Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə6/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43

Okula gidip gelirken gözleri sarı paltolu adamları ya da onlarla ilgili işaretleri arıyordu. Okuldan sonra kütüphaneye gidince de aynı şeyi yapıyordu. Okulla kütüphane aksi yönlerde olduklarından Bobby, Harwich'in büyük bir bölümünü taramakta olduğunu düşünüyordu.

Tabii ki gerçekte sarı paltolu adam görmeyi beklemiyordu. Yemekten sonra akşamın loş ışığında Ted'e verandada ya da adamın mutfağında gazete okuyordu. Ted, Liz Garfield'in öğüdünü dinleyerek bir vantilatör aldığından annesi Bobby'nin 'Bay Brattigan'a verandada gazete okuyup okumamasıyla artık ilgilenmiyordu. Bobby'ye göre, bunun bir nedeni de kendi yetişkinlik sorunlarının onu giderek daha fazla meşgul etmesiydi. Belki de Ted'e biraz daha fazla güvenmeye başlıyordu. Hoş, güven hoşlanmayla aynı şey değildi. Ama bu durumda güvene de kolay ulaşılmamıştı.

Bir gece divanın üstünde oturmuş Wyatt Earp'ı seyrederlerken annesi hafif bir öfkeyle Bobby'ye dönerek, "Hiç sana dokunuyor mu?" diye sordu.

Bobby, annesinin neyi sorduğunu bilmekle beraber, niçin bu kadar heyecanlandığını anlayamamıştı. "Tabii," dedi. "Bazen sırtıma bir şaplak vuruyor. Bir keresinde de gerçekten uzun bir kelimeyi arka arkaya üç kez heceleyemeyince beni biraz haşladı, ama beni herhangi bir şekilde tartaklamıyor. Sanırım, bunu yapamayacak kadar güçsüz. Niçin sordun?"

Kadın, "Boş ver," dedi. "Anlaşılan, zararsız biri. Yalnız, aklının bir karış havada olduğundan kuşku yok. Ama yine de..." Liz arkasını getirmedi. Kool sigarasının dumanının oturma odasının tavanına doğru yükselişini seyrediyordu. Dumanın soluk bir gri kurdele görünümünde yükselip sonra kaybolması Bobby'ye Bay Simak'ın Güneşin Etrafındaki Çember'indeki tiplerin helezonları izleyerek başka dünyalara gidişini düşündürdü.

Annesi sonunda tekrar ona doğru dönüp, "Eğer sana hoşlanmayacağın bir şekilde dokunursa mutlaka bana söyle. Hemen. Beni duydun mu?" dedi.

"Tabii, anne." Bakışındaki bir şey ona, Liz'e bir kadının bir bebeği olacağını nasıl anladığını sorduğu günü hatırlatmıştı. Annesi, "Bir kadın her ay kanar," demişti. "Eğer kan gelmezse, bundan, kanın bebeğin yapımına harcandığını anlar." Bobby bir bebek oluşmadığı zaman bu kanın nereden çıktığını sormak istemişti. (Annesinin bir keresinde burnunun kanadığını hatırlıyordu, ama annesinde başkaca bir kanamaya tanık olmamıştı.) Ancak, Liz'in yüzündeki anlam onu konunun üzerine gitmekten vazgeçirmişti. Şimdi de annesinin yüzünde aynı anlam vardı.

Aslında başka dokunuşlar olmuştu: Ted bazen iri ellerinden birini Bobby'nin asker tıraşlı kafasının üstünde gezdiriyor, o sert perçemleri adeta okşuyordu. Bazen de Bobby bir kelimeyi yanlış okuduğu zaman çocuğun burnunu iki parmağının arasında hapsederek, "Bir daha oku!" diyordu. İkisi aynı anda konuştuklarında da küçük parmaklarından birini Bobby'nin küçük parmaklarından birine geçirip, 'iyi şanslar, iyi niyetler, asla kötü olmasın,' derdi. Çok geçmeden küçük parmakları birbirine takılı olduğu halde Bobby de aynı şeyi söylüyor, birbirleriyle, "Bezelye tabağını versene" ya da, "Nasılsın?" der gibi normal bir sesle konuşuyorlardı.

Yalnız bir keresinde Ted ona dokunduğu zaman Bobby rahatsız olmuştu. Bobby, adamın dinlemek istediği son yazıyı bitirmişti; köşe yazarlarından biri, Küba'da, Amerika'nın serbest girişiminin onaramayacağı hiçbir terslik olmadığını savunuyordu. Akşamın alacakaranlığı ortalığa hâkim olmuştu. Colony Sokağı'nda Bayan O'Hara'nın köpeği havlıyor, ses o an oluşandan çok, hatırlanan bir şey etkisi yapıyordu.

Bobby sonunda gazeteyi katlayıp yerinden kalktı. "Evet, efendim,; galiba bina blokunun etrafında bir tur atıp göreceğimi görsem iyi olacak." Bunu her ne kadar açık açık söylemekten yana değilse de sarı paltolu alçak adamları hâlâ aradığını Ted'in bilmesini istiyordu.

Ted de yerinden kalkıp ona yaklaştı. Yaşlı adamın yüzündeki korkuyu görmek Bobby'yi üzdü. Onun alçak adamlara inanmasını ve iyice kaçırmasını istemiyordu. "Ortalık kararmadan dönmüş ol, Bobby. Başına bir iş gelmesini istemem."

"Dikkatli olurum. Ortalık kararmadan da dönerim."

Ted bir dizinin üstüne çökerek (Bobby onun çömelemeyecek kadar yaşlı olduğunu tahmin etti.) çocuğun omuzlarını yakaladı. Bobby'yi alınları hemen hemen birbirine değecek kadar kendine yaklaştırdı. Çocuk, Ted'in nefesindeki sigara, tenindeki melhem kokusunu duydu. Yaşlı adam, sancıyan eklemlerini Musterole'la ovuyordu. Bugünlerde eklemlerinin sıcak havalarda bile sancımasından yakınıyordu.

Ted'e bu kadar yakın olmak ürkütücü değil, ama yine de bir bakıma korkunçtu. Onun şimdilik çok ihtiyar değilse de yakında olacağını görebiliyordunuz. Herhalde hastalanacaktı da. Gözlerinin rengi solmuştu. Ağzının köşeleri biraz titriyordu. Burada, üçüncü katta yalnız başına olması çok kötüydü. Bir karısı ya da herhangi bir yakını olsaydı belki de alçak adamlara kafayı takmazdı. Ama bir karısı olsaydı, Bobby belki de Sineklerin Tanrısı'nı hiçbir zaman okumazdı. Bencilce bir düşünce olsa da başka türlüsü çocuğun elinden gelmiyordu.

"Onlardan hiçbir iz yok, öyle değil mi, Bobby?"

Bobby hayır gibilerden başını salladı.

"Yani sen hiçbir şey hissetmiyorsun? Tam şuranda?" Ted sağ elini Bobby'nin sol omuzundan uzaklaştırarak mavi iki toplardamarın hafifçe attığı kendi şakağına hafifçe vurdu. Bobby başını salladı. "Ya da şuranda?" Ted sağ gözünün köşesini aşağı çekti. Bobby yine başını salladı. "Şuranda?" Ted midesine dokundu. Bobby üçüncü kez başını salladı.

Ted, "Pekâlâ," diyerek gülümsedi. Sol elini Bobby'nin ensesine kadar kaydırdı. Sağ eli de solla buluştu. Ciddi bir ifadeyle Bobby'nin gözlerinin içine baktı, Bobby de onun gözlerinin içine baktı. Ted, "Hissedersen bana söylersin, değil mi?" diye sordu. "Yani... üzülmemden çekinip?..."

"Hayır," dedi Bobby. Ted'in ellerini ensesinde hissetmekten hem hoşlanıyor, hem de hoşlanmıyordu. Filmlerde de bir delikanlı bir kızı öpmeden önce ellerini oraya koyardı. Çocuk, "Hayır, söylerdim," dedi. "Bu benim görevim."

Ted başıyla doğruladı. Ellerini yavaşça çözerek iki yanına düşürdü. Masadan destek alırken dizlerinden biri çatırdayınca yüzünü buruşturarak ayağa kalktı. "Evet, söylerdin," dedi. "Sen iyi bir çocuksun. Haydi, git dolaş. Ama kaldırımdan ayrılma, Bobby, ortalık kararmadan da dönmüş ol. Bugünlerde dikkatli olmak gerekir."

"Dikkatli olurum." Bobby merdivenleri inmeye başladı.

"Eğer onları görürsen..."

"Kaçarım."

"Evet." Ted'in yüzü solan ışıkta korkunçtu. "Azrail peşindeymiş gibi kaçmalısın."

Sonuçta bir dokunuş olmuş ve annesinin korkusu bir anlamda doğru çıkmıştı. Belki yanlış sayılacak türden fazladan birkaç dokunuş bile ol muştu. Yanlış belki annesinin düşündüğü tarzda olmamıştı, ama yine de yanlıştı. Ve de tehlikeli.

Okulların yaz tatiline girmesinden önceki çarşamba günü BOQ5V Colony Sokağı'nda birinin TV anteninden kırmızı bir paçavranın sarktığını gördü. Uzaktan pek emin olamıyordu, ama bir uçurtmanın kuyruğuna şaşılacak kadar benziyordu. Bobby aniden durdu. Kalbinin atışları bir anda hızlanmıştı ve okuldan dönüşte Sully-John'la yarıştığı zamanlardaki gibi var gücüyle koşuyordu.

Çocuk, uçurtma kuyruğu olsa bile bir rastlantıdır. Sadece pis bir rastlantı. Bunu biliyorsun, değil mi? diye düşündü.

Belki. Belki biliyordu. Okul cuma günü tatile girince, buna hemen hemen inanmıştı. Bobby o gün yalnız başına yürüyerek eve döndü. Sully-John kalıp kitapların depoya taşınmasına yardım etmeye gönüllü olmuştu. Carol ise Tina Lebel'in doğum günü için Tina'nın evine gidiyordu. Bobby Asher Caddesi'ni aşıp Broad Sokağı yokuşunu inmeye başlayacağı sırada kaldırımın üstünde mor renkli tebeşirle çizilmiş sek sek şekilleri gördü. Şöyle gözüküyordu:


7 8

6

5



3 4

2

1


Bobby, "Olamaz!" diye fısıldadı. "Bu mutlaka şakadır."

Bir Western filmindeki süvari gözcüsü gibi tek dizinin üstüne çöktü.

Yerine dönen çocuklara dikkat bile etmiyordu. Kimi yürüyor, kimi bisikleti açıyordu. Bir ikisi ayaklarına tekerlekli patenler geçirmişlerdi. Paslı kırmızı trotinetinin üstündeki dişlek Francis Utterson, geçerken klakson tüttürerek sanki gökyüzüyle alay ediyordu. Çocuklar Bobby'yi umursamıyorlardı. Büyük yaz tatili başlamış ve karşılarında beliren imkânlar hepsini sarhoş etmişti.

"Oh, hayır hayır, inanmıyorum, mutlaka şakadır!" Bobby, yıldıza ve yarımaya uzandı. Bunlar mor değil, sarı tebeşirle çizilmişlerdi. Çocuk onlara dokunur dokunmaz elini geri çekti. TV antenine takılmış kırmızı bir kurdelenin mutlaka bir anlamı olması gerekmezdi ki. Yine de bunlar eklenince durum rastlantı olabilir miydi? Bobby bunu bilemiyordu. Ayrıca o sadece on bir yaşındaydı ve bilmediği şeylerin sonu yoktu. Tabii ki korkuyordu...

Ayağa kalkıp etrafına bakındı. Fazla parlak, uzun bir otomobil dizisinin Asher Caddesi'nden akıp gelmesini görmeyi bekler gibiydi. Bu arabalar tıpkı bir cenaze arabasını mezarlığa doğru izlerlerken yapıldığı gibi gün ortasında farlarını yakarak ağır ağır ilerliyorlardı. Asher Empire'ın tentesinin altında veya Sukey'nin Meyhanesi'nin önünde sarı paltolu adamların durup Camel sigaraları içtiklerini ve kendisini gözetlediklerini görse hiç şaşırmayacaktı.

Araba da adamlar da yoktu. Sadece okuldan dönen çocuklar vardı. Yeşil üniforma pantolonları veya eteklikleriyle dikkati çeken St. Gabe'in çocukları da aralarında göze çarpıyordu.

Bobby hızla dönerek Asher Caddesi'ndeki üç bina bloku boyunca gerisin geriye yürüdü. Kaldırımda tebeşirle resmedilmiş figürler onu yeterince kaygılandırdığından St. Gabe'in kötü huylu çocuklarıyla ilgilenmiyordu bile. Caddenin telefon direklerinde birkaç poster dışında bir şey yoktu. Bunlardan bazıları St. Gabriel Kilise Cemaati Salonu'ndaki Bingo Gecesi'ni bildiriyor, Asher'le Tacoma'nın köşesindeki bir tanesi de Hartford'da Clyde McPhatter'le İnleyen Gitarlı Adam Dwayne Eddy'nin rock-and-roll şovunun reklamını yapıyordu.

Neredeyse okulla aynı mesafedeki Asher Caddesi News'a vardığında Bobby aşırı tepki gösterdiğini düşünmeye başlıyordu. Yine de İçeri girip ilan tahtalarına baktı, sonra da Broad Sokağı'nı boydan boya inerek Spicer'in marketine girdi, bir sakız daha satın aldıktan sonra onların ilan tahtasına da göz gezdirdi. İkisinde de şüphe uyandıracak bir şey yoktu.

Bobby çıkıp köşebaşında durdu. Bir yandan sakızını çiğnerken bir yandan da bundan sonra ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu.

Yetişkinlik düzensiz aşamalar ve atlayışlarla gelen bir şeydir Bobby Garfield hayatının ilk yetişkinlik kararını altıncı sınıfa geçtiği gün verdi ve gördüklerini Ted'e söylemesinin -en azından şimdilik- yanlış olacağı sonucuna vardı.

Alçak adamların var olmadığı varsayımı biraz sarsılmışsa da Bobby pes etmeye hazır değildi. Şimdiye kadar elde ettiği kanıtlar yeterli değil-di. Bobby gördüklerini ona söylese Ted belki allak bullak olur, eşyasını bavullarına (ve küçük buzdolabının arkasına katlayıp koyduğu saplı poşetlerinin içine) tıkar ve yine çekip giderdi. Peşinde gerçekten de kötü adamlar varsa kaçması mantıklı olurdu, ama eğer yoksa çocuk, boş yere biricik yetişkin arkadaşını kaybetmek istemiyordu. O yüzden bundan sonra olacakları, eğer olacaksalar, görmek için beklemeye karar verdi.

Bobby Garfield o gece yetişkinliğin bir başka yüzünü yaşadı: Big Ben çalarlı saatinin sabahın ikisi olduğunu haber vermesinden çok sonralara kadar uyanık yatarak tavanı seyretti ve doğru olanı yapıp yapmadığını merak edip durdu.


IV. TED DALGINLAŞIYOR. BOBBY PLAJA GİDİYOR. MCQUOWN. DENİZ SALYANGOZU.
Okulların tatile girmesinin ertesi günü Carol Gerber'in annesi çocukları Ford steyşınına doldurup onları Savin Rock'a götürdü. Burası Harwich'in yirmi mil kadar uzağında deniz kıyısındaki bir eğlence parkıydı. Anita Gerber üst üste üç yıldır bunu yaptığından gezi Bobby, S-J, Carol, Carol'un küçük erkek kardeşi ve Carol'un kız arkadaşları; Yvonne Angie ve Tina için bir gelenek haline gelmişti. Sully-John ile Bobby asla yalnız başlarına üç kızla bir yere gitmezlerdi, ama beraber olduklarına göre sorun yoktu. Ayrıca, Savin Rock'un büyüsü karşı kokmayacak kadar güçlüydü. Su hâlâ okyanusta sadece yürümek dışında bir şey yapılamayacak kadar soğuk olacaktı, ama kumsalda yanabilirlerdi, dahası panayır oyunları vardı. Bir yıl önce Sully-John sadece üç beysbolla tahta şişelerden oluşturulmuş üç piramiti yıkmış annesine televizyonların üstünde bugün hâlâ durmakta olan pembe renkli büyük bir oyuncak ayı kazandırmıştı. S-J bugün ayıya bir de eş kazandırmanın peşindeydi.

Kısa bir süre için dahi olsa Harwich'den uzaklaşmanın Bobby için büyük bir çekiciliği vardı. Sek sek çizgilerinin yanına resmedilmiş yıldızla aydan sonra kuşku uyandıracak hiçbir şey görmemişti. Fakat cumartesi gününün gazetesini okurken Ted onu fena halde korkutmuş, hemen arkasından da annesiyle arasında çirkin bir tartışma geçmişti.

Ted olayı, Bobby, Mickey Mantle'ın günün birinde Babe Ruth'un gol rekorunu kırması fikrini alaya alan bir yorumu okuduğu sırada patlak vermişti. Yazar, Mantle'ın bunun için gerekli dayanıklılık ve özveriden yoksun olduğunda ısrar ediyordu. Bobby şöyle devam etti: "En başta, bu adamın karakter yapısı yanlış. Mickey denen adam her şeyden önce gece kulüplerinde fink atmaya düşkün..."

Ted yine dalgınlaşmıştı. Bobby gazeteden başını kaldırmasına gerek kalmadan bunu bilmiş, hissetmişti. Ted penceresinden Colony Sokağı'na ve Bayan O'Hara'nın köpeğinin tekdüze havladığı yöne boş boş bakıyordu. O sabah ikidir bunu yapıyordu, ama ilk defası bir iki saniyeden uzun sürmemişti. (Ted kapısı açık buzdolabının içine eğilmiş, gözleri irileşmiş ve sabitleşmişti... sonra birden silkinmiş ve portakal suyuna uzanmıştı.) Oysa şimdi gerçekten aklı başından gitmiş görünüyordu. Bobby onu bu şekilde uyandırabilecekmiş gibi gazeteyi hışırdattı. Ama bir şey olmadı.

"Ted? İyi misin?" Bobby, Ted'in gözbebeklerinde bir acayiplik olduğunun birden dehşet içinde farkına vardı. Bobby bakarken adamın gözbebekleri kâh büyüyor, kâh küçülüyordu. Ted sanki zifir gibi karanlık bir yere hızla batıp çıkmaktaydı. Oysa bütün yaptığı, orada güneşin altında oturmaktı.

"Ted?"


Küllüğün içinde tütmekte olan sigara artık izmaritle külden ibaret kalmıştı. Bobby adama bakarken Mickey Mantle hakkındaki yazıyı okuduğu süre boyunca Ted'in kendinde olmadığını anladı. Gözleri de bu arada aynı hareketleri yapıyordu: gözbebekleri büyüyor, küçülüyor büyüyor, küçülüyordu...

Bir sara nöbeti mi geçiriyor nedir? Tanrım, öyleleri bu tür krizler arasında dillerini yutmazlar mıydı? Ted'in dili, olması gereken yerde gözüküyordu, ama gözleri... gözleri...

"Ted! Ted, uyan!"

Bobby, farkında bile olmadan kendini Ted'in yanında buldu. Adamı omuzlarından kavrayarak sarsmaya başladı, insan biçiminde yontulmuş bir kütüğü sarsmak gibi bir şeydi, bu. Adamın omuzları pamuklu kazağının altında sert, kemikli ve direngendi.

"Uyan! Uyan diyorum!"

"Batıya yöneliyorlar şimdi!" Ted, garip hareketli gözleriyle pencereden dışarıya bakmayı sürdürüyordu. "Bu iyi. Ama geri dönebilirler., Onlar..."

Bobby, elleri Ted'in omuzlarının üstünde olduğu halde korkudan donakalmıştı. Ted'in gözbebekleri gözle görülebilir bir kalp atışı gibi büyüyor, küçülüyordu. "Ted, neyin var?"

"Hiç ses çıkarmamalıyım. Çalıların arasında gizli bir tavşan gibi olmalıyım. Geçip gidebilirler. Tanrı isterse orada su olacak, onlar da geçip gidebilirler. Tüm şeyler hizmet ederler..."

"Neye hizmet ederler?" Bobby'nin sesi fısıltı derecesinde alçalmıştı. "Neye hizmet ederler, Ted?"

"Tüm şeyler Işın'a hizmet ederler." Ted'in elleri birden Bobby'ninkilerin üstüne kapanıverdi. Çok soğuktu bu eller; çocuk da karabasanımsı bir korkunun pençesinde bayılacak gibi oldu. Sadece ellerini ve ölü gözbebeklerini oynatabilen bir ceset tarafından kavranmak gibi bir şeydi bu.

Derken Ted ona baktı ve gözleri hâlâ ürkütücü olmakla beraber şimdi normale dönmüş gibiydi. Bir ölünün gözlerine benzemiyordu artık.

"Bobby?"


Bobby ellerini kurtarıp Ted'in boynuna doladı. Adamı kucakladı, ancak bunu yaparken çocuk kafasının içinde bir çanın çaldığını duyar gibî

Bu, çok kısa, ama netti. Hatta çanın ses tonunun alçalıp yükseldiğini bile duyabilmişti. Tıpkı çok hızlı hareket eden bir trenin düdüğü gibi.

Kafasının içinden bir şey sanki yıldırım hızıyla gelip geçiyordu. Sert bir zeminin üstünde bir atın nal seslerini duydu. Zemin tahta mıydı? Hayır, metal. Genzinde tozun kuru kokusu vardı. Aynı anda gözlerinin arkası kaşınmaya başladı.

"Şşşt!" Ted'in nefesi kulağının içinde o tozun kokusu kadar kuruydu ve her nedense bir içtenlik etkisi bırakıyordu. Adamın elleri Bobby'nin sırtındaydı. Kürek kemiklerini avuçluyor, onu hareketsizleştiriyordu. Ted, "tek kelime söyleme!" diye onu uyardı. "Tek bir şey bile düşünme. Örneğin... beysbol dışında! Evet, istersen beysbolü düşün!"

Bobby, Maury Wills'in harekete geçişini, önce yürüyüşünü, sonra üç adımını hesaplayışını düşündü. Beli hizasında eğilmiş, elleri iki yanında sallanan, topuklarını hafifçe kaldırmış bir Wills. Bundan sonraki hareketi topu atan oyuncuya bağlı. Sonra da bir hız ve toz patlaması...

Her şey kaybolmuştu. Artık kafasının içinde ne çan sesi, ne toynak sesi, ne de toz kokusu kalmıştı. Gözlerinin arkasındaki kaşıntı da yok olmuştu, o kaşıntı gerçek miydi acaba? Yoksa Ted'in gözleri onu korkuttuğu için bunu kendisi mi uydurmuştu?

Ted, yine çocuğun kulağının içine, "Bobby," dedi. Ted'in dudaklarının tenine dokunuşu çocuğu ürpertti. Sonra, "Tanrım, ben ne yapıyorum?" sözleri duyuldu.

Ted, Bobby'yi yumuşak, fakat kararlı bir hareketle iterek kendinden uzaklaştırdı. Yüzü belki biraz üzgün ve fazlaca soluktu, ama gözleri normale dönmüş, gözbebekleri sabitleşmişti. Şu anda Bobby için önemli olan sadece buydu. Ama kendini yine de garip hissediyordu; derin bir uykudan yeni uyanmış gibi kafasının içi bulanıktı. Öte yandan dünya şaşılacak kadar parlak, her bir çizgisiyle şekli olabildiğince net gözüküyordu.

Bobby, "Demin ne oldu?" diyerek titrek bir gülüş salıverdi.

"Bu konu senin üstüne vazife değil." Ted sigarasına uzanıp da onu dayadığı yerde sadece için için yanan küçük bir izmarit görünce şaşırdı. Parmağının boğumuyla onu tül tablasının içine itti. "Yine zırvaladım, değil mi?"

"Öyle sayılır. Korktum. Bir sara nöbeti geçirdiğinizi sandım. Gözleriniz de..."

"Sara değildi," dedi Ted. "Ve tehlikeli de değil. Ama aynı şey tekrarlandığı zaman bana dokunmasan daha iyi olur."

"Niçin?"

Ted yeni bir sigara yaktı. "Çünkü," dedi. "Söz veriyor musun?"

"Pekâlâ. Işın nedir?"

Ted ona dikkatle baktı. "Işın'dan mı söz ettim?"

"Tüm şeyler Işın'a hizmet eder,' dediniz ya da ona benzer bir şey."

"Belki bir gün sorunu cevaplarım, ama bugün değil. Bugün plaja gidiyorsunuz, değil mi?"

Bobby şaşırarak yerinden zıpladı. Ted'in saatine bakınca dokuza yaklaştığını gördü. "Evet," dedi. "Belki de hazırlanmaya başlamam gerekir. Döndüğüm zaman gazetenin kalan kısımlarını size okurum."

"Tabii, iyi fikir. Benim de yazmam gereken mektuplar var."

Hayır, yazman gereken hiçbir şey yok. Sadece cevaplamak İstemediğin başka sorular sormamam için beni başından savmak istiyorsun. Ancak, Ted'in yaptığı eğer buysa mesele yoktu. Liz Garfield'in iki de bir de söylediği gibi, Bobby'nin görülecek daha önemli işleri vardı. Öyle olduğu halde, TV anteninden sarkan kırmızı paçavrayı ve sek sek oyununun yanı başındaki yarım ay ve yıldız desenlerini anımsaması üzerine istemeye istemeye geri döndü.

"Ted, bir şey var..."

"Biliyorum, alçak adamlar." Ted gülümsedi. "Şimdilik onlar yüzünden tatlı canını sıkma, Bobby. Şimdilik işler yolunda. Onlar bu tarafa gelmiyorlar ya da bakmıyorlar."

Bobby, "Batıya yönelmişler," dedi.

Ted sigara dumanının arasından ona baktı. Mavi gözleri sabitleşmişti. "Evet," dedi. "Ve şansımız yardım ederse batıda kalırlar. Bence Seattle mükemmel olur. Plajda hoşça vakit geçir, Bobby."

"Ama ben gördüm..."

"Belki sadece gölgeler gördün. Her neyse, şimdi konuşmanın zamanı değil. Sen sadece söylediğimi unutma; yine az önceki gibi dalgınlaşırsam, sen otur ve nöbetin geçmesini bekle. Eğer sana doğru uzanacak olursam, geri çekil. Kalkacak olursam bana oturmamı söyle. O durumdayken senin her dediğini yaparım. Hipnotize edilmek gibi bir şey bu."

"Siz niçin..."

"Başka soru yok, Bobby. Lütfen."

"iyi misiniz? Gerçekten iyi?"

"Evet, iyiyim. Haydi git artık. Gününün tadını çıkar."

Bobby aşağı koştu. Her şeyin ne kadar berrak ve anlaşılır olduğu bir kez daha dikkatini çekti: ikinci kat merdiven sahanlığında pencereden içeri akan ışığın parlaklığı, Prosky'lerin kapısının önündeki boş süt şişesinin ağzının kenarında dolaşan hanım böceği, kulaklarında günün sesi gibi olan tatlı ve hafif vızıltı; yaz tatilinin ilk cumartesisi.

Dairesine dönünce Bobby yatağının altından ve gardırobunun arkasından oyuncak otomobil ve kamyonlarını çıkardı. Bunlardan ikisini; kibrit kutusu kadar bir Ford'la metalik mavi bir damperli kamyonu Bay Biderman, Bobby'nin yaş gününden birkaç gün sonra annesiyle eve yollamıştı. Bunlar oldukça hoştu, ama Sully'nin benzin tankeri veya sarı renkli Tonka buldozeriyle boy ölçüşemezlerdi. Özellikle buldozer kumların üstünde oynamak için çok uygundu. Bobby dalgalar az ötede kıyıyı döverken ve teni kıyının kızgın güneşinin altında pembeleşirken en az bir saatlik yol yapımının beklentisi içindeydi. Geçen kış S-J ile kar fırtınasının ardından mutlu bir cumartesi öğleden sonrasında Commonwealth Parkı'nın taze karlarında kamyonları için yol açmalarından beri oyuncaklarını bu şekilde toplamadığını anımsadı. Şimdi yaşlanmıştı, yaşı on bir olmuştu ve bu tür oyunlar için fazla büyüktü. Bunun düşüncesi insanı her nedense hüzünlendiriyordu, ama istemezse hüzünlenmesine gerek yoktu. Oyuncak kamyon günleri sona eriyor olabilirdi, ama o son bugün değildi. Kesinlikle bugün değildi.

Annesi gezi için ona bir yiyecek pakedi hazırlamıştı, ama Bobby istemesine rağmen ona para vermedi, fuar alanının okyanus yanını çeviren tezgâhlardan biri için bir beş cent bile. Ve Bobby daha ne olduğunu anlayamadan en çok korktuğu şey gerçekleşti: Para yüzünden tartışmaya başladılar.

Bobby, "Elli cent yeter," dedi. Sesinin bir bebeğinki gibi çıktığın, fark ediyor, fakat bundan nefret etmesine rağmen tonunu değiştiremiyordu. "Sadece yarım dolar," diye devam etti. "Haydi, anne, mızıkçılık etme."

Liz bir Kool yaktı. Kibriti o kadar sert sürtmüştü ki, çöp çatırdadı Kadın dumanların arasından kısılmış gözlerle oğluna baktı. "Artık kendi paranı kazanıyorsun, Bob," dedi. "Pek çok kişi bir gazete almak için üç cent ödüyor, sen ise gazeteyi okumak için para alıyorsun. Haftada bir dolar! Ben küçük bir kızken..."

"Anne, o para bisikletim için! Bunu biliyorsun."

Kadın aynanın önüne geçmişti. Kaşlarını çatarak bluzunun omuzlarını çekiştiriyordu. Günlerden cumartesi olmasına rağmen, Bay Biderman birkaç saat için ofise gelmesini istemişti. Sigara hâlâ dudaklarının arasında olduğu halde oğluna döndü.

"O bisikleti sana satın almamı hâlâ istiyorsun, değil mi? Hâlâ. Onu sana almaya durumumun uygun olmadığını söyledim, ama sen hâlâ istiyorsun."

"Hayır, istemiyorum!" Bobby'nin gözleri öfkeyle kırgınlıktan sonuna kadar açılmıştı. "İstediğim topu topu yarım dolarcıktı."

"Yarım dolar şunun için, yirmi cent bunun için. Bunları birbirine eklersen yüklü bir hesap çıkar. Senin asıl istediğin, başka her şeyi bahane ederek o bisikleti sana satın almam. O zaman diğer isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmazsın."

"Bu haksızlık!"

Bobby annesinin ne söyleyeceğini o daha söylemeden biliyordu. Hatta şimdi annesinden duyacaklarına davetiye çıkardığının bile farkındaydı. "Hayat hak gözetmez, Bobby." Kadın bluzunu son bir kez gözden geçirmek için yine aynaya döndü.

Bobby, "Hiç olmazsa bir on cent de veremez misin? " diye bir deneme daha yaptı.

"Ha, evet." Liz işe gitmeden önce genellikle yanaklarına allık sürerdi, ama bu sabah yüzünün bütün rengi allık fırçasından gelmiyordu. Bobby de tüm öfkesine karşın, dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Eğer annesi gibi o da öfkelenirse bütün günü sıcak ve havasız apartmanda geçirmesi, merdiven başına çıkmasının dahi yasaklanması olasıydı.

Annesi, divanın öbür ucundaki masanın üstünden çantasını kaptı, sigarasını filtresini patlatacak kadar şiddetle küllüğün içinde ezdi, sonra dönüp çocuğa baktı. "Eğer sana, 'Bak, Hunsicker'de mutlaka almak istediğim bir çift iskarpin gördüğüm için bu hafta aç gezeceğiz,' desem ne düşünürsün?"


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə