Anlatamiyorum



Yüklə 432,5 Kb.
səhifə3/4
tarix19.07.2018
ölçüsü432,5 Kb.
#56996
1   2   3   4

Yahya Kemal Beyatlı

SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye’de

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîp âlem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu…

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.


Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.

En güzel mâbedi olsun diye en son dînin

Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi;

Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmârîyle.

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..

Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.


Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.

Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!


Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr’i

Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü’min neferin!

Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.


Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.

Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?

Üsküdar’dan mı? Hisar’dan mı? Kavaklar’dan mı?

Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;

Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd’den, Van’dan,

Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.

Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.


Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:

Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan..

Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;

Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?


Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

Adalar’dan mı? Tunus’dan mı Cezayir’den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?


Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine

Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Yahya Kemal Beyatlı

MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak

Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta


Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller

Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta


Ahmet Haşim

O BELDE
Denizlerden

Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.

Bilsen

Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan



Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!

Ne sen,


Ne ben,

Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,

Ne de alam-ı fikre bir mersa:

Olan bu mai deniz,

Melali anlamayan nesle aşina değiliz.

Sana yalnız bir ince taze kadın

Bana yalnızca eski bir budala

Diyen bugünkü beşer,

Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,

Bulamaz sende, bende bir ma’na,

Ne bu akşamda bir gam-ı nermin

Ne de durgun denizde bir muğber

Lerze-i istitar ü istiğna

Sen ve ben

Ve deniz

Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz

Topluyor bu-yi ruhunu guya:.

Uzak


Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak

Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz…

O belde?

Durur menatık-ı duşize-yi tahayyülde;

Mai bir akşam

Eder üstünde daima aram;

Eteklerinde deniz

Döker ervaha bir sükün-ı menam.

Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir,

Hepsinin gözlerinde hüznün var

Hepsi hemşiredir veya hud yar;

Dilde tenvim-i ıstırabı bilir

Dudaklarındaki giryende buseler, yahud,

O gözlerindeki nili sükut-ı istifham

Onların ruhu, şam-ı muğberden

Mütekasif menekşelerdir ki

Mütemadi sükun u samtı arar.

Şu’le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer

Mülteci sanki sade ellerine

O kadar natüvan ki, ah, onlar,

Onların hüzn-i lal ü müştereki,

Sonra dalgın mesa, o hasta deniz

Hepsi benzer o yerde birbirine…

O belde


Hangi bir kıt’a-i muhayyelde?

Hangi bir nehr-i dur ile mahdud?

Bir yalan yer midir veya mevcud

Fakat bulunmayacak bir melaz-ı hulya mı?

Bilmem… Yalnız

Bildiğim, sen ve ben ve mai deniz

Ve bu akşam ki eyliyor tehziz

Bende evtar-ı hüzn ü ilhamı

Uzak

Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak



Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz…
Ahmet Haşim

YAĞMUR
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler

Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz

Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz

Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz

Küçük, muttarid, muhteriz darbeler…
Sokaklarda seylabeler ağlaşır

Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;


Bulutlar karardıkça zerrata bir

Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir;


Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep,

Numayan olur gündüzün nısf-ı şeb.


Söner şimdi, manzur olurken demin

Hayulası karşımda bir alemin.


Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;

Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.


Geçer boş sokaktan, hayalet gibi,

İtaban u puşide-ser bir sabi;


O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah,

Surur bir kadın bir rıda-yı siyah


Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek!-

Susarlar, uzaktan ulur bir köpek.


Öter guş-ı ruhumda boş bir enin,

Boğuk bir tezad-ı sukun u tanın;


Küçük, pür heves, gevherin katreler

Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz

Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz

Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz

Küçük, pür heves, gevherin katreler…
Tevfik Fikret

AŞKA SEVDALANMA
Can verme sakın aşka aşk afeti candır

Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an

Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz

Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma

Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

Aşk içre azap olduğu bilirem kim

Her kimseki aşıktır işi ahü figandır

Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin

Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var

Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.


Fuzuli

SU KASİDESİ
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su


(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere gözyaşımdan

su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda

vermez.)
Ab-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su


(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa

gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök

kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)
Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su


(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden

benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim

akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana

getirir.)


Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su


(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim

yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen

kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su


(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile

mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine

su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Ohşadabilmez gubârını muharrir hatuna

Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su


(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,

Gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar

uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki

tüylere benzetemez.)


Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola

Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su


(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim

ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek

dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ

Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su


(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan

bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su

vermek hayırlı bir iştir.)
İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it

Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su


(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste

ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır,

söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su


(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su

içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,

sofular da kevser istiyorlar.)
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

Aşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su


(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin

bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş

salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su


(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden

kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere

bırakamam.)
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su


(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,

öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla

sevgiliye su sunun.)
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su


(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık

ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi

(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)

kurtarabilir.)


İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağınun mizâcına gire kurtara su


(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül

efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek

istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül

dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını

değiştirmesi gerekir.)
Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i aleme

İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su


(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli

İle) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça

göstermiştir.)
Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su


(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.

Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su

Serpmiştir.)
Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su


(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını

tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su

meydana çıkarmıştır.)
Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su


(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz

Bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o

mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce

mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)


Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su


(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir

mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse

hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)
Dostı ger zehr-i mâhr içse olur âb-ı hayât

Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su


(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun için) ab-

ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,

düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)
Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su


(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)

yanaklarına su vurunca (sıçrayınca) her bir su

damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su


(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan

taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)


Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su


(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık

salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da

olsa o eşikten dönmez.)
Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su


(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek

için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının

zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)

derman bilirler.)


Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam

Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su


(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!

Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp

dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)
Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’da

Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su


(Sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gecesinde feyzinin

çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)


Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner

Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su


(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,

güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel

su iner.)
Bîm-i düzâh nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su


(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,

(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden

ümitliyim.)
Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri

Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su


(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde)

sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su

(damlası) gibi birer inci olmuştur.)
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su


(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan

düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su

(gözyaşı) döktüğü zaman.)
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su


(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat

çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını

ummaktayım.)
Fuzuli

AŞKIN ALDI BENDEN BENİ
Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü

Bana seni gerek seni


Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni


Aşkın aşıklar oldurur

Aşk denizine daldırır

Tecelli ile doldurur

Bana seni gerek seni


Aşkın şarabından içem

Mecnun olup dağa düşem

Sensin dünü gün endişem

Bana seni gerek seni


Sufilere sohbet gerek

Ahilere ahret gerek

Mecnunlara Leyla gerek

Bana seni gerek seni


Eğer beni öldüreler

Külüm göğe savuralar

Toprağım anda çağıra

Bana seni gerek seni


Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver anları

Bana seni gerek seni


Yunus’dürür benim adım

Gün geçtikçe artar odum

İki cihanda maksudum

Bana seni gerek seni


Yunus Emre


DEMEDİM Mİ?
Oraya gitme demedim mi sana,

seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben’im?
Bir gün kızsan bana,

alsan başını,

yüz bin yıllık yere gitsen,

dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?


Demedim mi şu görünene razı olma,

demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,

onu süsleyen, bezeyen ben’im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?

Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,

senin duru denizin ben’im demedim mi?


Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?

Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben’im,

senin kolun kanadın ben’im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,

demedim mi soğuturlar seni.

Oysa senin ateşin ben’im,

sıcaklığın ben’im demedim mi?


Türlü şeyler derler sana demedim mi?

Kötü huylar edinirsin demedim mi?

Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?

Yani beni kaybedersin demedim mi?


Söyle, bunları sana hep demedim mi?
Mevlana Celaleddin Rumi

GÜZELLİĞİN ON PAR’ETMEZ
Güzelliğin on par’etmez

Bu bendeki aşk olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Gönlümdeki köşk olmasa


Tabirin sığmaz kaleme

Derdin dermandır yareme

İsmin yayılmaz aleme

Aşıklarda meşk olmasa


Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Koyun kurt ile gezerdi

Fikir başka başk’olmasa


Güzel yüzün görülmezdi

Bu aşk bende dirilmezdi

Güle kıymet verilmezdi

Aşık ve maşuk olmasa


Senden aldım bu feryadı

Bu imiş dünyanın tadı

Anılmazdı VEYSEL adı

O sana aşık olmasa.


Aşık Veysel Şatıroğlu

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM
Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece

Bilmiyorum ne haldeyim

Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece


Kırkdokuz yıl bu yollarda

Ovada dağlarda çöllerde

Düşmüşüm gurbet ellerde

Gidiyorum gündüz gece


Şaşar Veysel iş bu hale

Kah ağlaya kah güle

Yetişmek için MENZİLE

Gidiyorum gündüz gece


Aşık Veysel Şatıroğlu

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın

Düğün olur bayram gelir

Dostlar beni hatırlasın


Can kafeste durmaz uçar

Dünya bir han konan göçer

Ay dolanır yıllar geçer

Dostlar beni hatırlasın


Can bedenden ayrılacak

Tütmez baca yanmaz ocak

Selam olsun kucak kucak

Dostlar beni hatırlasın


Ne gelsemdi ne giderdim

Günden güne arttı derdim

Garip kalır yerim yurdum

Dostlar beni hatırlasın


Açar solar türlü çiçek

Kimler gülmüş kim gülecek

Murad yalan ölüm gerçek

Dostlar beni hatırlasın


Gün ikindi akşam olur

Gör ki başa neler gelir

Veysel gider adı kalır

Dostlar beni hatırlasın


Aşık Veysel Şatıroğlu

SAKLARIM GÖZÜMDE GÜZELLİĞİNİ
Saklarım gözümde güzelliğini

Her neye bakarsam sen varsın orda

Kalbimde gizlerim muhabbetini

Koymam yabancıyı sen varsın orda


Aşkımın temeli sen bir alemsin

Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın

Merhabasın dosttan gelen selamsın

Duyarak alırım sen varsın orda


Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar

Renklerin içinde nakşını saklar

Karanlık geceler aydın şafaklar

Uyanır cümlalem sen varsın orda


Mevcudatta olan kudreti kuvvet

Senden hasıl oldu sen verdin hayat

Yoktur senden başka ilanihayet

İnanıp kanmışım sen varsın orda


Hu çeker iniler çalınan sazlar

Kükremiş dalgalar coşar denizler

Güneş doğar perdelenir yıldızlar

Saçar kıvılcımlar sen varsın orda


Veysel’i söyleten sen oldun mutlak

Gezer daldan dala yorulur ahmak

Sen ağaç misali biz dalda yaprak

Meyva çekirdeksin sen varsın orda


Aşık Veysel Şatıroğlu

GEL
Gam elinden benim zülfü siyahım

Peykan değdi sinem yaralandı gel

Suna başın için ağlatma beni

Bugün sevda candan aralandı gel


Gamdan hisar oldum mekanım yurdum

İşitmez avazım dinlemez virdim

Bir değil beş değil on değil derdim

Düğümler baş verdi sıralandı gel


Hasretine vasıl olam mı böyle

Mecnun’a da baki kalır mı Leyla

Ölümlü dünyadır gel helal eyle

Yüklendi barhanem kiralandı gel


Ne çekerse dertli sinem dağ olmaz

Günler gelir geçer ömür çoğalmaz

Neşterlidir yaralarım unulmaz

Göğerdi çevresi karalandı gel


Pir Sultan Abdal’ım haftada ayda

Günler gelir geçer bulunmaz fayda

Gönül Hak arzular canım hayhayda

Toprağım üstüme kürelendi gel


Pir Sultan Abdal

KOŞMA
Ala gözlü nazlı dilber

Sen d(e) olasın benim gibi

Zülfün dökük boynun bükük

Sen d(e) olasın benim gibi


Bahçende güller bitmesin

Dalında bülbül ötmesin

Kapından cerrah gitmesin

Sen d(e) olasın benim gibi


Gül yerine diken bitsin

Kuş yerine baykuş ötsün

Gözün yaşı sele gitsin

Sen d(e) olasın benim gibi


Karac’oğlan der mert gibi

Yanar yüreğim od gibi

Bir ok yemiş bozkurt gibi

Sen d(e) olasın benim gibi


Karacaoğlan

KORKUYORUM
Yağmuru seviyorum diyorsun,

yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun…

Güneşi seviyorum diyorsun,

güneş açınca gölgeye kaçıyorsun…

Rüzgarı seviyorum diyorsun,

rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun…

İşte, bunun için korkuyorum;

Beni de sevdiğini söylüyorsun…


Yüklə 432,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə