Makedonya’da 6, 7 ve 8. Sınıf Türkçe Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı-Türk Algısı
[801]
savaşlarda ise müttefikleri olmuşlardır (Rasonyi, 1971: 193). V. asrın ortalarına
doğru Attila idaresindeki Hunların akınları ile gittikçe yoğunlaşan göç
hareketleri neticesinde Hunların ardından Oğuzlar, Avarlar, Tuna Bulgarları,
Bulaklar, Peçenekler, Kumanlar ve diğer Türk boyları Karadeniz’in kuzeyinden
geçerek Avrupa ve Tuna’yı aşarak Balkanlara ulaşmışlardır (Ostrogorsky, 1995:
53-56). Böylelikle Karadeniz ve Adriyatik arasında yer alan Balkan yarımadası,
Erken Bizans devrinde bu milletlerin büyük göç hareketlerine sahnesi sahne
olmuştur (Koçsoy, 2002: 76). Böylece Balkanlar, en eski zamanlardan beri
doğudan batıya doğru göç eden ve Tuna nehrini aşarak güneye Akdeniz
bölgesine inen pek çok kavmin geçit yolu olmuştur (Atlan, 1970: 70-77). Ancak
kitapta bölgede kalmayı başarıp özellikle Balkanların şekillenmesinde öncülük
eden bu Türk kavimlerinden ise hiç bahsedilmemiştir. Ayrıca bu göç
hareketinin sosyal ve iktisadi yönleri dikkate alındıktan sonra Balkanların da
mutlaka böyle bir göç silsilesi ile karşı karşıya kaldığı belirtilmelidir. Bu haliyle
Türkler, Balkanların en eski kavimlerinden biridir ve Türklerin Balkanlardaki
varlığı ise bugün yarımadanın büyük bir kısmını elinde tutan Slavlardan eskidir.
Kitabın birçok bölümünde kullanılan Balkanlar ifadesinin de içeriği ve
kapsamı ile alakalı hiç bilgi verilmemiştir. Balkan Yarımadasına “Balkanlar”
ismini Osmanlılar verdiği (Kutlu, 2007: 22) bilinmektedir. Bu öenmli bilgi
verilmemiş olsa da en azından “Balkan” ifadesinin sadece kelime anlamı olarak
Georges Castellan’ın açıklamasına göre Türkçe bir isim olup “dağ” anlamına
geldiği (Castellan, 1993: 15), yine L.Carl Brown’a göre de “Balkan”
kelimesinin manasının “ormanlık dağ” (Brown, 2000: 71) olarak izah edildiği
belirtilebilirdi. Bu bilgilere ilave olarak coğrafyacıların Balkanların sınırını
kuzeyde Tuna Nehri’ne dayarken buradan güneye Adriyatik ve Akdeniz’le Ege
Denizine kadar olan kara parçasının, Balkan Yarımadasını oluşturduğu mutlaka
öğrencilere aktarılmalıdır. Bununla birlikte iktisadi, siyasi ve hatta kültürel
etkilerin bu coğrafi sınırı bir taraftan Tuna’nın kuzeyine, diğer taraftan Ege
Adaları’na da yaydığı da söylenebilir (Koloğlu ve diğ., 1993: 41). Ancak ele
aldığımız bu kitapta bahsettiğimiz bilgilerin hiçbirisine yer verilmemiştir.
Türklerden “Türk” kelimesi ifade şekliyle ilk kez “Gelişmiş ve Geç
Ortaçağ’da Balkan Yarımadası” isimli bölümde bahsedilmiştir. Bizans
imparatorluğunun yenilenmesi başlığı altında, Bizans’ın XIII. asırdan itibaren
doğuda Moğollar ve Selçuklular tarafından siyasi manada tehdit edildiği
söylenirken, XIV. asrın ilk yarısında Bizans’ta iç savaşların başladığı ve bu
durumun Balkan toplumlarının lehine olduğu vurgusu yapılmıştır. Osmanlılarla
Selçuk Ural
[802]
ilgili olarak ise herhangi bir bilgi verilmeksizin kendilerinden direkt devlet
olarak bahsedilmiştir. Ayrıca Bizans’ın içinde yer aldığı mevcut çalkantılı
durumun Osmanlılar için de bir güçlenme vesilesi olduğu ve orta çağda hala
etkisi olmasına rağmen Bizans’ın Osmanlıların önünden çekilmek zorunda
kaldığı da belirtilmiştir. Yine aynı bölümde Bizans ile ilgili siyasi
karışıklıklardan söz edilirken Osmanlıların devlet teşekküllerinin oluşması ve
Batı Anadolu’daki yayılmalarıyla birlikte Gelibolu üzerinden Balkanlara doğru
ilerlemesinden bahsedilmeden, siyasi tarih süreci 1453 yılına kadar getirilmiştir.
Bu tarih özelinde Bizans’ın Osmanlılara karşı tutunabilecek gücünün kalmadığı
ve Bizans’ın Batı Avrupa ülkelerinden yardım çağrılarına ise Osmanlılardan
korkulduğu için cevap gelmediği aktarılmıştır (Başkoski ve diğerleri, 2005: 67-
68). Ancak bahsettiğimiz Türkçe tarih ders kitapları serisinde bazı küçük ve
etkisiz isyan hareketlerinin bile ayrıntılı bir şekilde işlendiği anlaşılmışken,
Balkanlarda yaklaşık 500 yıl egemenlik kuran Osmanlı Devletinin bölgeye
gelişi ve Balkanlara kattığı değer hakkında hemen hemen hiçbir bilgiye yer
verilmemesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Nitekim tarihi süreci zihinlerinde
canlandırmaya çalışan öğrencilerin zihninde, Balkanların Türkler tarafından
XIV. asırdaki fethi, idari ve siyasi yönden yönetimi ve bölgenin içtimai kültürel
noktada gelişimi hakkında da hiçbir bilgi verilmeden doğrudan ve önemsiz bir
“Osmanlı Devleti” algısı oluşturulmuştur.
Yine İstanbul’un Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi hadisesinde
İtalya’nın Cenova şehrinden bir miktar askerin Konstantinapolis’in
savunulmasında yardım için geldiği ve tüm askerlerin cesaretlendirilmesi için
Bizans çarının dahi bizzat savaşarak hayatını kaybettiği bilgisine yer verilirken,
şehrin fethinde ordularının başında yer alan Osmanlı padişahı Fatih’ten hiç
bahsedilmemiştir. Ancak devam eden bilgi aktarımında Osmanlıların
Konstantinapolis’in ismini İstanbul şeklinde değiştirdiği (Başkoski ve diğerleri,
2005: 68) aktarılmış fakat şehrin Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi hadisesi
özelinde ise yine hiçbir bilgiye yer verilmemiştir. Ayrıca kitapta Balkan
toplulukları açısından Bulgar ve Sırp devletleri ile Arnavut Knezliği ile alakalı
sadece bu milletlerin yaşadığı toprakların XIV. yüzyılda Osmanlıların eline
geçtiği gibi son derece cılız bir bilgiye yer verilmiştir. Hâlbuki bu süreç
yaklaşık yarım asır sürmüş ve Balkanların büyük bir bölümünde hem iktisadi
hem siyasi hem de içtimai birçok değişiklikleri beraberinde getirmiştir.
Bahsini ettiğimiz Türkçe 6. sınıf tarih ders kitabında Osmanlılarla ilgili
en net bilgi “Gelişmiş ve Geç Ortaçağ’da Balkan Yarımadası” bölümünün