Aseksüalite ve hiperseksüelite: Temel kavramlar
Cinselliğe atfedilen önem, yıllar boyunca insanların
seks yapma nedenlerinin tartışılmasına, kategorize edilme
ve önceliklendirme çabalarına yol açmıştır. Cinsel haz, ra-
hatlama isteği ve üreme cinselliğin yaşanmasında neden
olarak kabul görmektedir (1). Cinselliğe bakış cinsiyetlere
göre farklılık göstermektedir. Leigh, erkeklerin cinselliğe
daha çok yalnızca cinsel haz, zafer ve rahatlama olarak
anlam yüklediğini, kadınların ise duygusal yakınlığın ifade
biçimi olarak gördüğünü saptamıştır. Ayrıca kadınların cin-
sellikten kaçınma nedenlerinin sekse karşı ilginin olmama-
sı, seksten hoşlanmama ve gebe kalma korkusu olduğu,
erkeklerin kaçınma nedeninin ise HIV bulaşma korkusu
olduğu belirlenmiştir (2). Meston ve Buss seks yapma ne-
denlerini fiziksel haz, aşkın ifadesi, partnerin cinsel isteği,
partnere duyulan saf cinsel istek, merak, kutlama, fırsat,
ilişkinin derinliğini arttırmak ve kontrol edilemeyen du-
rumlar olarak dokuz kategoride incelemiştir (1).
Cinselliğin geniş demografik yapısını araştıran çalışma-
lar; cinsel arzu, cinsel kimlik ve cinsel davranışın faklı anla-
yışlar ile sunumunu sağlamaktadır. Bu bağlamda cinselliğe
atfedilen değerin kişiden kişiye değiştiği görülmektedir.
Bu derlemede cinsel arzu/davranış bozukluklarının iki ayrı
kutbu olan aseksüalite ve hiperseksüelitenin tartışılması
amaçlanmıştır.
Aseksüalite
Aseksüalite; kişinin her iki cinse karşı da hiçbir cinsel
istek ya da cazibe duymamasıdır. Son on yılda bilimsel ve
popüler literatürde giderek daha fazla ele alınması dikkat
çekmektedir (3, 4). En yaygın sosyal varsayımlardan biri
tüm insanların cinsel arzuya sahip olduğudur. Ancak cin-
sellik ve cinsel kimliğin sosyal yapıları tartışılırken, cinsellik
arzusu/davranışı olmayan bireylerin literatürde yeterli ta-
nımlanmadığı görülmektedir (5).
Tarihsel süreçte; kadın ve erkek seksüel davranışlarının
araştırıldığı çalışmalarda, homoseksüel veya heteroseksü-
Öğr. Gör. Meltem Aydın Beşen
1
, Doç. Dr. Ergül Aslan
2
1
Mersin Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu;
2
İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi
el davranışların dışında yeni bir kategori olduğu belirtilmiş
ve 1948’de bu kategori (kategori X) “bireyin hiçbir sosyo-
seksüel temas veya tepkisinin olmaması” olarak tanımlan-
mıştır. Kinsey ve ark.’nın yaptığı çalışmada evli olmayan
erkeklerin %3-4’ünün kategori X’de yer aldığı, evlilerin ise
bu davranışı göstermediği bildirilmiştir (6). Aynı araştırma-
cının 1953’te 20-35 yaş arası kadınlarla yaptığı çalışmada
ise, evli olmayan kadınların %14-19’unun, evli olanların da
%1-3’ünün aseksüel özellik gösterdiği saptanmıştır (6).
Konu 1970’lerde dikkat çekmesine rağmen, araştır-
macılar tarafından derinlemesine ele alınmamıştır. İlk kez
“aseksüalite” terimi, aseksüel kadınların mektuplarından
oluşan bir magazin dergisinin editörü Johnson tarafından
kullanılmıştır ve “otoerotik kadın” ile arasındaki farka dik-
kat çekilmiştir. Aseksüel kadın hiçbir seksüel arzuya sahip
değilken, otoerotik kadın bu hisleri tanımakta, ancak onları
yalnız yaşamayı tercih etmektedir (3, 6, 7).
Akademik literatürde ilk tanımlayanlardan biri olan
Stroms 1979’da, Kinsey ve ark.’nın tanımladığı heterosek-
süalite ve homoseksüalite kavramlarına, biseksüaliteyi ve
aseksüaliteyi eklemiştir. Geliştirdiği modele göre; hetero-
seksüel bireyler çoğunlukla karşı cinse, homoseksüeller
kendi cinsine, biseksüeller her iki cinse cinsel ilgi duy-
makta, aseksüeller ise hiçbir cinse karşı cinsel istek duy-
mamaktadır (3, 6-8). Ayrıca aseksüel birey bu durumdan
rahatsızlık hissetmemektedir (4, 6).
Bir cinsel kimlik olarak bildirilen aseksüalite olguları
(3), günümüz kliniğinde ise cinsel işlev bozuklukları kap-
samında incelenmektedir. DSMV’te, “Kadında cinsel ilgi/
uyarılma bozukluğu (KCİUB)” ve “Erkekte düşük cinsel is-
tek bozukluğu (EDCİB)” olarak ayrı ayrı ele alınmıştır. KCİ-
UB; cinsel ilgi/uyarılmanın yokluğu ya da az olması, ED-
CİB; cinsel içerikli düşüncelerin ya da düşlemlerin ve cinsel
etkinlik için isteğin, sürekli ya da yineleyici olarak az olması
ya da olmaması olarak tanımlanmış ve her birinin tanı öl-
çütleri belirtilmiştir (Tablo1, Tablo 2) (9).
KADIN CİNSEL SAĞLIĞI
Derleme
304
Aseksüalitenin tanımlanması ile birlikte sorulan en
önemli soru “prevalansı nedir?” olmuştur. Kişinin aseksü-
el olması beklenebilir ancak yaşam boyu aseksüalite çok
nadir rastlanmaktadır. Bogaert’in geniş ölçekli çalışma-
sında (n: 18450) aseksüalitenin prevalansı %1,05 olarak
belirtilmiş ve bu bireylerin genel profili sorgulanmıştır.
Aseksüel bireylerin seksüel bireylere göre, daha ileri yaşta,
çoğunlukla kadın, daha düşük eğitim ve sosyo-ekonomik
düzeyde ve kısa süren ilişkilerinin olduğu bildirilmektedir
(3). Ayrıca ilk cinsel deneyim yaşı, partner sayısı ve seksü-
el sıklık açısından değerlendirildiğinde, aseksüel bireyle-
rin ilk deneyim yaşının daha yüksek, partnerlerinin daha
az sayıda olduğu ve cinsel ilişkiye daha seyrek girdikleri
saptanmıştır (3, 10). Poston ve Baumle (11) ise yaptıkları
çalışmada; yaşamları boyunca hiç cinsel ilişkide bulunma-
yanların oranını kadınlarda %6, erkeklerde %5 ve kendi cin-
sel çekimlerinden emin olmayanların oranını ise %1 olarak
bildirmektedir.
Brotto ve ark., (12) seksüel bozukluğa sahip kişilerle
yaptığı çalışmada psikopatolojiyi belirlemeyi amaçlamış-
tır. Erkek katılımcıların %80’i, kadın katılımcıların ise %73’ü
aseksüel olduklarını belirtmiş ve %85’i bu durumdan ra-
hatsızlık duymadığını bildirmiştir. Yaşam boyunca en uzun
süren ilişki süresini; erkekler bir yıldan az, kadınlar 1-5 yıl
arasında olduğunu ifade etmişlerdir. Erkeklerin %7’si, ka-
dınların %43’ü asla mastürbasyon yapmadıklarını ve hiçbir
zaman cinsel fantezi kurmadıklarını (erkekler: %32, kadın-
lar: %64) belirtmiştir. Ayrıca aseksüel bireyler kendi ifade-
lerinde; “aylık hormonal ve menstrüal siklusun düzenli de-
vam ettiğini, zaman zaman tahrik olma hissinin olduğunu,
ancak bunun herhangi birine karşı olmadığını”, “herhangi
bir ilişkide birlikte güzel vakit geçirmenin ve ona dokun-
Tablo 1.
Kadında cinsel ilgi/uyarılma bozukluğu- DSM V (9)
A.
Aşağidakilerden en az üçü ile kendini gösteren, cinsel ilgi/uyarilmanin yokluğu
ya da belirgin olarak az olmasi:
A.1.
Cinsel etkinliğe karşi ilgisizlik ya da çok az ilgi gösterme
A.2.
Cinsel içerikli düşüncelerin ya da düşlemlerin olmaması ya da çok az olması
A.3.
Cinsel etkinliği başlatmama ya da çok az başlatma, eşinin başlatma girişimine
karşılık vermeme
A.4.
Her iki cinsel karşılaşmada ya da neredeyse her cinsel karşılaşmada, cinsel
etkinlik sırasında, cinsel coşku/hoşlanma olmaması ya da çok az olması
A.5.
Içten ya da dıştan gelen hiç bir cinsel imgeye karşı cinsel ilgi/uyarılmanın
olmaması ya da çok az olması
A.6.
Her cinsel karşılaşmada ya da neredeyse her cinsel karşılaşmada, cinsel etkinlik
sırasında, cinsel organlarda ya da cinsel organların dışında bir duyum olmaması
ya da çok az olması
B.
A tanı ölçütündeki belirtiler, en az, yaklaşık altı aydır sürmektedir
C.
A tanı ölçütündeki belirtiler, kişide, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya neden olur
D.
Bu cinsel işlev bozukluğu, cinsel kökenli olmayan bir ruhsal bozuklukla daha
iyi açıklanamaz ya da ağır bir ilişki bozukluğundan ya da gerginlik yaratıcı
önemli başka etkenlerden kaynaklanmamaktadır ve bir maddeye/ilaca ya da
başka bir sağlık durumuna bağlanamaz.
Tablo 2.
Erkekte düşük cinsel istek bozukluğu - DSM V (9)
A.
Cinsel içerikli düşüncelerin ya da düşlemlerin ve cinsel etkinlik için isteğin,
sürekli ya da yineleyici olarak az olması ya da olmaması. Klinisyen, kişinin
yaşı ve yaşamındaki genel ve toplumsal-kültürel durum gibi cinsel işlevselliğini
etkileyebilecek etkenleri göz önünde bulundurarak böyle bir yargıya varır.
B.
A tanı ölçütündeki belirtiler, enaz yaklaşık aydır sürmektedir.
C.
A tanı ölçütündeki belirtiler, kişide, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya neden olur.
D.
Bu cinsel işlev bozukluğu, cinsel kökenli olmayan bir ruhsal bozuklukla daha
iyi açıklanamaz ya da ağır bir ilişki bozukluğundan ya da gerginlik yaratıcı
önemli başka etkenlerden kaynaklanmaktadır ve bir maddeye/ilaca ya da bir
sağlık durumuna bağlanamaz.
KADIN CİNSEL SAĞLIĞI
Derleme
305
manın tadını çıkartmak istediğini, ancak bunun asla cinsel
amaçlı olmadığını” belirtmişlerdir. Prause ve Graham’ın
(13) kalitatif çalışmasında da benzer ifadeler yer almış ve
aseksüel bireyler kendilerinde cinsel arzu veya davranışın
olmadığını ya da çok nadir geliştiğini belirtmişlerdir.
Bogaert (14), birçok çalışma sonucunu dikkate alarak;
aseksüel bireylerin cinsel fantezilerinde ve cinsel uyarıl-
malarında, bilinmeyen kişilerin veya hayali karakterlerin
yer aldığını, her iki durumda da gerçek yaşam kimlikleri-
nin dışında kaldıklarını bildirmektedir. Bu bağlamda; klinik
literatürde parafiliye benzer vakaların olduğunu ve bazı
aseksüel bireylerin parafili kapsamında değerlendirilebi-
leceğini, ancak daha fazla kanıta ihtiyaç olduğunu belirt-
mektedir.
Amerika Birleşik Devleri’nde bir üniversite öğrencisi
olan David Jay, 2001 yılında Aseksüel Görüş ve Eğitim
Ağı’nı (Asexual Visibility and Education Network-AVEN)
kurarak, aseksüellerin uluslararası boyutta birleşmesinde
öncü olmuştur. Önceleri sadece üniversitede popülerliği
olan AVEN, kısa zamanda hızla üye toplamış, yerel top-
lantılar düzenlemiş ve medyayı bu konuda bilgilendirme
görevi üstlenmiştir (4, 10).
Aseksüel topluluk, bu kavramın cinsel işlev bozuk-
lukları kapsamında değerlendirilmesinin yanlış olduğunu
bildirmektedir. Aseksüalitenin, KCİUB/EDCİB ile benzerlik-
lerinin olduğu kabul görmekle birlikte, farklılıkların da ol-
duğuna dikkat çekilmektedir. Cinsel işlev bozukluğu klinik
açıdan belirgin bir sıkıntıya ve kişiler arası zorluğa neden
olmasından dolayı kişi bundan rahatsızken, aseksüel birey
bu durumundan şikayetçi değildir ve bunun bir yönelim
olduğunu düşünmektedir. Aseksüel bireyin hayat boyu
cinsel arzu/davranışı yoktur ya da çok azdır. Ancak buna
karşılık KCİUB/EDCİB’a sahip hastalar yaşamlarının belli
döneminde bu sorunu yaşamakta ve bundan kurtulmak
için çözüm arayışına gitmektedir (15, 16).
Storm ve Bogaert aseksüaliteyi cinsel istek üstünden
tartışırken, diğer araştırmacılar cinsel davranış olarak da
tartışmıştır. Davranışsal tanıma odaklanan araştırmacılara
göre aseksüalite; az ya da hiç cinsel davranışın olmayışı ile
ilgilidir. Paralel olarak AVEN, önceki yapılan tanımları geniş-
letmiş, cinsel çekimin olmamasının yanı sıra, ‘her aseksüel
kişi cazibe ve uyarılma yaşayabilir” demiştir. Aseksüalite-
nin kavram kargaşası devam etmekle birlikte, son yıllarda
cinsel arzunun azalması ya da olmamasına değil, cinsel
davranışa odaklanılmaktadır (7, 12). Ayrıca aseksüalite kli-
nikte cinsel işlev bozukluğu kapsamında ele alınırken, li-
teratürde KCİUB/EDCİB ile aseksüalite arasında kavramsal
köken farklılıklarının olduğu da tartışılmaktadır (15, 16).
Tablo 3.
Hiperseksüel bozukluk tanı ölçütleri - DSM V (17,19)
A.1.
Cinsel fantezi ve dürtüler ve cinsel davranışları planlama ve uygulamaya yönelik
aşırı zaman harcamak
A.2.
Hoşa gitmeyen duygu durumlarına (örn. kaygı, depresyon, sıkıntı, (irritabilite)
tepki olarak tekrarlayan biçimde cinsel fantezi, dürtü ve davranışlara yönelmek.
A.3.
Strese yol açan gelişmelere tepki olarak tekrarlı bir biçimde cinsel fantezi, dürtü
ve davranışlara yönelmek.
A.4.
Bu cinsel fantezi, dürtü ve davranışları kontrol etmek veya kayda değer biçimde
azaltmaya yönelik tekrarlayan başarısız çaba ve girişimler.
A.5.
Kendisinin veya başkalarının fiziksel veya duygusal zarar görme riskini göz ardı
eden biçimde tekrarlayıcı cinsel davranışlara yönelmek.
B.
Sosyal, mesleki veya diğer önemli işlev alanlarında, bu cinsel fantezi, dürtü ve
davranışların sıklık ve yoğunluğuyla ilintili, klinik anlamda kayda değer kişisel
sıkıntı veya bozukluk söz konusudur.
C.
Bu cinsel fantezi, dürtü ve davranışlar herhangi bir maddenin (örn. uyuşturucu
veya ilaç) veya manik nöbetlerin direkt psikolojik etkilerinden kaynaklanmaz.
D.
Kişi en az 18 yaşındadır.
Belirtiniz:
•
Mastürbasyon
•
Pornografi
•
Yetişkinlerle Cinsel ilişki
•
Siber Seks
•
Telefon Seksi
•
Striptiz Kulüpleri
•
Diğer…
KADIN CİNSEL SAĞLIĞI
Derleme
306
Hiperseksüelite
Geçmişte genellikle ağır tıbbi bozukluklar ya da kafa
travması, nörolojik hastalıklar, beyin tümörleri gibi pato-
lojilerin sonucu olarak incelenen aşırı seksüel davranışa
ilişkin ilk yazılı bilgiler, 1700’lü yılların ikinci yarısında Ben-
jamin Rush’a aittir (17, 18). Ancak son 10-20 yılda hızla
gelişen teknoloji, yaygınlaşan internet ve medya uygula-
maları, artan refah düzeyi nedeniyle kişilerin hazza ve do-
yuma odaklı aktivitelere daha çok zaman ayırabilmeleri,
telekomünikasyon ve bilgi çağının getirdiği yeni yaşam
tarzları, ilişki kurma ve cinsel davranış biçimleri, yeni so-
runlar ortaya çıkarmış ya da geçmişte de var olan sorunlar
konusunda farkındalık yaratmıştır (19).
Hiperseksüelite olguları ilk kez DSM-IV’de “başka tür-
lü adlandırılamayan cinsel işlev bozuklukları” kapsamında
ele alınmıştır ve bu bozukluğa özgü tanı ölçütleri tanımlan-
mamıştır (20). DSMV’te ise “hiperseksüel bozukluk” olarak
adlandırılarak cinsel disfonksiyonlara eklenmiş olup, tanı
ölçütleri ve alt belirleyenleri ayrıntılı olarak tanımlanmış-
tır (Tablo 3). Bu ölçütlerden en az 4’ü veya daha fazlasıyla
ilintili, en az 6 aylık bir süre boyunca, tekrar eden ve yo-
ğun cinsel fanteziler, cinsel dürtüler ve cinsel davranışlar
olarak tanımlanmıştır (17-19). Rory ve ark.’nın hiperseksü-
el bozukluğu olan hastalarla yaptığı çalışmada, DSM-V’in
önerdiği tanı ölçütleri ve alt belirleyenlerinin güvenirlik ve
geçerliliği yüksek bulunmuştur (21).
Olası kriterlerin çeşitliliği nedeniyle, hiperseksüel bo-
zukluğun prevalansını saptamak güçleşmektedir. Hiper-
seksüelite kriterlerinin toplanarak yapıldığı çeşitli epide-
miyolojik çalışmalarda, oran tüm popülasyonda %3-6
olarak bildirilmekle birlikte, herhangi bir ulusal veya büyük
veri tabanlı çalışma yoktur (18, 22).
Hiperseksüelite etiyolojisi, psikolojik ve fizyolojik fak-
törleri içeren karmaşık bir mekanizmadır. Frontal lob işlev
bozukluğu cinsel davranış bozukluklarına dolayısıyla hi-
perseksüeliteye neden olabilir. Temporal lob patolojileri
de hiperseksüelite, fetişizm, parafili, pedofili gibi davra-
nış bozuklukları ile ilişkili bulunmaktadır. Kafa travmaları,
beyin operasyonları, frontal ve temporal lob lezyonları,
frontal lobotomi, demans, inme, Klüver Bucy sendromu,
Huntington’s hastalığı, Tourette’s hastalığı, Parkinson has-
talığının tedavisinde kullanılan dopaminerjik ajanlar gibi
birçok fizyolojik nedenler de etiyolojide rol oynar (18, 22-
24). Nörotransmitter çalışmalar ise serotonin, dopamin,
norepinefrin gibi monoaminlerin seksüel davranışları etki-
leyebileceğini belirtmektedir. Ayrıca hiperseksüel hastala-
rın öyküsünde amfetamin ve kokain gibi madde kullanı-
mı söz konusudur (18, 22). Hiperseksüel bozukluğu olan
hastaların kişilik özelliklerinin araştırıldığı çalışmada her iki
cinste de dürtüsellik, stresle baş etmede güçlükler, duygu-
sal düzensizlikler ve özdisiplin eksikliği ilk sırada yer almış-
tır. Kadın hastalar erkeklere göre daha fazla özgüven ek-
sikliği, başkalarına güven duymama, başkaldırı, başarı için
çabalamama ve heyecan arama özelliği taşımaktadır (24).
Çocuk ve adelösanlarda görülen hiperseksüelite bipo-
lar bozukluğun, cinsel travmanın ya da posttravmatik stres
bozukluğunun bir sonucu olarak görülebilmektedir. Ayrı-
ca çocukların ebeveyn ya da diğer yetişkinlerden gördü-
ğü veya duyduğu cinsel davranışları taklit ettiği, ailedeki
stresten, şiddetten veya aşırı cinsel uyarıcılardan (örn. bir-
likte banyo yapmak, çıplak dolaşmak vb.) dolayı çocukta
cinsel davranış bozukluğu gelişebileceği bildirilmektedir
(26). Bazı teorisyenlere göre hiperseksüelite, yeme bo-
zuklukları gibi hastalıklara yol açan duygudurum bozuk-
luklarının bir sonucudur. Bazılarına göre ise dürtü kontrol
bozukluğu olarak kavramsallaştırmak en iyisidir (18).
Hiperseksüelitenin kompleks bir hastalık olduğu açıktır.
Altta yatan bir hastalığa bağlı durumlarda, etyolojinin belir-
lenmesi ve buna yönelik tedavi uygun yaklaşımdır. Ayrıca
sağaltımda nüks önleme tedavisi, psikodinamik psikoterapi
ve psikofarmakolojik tedavi dahil olmak üzere bir çok te-
davi yaklaşımları yer almalıdır (18). Farmakolojik ajanların
kullanımında birincil amaç dürtüselliğin azaltılmasıdır. An-
tiandrojenler, östrojen, gonadotropin releasing hormon
(GnRH) analogları ve serotonerjik vb. birçok farmakolojik
ajan hiperseksüelite tedavisi için incelenmiştir. Erkek hasta-
ların tedavisinde kullanılan antiandrojenler, testosteron se-
viyesini azaltarak cinsel işlevselliği bozmakta ve hipersek-
süel davranışları ortadan kaldırmaktadır (18, 23, 27). Ayrıca
östrojenler, hiperseksüel davranışların tedavisinde sık kul-
lanılmamakla birlikte çözüm olabilmektedir. Kadınlarda
ise GnRH analogları, folikül stimüle edici hormon (FSH) ve
luteinizing hormon (LH)’u uyararak östrojeni yükseltmekte
ve testosteronu düşürmektedir. Ayrıca gonadotropin salgı-
latıcı hormon-GRH (löprolid asetat)’un hiperseksüel davra-
nış ve parafili tedavisinde etkin olduğu bildirilmektedir (18,
23). Farmakolojik olmayan tedavide ise özellikle bilişsel-
davranışsal terapi, kabul ve kararlılık terapisi, 12-adım prog-
ramı, çift terapisi ve nörofeedback etkin olmaktadır (28).
KADIN CİNSEL SAĞLIĞI
Derleme
307
Hiperseksüel bozukluk, korunmasız cinsel ilişki, güven-
li olmayan cinsel davranışlar, paralı seks gibi birçok riskli
davranışı beraberinde getirebilmektedir. Hiperseksüel bi-
reylerin çoğunluğunda, sigara kullanımı, aşırı alkol tüketimi,
kumar, madde ve ilaç bağımlılığı gibi diğer riskli davranışlar
da bulunduğunu bildirilmektedir (17, 18). Ayrıca hastaların,
HIV başta olmak üzere cinsel yolla bulaşan hastalıklar yö-
nünden de yüksek risk taşıdığı bilinmektedir (18).
Sonuç olarak, cinsel arzu/davranış aşırılığı olan hiper-
seksüelite ve hiç cinsel arzu/davranışın olmadığı asek-
süalite konusunda cinsel sağlığın yükseltilmesi, yeni
önerilerin getirilebilmesi ve daha geniş bir perspektifle
incelenebilmesi için daha fazla literatür bilgisine ihtiyaç
olduğu düşünülmekte ve özellikle prevalans, etyoloji, sos-
yal ilişkiler ve yaşam kalitesi yönünde araştırma yapılması
önerilmektedir.
1. Meston CM, Buss DM. Why humans have sex. Arch Sex Behav 2007; 36:
477–507.
2. Leigh BC. Reasons for having and avoiding sex: gender, sexual orienta-
tion, and relationship to sexual behavior. The Journal of Sex Research
1989; 26(2): 199-209.
3. Bogaert AF. Asexuality: Prevalence and associated factors in a national
probability sample. The Journal of Sex Research 2004; 41(3):279-287.
4. Yule MA, Brotto LA, Gorzalka BB. Biological markers of asexuality: hand-
edness, birth order, and finger length ratios in self-identified asexual
men and women. Arch Sex Behav 2013; 42(8): 1615-25.
5. Scherrer KS. Coming to an asexual identity: negotiating identity, negoti-
ating desire. Sexualities 2008; 11(5): 621–641.
6. Houdenhove EV, Gijs L, T’Sjoen G, Enzlin P. Asexuality: few facts, many
questions. Journal of Sex & Marital Therapy 2014; 1: 1-18.
7. Chasin CJD. Theoretical issues in the study of asexuality. Arch Sex Behav
2011; 40: 713–723.
8. Storms MD. Theories of sexual orientation. Journal of Personality and
Psychology 1980; 38(5):783-792.
9. Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması
Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı. Beşinci Baskı, (DSM-
V-TR). Köroğlu E (Çeviren), Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2013: 208-211.
10. Carrigan M. There’s more to life than sex? Difference and commonality
within the asexual community. Sexualities 2011; 14(4): 462–478.
11. Poston DL, Baumle AK. Patterns of asexuality in the United States. De-
mographic Research 2010; 23(18): 509-530.
12. Brotto LA, Knudson G, Inskip J, Rhodes K, Erskine Y. Asexuality: a mixed-
methods approach. Arch Sex Behav 2010; 39: 599–618.
13. Prause N, Graham CA. Asexuality: classification and characterization.
Arch Sex Behav 2007; 36: 341–356.
14. Bogaert AF. Asexuality and autochorissexualism (identity-less sexual-
ity). Arch Sex Behav 2012; 41:1513–1514.
15. Hinderliter A. How is asexuality different from hypoactive sexual desire
disorder?. Psychology & Sexuality 2013; 4(2): 167-178.
16. Brotto LA. The DSM diagnostic criteria for hypoactive sexual desire dis-
order in women. Arch Sex Behav 2010;39(2):221-39
17. Kafka MP. Hypersexual disorder: a proposed diagnosis for DSM-V. Arch
Sex Behav 2010; 39:377–400.
18. Kaplan MS, Krueger RB. Diagnosis, assessment, and treatment of hyper-
sexuality. Journal of Sex Research 2010; 47(2–3): 181–198.
19. İncesu C. DSM-5 ve cinsel işlev bozuklukları. Nöropsikiyatri Arşivi 2011;
48 Özel Sayı 1: 1-6.
20. Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması
Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı. Dördüncü Baskı,
(DSM-IV-TR). Köroğlu E (Çeviren), Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2007:
203-208.
21. Reid R, Carpenter BN, Hook JN, Garos S, Manning JC, Gilliland R. at all.
Report of findings in a DSM-5 field trial for hypersexual disorder.jJ Sex
Med 2012; 9: 2868–2877.
22. Fong TW. Understanding and managing compulsive sexual behaviors.
Psychiatry 2006; 1: 51-58.
23. Chughtai B, Sciullo D, Khan S, Rehman H, Mohan E, Rehman J. Etiology,
diagnosis & management of hypersexuality: a review. The Internet Jour-
nal of Urology 2010; 6(2): 25-30.
24. Atagün İ, Mutlu A, Özer F, Atmaca B, Çetin S. Parkinson hastalığında
dopaminerjik tedavi ile seksüel davranış ilişkisi. Parkinson Hastalığı ve
Hareket Bozuklukları Dergisi 2010; 13(2): 29-35.
25. Reid RC, Dhuffar Mk, Parhami I, Fong TW. Exploring facets of personality
in a patient sample of hypersexual women compared with hypersexual
men. Journal of Psychiatric Practice 2012; 18: 262–268.
26. Adelson S. Psychodynamics of hypersexuality in children and adoles-
cents with bipolar disorder. Journal of The American Academy of Psy-
choanalysis and Dynamic Psychiatry 2010; 38(1): 27-46.
27. Cordoba OA, Chapel JL. Medroxyprogesterone acetate antiandrogen
treatment of hypersexuality in a pedophiliac sex offender. Am J Psychia-
try 1983; 140: 1036-1039.
28. Reid RC, Davtian M, Lenartowicz A, Torrevillas RM, Fong TW. Perspectives
on the assessment and treatment of adult ADHD in hypersexual men.
Neuropsychiatry 2013; 3(3): 295–308.
Kaynaklar
KADIN CİNSEL SAĞLIĞI
Derleme
308
Dostları ilə paylaş: |