiğfar/dua, meleklerin dünyada yapmış oldukları
istiğfarı konu edinmektedir. Üstelik âyetin asıl amacı, başta putperestler
olmak üzere inkârcıları ve günahkârları azamet sahibi yüce Allah’tan inen
Kur’an vahyine kulak vermeye, içinde bulundukları yanlıştan vazgeçip tövbe
ve istiğfara davet etmektir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki; aslında, ilgili
âyetlerde açıklanan ilâhî rahmetin kuşatıcılığı konusu, özellikle dünya hayatı
ile ilgilidir ve bu âyetlerde azabın da var olacağı ya doğrudan ya da dolaylı
olarak dile getirilmiş, yani rahmetin mutlak olmadığına işaret edilmiştir.
Tabii, bunun böyle olması, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin dünya ile sınırlı
olduğu anlamına gelmez. Aksine insanlara yönelik ilâhî rahmet öbür
dünyada da tecelli edecek, hatta dünyadakinden kat kat fazla olmak üzere.
Peki, ilâhî rahmet öbür dünyada kimlere yönelik olarak işleyecektir? Bunun
cevabını öncelikle Kur’an’da aramak lazımdır. İlgili âyetlere baktığımızda
uhrevî rahmetin müminlere yönelik olacağı açık bir biçimde kendini
göstermektedir. İnkârcıları âdil bir şekilde cezalandıracak olmasının dışında,
rahmetinin onları da kuşatıp azabı sona erdireceğine dair açık tek bir âyet
dahi yoktur. Tersine, onlara yönelik azabın sürekli olduğunu vurgulayan çok
sayıda âyet bulunmaktadır.
Rivâyete göre İkrime bir keresinde şöyle demişti: “Kıyâmet günü Allah,
kulları arasında hüküm verme işini bitirirince, Arş’tan içinde ‘ Şüphesiz
rahmetim gazabımı geçmiştir ve ben erhamürrâhimîn’im’ yazan bir yazı
çıkarır. Ve cennete girenlerin sayısı kadar insanı cehennemden çıkarır”.
Yanında bulunanlardan birisi İkrime’ye “Kur’an’da ‘ Onlar (kâfirler) ateşten
çıkmak isterler fakat oradan çıkıcı değillerdir. Onlar için kalıcı bir azap
vardır’ (Mâide 5/37) buyruluyor, onların cehennemden çıkacağını nasıl
söylersin? deyince, o, “Yazık sana! Âyette sözü edilenler, cehennemin asıl
Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
69
yerlisi olacak (inkâr üzere ölen) kimselerdir” cevabını vermiştir.
68
Benzer bir
haber İbn Abbâs’a da nisbet edilir.
69
İman üzere ölmüş cehennemliklerin ilâhî rahmet ve şefaatle çıkacağına
dair çok sayıda sahih hadis mevcut olup onları burada kaydetmeye gerek
yoktur. Ancak azabı bütünüyle geçici görenler, bu hadislerde yer alan bazı
ifadelerle istidlal etmektedirler. Bunlardan birisi de Buhârî ve Müslim’in
Ebû Saîd el-Hudrî rivâyetiyle kaydettikleri bir hadistir.
70
Uzunca olan hadise
göre peygamberler, melekler ve müminler ehl-i iman olarak bilip tanıdıkları
kimseler hakkında şefaat ettikten sonra Cenâb-ı Hak “Geriye benim şefaatim
kaldı” buyurur ve cehennem ateşinden bir tutam alıp bir kısım insanları
çıkarır. Cennet halkı onlara “Rahmân’ın âzatlıları” derler, Rahman, hiçbir
amel veya hayır işlememiş bu kimseleri cennete dâhil etmiştir.
71
“Hiçbir hayır veya amel işlememiş” ifadesinin kâfirleri de kapsadığı
söylenebilir mi? Hadis bir bütün olarak değerlendirildiğinde, böyle bir
yargıya varmanın mümkün olmadığı görülür. Çünkü rivâyetlerde yalnızca
ehl-i tevhid şefaat konusu edilmektedir. Kaldı ki hadiste cehennemden en
son aşamada Allah’ın şefaati ile bir kısım insanların çıkarılacağı belirtiliyor,
cehennem halkının tamamının değil. Sonra Müslim’in Enes b. Mâlik’ten
rivayetle kaydettiği bir hadiste Hz. Peygamber Allah’ın izniyle pek çok
insana şefaat eder, nihayet dünyada yalnızca kelime-i tevhidi dile getirmiş,
başkaca bir ameli olmayan kimseler hakkında da şefaat izni isteyince Cenâb-
ı Hak: “Bu senin hakkın değildir” veya “Bu sana bırakılmamıştır, lâkin
izzetim, azametim… hakkı için “Lâ ilâhe illallâh diyenleri ben çıkaracağım”
buyurur.
72
Hâkim en-Nîsâbûrî, benzer bir hadisi Ebû Sâîd el-Hudrî’den
naklen kaydetmiştir.
73
Zaten, hadislere göre, müminlerin şefaati, dünyada
mümin olarak tanıdıkları kimselere yönelik olacaktır. Melekler ise
yüzlerinde secde izi bulunan (yani imanın yanı sıra amel de işlemiş)
cehennemlikleri çıkaracaklardır, ehl-i tevhidin tamamını değil. Çünkü
68
Abdürrezzak b. Hemmâm, el-Müsannef (nşr. Habîbürrahmân el-A’zamî), Beyrut
1403/1983, XI, 411.
69
Taberî , Câmi’u’l-beyân (Şakir), X, 294.
70
meselâ bk. Maulana Muhammad Ali, The Holy Qur’an, s. I/51 (Giriş).
71
Buhârî, Tevhîd 24; Müslim, İman 302.
72
Buhârî, Tevhid 36; Müslim, İman 326.
73
el-Müstedrek, VIII, 3132.
Dostları ilə paylaş: |