Yeter ki kur’an susmasin iÇİndekiler böLÜM 3 BÖLÜM 5



Yüklə 159,85 Kb.
səhifə9/22
tarix16.08.2018
ölçüsü159,85 Kb.
#63546
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   22

10. BÖLÜM


Bugün yine erkenden ev işlerine başlamışlardı. Hatice ve annesi işlerini bitirmiş ev halkının kahvaltı yapıp çıkmasından sonra Hatice’nin camiye gitme zamanı gelmişti.

-Anne ben camiye gidiyorum. Temizliğe yetişmem lazım. Arkadaşları yalnız bırakmak olmaz, dedi Hatice.

-Tamam kızım, Allah zihin açıklığı versin. Allah sizlere ve tüm Müslümanlara yardım etsin, iyiliklerinizi bereketlendirsin, sizleri kem gözlerden ve düşmanların şerrinden muhafaza etsin. İşinizi en iyi ve güzel şekilde yapmaya çalışın. Yoksa sana hakkımı helal etmem, diyerek kızına hem dua hem de onu teşvik ediyordu.

Çarşafını giyip annesine selam vererek çıktı Hatice. Evden hep; “Bismillah, tevekkeltu alallah, hasbunallah, ya Rabbi insi ve cinni düşmanların şerrinden sana sığınırım, işimi bereketlendir” şeklinde dua ederek çıkardı. Bugün yine bu duaları edip camiye doğru yol aldı.

Camiye vardığında Zehra ve Sümeyye gelmişlerdi. Hep beraber ders verdikleri yerin temizliğini yapmaya başladılar. Nihayet temizlik bitmişti. Bu arada kız öğrenciler de yavaş yavaş geliyorlardı. Kızlar öğleden önce, erkekler ise öğleden sonra ders alıyorlardı.

Öğrencilerin tümünün gelip gelmediğini kontrol ederlerken birkaç öğrencinin gelmediğini fark etmişlerdi. Onları sordu Sümeyye:

-Arkadaşlar! Perihan, Rumeysa ve Selma arkadaşlarımız gelmemişler. Niçin gelmediklerini bileniniz var mı?

Öğrencilerden biri; “Hocam, Selma hastaydı, onun için gelmedi” dedi. Bir başka öğrenci de; “Hocam, Perihan’ın annesi artık onu göndermiyor” dedi. Diğer öğrencinin ise niçin gelmediğini kimse bilmiyordu.

Hemen hemen tüm öğrencilerin ailelerini ziyaret ettikleri için evlerini biliyorlardı. Verilen cevaplar üzerine Hatice; “İnşallah dersten hemen sonra hastamızı ziyaret ederiz. Daha sonra diğer iki öğrencimizin ailelerini ziyarete gideriz” deyip diğerleriyle anlaştı. Bu konuda daha önceleri kendilerine öyle yapmaları gerektiği konusunda çok nasihat edilmişti.

Bunu da aralarında kararlaştırdıktan sonra öğrencilere ders vermeye başladılar. Zehra ders verdiği küçük öğrencisinin biraz üzgün olduğunu görünce ona;

-Hayrola canım, neden üzgünsün? Bir sorunun mu var, hocana söylemek ister misin? Diye sordu.

Küçük Şeyma ağlamaklı bir şekilde:

-Ben dünkü dersimi iyi okuyamadım. Nesibe de benimle alay etti, deyince:

-Ah güzelim, üzüldüğün bu mu? Bir şey olmaz. Bakma ona, sen çok çalışkan bir öğrencisin. Bak seninle bir anlaşma yapalım. Şimdi ben sana ders vereyim. Daha sonra sen bunu defalarca oku. Sonra gel benim yanımda yine oku. Daha sonra eve gittiğinde defalarca yine oku. Bak göreceksin çok iyi öğreneceksin. Buradakilerin hepsinden daha iyi öğreneceksin, deyince küçük Şeyma:

-Tamam hocam deyip neşe içinde hocasının yanından ayrıldı.

Onlar sadece öğretmen değil, aynı zamanda birer eğitimciydiler de. Eğitimsiz öğretim, yapraksız meyvesiz ağaca benzer. Bunu iyi anlamışlardı. Bu nedenle öğrencilerinin sadece öğrenimleriyle değil, sorunlarıyla da ilgilenerek onları eğitiyorlardı. Çünkü Allah Resulü ümmetine bunu öğretmişti.

Ders bitmiş, sıra günün sohbetine gelmişti.

Öğrencilerin hepsi merak içinde acaba Hazreti Adem’e ne oldu diye düşünüyorlardı. Bunun için bir an önce hocaları Hatice’nin anlatmasını bekliyorlardı. Tam sessizlik olduktan sonra Hatice besmele, kısa süre, Allah’a hamd, resulüne ve ehline, ashabına tüm müminlere selat ve selam getirdikten sonra kaldığı yerden başladı anlatmaya:

Hazreti Adem (as) ile annemiz Havva yasak meyveden yiyince Allah onlara “Size o ağaçtan yemeyin demedim mi? Şeytan sizin düşmanınızdır. Sizi kandırmak istiyor demedim mi? Haydi siz de inin oradan! Belli bir süreye kadar dünyaya inin, kiminiz kiminize düşman olarak” diye buyurdu. Ve onlar cennetten çıkarıp dünyaya gönderdi. Dünyaya geldikten sonra Hazreti Adem Allah’a yalvararak tövbe etti.

Allah da onları bağışladı. Hazreti Adem’e Peygamberlik verdi. Hazreti Adem ilk peygamber oldu. Böylece dünyaya yerleştiler ve çocukları oldu.

Bu gün de bu kadar, biraz da bu gün namaz nasıl kılınır bilmeyen arkadaşlarınıza onu öğreteceğiz. Diyerek namazın kılınış şeklini, içinde okunan sureler, rükuda, secdede neler söylendiğini detaylı olarak anlatmaya başladı Hatice. Bu esnada dışardan bazı gürüldü sesleri gelmeye başlamıştı. Bir öğrenci ne olduğunu öğrenmek için dışarı çıktı. Çıkmasıyla geri gelmesi bir oldu. Nefes nefese kalmıştı. Yüksek bir sesle; “Hocam polis camiyi bastı!” dedi.

11.BÖLÜM


Dalgın dalgın yürüyordu delikanlı. Kendi kendine mırıldanıyor, arada sırada “hayır” der gibi başını sallıyordu. Belli ki çok üzüldüğü bir durumla karşılaşmıştı. Ya da çok farklı hayallere dalmıştı. Orta boylu, sarıya çalan saçları, yeşil gözleriyle yakışıklı bir gençti. Her zamanki gibi elinde yine uzun tespihi vardı. Hiç ayırmazdı yanından. Sürekli beraberinde taşır, fırsat buldukça zikirlerini bununla çekerdi. Dalgın dalgın yürürken ağzı yine oynuyordu. Acaba yine zikirle mi uğraşıyor dedirten bir hali vardı. Ama bu seferki dalgınlığı pek de zikre benzemiyordu.

Bugün yine babasıyla tartışmış çok ağır laflar işitmişti. Neden böyle yapıyordu acaba? Onu bu kadar etkileyen neydi? Değer yargıları nedeniyle bu kadar değişmişti. İnsanlar bu kadar basit mi kandırılıyorlardı? “Evet evet, eğer insanlar bu kadar basit oyunlara gelip kandırılmasalardı bu yaşanan acı olaylar yaşanmayacaktı.” Dedi kendi kendine. Birden Kur’an-ı Kerim’den bir ayet takıldı kafasına: “Muhakkak ki biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onu yüklenmekten çekindiler. Ondan korktular, insan ise onu yükleniverdi. Doğrusu o çok zalim ve cahildir.” Allah ne kadar da doğru söylemiş diye düşündü. Çünkü teklifle beraber hesap vardı. Cennet ya da cehennem… Madem kabul ettik, neden şimdi görevlerimizi yapmıyoruz? Neden insan zoru gördüğünde kaçıyor? Ölümle her an karşı karşıya olduğu halde onu çok uzak görüyor. Yarın yaşayacağına dair elinde bir garantisi olmadığı halde yarın için didinip çalışıyorken, kesin öleceğini bildiği halde ölüm sonrasını düşünmüyor. Allah ne kadar da güzel söylemiş: “Şeytan sizi Allah’a güvendirip bununla kandırmasın.” Ne yazık ki bu ilahi uyarıya rağmen Şeytan, bir çok insanı bu yolla kandırıp saptırıyor.

Hasan bunları düşünüyor ve dalgınlığından yaptığı el veya baş hareketlerinden dolayı gelip geçen onu deli zannediyordu. Kimileri içten içe onun için üzülüyordu.

Bu düşünceler içinde ne kadar yürüdü o da bilmiyordu. Babasıyla yaptığı tartışma defalarca gözlerinin önüne geliyordu.

“Oğlum bırak bu yolu, din sana mı kalmış? Şeyhler var, imamlar var. Onlar ne yapılacaksa yaparlar. Eğer bugün onlar bir şey yapmıyorlarsa senin gibileri ne yapacak?”

-Neden yapamayalım, hepimiz Müslümanız, bu din belirli bir kesime inmedi ki, hepimizin dinidir. Hepimiz İslam’ı tebliğ etmekle yükümlüyüz. Bunun için her Müslüman üzerine düşeni yapmak zorundadır.

-Yap, sana yapma diyen mi var? Namazını kıl, orucunu tut, sana bunları yapma diyen mi var? Ama sen ne yapıyorsun, camiye gidip ders veriyorsun. Sana mı kalmış el alemin çocuğuna ders vermek?

-Niye, kötü bir şey mi yapıyorum? Kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i öğretiyorum. Her Müslümanın yapması gerekeni yapıyorum. Kahvehaneye gitmekten daha iyi değil mi?

-Hayır daha iyi değil!

-Ne demek daha iyi değil, bunu nasıl söylersin? Serseri olmam camiye gitmemden daha mı iyi diyorsun? Biz Allah’a, Resulüne, kitaplarına inanmış insanlar değil miyiz? “Muhammedunresulullah” diyoruz. Madem bunu söylüyoruz, onu takip etmek zorundayız. Yoksa imanımızın ne anlamı kalır? “En hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” Diyor Hazreti Peygamber (SAV). Onun emri her şeyin üstünde olmalıdır, yoksa hakkıyla inanmış olmayız.

-Siz yalnız mı Müslümansınız? Neden sizden başka kimse camiye gidip ders vermiyor, Müslümanlık size mi kalmış, yoksa sizden başka Müslüman mı yok?

-Hayır, yalnız biz Müslüman değiliz. Böyle bir şey söylemekten Allah’a sığınırız.

Tüm insanlar aynı işi mi yapıyor? Senin işini yapmayan diğer insanlar sence insan değil mi? Ya da sen onlara göre insan değil misin?

Hepimiz Müslümanız, ama hepimiz aynı işi yapacağız diye bir kaide yok. İslam çok geniştir. Herkes bir tarafına tutunmuş. Biz her şeyimizle İslam’a hizmet etmeyi ve Rabbimizin rızasını kazanmayı istiyoruz. Bizim bulunduğumuz yerde olmayanların bize yanlış bakmaları onların sorunudur, bizim sorunumuz değil. Bizim hiç kimseyle bir alıp veremediğimiz yok. Biz camide Kur’an-ı Kerim dersi veriyoruz. Etrafımızdaki insanlara iyiliği emredip onları kötülükten men etmeye çalışıyoruz. İslami değerleri korumaya çalışıyoruz.

-Oğlum seni öldürecekler ya da yakalanacaksın, gençliğin cezaevinde geçecek, belki de cezaevlerinde sürüneceksin. … adlı örgüt sizin çalışmalarınızı kabullenmiyor. Şimdiye kadar sizden kaç kişi öldürdüler. Sizi yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlar yetmiyormuş gibi şimdi de devletin polisi habire size baskı yapıyor. Duyuyoruz, her gün birkaç camiyi basıp ders veren gençleri yakalıyorlar, onlara işkence yapıyorlar, cezaevine tıkıyorlar. Bu yol tehlikeli, kendini yakacaksın. Kendine acımıyorsan bize acı, senin yüzünden ya … adlı örgüt bize bir zarar verecek ya da devlet. Bunun da sorumlusu sensin.

-Ölüm Allah’ın emridir. “Her nefis ölümü tadacaktır, sağlam kalelerde de olsanız ölüm sizi yakalayacaktır” diyor Allah. Ölümden kurtuluş yok. Önemli olan ölmek değil, insanın nasıl öldüğüdür. Tüm değer yargılarını, şerefini, namusunu, haysiyetini en önemlisi dinini kaybederek ölmek var. Tam aksine hepsini korumak için de ölmek var. İnsan olan ikinci ölümü tercih eder. Bunun ötesinde ahiret var. Dünya hayatının hesabının görüleceği, cennet ve cehennemin ve Allah’ın rızasının olduğu yer var. Madem bunlar var, o zaman oraya bir hazırlık gerekmiyor mu?

Allah’a yemin ederim ki eğer bu isimlerini verdiğin mürtet örgüte ve sair zalim güçlere teslim olursak bizi dinimizden ve imanımızdan ederler. İşte o zaman hem dünyada hem de ahirette zelil oluruz.

-Oğlum onlar güçlüler, görmüyor musun? Her gün birilerini öldürüyorlar. Senin gibi toylar ne yapabilir? Resmi güçler de; camilerde ders vermenize müsaade etmiyor ve zaman zaman zor kullanarak sizi camiden çıkarıyorlar. Başımızı belaya sokacaksın. Kendin için korkmuyorsan bari bizi düşün.

-Bir Müslümanın Allah’tan başka kimseden korkusunun olmaması lazım. Onlar da bizim gibi insan ve ölümlü. Onlar bu toplumu İslam’dan uzaklaştırmak için çalışıyorlarken bizim oturmamız yakışık alır mı? Hazreti Resulullah (as)’ın hayatındaki mücadele hepimizin malumudur. Sahabelerin çektikleri… Allah; “İmanınızı deneyip sınamadan cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz?” diye buyuruyor. İman kalbe girdi mi muhakkak imtihan edilir. Hakiki iman ile suni iman arasındaki fark bu şekilde ortaya çıkar. Bugün benim için en önemli hizmet Kur’an-ı Kerim dersi vermektir. Ben bunu en iyi şekilde yapmaya çalışacağım.

-Dini getirmek size mi kaldı? Size ne el alemin çocuklarından kim ne yapıyorsa yapsın. Aramıza yeni adetler mi getiriyorsunuz? Siz de herkes gibi davranın. Bırak bu yolu, vazgeç bu sevdadan. Kur’an-ı Kerim dersi veriyormuş, adama bak! Camide ders vereceğine okulunu oku.

Hasan içi burkularak cevap vermeye çalışıyordu:

-Görmüyor musun, toplumumuz gün geçtikçe İslam’dan uzaklaşıyor. Gavurların adetleri her geçen gün aramızda yayılıyor. Kumar oynanıyor, içki içiliyor, zina başını almış gidiyor. Kızlarımız haya, ar nedir bilmez olmuş. Mahrem namahrem takmaz olmuş. Her geçen gün çıplaklık artıyor. Kimse bunlara ses çıkarmıyor. Bizim camide ders verip insanlara İslam’ı anlatıp onlara iyiliği emretmemiz mi insanların gözüne batıyor? Mürtet örgüt milletin kızlarını dağlara çıkarıp namusu ayaklar altına aldı. Resmi otorite kızlarımızı soyup buna modernleşme deyip namusu kaldırdı. Kimsenin umurunda değil. Niçin bunlara suskun kalıyorsunuz da ben ve benim gibi hiç kimseye zararı olmayanlara saldırıyorsunuz?

-Ya dediğimi yapar bu işten vazgeçersin ya da evimi terk edersin. Senin yüzünden başımı belaya sokamam. Hemen şimdi kararını vermelisin.

-Ben kararımı bu yola baş koyduğumda verdim. Allah dini için canımdan geçmişim, sizden mi geçmeyeceğim? Allah’ın üzerimdeki hakkı seninkinden daha fazladır. Ben yolumdan dönmem. Eğer gitmemi istiyorsan giderim.

Sonunda olan olmuş babası onu kovmuş, o da Allah’a ve Resulüne hicreti tercih ederek evini terk etmişti. Ne kadar dolaştı o da bilmiyordu. Saatlerce kendinde olmadan topluma acıma duyguları içinde, dalgın dalgın yürüdü. Birden kendine geldi, mezarlığın içindeydi. Niçin gelmişti, ne zaman gelmişti, bir an düşünüp hatırlamaya çalıştı. Etrafına baktı, mezarlara baktı. Tek tek önündeki mezarların isimlerini okudu. Refik DT. ÖT. .. Mehmet DT. ÖT. .. Hızni DT. ÖT. .. Başını elleri arasına alıp buraya niçin geldiğini hatırlamaya çalıştı. Nafile, bir türlü hatırlayamıyordu. Peki ama niçin gelmişti? Bir la havle çekti, tekrar çekti, şeytandan Allah’a sığındı. Yok yok yok.. Hatırlayamadı. Yürümeye başladı. Tek tek mezarları geçiyor ve isimlerini okuyordu. Birden tanıdık bir isim gördü. “Evet, ah kafam ne de akılsızım. Babam kafamda akıl bırakmadı ki” diye mırıldandı. Her sıkıldığında bu mezarlığa gelir burada yatan şehitlerle bilhassa can dostu … ile söyleşir içini dökerdi. Bugün yine öyle olmuştu. O dalgınlıkla ayakları onu buraya getirmişti. Tek tek şehitleri ziyaret edip fatiha okuyup dua etti. En son can dostunun yanına gelip selam verdi. Fatiha okudu, baş ucuna oturup; “Yine seni sıkmaya geldim. Bu davanın hak olduğunun canlı şahidisin sen. Kanınla bunu kanıtladın. Seninle konuşmayacağım da kiminle konuşacağım. Bu arada sana bir haberim var. Bugün hicret ettim. Yanlış duymadın, hicret. Benim için dua et. Artık sık sık seni rahatsız ederim. Biliyor musun, geldiğimde birkaç mezar taşı okudum. Üzerlerinde DT. ÖT. Yazılıydı. Demek insanlar ancak bir çizgi kadar yaşayabiliyorlar. Buna rağmen ibret alınmıyor. İnsanlar bu mezarlara gelmiyorlar mı? Şayet geliyorlarsa ibret almıyorlar mı? Almıyorlar, şayet alsalardı İslam bugün bu halde olmazdı. Dünyanın cazibesine dalınmış, sanki ölmeyecekler, ölüm onlara yetişmeyecek. Bizi ölümlü kendilerini ölümsüz sanıyorlar. Bize; “Camiye gitmeyin sizi öldürür ya da yakalarlar” diyorlar. Güzel arkadaşım, kalk da Rabbinin katında gördüğün güzellikleri anlat. Allah yolunda öldürülmenin güzelliğini anlasın herkes. Ölümsüzlüğün ölümde olduğunu bilsinler, öğrensinler ki yaşamak için ölmek, ölmek için de yaşamak gerektiğini anlasınlar.” Dedi.

Arkadaşıyla hem dertleşiyor, hem de yaşadıkları güzel anıları anlatarak bazen gülüyor, bazen de hüzünleniyordu.

Onlar bizim anlayamayacağımız bir iletişim içindeydiler. Şehit arkadaşı da onunla konuşuyordu. Çünkü Hasan’ın anlattıklarının yönünün değişmesi bunu gösteriyordu. Evet konuşup sohbet ediyordu her iki arkadaş. Belki de şehit arkadaşı Hasan’a bulunduğu yerin güzelliklerini de anlatıyor ve güzel mekanından haber veriyordu. Sonra aniden kendine geldi Hasan. Belli ki arkadaşı iletişimi kesmişti. Ama niçin? Hiç böyle yapmazdı. Hasan “Ben kalkıyorum demedikçe” diyalogu kesmezdi. Muhakkak önemli bir şey olmalıydı. Ne olabilirdi acaba, bir müddet düşündü, düşündü. Aniden saatine baktı. “Subhanallah, camide ders verme zamanına az kamış. Hemen gitmezsem yetişemem. Demek beni alıkoymamak için kesti. Allah razı olsun” diyerek ayağa kalktı. Bir avuç toprak alarak; “Biliyorum çok misafirperverdin. Bu huyunu bildiğim için bir avuç toprağı ikramın olarak alıyorum. Yanındakilere selamımı söyle. Bana dua edin, sizin yanınıza geleyim.” Diyerek yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Bir ara durdu. Geriye dönüp “inşallah kısa bir süre sonra buluşuruz. O zaman uzun uzun konuşuruz.” Dedi gülümseyerek. Hızlı adımlarla camiye doğru yöneldi. Babası ile yaşadığı acı olaydan sonra mezarlık ziyareti ona iyi gelmişti. Rahatlamış bir vaziyette camiye vardı.

Selamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu , diyerek selam verdi arkadaşlarına Hasan.

Selamını misliyle karşıladı Hamdullah ve Hüseyin. Öğrenciler daha gelmemişlerdi. Hamdullah ve Hüseyin erken gelmiş camiyi temizlemiş ve oturup sohbet ediyorlardı. Her gün bu saatte tüm işlerini bırakıp camiye ders vermeye gelirlerdi. Hamdullah lise, Hasan üniversite öğrencisi olup hem okul okuyorlar, hem de cemide ders veriyorlardı. Hüseyin’in ise babasıyla beraber işlettikleri manifaturacı dükkanları vardı. Hüseyin evli ve üç çocuk babasıydı. Babası Hacı Abdullah ile aynı evde oturuyordu. Askere gitmeden evvel evlenmiş ve askerde iken ilk çocuğu Selman doğmuştu. İki yıl sonra ikincisi ve kaç ay önce de üçüncüsü doğmuştu. Her iki genç arkadaşıyla camide ders vermeye katılır ve “dünyada sevdiğim en güzel iştir” derdi. Hasan’ın dalgınlığı dikkatlerinden kaçmamıştı. Abdest almaya giden Hasan’ın dönmesini beklediler. Abdest alıp gelen Hasan iki rekat namaz kılmak için kıbleye yönelip tekbir aldı. Uzun bir kıyamdan sonra rüku ve secdeler de uzundu. Belli ki Rabbi ile söyleşiye dalmıştı. Namazını bitirip dua için ellerini kaldırdığında… Belki de yeni imtihanı için Allah’tan yardım istiyordu. Namazını ve duasını bitirip arkadaşlarının yanına geldi.

-Nasılsın Hasan, durumun iyidir inşallah, diye sordu Hüseyin.

-Hamd olsun abi iyiyim. Hiç bu kadar iyi olmamıştım.

-Hayrola keyifsiz gibisin, bir şey mi var? Anlatmak ister misin? Diye sordu Hamdullah.

-Evet anlatmak isterim. Hayatımın en önemli olaylarından birini yaşadım. Bunun için bir taraftan sevinçliyim, bir taraftan da üzgünüm.

-Hayra yorumlayalım ki hayırlı olsun. Dedi Hüseyin.

-İnşallah benim için hayırlıdır. Bugün babamla yine tartıştık. Bir türlü anlamıyor, ya da anlamak istemiyor. İlla ki camiye gidip ders vermeyeceksin diyor. Bu konuda sabah tartıştık, ben her şeye rağmen camiye gidip ders vereceğimi söyleyince beni evden kovdu. Yani anlayacağınız bugün benim hicretimin ilk günü.

Bunu duyunca iki arkadaşı ayağa kalkıp tebrik amaçlı onu kucaklayıp yeni imtihanında başarılı olması için dua ettiler.

-Hicret, insan hayatının dönüm noktalarından birisidir. Ortama ve şartlara göre değişiklik arz edebilir, ama hicretin ruhunda ayrılık, terk etme ve neticede kavuşma vardır. Bir şeyleri terk eder ayrılırsın, ama başka bir şeye kavuşursun. Bu anlamda aileni terk etmen senin için bir hicrettir. Çünkü o terk ediş nefsi değil, İslam davası amaçlıdır. Bu anlamda hicretin belki değişik olmuştur, ama özünde ayrılık ve birliktelik vardır. Diyerek arkadaşına destek olmaya çalıştı Hüseyin.

Üç arkadaş öğrencilerini beklerken bu yeni gelişme üzerine sohbete dalmışlardı.

Hamdullah:

-Çok garip bir şey dedi. Evet o kadar garip ki yaşadıklarımızı inanın ben bile bazen anlayamıyorum. Asr-ı Saadette sahabelere baskı yapan aileler müşriktiler, ayrı dinden olduklarından haliyle karşı çıkıyor, Müslüman olan çocuklarını dinlerinden döndürmek için baskı yapıyorlardı. Onları anlamak o kadar zor değil, ama bu günü anlamak çok zor. Bizim ailelerimiz Müslüman, namaz kılıp oruç tutuyorlar, İslam’ın emirlerine uyuyorlar. Buna rağmen bize uyguladıkları baskıyı anlayamıyorum. Bir Müslüman kafirlerden korktuğu için dininden taviz veremez. Biz camide Kur’an-ı Kerim dersi verdiğimiz için bize baskı uygulanması kadar bence garip bir şey yok.

Hüseyin:

-Allah Resulü (SAV); “Din garip geldi, garip gidecek, müjdeler olsun o gariplere!” diyor. Evet bugün din garipleşmiş, kumar oynamak, içki içmek, faiz yemek, fakir fukaranın malını gasp etmek, zina etmek, yalan söylemek serbest olduğu halde ve bunları yapanlar kınanmadığı halde, sırf Allah rızası için İslami bir çalışma içine giren, sadece “içinizde iyiliği emredip kötülükten men eden bir cemaat bulunsun” şeklindeki Allah’ın açık emrine uyarak toplumu ıslah etmeye çalışan ve Kur’an-ı Kerim dersi veren insanlar kınanıyor ve yaptıkları yasaklanıyor. Hem de Müslüman bir toplumda oluyor bütün bunlar. Dedi.

Hasan yumuşak, sakin ve düşük bir ses tonuyla:

-Eğer nimetin değeri anlaşılmazsa ve o nimete şükredilmezse, Allah o nimeti alır. Bugün bu nimetin değeri bilinmiyor. Bu güzel insanlar horlanıp dışlanıyor. Şayet bir gün Allah bu nimeti bu toplumun içinden alırsa o zaman çok geç olacak. Bugün bize baskı yapanların mezarları başında Kur’an-ı Kerim okuyacak çocukları olmadığında onlar için hayırlar yapan, üzerlerine fatiha okuyan çocukları olmadığında iş işten geçmiş olacak. Umarım Allah bu nimeti bu toplumun içinden almaz. Hasetçiler nimete haset edecekler ve onun yok olmasını isterler. Bunun için resmi otorite bugün camilere yoğun baskı yapıp Kur’an-ı Kerim derslerini yasaklıyor. Kur’an-ı Kerim’le büyüyen binlerce insan bu zulme bir gün mutlaka dur diyecek. Bunu bildikleri için insanları işkenceden geçirip cezaevine atıyorlar. Camilere baskın yapıp çocukları dağıtıyorlar. Nasıl ki mürted örgüt, İslam’ın ayak seslerini duyduğunda saltanatının yok olacağını anladı. İşte o zaman Müslümanları şehit etme yoluna gitti. Küfrün hedefi hep İslam olmuştur. Bu böyle gelmiş, böyle gidecek, dedi.

Onlar sohbet ederlerken öğrencileri de gelmeye başlamışlardı. Sadece erkek öğrencilere ders veriyorlardı. Kızlar bayan hocalardan ders alıyorlardı. Ders vermeye başladı, üç arkadaş. Tek tek öğrencilerle ilgileniyor, aldıkları dersi anlamaları için defalarca tekrarlıyorlardı. Dersten sonra hicreti anlattı, Hasan. Mekke’den Medine’ye hicreti… Anlatırken gözleri doldu. Çünkü muhacirleri daha iyi anlıyordu bugün. Hicret… Ayrılık… Anneden, babadan, yardan ve serden geçerek o güzel Resul (SAV)’e kavuşmak…


Yüklə 159,85 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   22




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə