Büyük Dinleri Tanımak


Hıristiyanlığın Yayılması



Yüklə 379,11 Kb.
səhifə30/52
tarix01.08.2018
ölçüsü379,11 Kb.
#59924
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   52

11. Hıristiyanlığın Yayılması


Bir dinin yayılmasında iki etken çok önemlidir; eziyetlere katlanmak ve tebliğ etmek. Unutmamak gerekir ki; din, kendi başına bırakıldığında ölmeğe mahkûmdur.

Hıristiyanlar yaklaşık 300 yıl eziyet ve cefalar gördüler ve bu yolda birçok şehit verdiler. Bu dinin temeli ilk 300 yılda atıldı ve bu süreç içerisinde çeşitli kavimlerin dine davet edilmesinden büyük sonuçlar elde edildi. Roma İmparatorluğundaki Hıristiyanların nüfusunun artması IV. asrın ilk yarısında bu dinin resmen tanınmasına neden oldu. Diğer etken olan tebliğ yoluyla da o gün dünyanın geniş bir alanına yayıldı. Bunda fetihlerin de büyük bir etkisi olmuştur. Mesela; Will Durant, İngilizlerin Hıristiyan oluşu hakkında şöyle demiştir:

“Şarlman, Hıristiyanlığı ateş ve kılıç yoluyla Saksonlara götürdü.”[1]

Yahudilik gibi bazı dinlerde tebliğ yoktur ve taraftarların sayısının artmasının da bir önemi yoktur. Ancak İslam ve Hıristiyanlık gibi dinler tebliğ konusuna büyük önem vermektedir. Hıristiyan tebliğ heyetleri eskilerden beridir dünyanın dört bir köşesine giderek dinlerini her yere götürmüşlerdir. Aynı şekilde Hıristiyanlık, son asırlarda Batı medeniyetinin gelişmesi, kültürel savaş ve sömürgeciliğin meydana gelmesi sonucunda dünyanın doğusunda yayılmıştır.



[1] Tarih-i Temeddün, c.4, s.691

12. Teolojik Anlaşmazlıklar


Nihayet Hıristiyanlık Rum İmparatorluğunun her yerinde yaygınlaştı ve düşünürler, Hz. İsa ile Allah arasındaki bağın niteliği konusunda felsefi terimler ve o döneme ait terimleri kullanmışlardır ve bu şekilde Hıristiyanlık ilahiyatı şekillenmiştir.

İlk Hıristiyanlardan bazıları Gnostik düşüncelerden etkilenerek Hz. İsa’nın insan olduğunu inkâr ettiler. “Gnostikler” onu, Allah tarafından insanlığa esrarengiz marifeti getiren bir melek olarak görürler. Aynı şekilde “Doketler” de şöyle diyorlardı:

“İsa’nın beşeri bir bedeni yoktu ve çarmıhta ölmedi. O, görünüşte insan şekline girmişti.”

Hıristiyan kiliseleri ikinci asırda Gnostiklerin ve Doketlerin öğretilerinin yanlış olduğunu ilan ettiler ve İsa Mesih’in hakiki anlamda bir insan olduğu konusunu vurguladılar.


13. Rum’da Hıristiyanlık


Kilise kuruldu ve tamamen yerine oturunca da piskoposlar her yöredeki kiliselere önderlik yapmaya başladılar. Keşişler de onların yardımcılığını üstlendiler. Diyakozlar yaşlıların ve fakirlerin işlerini yüklenmekle birlikte çeşitli birçok hizmetle meşgul oldular. Bu şahısların yanı sıra Hıristiyan toplumu içerisinde kiliselere hizmet için bir kesim daha ortaya çıktı, bunlar ilahi nimetlere haiz olan müjdeleyiciler, çobanlar, öğretmenler ve tanrı ruhunun ilhamıyla konuşan resullerdi. Bazılarının mucize göstermek, hastalara şifa vermek ve çeşitli dillerde konuşmak gibi güçleri vardı.

Rum yönetiminin kilise karşısındaki siyaseti barışçıl idi. Buna rağmen genellikle Rum yöneticileri müminlere eziyet ediyorlardı ve sonuçta Petrus ile Pavlus gibi birçok insan da öldürülmüştü.

Zamanla bazı merkezler özel bir önem ve güç kazandılar: Roma, Kudüs, İskenderiye ve Antakya. Bu dört şehrin dini işleri Patriklerin sorumluluğuna verilmişti. Aynı şekilde bahsettiğimiz bu bölgelerde Piskoposların sınırı diye bilinen bir takım sınırlar oluştu ki, bu bölgeler Piskoposların emri altına girmişti. IV. asırda Konstantin, yeni başkenti olan Konstantinopolis’i yani İstanbul’u kurduğunda bu şehir de önemli merkezler sınıfına girdi ve kilisesinin öncülüğünü bir Patrik üstlendi.

Konstantin döneminde (ö. 337) Hıristiyan toplumu Rum İmparatorluğu tarafından eziyet altında olan bir toplum olmaktan çıkmış, devlet çapında bir kiliseye dönüşmüştü ve yönetim, bunu resmen kabul etmişti. Bu değişim sonucunda kilise hayatında çok büyük değişiklikler meydana geldi ve Bizans ile Rum İmparatorluğundaki Yahudiler dışında insanların çoğu zahiren de olsa Hıristiyan oldular. Doğu ile Batı kiliseleri birbirinden tamamen ayrıldığında iki bölgenin her biri bağımsız olarak ibadet, felsefe, ilahiyat ve geleneklerine ait merasimleri şekillendirdiler. Mısır’da Kıpti kilisesi, Suriye’de Süryani kilisesi, Irak ve İran’da Nasturi kilisesi eski geleneklerine şekil verdiler.

VII. asrın başlarında İslam dini Arap yarım adasında zuhur ettiğinde ve Müslüman yöneticiler Hıristiyanların olduğu Mısır, Şam, Mezopotamya ve Kuzey Afrika bölgelerinin idaresini ele geçirdiklerinde Hıristiyanlar İslam dinine saygı göstermeyi gerekli görmüş, Müslümanları iman ve vatan dostları ve hatta yönetici olarak kabul etmişlerdir.

XI ile XIII. asırlar arasında Avrupa devletleri tarafından haçlı seferleri başlatıldı. Bunun sonucunda meydana gelen düşmanlık sadece Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında kalmamış Batı Avrupa Hıristiyanlarıyla Bizans Hıristiyanları arasında da günümüze dek devam etmiştir. Hıristiyanların yıkımları, işkenceleri ve Kudüs (1099) ile Konstantinopolis’e (1204) yaptıkları saldırılardaki cinayetleri Müslümanlar ve Doğu Hıristiyanları üzerinde oldukça kötü izlenimler bırakmıştır.


14. Takvalılar Örneği Hz. İsa (as)


Hz. İsa temiz ve zahitçe bir yaşamla Hıristiyan müminlere bir örnek olmuştu. İsa Mesih kendisi hakkında: “Gökte uçan kuşların yuvası var, ama İnsanoğlu’nun başını yaslayacak bir yeri yok” dedi (Matta; 8:20, Luka; 9:59). Bunun üzerine en büyük öğrencisi Petrus, ona: “Bak, biz her şeyi bırakıp senin ardından geldik.” dedi (Matta; 19:27, Markos; 10:28, Luka; 18:28). Bu temel üzere Hıristiyanlar onu kendilerine örnek alarak ruhbanlığa ve evlenmemeye yöneldiler.

Hz. İsa bütün takipçilerinin kardeş olmalarını önemle vurgulamıştı. Kimse üstünlük duygularına kapılmamalı ve kimse “Efendi”, “Baba” ve “Önder” unvanına sahip olmamalıdır:

“Kimse sizi “Efendi” diye çağırmasın. Çünkü sizin bir tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye “Baba” demeyin. Çünkü bir tek babanız var, o da göksel babadır. Kimse sizi “Önder” diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz var, o da Mesih’tir. Aranızda en üstün olan, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir.” (Matta; 23:8-12)

Sonunda Hz. İsa insanların arasından gitti ve onun yolunu devam ettirme gibi ağır bir sorumluluk da resullere kaldı. Onun belirlemiş olduğu resuller zahmeti çok olan öylesine bir dönemde yolunu direnip mücadele vererek devam ettirdi ve Allah’ın emirlerini mevki sahiplerinin emirlerine feda etmediler.

Örneğin Petrus’la Yuhanna böyle durumlarda kendi muhaliflerine şöyle karşılık veriyorlardı:

“Tanrı’nın önünde, Tanrı’nın sözünü değil de sizin sözünüzü dinlemek doğru mudur, kendiniz karar verin… İnsanlardan çok, Tanrı’nın sözünü dinlemek gerek.” (Elçilerin işleri; 4:19 ve 5:29)

Hıristiyanların sonraki nesilleri de uzun yıllar boyu bu yol ve yöntemi tehlikelere göğüs gererek ve müşrik olan Rum yöneticilerine karşı direnerek sürdürdüler. (Miladi 313 yılında Rum İmparatorluğunda Hıristiyanlığın serbest olmasından sonra bile) yöneticilere itinasızlık, Hıristiyanlığın ilk Kayserleri döneminde de devam etti. Örneğin; IV. asrın sonlarında Rum İmparatoru Theodosius, Paskalya bayramı töreni için Milan şehrinin kilisesine girmek istediğinde Aziz Ambrose, imparatorun Selanik halkına karşı kötü davranması ve elini kana bulaması gerekçesiyle kiliseye girmesine engel oldu ve tövbe etmediği takdirde tekfir edileceğini ilan etti. İmparator da boyun eğerek tövbe etti ve aziz, tövbesini kabul etti.


Yüklə 379,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə