Abdurrahman KASAPOĞLU
Hikmet Yurdu Yıl:1, S.1, (Ocak-2008) ss.87-107
99
yani düzeltme, doğrultma, gözden geçirme etkinliği de “hırs” kelimesiyle anlatı-
lır.
38
“Hars” kelimesi bilgiye değil, tahmine dayanmayı anlatmaktadır. Dola-
yısıyla fatalist inkârcılar iddialarının doğruluğundan emin değillerdir. Ortaya bir
fikir atmışlardır, doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Böylesi ihtimallerle ilâhî
hakikatleri geçersiz kılmayı amaçlamaktadırlar. Arapça’da “hırs” kelimesi tehzîb
anlamındadır. Bu anlamdan hareketle inkârcıların kader gerçeği üzerinde kendi-
lerince bir düzenleme yaptıkları, değişikliğe gittikleri anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın kader anlayışında Allah’ın iradesiyle insanın iradesi arasında
bir denge söz konusudur. İnkârcılar tek yönlü olarak Allah’ın iradesine vurgu
yapmışlar, insanın irade ve sorumluluğunu görmezlikten gelmişlerdir. Bir an-
lamda, kader konusundaki gerçeğin tek boyutunu ele almışlardır. Konuya bü-
tüncül değil bir yanıyla yaklaşmışlardır. Aynı şekilde Arapça’da “hars” kelimesi,
denizdeki körfezi, nehrin kıyısını, hurma dalının yapraksız olanını, bir altın dizi-
sinin tek halkasını anlatır.
“Haras” kelimesinin, açlık ve soğuğu birlikle anlattığını yani çaresizliği-
nin son haddine vardığı bir durumu belirttiğini görüyoruz. İnkârcılar da çaresiz-
lik içinde fatalizme sığınmışlardır. Fakat fatalizm onlar için bir güvence değil,
yine çaresizlik doğurmuştur.
İnkârcılar, fatalizmin arkasına sığınarak kendi düşünce ve inançlarını ko-
ruma altına almak istemişlerdir. “Hars” kelimesiyle de bu anlam, hurmanın mu-
hafazasında, zırhla bedenin korunmasında kendini göstermektedir. Fakat inkâr-
cılar,
fatalizm
yoluyla
düşüncelerini
ve
inançlarını
tam
olarak
koruyabildikleriden emin değillerdir. Tıpkı nehirde oluşturulan havuz gibi, ki,
bu havuza bir taraftan su girmektedir, ancak diğer taraftan çıkıp gitmektedir.
“Hars” kelimesinin içeriğinde, yaş/taze bir meyvenin (hurma-üzüm) ku-
rutulması anlamı vardır. Bu anlamıyla hars bir dönüşüm ve değişikliği ifade
eder. İnkârcılar da kader konusundaki gerçeği kendi istekleri doğrultusunda
değiştirmek istemişlerdir.
38
Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997,
VII/21-24.
Kur’an Açısından Fatalism
Hikmet Yurdu Yıl:1, S.1, (Ocak-2008) ss.87-107
100
Yüce Allah, inkârcıların kaderi bahane etmelerinin, kendileri için bir kanıt
teşkil etmeyeceğini açıklamıştır. Onlardan, bahanelerin ardına sığınmamalarını,
gerçek bilgi ve ilâhî kanıtlara göre düşünüp inanmalarını istemiştir. İnkârcılar
hakkında sadece bir durum tespiti yapmamış, ayrıca onlara doğruyu görmelerini
tavsiye etmiştir:
“De ki: “Üstün delil, Allah’ındır. Allah dileseydi, elbette hepinizi doğru
yola iletirdi.”
39
Yüce Allah inkârcılara şöyle hitap etmektedir: Sizin iddianız bir delile da-
yanmadığı için gerçek dışıdır. Açık delil, kesin ve sağlam kanıt, Kur’an ve onu
insanlara getiren Hz. Peygamberdir. Bunları bir yana bırakıp kendi boş kuruntu-
larınıza güveniyorsunuz. Siz, Allah’ın insanla ilgili dilemesinin ne manaya gel-
diğini anlamıyorsunuz. İşin aslı şudur: İnsan kendisi için hangi şeyi seçerse, Al-
lah bu yolu kendisine açar. İnsan neyi isterse Allah onu yaratır. Allah, ceb-
ren/zorla hiç kimsenin mü’min olmasını dilememiştir, herkesi kendi seçimiyle
baş başa bırakmıştır. Kim kendi irade ve seçimiyle iman ederse Allah bunu ona
nasip eder. İradesini kötüye kullanan kimseyi de Allah, layık olduğu şekilde ilâhî
gerçeklerden saptırır. Eylem gücünü yaratan Allah’tır, ama insan isteyerek yap-
tığı davranışlarından sorumludur.
40
Allah insana, uyması için emirler ve yasaklar koyar, bunun yanında ona
eylemlerini gerçekleştirebilmesi, seçimini yapabilmesi için irade verir. İnkârcılar
tecrübe yoluyla insanın istediği her eylemi yapabileceğini açıkça bilmektedirler.
Dolayısıyla, onların kaza ve kaderi, Allah’a ortak koşuyor olmalarına gerekçe
olarak göstermeleri boş bir iddiadır.
Allah, açık kanıtlar sayesinde, tevhît inancına hazırlıklı, yatkın, ilâhî ger-
çeği seven, onu arzulayan kimselere imanı nasip eder. Açık kanıtlara ilgi duy-
mayan, kendini yeterli görüp büyüklenen, geçmişten gelen inançlara ısrarcı bir
taklitle bağlanan kimselerin ise imandan payları olmaz.
41
İnkârcılar ilâhî kanıtların gücü karşısında söyleyecek bir şey bulamadık-
ları için, Allah’ın iradesinden hareketle kendi lehlerine bir delil edinmek istemiş-
39
En’âm, 6/149.
40
el-Mevdûdî, I/500; Bilmen, II/974-975.
41
el-Merâğî, III/229.
Abdurrahman KASAPOĞLU
Hikmet Yurdu Yıl:1, S.1, (Ocak-2008) ss.87-107
101
lerdir. Oysa bu kendi aleyhlerine olacak bir delildir. “Allah dileseydi biz O’na
ortak koşmazdık” demek, Allah’ın iradesine karşı gelebilecek hiçbir iradenin
bulunmadığını itiraf etmektir. Bu ise Allah’ın ortağı olmadığını, O’ndan başka
kulluğa layık bir yaratıcı bulunmadığını kabul etmektir. Allah’a ortak koşmanın
haklı bir gerekçesi olduğunu gösterebilmek için, “Allah dileseydi biz O’na ortak
koşmazdık” demek bir çelişkidir. Aslında müşrikler kendi iddialarını çürütüp,
tevhît inancını ispat etmektedirler. Fakat onlar bu yapmış olduklarıyla, Allah’a
ortak koşmayı haklı gösterdiklerini ve tevhît inancını çürüttüklerini düşünerek
Hz. Peygambere karşı çıkmışlardır.
42
İnkârcıların, Allah’ın iradesini söz konusu etmelerinin amacı, peygambe-
rin elçiliğine karşı çıkmak, birtakım delillerle “elçilik” müessesesinin gerçek dışı-
lığını ispat etmektir. Fakat onlar bunu yaparlarken, Allah’ın iradesi konusunda
kesin bir inanca sahip değillerdir:
43
“Allah’a ortak koşanlar, “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan
başka bir şeye tapmazdık!” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Elçile-
re düşen, yalnızca tebliğ etmek değil midir?”
44
Mekkeli müşriklerin Hz. Peygambere yapmış oldukları itiraz insanlık ta-
rihinde ilk kez ortaya çıkmış değildir. Daha önce gelmiş geçmiş inkârcılar da
benzer iddialarda bulunmuşlardır. Tıpkı öncekilerin yaptığı gibi, Mekkeli müş-
rikler de, sapkın inanç ve davranışlarını, “Allah’ın dilediği budur” diyerek haklı
göstermeye çalışmışlardır. Oysa onlar, sadece kendilerini aldatıyorlar ve pey-
gamberin çağrısından kaçmak için yalan yere bahane uyduruyorlardı.
45
Müşrikler, mü’minlere, şöyle demişlerdir: “Siz Allah’ın varlığına inanı-
yorsunuz. İnsanın her yaptığı O’nun dilemesiyle gerçekleştiğine göre, bizim yap-
tıklarımız mazur görülmelidir.” Müşrikler bu iddiayı, kesin bir inanışla ortaya
koymamışlar, tehekküm ve istihza yoluyla söylemişlerdir. Allah’ın mesajlarına
karşı alaycı bir tavır takınan inkârcılar, insana verilen serbest iradeyi tartışma
konusu yapmışlardır. Onların bu tartışması, salt bir cedel yani olumsuz tartış-
42
Yazır, III/2086; Ateş, III/250.
43
Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, XIV/131.
44
Nahl, 16/35
45
İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, Çev. Mustafa Altınkalya ve Diğerleri, Ekin Yayınları, İstanbul, 1998, IV/15;
el-Mevdûdî, III/25; Bilmen, IV/1776.
Dostları ilə paylaş: |