Türkiye’nin yeni özgüveni - Susanne
Landwehr
(Berliner Zeitung) -Başbakan Erdoğan ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bölgede
Başarılı Bir Şekilde Ara Buluculuk
Yapıyorlar-
Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu,
İsrail'in düzenlediği ve 9 Türk vatandaşını
öldürdüğü
saldırının
sonuçsuz
kalamayacağını söylüyor. Türkiye, olayın
araştırılması için kendisinin de bir temsilci
göndereceği uluslararası bir komisyonun
kurulmasını talep ediyor.
Türkiye son yıllarda bölgede önemli bir
aktör haline geldi. Bunda katkısı büyük
olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha
önceleri
Başbakanın
danışmanlığını
yapıyordu ve Türk dış siyasetinin yönünü
etkiliyordu.
"Transatlantic Academy" adlı kuruluşun
hazırladığı ve önümüzdeki günlerde
Berlin'de tanıtılacak olan bilimsel bir
araştırmada,
Türk
dış
siyasetinin
dönüşümü anlatılıyor. Hükûmet, Turgut
Özal ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in
başlattığı çizgiyi devam ettiriyor ve
Ermenistan, Yunanistan ve İran gibi
ülkelerle temasa geçiyor. Bu şekilde
Türkiye, bölgede ara buluculuk ve bölgesel
liderlik girişimlerinde bulunuyor.
Türkiye'nin son yıllarda özellikle Suriye,
İran ve Rusya gibi ülkelerle iyi ilişkiler
yürüttüğü
dikkat
çekiyor.
Türk
diplomatları 2 yıl önce Suriye ile İsrail
arasında başarılı bir şekilde ara buluculuk
yapmışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
de Boşnaklar ile Sırpların bir araya
gelmelerini sağlamış ve Ermenistan ile
yakınlaşmıştı. Buna rağmen Ermenistan ile
Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler
Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle henüz
başlatılamadı.
İstanbul'da yaşayan siyaset bilimcisi Soli
Özel, Türkiye'nin, istikrarlı bir yakın çevre
arzuladığını
vurguluyor.
Ülke
ekonomisinin gelişmesi demokratikleşmeyi
de sağlıyor. (BYEGM)
Erdoğan, bebek ve Türk rejiminin
gerçek doğası - Alain Frachon
(Le Monde) - Çocuk, 5 Haziran 2010
Cumartesi
günü
Gazze
Şeridi'nin
güneyinde doğdu. Filistinli bir çift olan
anne ve babası çocuğa "Erdoğan" adını
verdi, Türk Başbakanın soyadını. İran
rejiminin silahlı kolu olan Devrim
Muhafızları aynı gün, gecikmiş ancak çok
çarpıcı bir açıklama yaptı: Gazze
ablukasını kırmakta kararlı olan "insani
yardım filolarına" refakat etmek istiyorlar.
Bu iki bilgi arasında ortak olan nedir?
Elbette bu bilgiler İsrail komandolarının
Türk gemisi Mavi Marmara'ya yönelik
trajik saldırısıyla ilgili. İlki –Bebek
Erdoğan'a
uzun
ömürler
diliyoruz–
Türkiye'nin ve Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın Arap toplumunda ve özellikle
Filistin halkı arasında nüfuzunun arttığını
gösteriyor.
İkincisi
ise
İranlıların,
Gazze'deki
Filistinlilerle gecikmiş dayanışması. Bu
durum şu soruyu akıllara getiriyor: Orta
Doğu'da liderlik için Ankara ile Tahran
arasında bir rekabet mi yaşanıyor? İki ülke
arasındaki iyi, hatta çok iyi komşuluk
ilişkilerinin ötesinde Mahmut Ahmedinejat
ile Recep Tayyip Erdoğan dünyanın bu
bölgesinde rakipler mi acaba?
Kötümserler, bu sorunun cevabının hiçbir
önemi olmadığını söylüyor. Erdoğan'ın
partisi AK Partiyi, Adalet ve Kalkınma
Partisini kılık değiştirmiş bir İslamcı parti
olarak
kabul
ediyorlar.
Ne
kadar
"muhafazakâr İslamcı" olarak nitelendirilse
de AK Parti, Refah'ın bölünmesinden
doğmuş bir parti. Hatta Refah zaten
kökenlerini gizlemiyordu: Parti, Orta
Doğu'da İslamcılığın dölyatağı olan Mısırlı
Müslüman Kardeşler'in ideolojisinden
esinleniyordu.
Kötümserler bir de AK Partinin son on
yılda kaydettiği yükselişinin Türkiye'nin
hızla İslamlaşmasına bağlı olduğunu,
kısacası Kemal Atatürk'ün mirasının
gerilediği
anlamına
geldiğini
söyleyeceklerdir. AK Parnin Filistinli
Hamas
ile
temasta
olduğunu
gözlemliyorlar. Erdoğan'ın gittikçe daha
militan kelimelere başvurduğuna dikkati
çekiyorlar: Bir yandan (İsrailliler için)
katliam
yapanlar,
diğer
taraftan
(Filistinliler için) şehitler ifadelerini
kullanıyor. Yani Ankara veya Tahran'da
aslında benzer bir radikalcilik mi söz
konusu, esasında aralarında az bir fark mı
var?
Bu hiç de kesin değil. AK Partici rejimin
gerçek tabiatı çok daha karmaşık. Ülkede
demokrasiyi ilerleten AK Partidir, Kemal
Atatürk'ün 1920'li yılların başında kurduğu
laik Türkiye değil.
Erdoğan'ın
2003
yılında
iktidara
geldiğinden bu yana basın ve medya çok
daha özgür, cezaevlerinde ve karakollarda
daha az adam dövülüyor, yargı daha
bağımsız hâle geldi, uzun süre zulmedilen
Kürtler
bir
nefes
aldılar,
seçim
kampanyaları daha açık.
İnsan
hakları
savunucuları
daha
katedilecek çok yol olduğunu söylüyorlar
ancak
Erdoğan'ın
Türkiye'si,
Ahmedinejat'ın İran'ının tam tersidir. Biri -
belki fazla yavaşça– kendisini Avrupa
Birliği'ne yakınlaştıran bir hukuk devletine
doğru ilerliyor. Diğeri ise Haziran
2009'daki ayaklanmadan bu yana İslamcı-
milliyetçi bir askerî diktatörlüğe gidiyor.
Erdoğan, Avrupa'da savaş sonrası ortaya
çıkmış
bir
Hristiyan
demokratın
Türkiye'deki Müslüman karşılığı, bir nevi
Anadolulu
Giulio
Andreotti'sidir.
Ahmedinejat ise 1930'lu yılların bir faşisti,
totaliter bir ideolojiyle hareket eden bir
aşırı milliyetçisi gibi, Mussolini'nin Farslı
ve zayıf hâli gibidir.
Erdoğan'ın ilginç diplomasisi benzersiz bir
profili yansıtıyor. Müslüman bir ülke,
"Batı'ya"
bağlı,
NATO
üyesi,
Afganistan'da Taliban ile savaşan, AB