1 Mukaddime, Sayı 1, 2010



Yüklə 135,37 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix29.10.2017
ölçüsü135,37 Kb.
#7329


 

 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 



 

 

 

 

 

ORTAÇAĞ AVRUPASINDA  

FEODAL SİSTEME GENEL BİR BAKIŞ 

 

Pınar ÜLGEN 

 

 



Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Ünv. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü  

 

 

Özet  

Feodal sistem lord ile vassallar arasındaki ilişkiden ortaya çıkan 

bir sistemdir. Bu sistem, Avrupa’da hızla yayılmış ve güçlü 

merkezi devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Feodal 

sistemde kısmi bir özgürlük anlayışı vardır ve bu da zamanla 

Avrupa’da Rönesans’ın doğmasında da etkili olacaktır. Bu 

makalemizde de Batı’da Ortaçağa damgasını vuran önemli bir 

sistem olan feodaliteyi genel hatlarıyla anlatmaya çalıştık.  



Anahtar Kelimeler: Ortaçağ, Avrupa, Feodalite, Lord, Vassal. 

 

Abstract 

A General Glance to the Feudal System in the Medieval 

Europe 

Feudal system is a system that appears from the relationship 

between the lord and vassal. This system had spread fastly in 

Europe and it had caused appearing of the strong and center 

states. There is a fredom understanding in the feudal system. 

And also this understanding will be effective in appearing of the 

Renaissance in Europe. In this paper, we have studied to tell the 

important  feudal system generally that marked to the Medieval 

Age in the West. 

Keywords: Medieval Age, Europe, Feudalism, Lord, Vassal. 



 

Pınar Ülgen 

 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 



Kurte 

Dîtineke Gelemperî li Sîstema Feodal a Ewropaya Serdema 

Navîn 

Sîstema feodal, ew sîstem e ku ji têkilîyên nav lord û vassalan 

derdikeve holê. Ev sîstem li Ewropayê bi lezgînî belav bûye û 

bûye sedema çêbûna dugelên navendî yên xurt. Di sîstema 

feodal de dîtineke azadîyê ya peşkî heye û dê ev yek jî bere bere 

li ser çêbûna Ronesansa li Ewropayê bandorker be. Me di vê 

nivîsa xwe de hewl da ku sîstema girîng a feodalîteyê ku li 

Rojava mora xwe li Serdema Navîn xistiye, bi xalên gelemperî 

vebêjin. 

Peyvên Sereke: Serdema Navîn, Ewropa, Feodalîte, Lord, 

Vassal. 


 

 ﻩﺪﻴﮑﭼ


 

ﯽﻄﺳو نﺮﻗ ﯼﺎﭘورا رد لادﻮﺌﻓ ﻢﺘﺴﻴﺳ ﻪﺑ ﯽﻣﻮﻤﻋ ﯽهﺎﮕﻧ

 

ﺪﻳﺁ  ﯽﻣ  نﺎﻴﻣ  ﻪﺑ  ﺖﻴﻋر  و  نﺎﻴﻋا  ﻦﻴﺑ  طﺎﺒﺗرا  زا  ﻪﮐ  ﺖﺳا  ﯽﻤﺘﺴﻴﺳ  ﻢﺴﻴﻟادﻮﺌﻓ

  .

 ﻦﻳا


 ﯼﺰﮐﺮﻣ  ﯼﺎﻬﺘﻟود نﺪﻣﺁ ﺪﻳﺪﭘ ﺐﺟﻮﻣ لﺎﺣ ﻦﻳا و ﻩﺪﺷ رﺎﺸﺘﻧا بﺎﺘﺷ ﺎﺑ ﺎﭘورا رد ﻢﺘﺴﻴﺳ

ﺖﺳا ﻩﺪﺷ ﺪﻨﻣوﺮﻴﻧ

 .

ﺑ ﯽﻄﺳو نوﺮﻗ ﻢﺴﻴﻟادﻮﺌﻓ ﺮﻴﺛﺎﺗ ﻎﻴﻠﺒﺗ ﻦﻳا رد



 درﻮﻣ ﯽﺑﺮﻏ نﺎﻬﺟ ﺮ

ﺖﺳا ﻩﺪﺷ ﯽﺳﺮﺑ

.

 

ﺎﻤﻨهار



:

 

ﺖﻴﻋر ،نﺎﻴﻋا ،ﺎﭘورا ،ﯽﻄﺳو نوﺮﻗ



.

 

 

 

ﺺﺨﻠﻤﻟا

 

ﻰﻄﺳﻮﻟا رﻮﺼﻌﻟا ﻲﻓ ﺎﺑوروأ ﻲﻓ ﻲﻋﺎﻄﻗﻹا مﺎﻈﻨﻟا ﻰﻠﻋ ﺔﻣﺎﻋ ﺔﺤﻤﻟ

 

 لﺎّﺻﻮﻟا و درﻮﻠﻟا ﻦﻴﺑ تﺎﻗﻼﻌﻟا ﻦﻣ ﻲﻋﺎﻄﻗﻻا مﺎﻈﻨﻟا ﺄﺸﻧ



)

 ﻲﻋﺎﻄﻗا ضرﻷ ﺮﺟﺄﺘﺴﻣ

 (

  .


ىدأ و ﺎﺑوروأ ﻲﻓ ﺔﻋﺮﺴﺑ مﺎﻈﻨﻟا اﺬه ﺮﺸﺘﻧا ﺪﻗو

 

 ﺔﻳﺰآﺮﻣ تﺎﻣﻮﻜﺣ رﻮﻬﻇ  ﻰﻟإ



ﺔﻳﻮﻗ

.

 ةدﻻو ﻲﻓ ﻼﻣﺎﻋ نﺎآ  اﺬه و  ﺔﻳﺮﺤﻟا ﻦﻣ ﻲﺋﺰﺟ ﻢﻬﻓ ﻲﻋﺎﻄﻗﻹا مﺎﻈﻨﻟا ﻲﻓ ﺪﺟﻮﻳ



ﺎﺑوروأ  ﻲﻓ  ﺔﻀﻬﻨﻟا  ﺮﺼﻋ

  .


  مﺎﻈﻧ  ﺔﻣﺎﻋ  تارﺎﺒﻌﺑ  ﻒﺼﻧ  نأ    ﺔﻟﺎﻘﻤﻟا  ﻩﺬه  ﻲﻓ  ﺎﻨﻟوﺎﺣ

 ﻰﻄﺳﻮﻟا رﻮﺼﻌﻟا  ﻲﻓ مﺎه مﺎﻈﻨآ بﺮﻐﻟا ﻲﻓ ﺰﻴﻤﺗ يﺬﻟا ﻲﻋﺎﻄﻗﻹا



 

ﺔﻴﺳﺎﺳﻻا تﺎﻤﻠﻜﻟا

:

 

ﻮﻟا رﻮﺼﻌﻟا



ﻰﻄﺳ

 ,

 ﻲﻋﺎﻄﻗﻹا  مﺎﻈﻧ



 ,

 درﻮﻠﻟا


 ,

 لﺎﺻﻮﻟا


)

 ﺮﺟﺄﺘﺴﻣ


 ﻲﻋﺎﻄﻗا ضرﻷ

(

 



 


 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 



Giriş 

March Bloch’un (1995, s. 364), da dediği gibi, feodalite, devletin 

derin bir şekilde güçsüzleştiği ve özellikle de bireyleri koruma konusunda 

tamamen yetersiz kaldığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Feodal toplum, 

kandaş bir toplum ve devlet gücünün egemen olduğu bir toplumdan hem 

farklı hem de onlardan sonra ortaya çıkan bir tarz olduğundan dolayı 

onların damgalarını da taşımaktadır. Feodal toplumu belirleyen kişisel 

bağımlılık, ilişkiler, ilkel arkadaşlık örgütlerinin yapay akrabalığından 

bazı şeyleri korumakta ve birçok küçük veya büyük yerel şef tarafından 

kullanılan komuta yetkileri de kral iktidarından koparılmış birçok özellik 

taşımaktadır. Böylece Avrupa feodalitesi daha önceki toplum tarzlarının 

sert bir şekilde çözülmelerinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. 

Tarımın gelişmesi ve gerekli olan barış ve güvenlik ortamı feodalizm 

adı verilen bu kurumların gelişip güçlenmesiyle sağlanmıştır. 

Feodalizmin özü aslında örgütlenmiş devletin olmadığı yerel düzeyde bir 

çeşit hükümet görevini yürütmekte olmasıydı. Böylece feodal lord, vassal 

ve serf yani toprağa bağlı köylülerle feodalizm ortaya çıkmıştır.   

Feodalitenin Avrupa’yı inşa ettiğini söylersek yanlış olmaz. Batı 

Avrupa, XI. ve XII. yüzyıllar arasında ilk gençliğine ve ilk gücüne 

kavuşmuştur. Bu canlı bir feodalitenin yani kendine özgü tamamen 

orijinal siyasal, toplumsal ve ekonomik düzeni çoktan ikinci veya üçüncü 

gelişme döneminde olan bir uygarlığın damgası altında gerçekleşmiştir. 



 

Genel Hatlarıyla Feodal Sistem 

Ortaçağın V. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar uzanan ilk döneminde, 

kendine ait bir toplum tipi ve değerler ölçeği olan bir üretim tarzına bağlı, 

yeni bir tarihsel sistem ortaya çıkmıştır. Bu da feodal sistemdir. 

Feodal düzen, kendisini var eden toplumsal koşulları yaratan Batı 

Roma  İmparatorluğunda köleci düzenin bir sonucu olarak ortaya 

çıkmıştır. Bu nedenle evrensel değil de, Batı toplumlarına özgü olarak 

kabul edilmektedir. Kölelerin özgürlüğüne değil, başka biçim ve 

yönleriyle yeni bir egemenliğin altına girmesine dayalıdır. Mülkiyet 

hukukunun köleci düzene göre daha gelişkin yeni bir evresini 

oluşturmaktadır. Sınıfsal temelini üretim araçları mülkiyetini tam olarak 

elinde bulunduran toprak derebeyleri ile çok sınırlı mülkiyet hakkına 




 

Pınar Ülgen 

 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

sahip köylü sınıfları oluşturmaktadır (Aydoğan, 2006, s. 32; J. Pirene, 

t.y., s. 304-305; H. Pirene, 2000, s.141)

1

.   


Bu derebeyler, ilk başta kendi adamlarını alıkoymak, onları teçhiz 

edip doyurmakla işe başlamıştır. Fransa’da IX. yüzyılın sonundan 

itibaren bağlı bulunduğu yere ailesiyle birlikte yerleşip, karnını 

doyurması ve teçhizatını tedarik edebilmesi için gerekli şeyleri sağlamak 

üzere rençperlere meskûn bir toprak vererek bu külfeti kendi üzerinden 

atmıştır. Sonraları topraktan başka  şeylere de uygulanan bu imtiyaz, 

Germence’den Latince’ye “fevuns” (tımar, zeamet anlamına gelen “fief”, 

bundan gelmektedir) ya da “feodum” (feodal yani derebeylikle ilgili sözü 

buradan gelmektedir) diye çevrilen isimlerle adlandırılmaktadır 

(Seignobos, 1960, s.113 ). 

Feodalizm, toprak malikliği üzerine dayalı bir yönetim biçimi, bir 

toplum yapısı, bir ekonomik rejim olarak tanımlanmıştır. Ayrıca feodal 

toplum, yalnızca ekonomik ilişkiler bütünü içinde anlaşılamaz nitelikte 

olduğundan bu 3 özelliği de göz önünde bulundurulmalıdır. Bir toplumsal 

yapı olarak,  bir yanda toprak sahibi kral, aristokrasi ve kilise; diğer 

                                                 

1

 Feodalite kelimesini ilk kullananlar yani Boulainvilliers ve Montesquieu, Fransız eski rejimini 



kötülemek amacıyla bu tabiri küçültücü bir bağlam içinde kullanmışlardır. Feodalite, bu iki 

düşünürün izinde bütün XVII ve XVIII.  yüzyıl yazarları için her şeyden önce bir yönetim 

biçimidir. Bu yönetim biçimi arkaik bir sistemin tüm özelliklerini barındırmaktadır. Feodalite 

teriminin ikinci bir şansızlığı da Batı toplumsal gelişmesinden türetilme bir kavram 

olmasıdır. Latincenin “feodumun”dan gelen bu terim, aslında “fief”in bağımlılığın ödülü 

olarak verildiği bir sistemi ifade etmek için ortaya çıkmışsa da bütün kişisel bağımlılık 

ilişkilerini ve onlara bağlı tüm yan unsurların toplamını ifade eder hale gelmiştir. Bu kadar 

kapsamlı bir içeriğe sahip olunca, oluşturucu unsurlarından herhangi birinin bir toplumun bir 

döneminde başka bağlamlar içinde olsa da görülür olması, o toplumun feodal olarak 

nitelendirilmesi için yeterli sayılmıştır. Çok sayıda tarihçinin ve iktisatçının düştüğü bu hata, 

örneğin Türkiye’de bir dönem çok farklı bağlamlarda eklemleşmiş birçok Osmanlı 

kurumunun feodal olarak görülmesine ve buradan da bir Osmanlı feodalitesi 

kavramsallaştırılmasına gidilmesine yol açmıştır. Kurumların eklemleşme biçimi bir toplum 

tarzının asıl kimliğidir. Daha açık olmaya çalışan bir ifadeyle çeşitli kurumlar her toplumsal 

formasyonda yer alabilir. Örneğin evlilik, din, büyü, tarımsal üretim kişisel bağımlılık vb. 

Din örneğinden hareketle de olsa daha anlaşılır hale getirmek üzere, Hıristiyanlık eski bir 

dindir. Bu bağlamda, Ortaçağ Hıristiyanlığı ile günümüz Hıristiyanlıkları arasında ortak bir 

nokta bulmak için epey uğraşmak gerekmektedir. Bu durumda Hıristiyanlık bir engebe 

değildir. Kendini yeniden tasarlamıştır.  Bu durumda herhangi bir din kurumunun varlığına 

bakarak bir sistemin feodaliteye benzerlik içinde olduğunu ileri sürmek olanaksızdır. Batı 

feodalitesi bütün bu eski veya o dönemde oluşmuş kurumların özel bileşimidir ve 

tekrarlanması olanaksızdır. Feodaliteyi salt bir Batı  Kurumu  ve  sadece  Batı’ya özgü gören 

tarihçiler ve iktisatçılar iki türlü görüş oluşturmaktadırlar. Bir yanda Batılı tarihçilerin büyük 

çoğunluğu Batıya özgü görürken, diğer bölge tarihçilerinin büyük bir çoğunluğu ise kendi 

toplumsallıklarının özgüllüğünü üretme kastıyla bu görüşe katılmaktadır. Yani Batılı 

olmayan ve ya Batı dışı alanları inceleyen tarihçilerin feodaliteyi Batı Avrupa’ya özgü olarak 

kabul etmelerinin arkasında çoğu zaman bir özgünlük iddiası bulunmaktadır (Kılıçbay, 2005, 

s. 70). 



 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

yanda da köylü kitlesi olarak bölen sınıf sistemi tarafından güçlü bir 

şekilde damgalanmıştır (Heaton, 1985, s. 71). 

Günümüzün modern devlet tipinin tarihsel kökenlerini ve gelişimini 

inceleyen tarihçi Poggi’ye (1978, s. 18) göre Batı’da bugünkü Almanya 

ve Fransa’yı oluşturan topraklar üzerinde feodalitenin ortaya çıkışı 3 

önemli gelişmeden kaynaklanmıştır: 

1. Batı Roma imparatorluğunun hem merkezileşmiş bir hükümet 

sistemi olarak hem de belediyeler çevresinde toplanmış bir yönetim 

sistemi olarak yıkılması. 

2. “Vokerwanderungen” diye anılan kabile topluluklarının kitlesel 

olarak yer değiştirmeleri. 

3. Batı Avrupa’da yaşayan insanlar ve bunlarla diğer yörelerin 

insanları arasındaki iletişim ve ticaret yollarının Akdeniz’den 

sapması. 

Bu üç gelişmenin de etkisi ile Batı Avrupa’da oluşan yeni toplumsal-

siyasal örgütlenme, Yunan-Roma geçmişinden, Cermen kabilelerinin 

geleneksel ilişkilerinden ve Hıristiyan dünya görüşünden gelen öğelerin 

kendine özgü bir birleşimini ifade etmektedir.  

Feodalite, merkezi iktidarın yok olduğu karışıklıkların ve 

güvensizliklerin yerleştiği ticaretin neredeyse durduğu kent yaşamının 

önemini yitirdiği bir ortamda ortaya çıkmıştır. Feodal toplumun genel 

özelliklerini ise şu şekilde sıralamak mümkündür: 

1. Üretim tarzı. 

2. Hiyerarşik bir toplumsal tabakalar düzeni. 

3. Bir kültür yada dünya görüşü veya değerler kümesidir (Ağaoğul-

ları ve Köker, 2001, s. 181).  

Feodalizm, sosyal bir olgu olarak doğal yapısına IX. ve X. 

yüzyıllarda ulaşmıştır. Diğer medeniyetler tarafından ekonomik gelişim 

süreci içerisinde kesin bir sahne içinde yer almamıştır. Özel bir şekilde 

ekonomi, kişisel hizmet ve toprak yapısı içerisinde inşa edilmiş politik bir 

sistem olarak Batı’da şekil almaya başlamıştır.  

İçerik olarak böyle bir yapıya sahip olan feodal sistem, son 

dönemlerde geniş malikâne görüntüsünden miras kalan mülk ya da büyük 

malikâneler  şeklinde gelişme göstererek yeniden bir oluşum sürecine 

giren eski bir sistem olarak yerleşmiş ve yavaş yavaş feodalizmin kendine 

özgü feodal beylik modeli halini almıştır. Bu modelde mülk merkezi 



 

Pınar Ülgen 

 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

toplumsal konumunu, birkaç şato ve köy nüfusunun senyörün otoritesi 

altında grupladığı senyörlüğe bıraktı. Senyör, askeri komuta güçlerini, 

kişisel statüleri tam bir hukuki bağımlılıktan giderek yarı özgür hatta tam 

özgür hale gelen köylü nüfus üzerindeki sivil yetkisi ve ekonomik 

liderliği ile birleştirdi. Feodalizm, gerçekte bölgeselleştirme zaferini 

temsil etmekteydi. Feodalleşme, iki önemli unsur ile tamamlanmakta ve 

düzeltilmekteydi. Birincisi X.–XIV. yüzyıllar arasındaki yeni kent 

gelişimiydi.  Şehirler, feodal sistemin yanı  sıra hiç olmadığı kadar geniş 

bir ticaret ağına bağlıydı. Nüfusları da feodal dünyanın vassal senyör 

unsurları  dışında duran yeni bir sosyal kategoriden oluşuyordu. Bunlar, 

kendi değer yargılarını geliştiren  şehir sakinleriydi. Yani burjuvalardı. 

Kökleri özgürlük, özerklik ve hem kar hem de okullarda yeni bilgi 

arayışına dayanıyordu (Goff,  2005, s. 45-46). 

İkincisi ise monarşinin yükselişi ve özellikle monarşi modelinin 

kendisiyle – İngiltere’de ve Fransa’da İber yarımadasında ve papalık 

yönetimindeki ülkelerde – şehir devletlerinin oluşturulduğu-  İtalya’da 

daha az derecede Almanya’da – iki yeni model aracılığıyla modern 

devletin aşamalı oluşumu sonucunda merkezi gücün yeniden doğuşuydu. 

Güç, bölgeselleşmenin kuvvetlerine göre kendi merkezileştirilmesine 

karşı hükümdar ya da şehrin bürokratik kurumlarını oluşturdu ve orduya, 

maliyeye, adalete ve para sistemine ilişkin bağımsız yetkilerinin bir 

kısmını yavaş yavaş yeniden ele geçirdi. Feodal sistem, iki temel sisteme 

dayanmaktaydı:  Toprak ve kişisel ilişkiler. Feodal sistem içinde kişisel 

ilişkiler, teorik olarak soyluların temsil ettiği toplumun üst kademelerinin 

korunması ilkesine dayanmaktaydı. Daha alt kademedeki bile senyör ya 

da vassal yüksek kademedeki bir senyöre saygı ve sadakat yemini eder, 

yüksek kademeli senyör bunun karşılığında vassalını korumayı vaat 

ederek, ona geniş bir toprak ya da fief verirdi (Goff, 2005, s. 45-46). 

Feodal yapıdaki tarımsal bir işletmenin toprakları üçe ayrılmaktadır: 

1. Doğrudan senyörün hesabına işlenen tarlalara Latince’de 

“demense” adı verilmektedir. Efendiye ait anlamına gelmektedir. 

2. Serf tarlalarına ise Latince’de “terra mansinoria veya mansus sevi” 

adı verilmektedir. 

3. Tarımsal iletme, “Communia” veya “marca communis” yani 

orman, çayır, mera gibi alanları da kapsamaktadır. Ayrıca sistemin 

nasıl işlediğini belirten işlenmemiş toprak anlamındaki “terra inculta” 

da bulunmaktadır (Kılıçbay, 2005, s. 73). 



 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

Feodalizm, lord ile vassallar arasında karşılıklı hak ve görevler 

ilişkisine de dayanmaktadır.  Her ikisinin de birbirine karşı önceden 

belirlenmiş hak ve görevleri vardır. Lord, vassalı koruyacak adaleti, 

toprağını  işleme ve ürününü toplamasını sağlayacak, vassallar arasında 

çıkabilecek toprak anlaşmazlıklarını çözecekti. Bir vassal, genç yaşta 

ölecek olursa çocukları ve eşine, lord bakacak ve ilerde mirasın hak 

sahibini bulmasını sağlayacaktı. Vassal ise yılda daha önce belirlenmiş 

süre içinde savaşkan olarak lorda hizmet edecekti. Vassal vergi de 

ödeyecekti. Bu vergi, 3 durumda alınmaktadır:  

1. Lordun çocuklarının evlenmesi. 

2. Savaşta tutsak düştüğü zaman fidyesinin ödenmesi. 

3. Vassalın toprak mirası elde etmesi (Sander, 2009, s. 74). 

XI. yüzyılın başlarından itibaren gelişen bu feodal düzenin göze 

çarpan en önemli sosyal özelliği, “milite” yani şövalyeler sınıfıydı. En 

önemli  şövalyelerin kendilerine ait şatoları ve kaleleri vardı. Feodal 

toplumda  şato; güç ve prestij, mevkii, ayrıca gerçek bir kültür 

merkeziydi. Askeri seferler ve savaşla ilgili işlerin yanı  sıra,  şato 

feodalizminin değerler sisteminin ve düşünce biçimlerinin incelikle 

işlendiği ve hayata geçirildiği yerdi. Savaştaki becerilerine ek olarak 

soylular bir hanımın aşkını kazanmaya ve ona hizmet etmeye, kendi 

senyörlerinin  şatolarındaki gerekli görgü kurallarına uymaya feodal 

idealin özü olarak kabul ettiğimiz davranışı yani zarafeti sergilemeye 

çabalarlardı. Bütün sistemdeki anahtar öğe aile; yani karmaşık akrabalık 

ağlarının ve birleşmelerinin ördüğü geniş aile ya da soy ailesiydi. 

Bununla birlikte bütün bu birbirine bağlı senyörler ve vassallar sisteminin 

ekonomik refahının dayandığı alt sınıfı; yani nüfusun çoğunluğunu temsil 

eden köylüleri göz ardı edersek, feodal toplumu anlamamız mümkün 

olmayabilir. Sosyal uygulama açısından bu köylü sınıfının bir örnek 

olmasa da bütün tarla işçilerinin hor görülerek senyörün otoritesi 

altındaki serflerden (villain)

2

 oluşan belirsiz bir kitle olarak kabul 



edilmesi eğilimi vardı (Goff,  2005, s. 45-46)

3



                                                 

2

 Villa’da yaşayan anlamında. Vill, senyörün egemenliğindeki toprak (Boissonade, 1964, s. 



132) 

3

 Teknolojinin Ortaçağ Avrupa’sının yükselmesine katkıda bulunduğu tek alan tarım değildi. 



Şövalyelik de bunun en açık kanıtıydı. Çünkü askeri alandaki teknolojik yenilikler, sonunda 

Avrupa’nın küresel egemenliğine kadar giden feodalizmi karakterize eden bazı benzersiz 

gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Avrupa feodalizminin tanımlayıcı öğelerinden biri olan zırhlı 

at üzerindeki zırhlı  şövalye, anahtar bir teknoloji sayesinde ortaya çıkmıştır. VIII. yüzyıl 

öncesi Avrupa’da ata binmiş savaşçı alanına ulaşana kadar bindirilmiş konumda kalıyor ve 

sonra savaşmayı yaya olarak sürdürüyordu. Denge sağlayan üzengi olmaksızın yalnızca çok 




 

Pınar Ülgen 

 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

Feodal toplumun en başından itibaren temel bileşeni olan kilisenin de 

can alıcı önemi asla gözden kaçırılmamalıdır. Çok sayıda ve genellikle 

geniş alan kapsayan toprak sahipliklerinin pek çoğu kilise senyörüydü. 

Piskoposlar, manastır rahiplerinin ve bütün manastırların senyörüydüler. 

Ayrıca kilise, dinsel ideolojik gerekçelerle bütün feodal sistemi 

destekliyordu. Tanrı gerçekten hepsinin senyörüydü. İnsanı ilk başta ilk 

günah esarete atmıştır. Serfler (Herbert, 1920, s. 3 ) de kesinlikle insanın 

bu köleliğinin bedenleşmiş haliydi. Kilise, dünyevi senyörlerin müttefiki 

ayrıca bütün feodal sistem kemerinin kilit taşı olarak kabul ediliyordu. 

Ortaçağ Batı Hıristiyan dünyasının tasarladığı ve idealize ettiği toplumsal 

harita nihayetinde üç büyük toplumsal işlevi kabul eden eski Hint Avrupa 

modellerinden kaynaklanıyordu. Bu işlevlerden ilki dua edenler 

(oratores) yani kutsal işlevi temsil eden rahipler; ikincisi savaşanlar 

(belatores) yani fiziksel güçle ilişkili işlevi ifade eden savaşçılar ve son 

olarak çalışanlar (laboratores) yani üretici işlevin somut örnekleri olan 

köylüler ve sonradan katılan zanaatkârlardı. Sınırları ne olursa olsun, bu 

harita gerçekten de Avrupa kimliğinin karakteristiklerinden biri olan 

emeğe itibar kazandırma işlevi gördü. Bir diğeri de Avrupa’nın 

idealleşmiş zarif davranış düşünceleri için ilk biçimi veren saray 

edebiyatı ile nakledilenler de idealdi. Ama feodal ruh, esasen savaşçı 

oyunu ve aynı zamanda modern spora çok benzer şekilde hayli karlı bir iş 

olan at üstünde yapılan mızrak dövüşüydü (Goff,  2005, s. 45-46;   Bell, 

1863, s. 30;  Boissonade, 1964, s. 150).  

Feodal yapıya hâkim olan soyluluk da aynı  şekilde Avrupa’nın 

değerler sistemine kendi onur düşüncesini miras bırakmıştır. Ancak aynı 

zamanda kan ayrıcalığı üzerinde de durulmuştur. XV. yüzyıl 

İspanya’sında yükselen bir düşünce olan kanın saflığı imgesi aracılığıyla 

bu kavram, ırkçılık görüntüsü altında belirli bir tarzda Avrupa’yı da 

perişan etmiştir.  

Karolenjler döneminde bazı Alman kuralları ve Hıristiyan görüşlerle 

şekillenen yaşam koşulları ve aynı zamanda Roma’nın yasal ve yasa dışı 

olan kültürel geleneklerle şekillenen ortamı içerisinde feodal kurumlar 

                                                                                                              

usta biniciler gerçek süvariler olarak savaşabiliyor ve attan düşmeden kılıç sallayabiliyor ya 

da ok atabiliyordu. M. S. V. yüzyılda Çinlilerin bulduğu üzengi daha sonra batıya doğru 

yayılmıştır. Hareketli parçası olmayan üzengi oldukça aldatıcı basitlikte bir teknoloji olmakla 

birlikte savaşçının at üzerinde dengede kalarak savaşmasını sağlamıştır. Zırhına mızrak 

takılmış bir binici momentumun kas gücünün yerine geçtiği yeni stil bir bindirilmiş  şok 

savaşında üzengiler sayesinde yenilmesi zor bir birime dönüşmüştür. Avrupalı  şövalyeler, 

giderek daha ağırlaşan zırhlarla ve zırhlı atlarla tankın Ortaçağ  eş değerine dönüşmüş ve 

savaş alanındaki en güçlü birliği oluşturmuştur (Gimpel, 1996 s. 45; Stephenson,  1965 s. 40; 

White, 1964, s. 1-2 ).  




 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

ortaya çıkmıştır. Bunlar, sadece despotik kurallara, kanun ve başta Roma 

ve Alman imparatoru olmak pek çok Hristiyan otoritesi, kral ve halefleri 

arasındaki bağlantı olarak gurur, sosyal statü, zenginlik ve temelinde de 

toprakla ilgili olmaktadır (Kırchner,  1961, s. 157; Bonnassie, 1991 s. 2-

3). 


Perry Anderson (1978, s.147 ) da, “feodaliteyi ne emeğin ne de emek 

ürünlerinin meta olmadığı toprağın ve doğal ekonominin egemenliğinde 

bir üretim tarzı” olarak tanımlamaktadır. Ona göre, doğrudan üretici – 

köylü-üretim aracı ile –toprakla- özgül bir toplumsal ilişki sayesinde 

birleştirilmiştir. 

Gerçekte feodal ekonomi tarıma dayalıydı. Gümüş para çağdaş bir 

değere sahipti. Para kıtlaşmıştı. Merkezi bir vergi sistemi ve hazine 

sistemi yoktu. Vergilerden elde edilen yeterli kaynak da bulunmuyordu. 

Hatta  Şarlman gibi güçlü bir hükümdar bile, kendi malikânelerinin 

gelirinden gerekli fonları elde etmede zorlanmıştı. Ve anayoldan geçiş 

parası almak gibi bazı geleneksel yöntemler de aramaya başlamıştı. 

(Kırchner, 1961, s. 160) . 

Feodalite, ticaretin, piyasa ilişkilerinin, para ekonomisinin ve 

dolayısıyla da kent yaşamının çöktüğü bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu 

bakımdan feodalite, manoryal örgütlenme denen bir ekonomik temele 

sahiptir. Bu örgütlenmenin temellerini oluşturan manor esasında bir 

köydür, ama köyden ibaret değildir. Bu özel bir şekilde örgütlenmiş bir 

köydür ve tepesinde manor lordu denen bir senyör oturur. Gerek köylü 

ailelerinin kendi küçük işletmelerinde elde ettikleri mahsulün bir kısmı 

gerekse manor topraklarının “demesne” (efendi toprağı, hassa çiftlik) 

diye adlandırılan bölümü üzerindeki karşılıksız çalışmaları (emek-rant) 

hep bu efendiye verilir (Berktay, 1983, s. 268 ) 

Feodalitenin özellikleri iktisadi alanda olduğu kadar siyasal ve 

kültürel alanda da ortaya çıkmaktadır. Ancak feodal toplumun tümel ve 

başat özelliği iktisadın, siyasetin, hukukun ve kültürün olabilecek en 

yüksek ölçekte atomize olması ve yerelleşmesidir. Feodalitenin en 

belirgin özelliği Fransızca’da ifade edilen manoir ekonomisi sistemidir. 

Feodaliteyi M.Ö. II. yüzyıldan başlayan sürece oturtmak mümkün olduğu 

gibi kurumların bedene bürünmesi açısından III-IX. yüzyıllar arasına 

yerleştirmek de mümkündür. Bu ikinci dönem, Roma İmparatorluğu’nun 

batısının çöküşüne denk geldiğinden sürekli savaşlarla geçmiştir. 

Özellikle IV. yüzyıldan itibaren Barbarların Roma topraklarına silahla ve 

barışla yerleşmeleri, sayılarının azlığı nedeniyle nüfus üzerinde olumlu 

bir etki yapmamıştır.  İkinci Barbar istilalarının yarattığı ortamda da 




 

Pınar Ülgen 

 

10 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

Avrupa nüfusu, büyük oranda azalmıştır. Emek kıtlaşmıştır.  İşlenebilir 

toprak miktarını arttırmıştır. Bu durum, feodal rantın emek-rant 

biçiminde  şekillenmesine yol açmış ve bu da feodalitenin kendine özgü 

rengini oluşturmuştur. Feodal dönemde üzerinde serf olmayan toprağın 

herhangi bir değeri yoktur. Örfi hukukta kaçan serfin yakalanıp senyöre 

iadesi konusunda kesin hükümler olması bu konuya ne kadar önem 

verildiğinin göstergesidir. Senyörlerin hakları sayılırken, en başa 

“poursuite” yani kaçan serfin izlenip nerede olursa olsun geri getirilmesi, 

denilen örfi kurumun konulması ve bunun adeta kutsallaştırılması, 

feodalitenin kuruyucu unsurunun rantın bağımlı hale getirilen emek 

gücünden sağlanması olduğunu göstermektedir. Bu durumda feodal 

ekonomi, feodal siyasete yansımakta, baronlar arasında egemenlik 

mücadelesi özü itibariyle toprak üzerinde değil, serf üzerinde cereyan 

etmektedir. Bu durumda her senyör daha fazla serfe sahip olmaya 

çalışırken, bu durum toprak mücadelesi olarak görülmektedir. Zaman ve 

mekân olarak farklılaşmış üretim, sonuç olarak serflere bırakılan 

işlenebilir toprak miktarıyla senyöre tahsis edilmiş  işlenebilir toprak 

modelini eşitlemektedir. Sistemdeki mantık  şöyledir: Senyörün gerekli 

olan ürünü üretebilmesi için belli bir toprağa ve belli bir süreye ihtiyacı 

vardır. Bu durum, zaman ve mekân farklılığına gerekli ürün ile artık 

ürünün eşitlenmesine yol açmaktadır (Kılıçbay, 1995, s. 72-73 ) 

Manor örgütlenmesi her yerde ve bütün Ortaçağ Avrupa’sında aynı 

özelliklere sahip olmamıştır. Örneğin genel bir eğilim olarak manor 

ekonomisinin kendi kendine yeterliliği hiçbir zaman tam anlamıyla 

gerçekleşmemiştir. Perry Anderson’un belirttiğine göre, “tuz, 

değirmentaşı ve demir aletler genelde dış kaynaklardan sağlanmıştır 

(Perry, 1985, s. 195). 

Buna ek olarak küçük kümelenmeler halinde de olsa özgür köylülerin 

varlığı ve hatta manor örgütlenmesinin esaslarından en önemlisini 

oluşturan senyör-serf ilişkisi ile senyör-vassal ilişkisinin tüm Avrupa’da 

egemen olmadığı da bilinmektedir. Ayrıca feodal toplum örgütlenmesinin 

istikrar kazandığı XI. yüzyıldan itibaren bir yandan köylülerin piyasaya 

mal aktarabilecek bir düzeyde üretim yapma imkânı bulmaları diğer 

yandan manor düzenini kontrollerinde tutan senyörlerin piyasalarda 

satılan mallara talep eğilimlerinin artması manor örgütlenmesini ve bu 

örgütlenmeye dayanan toplumsal ilişkileri değiştirmemiştir. Bu değişim, 

ticaretin ve kent yaşamının yeniden canlanmasıyla sonuçlanan ve 

beraberinde siyasal düşünce alanında da bir dizi değişikliği getiren bir 

süreçtir. Modern topluma geçişin ya da ortaçağın sona erişinin başlangıç 

noktasını oluşturmaktadır (Ağaoğulları ve Köker, 2001, s. 181).  




 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

11 

 Perry Anderson, serfin toprağa bağımlılığının özgül bir toplumsal 

ilişki sayesinde gerçekleştiğini belirtmektedir. Burada aklımıza şöyle bir 

soru gelmektedir. “Özgül toplumsal ilişki nedir?” Aslında feodal ilişki 

denen bu özgül toplumsal ilişkinin doğasını vassallık oluşturmaktadır. 

Merkezi iktidarın çöktüğü güvenliğin kalmadığı bir Avrupa’da toprak 

sahiplerinin varlıklarını korumak için köylülerin de güvenlik içinde 

yaşamak için adamlara ihtiyaçları vardı. Bu durum, toprak sahipleri 

açısından askeri bakımdan güçlenmek anlamına geliyordu. Bu ihtiyacın 

ürünü olarak ortaya çıkan vassallık bir adamın kutsal bir törenle bir lorda 

bağlılık taahhüdünde bulunması ile gerçekleşiyordu (Perry, 1985, s. 

193)


4

Bloch’un (1965, s.186) deyimiyle “işte karşı karşıya iki adam. Biri 



hizmet etmek istiyor; diğeri de şef olmayı kabul ve arzu ediyor. Birincisi 

ellerini kavuşturup, ikincisinin ellerinin arasına koyuyor. Gayet açık bir 

tabiiyet belirtisi olan bu hareketin anlamı bazen bir diz çökmeyle 

arttırılıyordu. Ellerini veren kimse aynı zamanda karşısındakinin adamı 

olduğunu belirleyen çok kısa birkaç söz ederdi. Daha sonra şef ve tabi’i 

ağızdan öpüşürlerdi: Anlaşma ve dostluk simgesi olarak.”

5

 

                                                 



4

 Avrupa’da kontların dışında vassalların da kendi hanedanlıklarını kurmaları X. yüzyıla 

rastlamaktadır. Bunu kuran erkekler de farklı bir erdeme sahiplerdir. Bunlar daha az atılgan, 

ama çok daha temkinli sadık ve iyi danışmanlardır. Tıpkı senyör hanedanın da olduğu gibi 

vassal hanedanından biri de diğerlerinden farklılaşmaktadır. Ailenin sonuncu reisi olan II. 

Sulpice, ölçüsüzlüğünün ve utanmazlığın kurbanı olmuş ve fena şekilde cezalandırılmıştır. 

Kadınları fazlasıyla sevdiğinden ötürü değil de ettiği biat yeminin onu zorunlu kıldığı 

ödevleri bir an için unutmasından dolayıdır. Çünkü Amboise senyörlerinin şerefi vassalite 

sadakatini hiçbir zaman bozmamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Dostluk konusundaki 

bu kararlılıkları onlara bunu karşılığında senyörün yardım ve tavsiyelerini talep etme hakkını 

vermekteydi (Duby, 1991, s. 232).  

5

 Bu feodal anlaşma, Roma’nın son dönemlerinde görülen commendatio ilişkisinin Cermen 



kökenli “Gefolgschaft” ilişkisiyle birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Roma’nın son 

dönemlerinde görülen “commendatio”, genellikle özgür (köle olmayan) bir kimsenin 

kendinden daha güçlü ve üstün olan bir diğerinin koruması altında girmesini ifade ediyordu. 

Koruma altına giren ile koruyucu arasında eşitsiz bir ilişkisi olan “commendatio”,  zaman 

içinde Cermen kökenli “Gefolgschaft” ilişkisinin özellikleriyle birleşerek dönüşmüştür. Bu 

dönüşüm, “commendatio” ilişkisi de yer alan iki taraf arasındaki eşitsizliğin bir ölçüde 

ortadan kaldırılması biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Burada koruma aylına giren kişi 

(Vassal) ile koruma isteğini kabul eden kişi (senyör) arasındaki ilişki ilke olarak yakınlar 

arkadaşlar ya da akrabalar (Gefolgschaft teriminin ifade ettiği anlamda bir Germen kabile 

şefi ile onun yakın adamları) arasındaki bir ilişkiydi. Commendatio’da iki tarafın eşitsiz 

konumu üzerine inşa edilmiş olan anlaşma feodalitede tam anlamıyla eşit olmasa da aynı 

sosyal dünyaya ait insanlar arasında gerçekleşiyordu. Burada tipik olan nokta, anlaşmadaki 

iki tarafın da aynı tarzda savaşçı olmalarıydı. Bu savaşçılık hem büyük bir beceri hem de 

ekonomik ve fiziksel olarak yoğun güç kullanımı gerektiriyordu (Ağaoğulları ve Köker, 

2001, s. 184-185).  



 

Pınar Ülgen 

 

12 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

İşlenecek alana oranla emek gücü fazlasının ortaya çıkması feodalite 

sisteminde çözücü etki yapmıştır. Emek gücü fazlasının varlığı serfliğe de 

çözücü etki yapar. Angarya serflikten değil; serflik, emek kıtlığı 

nedeniyle angaryadan doğmuştur. XV-XVI. yüzyıllarda ise Batı 

Avrupa’da serflik, nüfus fazlalığından çökmüşken Doğu Avrupa’da 

angarya ile serfliğin belirmesi bunun kanıtıdır. Bu durum, ikinci bir 

serfleştirme dönemidir.  

Batı Avrupa’da XII. yüzyıldan itibaren hızlı ve kalıcı nüfus artışı 

çağın teknolojisi ele alındığında emek gücü miktarını  işlenebilir toprak 

miktarının üzerine çıkartınca feodalite çözülmeye başlamıştır. Senyörler, 

bu duruma önce yeni topraklar açarak karşılık vermişler; ancak yeni 

topraklara serf bulabilmek için bazı tavizlerde bulunma zorunluluğu 

feodalitenin tasfiyesini daha da hızlandırmıştır. Emek gücünün topraktan 

daha fazla hale gelmesi toprağın rant kaynağı olmasına neden olmuştur. 

Bu da kiracılık ilişkilerini ortaya çıkarmıştır. Rant elde edemeyeceği 

serfleri boşuna beslemekten kaçınan senyörler, çoğu yerde serflerini azad 

etme yoluna giderek topraklarını artık özgür hale gelen çiftçilere kiraya 

vermeye başlamışlardır. Bazen ürün bazen para rant biçiminde olan bu 

kira zamanla sadece para biçimine dönüşme eğilimindendir. Emek ranttan 

ürün rant tarikiyle para ranta geçiş, kapitalizmin ayak seslerinin 

duyulması demektir. Aslında kapitalizmin ortaya çıkması bundan daha 

farklı bir hikâyedir. 

Feodalizm, sosyal bir olgu olarak doğal yapısına IX. ve X. 

yüzyıllarda ulaşmıştır. Diğer medeniyetler tarafından ekonomik gelişim 

süreci içerisinde kesin bir sahne içinde yer almamıştır. Özel bir şekille 

ekonomi, kişisel hizmet ve toprak yapısı içerisinde inşa edilmiş politik bir 

sistem olarak Batı’da şekil almıştır (Kırchner, 1961, s. 61; Bloch, 1975, s. 

36).  


Avrupa’daki yeni şok savaş teknolojisi, tarım devrimiyle gelen 

malikâne sistemiyle kolayca bir araya gelmiştir.  Şövalye, Ortaçağların 

başlangıcında yaygın olan köylü askerin yerini almış ve şövalyelik tam 

zamanlı bir iş olmuştur. Geleneksel bir şövalyeyi parlak zırhlara 

büründürmek kapsamlı bir iş haline gelmiştir. Bir yerel lordun 

olanaklarını gerektirmiştir. Sistem, şövalyelerin bağlılıklarının ve 

silahlarının bir feodal lordun bölgesinin bir kısmının lord adına 

yönetilmesi ve vergilendirilmesi karşılığında güvence olarak gösterildiği 

gerçek feodal ilişkilere yol açmıştır. Bu gibi yerel ilişkiler, Avrupa 

toplumlarının Ortaçağdaki dağınık  şekilleri bakımından özellikle 

uygundu. Su alt yapısına gerek olmayan bir ekonomiyi yönetmek için 

bürokratik uygarlıklardaki merkezi yönetimleriyle kıyaslandığında güçlü 




 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

13 

bir merkezi yönetim gerekli değildi. Malikâne sistemi Avrupa ekolojisine 

oldukça uygundu. Şövalyeliğin ve Avrupa feodalizminin ortaya çıkışı 

köyler arasındaki ve onları yöneten şövalyelerle lordlar arasındaki 

ilişkileri de şekillendiriyordu. Şövalye-köy ilişkisi Avrupa feodalizminde 

köyün kilise ile lordun malikânesine borçlandığı malikâne sisteminin bir 

karakteristiği haline gelmiştir. Tarım devrimiyle dönüşüme uğrayan 

köyler yerel düzeyde koruma sağlayan vergi alan ve adalet dağıtan 

şövalye gruplarını destekleyecek ürün fazlasını artık üretebiliyordu 

(McClellan ve Dorn, 2006, s. 210). 

Bu teknik devrim, tarım yaşamında tam bir yenilenişe yol açar. Önce, 

bütün işletmelerde, ürün çok daha önem kazanmıştır. Senyörün kendine 

ayırdığı bölümde işlenmeye elverişli toprakları sürüp ekebilmek için, 

angaryaya koşacağı o kadar fazla insana gereksinmesi kalmamıştır, birkaç 

kişi ona yetmektedir. Öyle olunca da geri kalanı çağırmaz ve onlarla 

anlaşarak angarya hizmeti yerine, para ya da tarım ürünü ister. Böylece, 

senyörlük topraklarında angaryalardan çoğu gitgide kaybolur. Teknik 

gelişmelerin doğrudan etkisi olarak, eski çalışma edimlerinin ödentilere 

dönüşmesi, toprak sahibine ek iki kaynak sağlamış olur. Ürün olarak 

ödenenler, evinin geçimini sağladığından, kendine ayırdığı toprağı 

(reserve) azaltır, bir bölümünü kiralar ve kesenekçilerinin sayısını, 

giderek kârını çoğaltır para olarak ödenenler ise, ona daha çok satın alma 

olanağını verir. Böylece senyör, toprağına çok daha az sıklıkla bağlıdır; 

rantlar, gelirleri arasında gitgide büyük yer tutar ve malikâne dışarıya 

açılmaya başlar. Emeğin veriminin artması ve angaryaların azalışı 

köylünün kendi işlettiği toprakta (manse) daha bol ürün elde etmesine yol 

açar. Gerçi, ürünün bir bölümü yine senyöre gidecektir ya da eski emek 

hizmetlerinin yerine geçen harçları ödeme ya da senyörün yeni isteklerini 

karşılayacaktır. Öyle de olsa, geriye kalan, köylü ailelerin daha iyi 

beslenmesine yol açmıştır. Yukarı Ortaçağ’ın süreğen derdi olan eksik 

beslenmeye çare bulunmuştur. 1000 yılından sonra, kıtlıklar gitgide 

seyrekleşir ve sonunda kaybolur bunun yanı  sıra, nüfus, düzenli olarak 

artmaya başlar. Nüfus artışı, öteki teknik yeniliklerle birleşerek, bir 

büyük harekete yol açar: Bu, tarıma toprak kazandırmaktır. Avrupa, 950 

ve 1100 yılları arası, bu uğraşla çalkalanmıştır (Tanilli, 2001, s. 247-248; 

Anderson, 1965, s. 143-146).  

Feodal arazilerin babadan oğula ilk geçmesi geleneği nedeniyle 

toprağı olmayan şövalyelerin sayısı artmış ve sonunda Avrupa’nın 

barındıramayacağı sayıda  şövalye ortaya çıkmıştır. Bunun bir sonucu 

olarak hepimizin bildiği gibi, Avrupa’da ilk genişleme dalgası Haçlılarla 

ortaya çıkmıştır.  İlk Haçlı seferini 1096 yılında Papa II. Urbanus 



 

Pınar Ülgen 

 

14 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 

başlatmıştır. Böyle özel amaçlı ve kuralsız seferler, Avrupa’nın dışına 

200 yıl boyunca yapılmış, yedinci ve sonuncu Haçlı seferi 1270’de 

başlamıştır. Avrupalı istilacıların, teknolojik bakımdan kendi eşdeğerleri 

ve kültürel bakımdan kendilerinden üstün uygarlıklarla karşılaştıkları için 

pek de şanslı oldukları söylenemez (Ashtor, 2008, s. 490). 

Ana hatları bu olan feodal sistem, Avrupa’da hızla yayılmıştır. 

Gelecek yüzyılların güçlü merkezi devletlerinin de çıkış noktası bu 

olmuştur. 987 yılında Fransa’daki lordlar aralarında bir kral seçerek onun 

vassalları oldular. Bunu izleyen 200 yıl içinde Fransa kralları fazla 

yetkiye sahip olamadılar ama kurulan bu krallığın ardılları Büyük Fransız 

Devrimine kadar tam olarak sekiz yüz yıl hem de yetkileri artarak 

iktidarda kaldılar. Almanya’daki vassallar 911 yılında bir kral seçtiler. Ve 

bu kral 962 yılında imparator olarak taç giydi. Böylece Ortaya 

Avrupa’nın güçlü devleti Kutsal Roma İmparatorluğu çıkmıştır. 

İngiltere’de ise kral seçimle gelmemiştir. Ada, 1066 yılında Normandiya 

Dükü William tarafından fethedilmiştir. Normanlar İngiltere’de merkezi 

ve etkili bir feodalizm kurdular. Sonuç olarak İngiltere’de başlangıçtan 

beri kral önemli yetkilere sahip oldu ve adadakinden daha çok güvenlik 

ve toplumsal barış sağlanmış oldu. Böylece güçlü bir monarşi sayesinde 

özerk  İngiliz kurumları çok seyrek bozulan bir düzen içinde gelişme 

olanağına kavuştular.  İngiliz anayasal kurumlarının Avrupa’da pek 

görülmeyen ve feodalizmle başlayan evrimsel gelişme çizgisi, Adanın bu 

özelliğinden kaynaklanmaktadır (Sander, 2009, s. 74;  Lerner, Meacham 

ve Burns, 2004, s. 301).  

Bütün bu gelişim süreciyle birlikte feodalitenin Avrupa’ya farklı bir 

bakış açısı getirdiğini, dezavantajlarının yanı sıra, ileriki dönemlerde pek 

çok gelişmeye neden olduğunu unutmamak gerekir. 

 

Sonuç 

Feodalizmin bizim açımızdan en önemli özelliği lord ile vassal 

arasındaki karşılık esasına dayanmaktadır. Feodalizmde hiç kimse tam 

anlamıyla hükümran değildi. Kral ile halk ve lord ile vassal bir cins 

mukavele ile birbirlerine bağlıydılar. Bu antlaşmaya aykırı hareket 

edilirse karşılıklı hak ve görevler sona ermektedir. Bu durum sık sık 

karışıklıklara siyasal istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da 

gelecek çağların anayasal hükümet anlayışı  işte feodalizmin bu 

antlaşmaya dayanan niteliğinden ortaya çıkacaktır. Feodalizm sözcüğü 

Batı ve Kuzey Avrupa dışındaki yerlerde ortaya çıkan benzer kurumlar 

için kullanılırsa da bu pek de doğru olmaz.                        




 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

15 

Eski Çin’deki toprak rejiminin köylünün korunma karşılığında lordun 

toprakları üzerinde çalışmasına dayandığı kesinlikle doğrudur. Ama 

zamanla soylu lordların yerini bir tip hükümet memurları almış ve 

Avrupa feodalizmindeki mukavele ilişkisi Asya rejimlerinde 

gerçekleşmemiştir. Asya’nın öteki uygarlıklarında da durum hemen 

hemen aynıdır.  İşte, Batı ve Doğu feodalizmleri arasındaki asıl fark 

burada ortaya çıkıyor. Konuyu biraz daha açmak gerekirse Avrupa’daki 

toprak sahibi olan lord, Doğu’daki toprak sahibinin aksine hemen hemen 

önemli bir kişi haline gelip kralla karşılıklı hak ve görevlere sahip 

olurken Doğu’daki karşıtı her an yerinden atılabilecek bir cins devlet 

memurunun ötesinde toplumsal ve siyasal bir statüye erişememiştir.  

Feodalitenin yaygın olduğu Avrupa, belki de feodal Doğu’dan ve 

özellikle dönemin Çin ve Hindistan’ından daha yoksuldu, daha az 

yaratıcıydı ve büyük ordulara sahip değildi. Ancak artık sistemin tümü 

göçebelikten kurtulmuştu. Artık Avrupa çeşitli hakları bulunan 

sorumluluk ve dolayısıyla yetki sahibi olan yani kendi kendinin efendisi 

soyluların, din adamlarının, tüccarlarının ve köylülerinin oluşturdukları 

yerleşik topluluklar Avrupası haline gelmişti.  

Bu durumun da kendine göre birtakım avantajları olmuştur. Her 

bölgenin bu şekilde özgür bir bitki gibi büyüme olanağı bulmasıyla 

birlikte, bu yerler güçlü bir kişilik olarak bilinçli birimler halinde ve 

ülkesiyle bağımsızlığını savunmaya hazır bir hale gelmiştir.  

Aslında Avrupa köylüsü açısından bakıldığında örneğin, Avrupa’nın 

X. yüzyıldan ve ya daha erken bir zamandaki ekonomik uyanışı sırasında 

daha iyi bir durum göze çarpmaktadır. Bu dönemde tarımsal üretim, 

Almanya’dan Polonya’ya kadar olan ve üçlü ekim yönteminin 

uygulandığı Kuzeyin yeni ülkelerinde olduğu kadar, ikili ekimin kural 

olarak kaldığı güney bölgelerinde de olmak üzere her yerde artmaktadır. 

Bu üretim artışı daha önce de bahsettiğimiz gibi nüfus artışına ve 

kentlerin büyümelerine bağlıdır. Kentlerin büyümesi esaslı bir koşul 

olmuştur, ama kentler de tarımsal gelişmeden yararlanmışlardır.  

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; Avrupa’nın büyük toprak 

sahipleri, merkezi otoriteye karşı birer direnme odağı haline gelirken, 

Rusya da dâhil Doğu’da merkezi otorite bunlara kendine bağlı birer 

hükümet uzantısı gözüyle bakmayı devam ettirmiştir. Bu kısmi özgürlük 

ve kendi kendine özgürlük ve kendi kendine yönetim, Avrupa’ya dünya 

üstünlüğünü sağlayacak olan Rönesans’ın doğmasında da etkili olmuştur.



 

 


 

Pınar Ülgen 

 

16 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 



Kaynakça 

Anderson, P. (1978).  Passages from antiquity to feudalism, verso. Londra.  

Anderson, J. E. (1965). Land and work in medieval Europe. Londra.  

Ashtor, E.(2008). Geç  ortaçağlarda teknoloji ve endüstriyel ilerleme faktörleri 

(A.Bakır-P.Ülgen, Çev.). Ortaçağ Tarih ve Medeniyetine Dair Çeviriler. 

(Cilt II). Ankara. 

Aydoğan, M. (2006). Batı ve doğu uygarlıkları. İzmir: Umay. 

Bell, A. (1863).  A history of feodalism. Londra. 

Berktay, H. (1983).  Kabileden feodalizme.  İstanbul: Kaynak. 

Bloch, M. (1995).  Feodal toplum (M.A. Kılıçbay,  Çev).  Ankara: Gece.  

Bloch, M. (1975). Slavery and serfdom in the middle ages. (W. R. Beer, Çev.)   

Londra: California. 

Boissonade, P. (1964). Life and work in medieval Europe (E. Power, Çev.) New 

York: Harper and Row. 

Bonnassie, P. (1991). From slavery to feudalism in south-western Europe 

(J.Birrell, Çev.). New York: Cambridge University. 

Duby, G.(1991). Şövalye, kadın ve rahip-feodal Fransa’da evlilik (M. A. 

Kılıçbay Çev.).  İstanbul: Ayrıntı. 

Gimpel, J. (1996).  Ortaçağda endüstri devrimi (N. Özüaydın Çev.). Ankara: 

Tübitak. 

Goff, J. (2005). Ortaçağda batı Avrupa (N. Uluç, Çev.) Doğu-Batı Dergisi.  33, 

39-68. Ankara 

Heaton, H. (1985).  Avrupa İktisat Tarihi (M. A. Kılıçbay ve O. Aydoğuş, Çev.) 

İstanbul: Teori.  

Herbert, S. (1920). The Fall of feudalism in france. New York:  Frederick A. 

Stokes Company. 

McClellan,  J.  E.    ve  Dorn  H.  (2006).  Dünya tarihinde bilim ve teknoloji (H. 

Yalçın Çev.). Ankara: Arkadaş. 

Kılıçbay, M. A. (2005). Ortaçağın orta malı olmadığına dair.  Doğu-Batı 

Dergisi. 33, 69-79.Ankara 

Kırchner, W. (1961). Western civilization to 1500, America: Barnes&noble. 

Ağaoğulları M. A. ve Köker L. (2001). İmparatorluktan Tanrı devletine.  

Ankara: İmge.  

Perry, M. (1985).  Western civilization, ideas, politics and society. Boston: 

Houghton Mifflin Company.  

Pirenne,  H. (2000). Ortaçağ Kentleri (Ş. Karadeniz, Çev.) İstanbul: İletişim. 

Pirenne, J. (t.y.) Büyük dünya tarihi (N. Önol, B Cankat ve R. Özbek, Çev.) 

İstanbul: Meydan. 

Poggi, G. (1978). The development of the modern state.  A sociological 

introduction. Londra: Hutchinson University Library. 

 Lerner R.E., Meacham S. Ve Burns E.M.(2004). Western civilization. Londra: 

Norton. 

Sander, O. (2009).  İlkçağlardan 1918’e siyasi tarih. Ankara: İmge.  




 

             



 Ortaçağ Avrupasında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış 

 

Mukaddime, 

Sayı 1, 2010 

17 

Seignobos, C.(1960).  Avrupa milletlerinin mukayeseli tarihi (Samih T. Çev.) 

İstanbul: Varlık. 

Stephenson, C. (1965). Medieval feudalism. New York: Cornell University.  

Tanilli, S. (2001). Yüzyılların gerçeği ve mirası. İstanbul: Adam.  

White, L. (1964). Medieval technology and social change. New York:  Oxford 

University. 



 

Pınar Ülgen 

 

18 



Mukaddime

Sayı 1, 2010 



 

Yüklə 135,37 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə