MüŞRİklere sevgi beslemenin ve onlarla dost olmanin hüKMÜ 2 Müşrikleri Tekfir Etmemenin Hükmü: 10


Vela Konusuyla İlgili Bazı Sorular ve Cevapları



Yüklə 315 Kb.
səhifə3/4
tarix22.10.2018
ölçüsü315 Kb.
#75529
1   2   3   4

Vela Konusuyla İlgili Bazı Sorular ve Cevapları:



1- Müslümanların, ticaret amacıyla kendisiyle savaş du­rumunda olan kafir ülkelere seyahat etmesi caiz midir?

Cevap: Bir müslümanın, açıkça dinini ortaya koyup ya­şayabilmesi, müşriklere de dostluk göstermeyip onlara des­tek olmaması şartıyla, İslam'a savaş açmış olan (harbi) ka­fir ülkelere ticaret amacıyla yolculuk yapması caizdir. Çün­kü Ebu Bekir (r.a.) ve sahabelerden bazıları -Allah kendi­lerinden razı olsun- ticaret maksadıyla müşrik olan belde­lere gitmişler, nitekim Ahmed b. Hanbel'in "Müsned" adlı eserinde de ifade edildiği gibi, Rasulullah da (s.a.v.) buna karşı, çıkmamıştır.

Ancak gittiği ülkedeki müşriklerle dostluk kurmadan, olara destek olmadan dininin gereklerini yerine getiremeyecekse, bu durumda kafir ülkelere seyahat etmesi caiz değildir.

İslam alimleri buna ilişkin delilleri ortaya koymuşlardır. Kaldı ki bunun yasak oluşu hadislerle de sabittir. Yüce Al­lah, insanlara tevhidi farz kılmıştır. Dolayısıyla tevhide zarar verecek bir yolculuk caiz değildir. Diğer taraftan bu olay, müşrik ve kafir ülkelerin iznine ve rızasına tabidir. Ni­tekim, o ülkelere yolculuk edenlerin yaptıkları şeyler orta­dadır. Böyle bir durumdan yüce Allah'a sığınırız.

2- Bir kimsenin, kafirlerin esas ve ölçüleri, şiarları orta­da iken, bu ülkelere sırf ticari amaçla gidip buralarda ikamet etmesi caiz midir?

Cevap: Bu sorunun cevabı da ilk sorununki gibidir. Zi­ra ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Bir ülke ister daru'l-harb ister daru's-sulh (barış yapılmış ülke) olsun, birinci sorunun cevabındaki ölçülere uyulmuyorsa değişen bir şey yoktur. Eğer bir müslüman gittiği ülkede açık bir şekilde İslam'ı yaşayamıyorsa, oraya sefere, çıkması caiz değildir.

3- Kalınacak sürenin kısalığı yada uzunluğu arasında; ör­neğin bir yada iki ay kalmakla, daha uzun bir süre kalmak arasında bir fark var mıdır?

Cevap: Sürenin kısalığı yada uzunluğu arasında asla her­hangi bir fark söz konusu değildir. Bir müslüman, herhan­gi bir ülkede dinini açık bir şekilde ortaya koyamıyor, müş­riklerle dostluk kurmadan yada onlara destek vermeden ora­da kalamıyorsa, oradan ayrılabilme imkanı da varsa, o ülke­de bir gün bile ikamet etmesi caiz değildir. Ancak oradan ay­rılmaya imkan bulamadığı takdirde durum değişir.

4- Yüce Allah'ın:

"...O halde siz de onlar gibisiniz..." 63

ayeti ve Rasulullah'ın (s.a.v.):

"Kim müşriklerle bir arada bulunur, onlarla birlik­te yaşarsa, o da kesinlikle onlar gibidir." 64

hadisine göre küfre rıza küfür müdür?



Cevap: Ayetin manası açıktır. Bir kimse, herhangi bir ik­rah durumu olmadığı halde, yüce Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini veya onlarla alay edildiğini işitir de, başka bir ko­nuya geçmedikleri halde, karşı koymaksızın alaycı kafirler­le bir arada bulunursa, tıpkı onlar gibi kafirdir. Hatta onla­ra katılmamış olsa da durum böyledir. Çünkü böyle bir ey­lem küfre rızadır. Küfre rıza ise küfürdür.

İslam alimleri işte bu ve benzeri ayetleri herhangi bir gü­naha rıza gösteren kimsenin, tıpkı onu yapan gibi olduğuna delil olarak göstermişlerdir. Hatta böyle bir günahı kalbiyle reddettiğini, bundan hoşlanmadığını ve istemediğini ileri sürse de, onun bu iddiası kendisinden asla kabul olunmaz.

Çünkü İslam'da hüküm zahire göredir. Dolayısıyla bu kimse açık bir küfür işlediği için kafir olmuştur.

İşte İslam alimleri yukarıdaki ayet ve benzerlerinden böyle bir hüküm çıkarmışlardır.

Bilindiği gibi Rasulullah'ın (s.a.v.) ölümünden sonra, bir takım irtidat olayları görülmüştü. İrtidat edenlerden kimileri, böyle bir şeye zorlandıklarını, üzerlerinde baskı olduğunu söylemişler; fakat sahabeler onların bu ifadeleri­ni kabul etmemiş, aksine tümünü de mürted olarak gör­müşler, bunlardan sadece onların işledikleri küfrü kalbiyle inkar edip, diliyle de karşı çıkanların mazeretini kabul et­mişlerdi. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kim, müşriklerle bir arada bulunur ve onlarla bir­likte (aynı yer yada bölgede) oturursa, o da tıpkı onlar gibidir."

Bu hadisin hükmüne göre; kim, müslüman olduğunu id­dia ettiği halde adeta müşriklerin kendilerinden ve kendile­rinin de onlardan olduğunu kabul edercesine toplantılarında, evlerinde ve işyerlerinde onlarla birlikte hareket eder, onlara destek olursa, tıpkı onlar gibi müşriktir. Evet bunlar müs­lüman olduklarını söyleseler, böyle bir iddiada bulunsalar da yinede kafirdirler. Fakat, dinlerini açıkça ortaya koyarak müşriklerle de dostluk ve ilişkilerini açıkça bırakır ve onlara arka çıkmazlarsa, o zaman durum değişir. O takdirde bun­lara kafir denemez.

Nitekim Rasulullah'ın (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye hicret buyurmalarından sonra birtakım kimseler, aynı hicrete katılmayıp Mekke'de müşriklerle birlikte kalmayı sürdür­müşler ve yine de müslüman olduklarını ileri sürmüşlerdi. İşte bunların Mekke'de müşriklerle birlikte yaşamayı sür­dürmeleri sebebiyle, müşrikler onları kendilerinden sanıyorlardı. Hatta Bedir savaşında, istemeyerek de olsa, müşrik­lerin safında müslümanlara karşı savaşmışlar, bu savaşla öldürülmüşlerdi. Buna rağmen bazı sahabeler onların kendi­leri gibi müslüman olduklarını zannederek:

"Biz kardeşlerimizi de öldürdük." demeye başladılar.

İşte bunun üzerine yüce Allah onlarla ilgili olarak şu ayeti indirdi:

"Kendilerine yazık eden kimselere melekler canlarını alırken: "Ne iş de idiniz?" dediler." 65

Tefsir alimlerinden Süddi ve daha başkaları bunu şöyle yorumlamışlardı: "Onlar kafirdiler. Zira yüce Allah, çare­sizlerin dışındakilerin mazeretlerini kabul etmez. Bu nedenle yüce Allah onların da mazeretlerini kabul etmemiştir."



5- Müslüman olduğunu iddia ettiği halde, üzerinde mü­nafıklık alametlerini taşıyan kimselere "münafık" deni­lebilir mi?

Cevap: Eğer bir kimse, üzerinde münafıklık alametleri­ni açıkça taşıyorsa, durumu tıpkı savaş sırasında müminlere karşı koymak üzere irtidat edenlerin durumuna benzer. Bu kimse müminleri arkadan vurmak suretiyle düşmanların toparlanmasını ve müminlerin de dağılmasını ister ve bunu sağlar, sonra da onlara: "Eğer biz bir savaşın varlığını bil­seydik, kesinlikle size uyardık, size bağlı kalırdık." derler. Fakat müşriklerin üstün gelmeleri durumunda hemen onlara katılırlar ve onlarla birlikte hareket ederler. Müslümanların üstün gelmeleri durumunda ise, bu defa müslümanlardan yana tavır koyarlar. Münafıklar kimi zamanlarda müşrikleri överler, müminleri bırakıp onlara velayet yetkisi verir, on­ları sever ve onlara destek verirler. İşte bu ve benzeri nite­likler yüce Allah'ın anlatmış olduğu münafıklara ilişkin alametlerdir. Dolayısıyla durumları buna uyan ve böyle bir durum sergileyenlere mutlak manada münafık ve bu alametlere de nifak alametleri denir.

Nitekim sahabeler -Allah kendilerinden razı olsun- de çoğunlukla bunu yapıyorlardı. Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor;

"Rasulullah'ın (s.a.v.) henüz hayatta olduğu dönemde kişi bir söz konuşurdu, bu koştuğu söz sebebiyle münafık olurdu." Hatta Avf b. Malik, bu çirkin sözü konuşana, sırf bu yüzden şöyle derdi:

"Yalan söyledin. Çünkü sen münafıksın." Aynı şekilde Ömer de, Hatıb kıssasında şöyle demişti:

"Ey Allah'ın Rasulü! Bırak beni de şu münafığın boynunu vurayım." Başka bir rivayette ise:

"Bırak beni de, boynunu vurayım. Çünkü o münafıktır." İşte bu ve bunun gibi bir hayli örnek vardır. Aynı şekilde Useyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubade'nin:

"Yalan söyledin, ancak sen münafıksın" sözüne karşı demişti ki:

"Münafıklarla mücadele ediyorsun."

Bu arada bilinmesi gereken bir husus da şudur: Gerek görünüş bakımından münafık olanlara, gerekse münafıklığını gizleyenlere mutlak anlamda nifak yada münafık damgası vurmak caizdir. Buna, göre, gerçekten münafık olmadığı halde nifak alametlerini üzerinde taşıyanlara da münafık adı verilebilir. Bu türden bazı hususları yanlışlıkla işleyen, bunun farkında olmayan yada herhangi bir şekilde ve mak­satla söylemesi sebebiyle, münafık olmaktan çıkan bir kim­seye mutlak anlamda münafık denilmesi durumunda, buna kimse karşı çıkamaz. Üseyd b. Hudayr'ın Sad b. Ubade'ye 'münafık' demesi üzerine Rasulullah'ın (s.a.v.) buna karşı Üseyd b. Hudayr'a bir şey demeyip, onu uyarmaması buna örnektir. Bilindiği gibi bu sahabi yani Sa'd b. Ubade münafık değildi. Böyle olmamasına rağmen Rasulullah (s.a.v.) 'o münafık değildir' türünden bir şey söylememiştir. Böyle bir durumda sükut edilmesi, o kimsenin münafık olduğunu göstermeyebilir. Ancak sürekli bir oraya, bir buraya gidip ge­len, ne müslümanlarla ne de müşriklerle tam birlikteliği ol­mayan kimse kesinlikle münafıktır.

Heva ve hevesiyle hareket eden kimselere ise, mutlak an­lamda münafık adını vermek caiz değildir. Dünyevi mese­lelerde aralarında bulunan düşmanlık yüzünden veya sırf kızgınlığı nedeniyle yada bazı meselelerde sürüp giden farklı düşüncelere sahip olmaları sebebiyle bir müslümana mutlak anlamda münafık demek caiz değildir. Bu gibi du­rumlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü bu husus ,bizzat Rasulullah'dan (s.a.v.) gelen bir hadisle şiddetle nehy olunmuştur. Hadiste:



"Bir mü'mini kafirlikle itham etmek, adeta onu öldürmek gibidir." 66

buyurulmuştur.

Burada özellikle dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken bir nokta da; nifak alametlerine benzeyen ve kesin olan alametlerin varlığıdır. Ki biz bu alametleri ve benzer­lerini anlatmıştık. Bunlar da; yalancılık, facirlik yada kötü tanınma, İslama aykırı bir yanlış işleme gibi durumlardır. Müslümanın amacı Allah'ın kelimesini yüceltmek, O'nun dinini zafere ulaştırmak olmalıdır.

6- Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık "La ilahe illallah" kelimesinin manası içerisine girer mi, bu "La ilahe illallah"ın şartlarından mıdır?

Cevap: Şöyle demek doğru olur. Müslüman şunu bilmek durumundadır: "Yüce Allah, müslümanlara, müşriklere düşmanlık göstermelerini farz kılmış, onlarla dostluk kur­mamalarını, onlara destek olmamalarını emretmiş, aynı za­manda, müminleri sevmelerini, onlarla dost olmalarını, onlara destek olmalarım vacip (farz) kılarak bunun imanın şartlarından olduğunu haber vermiştir. Dolayısıyla -babala­rı, oğullan, kardeşleri veya yakınları da olsalar- Allah'a ve Rasulüne savaş açanların yanlarında yer almamalarını, imanın bir gereği olarak bildirmiştir. İman sahibi bir kimse buna dikkat ve özen gösterir.

Bunun "La ilahe illallah" kelimesinin manası ve şartlan içerisinde yer alması konusuna gelince: Allah bizi böyle bir şeyi araştırmakla yükümlü kılmamıştır. Ancak yüce Al­lah tarafından bunun farz kılındığını bilmekle mükellefiz. Evet, yüce Allah bunu ve bunun gerekleriyle amel etmeyi vacip (farz) kıldı. Bir kimse bu nedenle 'Bu "La ilahe illallah"ın manasında yer alır ve aynı zamanda onun gerek­lerindendir' der ve böyle inanırsa, bu fazlasıyla bir iyilik ve hayırdır. Birileri de bunu bu şekilde bilmiyorsa, böyle bil­mekle de mükellef değildir. Özellikle de bu konudaki tartışma ayrılığa varabilecek düzeye gelirse, buna hiç gerek yoktur. Mü'minler arasında ayrılığa neden olunmamalıdır. Çünkü müminler öncelikle imanın gereklerini yapmakla, Al­lah yolunda cihadla, müşriklere düşmanlık beslemekle, müslümanlara da velayet yetkisini vererek gereğini yap­makla mükelleftirler. Bu hususta en iyisi susmaktır. (Ben öyle düşünüyorum) Mana yönünden ihtilaf olabilir. En iyi­sini Allah bilir. Hamd ve minnet Allah'adır. Salat ve selam Muhammed (s.a.v.)'e, Ehl-i Beytine ve ashabına olsun.



7- Emirlere, hepsi bir aileye mensup olan bir beldenin mürted olduğu haberi ulaştığı halde, sırf dünyevi çıkarları yüzünden cezalarını kaldırıp olayı örtbas ettiler ve müslümanların bunlara dokunmamalarını istediler. Bu mürtedleri koruyanlar münafıklara dostluk göstermiş olur mu veya böyle bir durum küfür müdür? Eğer onların küfrü söylenmez veya onlara dil uzatılmazsa bunun hükmü nedir? Bir kimse­nin böyle bir durumunu bilmemiz halinde ne yapmalıyız?

Cevap: Allah (c.c.) müminlere, müşrikleri düşman olarak tanımalarını ve onlara düşmanlık göstermelerini farz kıl­mıştır. Bu kimseler ister kafir, isterse münafık olsunlar fark etmez.

Rasulullah (s.a.v.), münafık olarak tanınan Bedevilerle cihad edilmesini, söz ve davranışlarla onlara karşı sert bir tutum takınılmasını istedi. Onları yaşadıkları beldeden uzaklaştırmak, lanetlemek ve öldürmekle tehdit etti. Bakın Allah (c.c.) onlar hakkında ne buyuruyor:



"Lanetlenirler, nerede rastlansalar yakalanıp öldürü­lürler." 67

Müminlerle bunlar arasındaki dostluk münasebetleri derhal kesilir. Ayet ve hadiste bildirildiği gibi, kim bunla­ra dostluk gösterir ve kucak açarsa, o kimse de onlardandır. Düşünün bir kez, bir kimse Allah'ı (c.c.) sevdiğini iddia ede­cek ve buna rağmen Allah'ın (c.c.) düşmanlarına sevgi bes­leyecek, bu olacak şey mi? Kafirler, müminlerin diğer düş­manlarıyla birleşerek şeytanlara arka çıkarlar. Mü'min olan kimse, Allah'ı (c.c.) bırakıp da böyle kişileri sever mi? Şa­ir ne güzel söylemiş:

Düşmanlarımı seversin sonra da gelip

Ben dostunum dersin. Sen kim dostluk kim.

Özetle; Allah (c.c.) için sevip, Allah (c.c.) için buğz etmek imanın en büyük esaslarındandır. Kulun kesinlikle bu­na uyması gerekmektedir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuru­yor:

"İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." 68

Allah (e.c.) Kur'an'da bu hususta fazlaca uyanda bulun­muştur. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



"Müminler müzminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan sakınmanız (takiyye) müstes­na..." 69

Alimler bu ayete dayanarak, İslam'dan önceki dostluk yada yakınlık gibi sebeplerle de olsa, kafirlere dostluk göster­menin yasaklandığını belirtmişlerdir. Ayette geçen, "Mü'minler, müminleri bırakıp" ifadesine gelince, burada müminlerle dost olunması gerektiği vurgulamakta ve kafir­lerin, müminlere tercih edilmemesi istenmektedir. Kim de bu istenilenlerin aksini yaparsa, Allah'tan (c.c.) bir şey bek­lemeye hakkı yoktur. Yani kim kafirlere dostluk gösterir, on­lara arka çıkarsa, artık bunlar için Allah'ın (c.c.) velayeti söz konusu olmaz. Kafirlere dostluk gösterenler, buna layık değildirler. Zira bizzat kendileri böyle bir velayet anlaş­ması yapmakla Allah (c.c.) ile aralarındaki antlaşmayı boz­muşlardır. Çünkü hem Allah'ı (c.c.) sevdiğini ve O'na dost olduğunu iddia edip, hem de onun düşmanıyla dostluk kur­mak birbiriyle çelişkili durumlardır.

Ancak; "Onlardan sakınmanız (takiyye) müstesna"

Burada da görüldüğü gibi, ancak onlardan korkmayı ge­rektirecek bir endişe söz konusu olduğu zaman, onlara karşı görünürde dostluk gösterisinde bulunulabilir, böyle bir durum­da onlarla zahiren iyi geçinilebilir. Kısacası eğer müslümanlar ezilen durumunda iseler, açıkça onlara düşmanlıklarını söy­leyebilecek güce sahip değillerse, işte böyle bir durumda görünürde onlarla iyi geçinmek caiz olabilir. Ancak, kalbin imanla ve onlara karşı kin ve düşmanlıkla dolu olması gerekir. Bu engel ortadan kalktığı anda iman açığa vurulmalıdır.



"Kalbi imanla dopdolu olduğu halde inkara zorlanan hariç." 70

Abdullah b. Abbas der ki: 'Takiyye amelle değil, dil ile olur. Allah (c.c), müminlerin kafirlerle içli dışlı olmalarını, müminleri bırakıp onları sırdaş edinmelerini yasaklamıştır. Ancak kafirler, müminlerin bulundukları yerde, üstün bir güce sahip iseler, bu durumda onlara karşı görünürde iyi davranabilirler. Ancak din noktasında onlara muhalefet et­mek zorundadırlar. "Ancak onlardan sakınmanız müs­tesna" ayetinin anlamı işte budur.71

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ey inananlar! Kendinizden başkasını dost edinme­yin." 72

Kurtubi ayette geçen "Bitane" kelimesini şu manada değerlendirmiştir: "Müminlerden başkasını kendinize sırdaş ve ahbap edinmeyin, içinizi onlara dökmeyin."

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



"Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veli edin­meyin! Onlar, birbirlerinin velisidirler. Sizden kim on­ları kendisine veli edinirse, o da, onlardandır. Allah, za­lim bir toplumu doğru yola iletmez." 73

İşte bu ayetten itibaren, yine bu surenin:



"Kim Allah'ı, Rasulü'nü ve müminleri veli edinirse, bilsin ki üstün gelecek olanlar yalnız Allah'ın taraftar­larıdır." 74

ayetine kadar altı ayet bu gerçek üze­rinde durmakta ve dikkatimizi bu konuya çekmektedir.

Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor:

"Herhangi biriniz farkında ol­maksızın Yahudi veya Hıristiyan olmaktan sakınsın. Çünkü ayette:

"Sizden kim onları kendine veli edinirse, o da onlar­dandır." 75

buyurulmuştur."Mücahid (r.h.) da:



"Kalplerinde hastalık bulunanla­rın 'Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz!' diyerek onlara koşuştuklarını görürsün..." 76

ayetiyle ilgili olarak diyor ki: "Münafıklar hep Yahudilere yal­taklanıp duruyorlardı. Onlarla içli dışlı oluyor ve onların ço­cuklarını emzirmek istiyorlardı."

Ali (r.a.) de:

"... Müminlere karşı alçak gönüllü ..." 77

ayetiyle ilgili olarak diyor ki: "Kendi dindaş­larına karşı şefkatli, merhametli ve ince ruhlu,



"...Kafirle­re karşı onurlu..." 78

dinlerine muhalefet eden­lere karşı da gayet sert ve katıdırlar."

Bu manayı seleften birçokları bu şekilde nakletmişlerdir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



"Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilmiş olanlar­dan ve kafirlerden dininizi eğlence ve oyun yerine koyan­ları dost edinmeyin; inanıyorsanız Allah'tan korkun." 79

"Onlardan birçoğunun inkar edenlerle dostluk kur­duklarını görürsün. Nefislerinin onlar için önceden ha­zırladığı şey ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar." 80

"Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, on­lara sert davran. Onların varacakları yer Cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir." 81

Allah (c.c), müminlere, İslam saflarında yer alsalar da kafir ve münafıklarla cihad etmelerini, söz ve davranışlarla onlara karşı sert bir tutum takınmalarını emretmiştir.

Abdullah b. Abbas: "Kafirlere karşı silahla, münafıkla­ra karşı ise sözle cihad etmek ve onlara karşı yumuşaklık göstermemek gerekir," demiştir.

İbni Mes'ud da: "Kafir ve münafıklarla gücü yeten eliy­le, buna gücü yetmeyen diliyle, buna da gücü yetmeyen kalbiyle tavrını sergilesin, onu asık bir suratla, öfke ve kin dolu bir tavırla karşılasın." demiştir.82

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun, ba­baları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları olsalar bi­le Allah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiği­ni göremezsin." 83

Allah (c.c), müslümanlara; babaları, kardeşleri, oğulları, en yakın akraba ve arkadaşları olsalar bile, Allah'a (c.c.) ve Rasulü'ne (s.a.v.) düşman olan kimselerle dost olma­malarını, onlara saygı ve sevgi beslememelerini, onlarla arkadaşlık kurmamalarını ve sohbet etmemelerini emret­miştir. En yakın akraba için hüküm böyle olursa, acaba başkaları için durum nasıl olur?

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş doku­nur." 84

İbni Abbas, ayette geçen "terkenu" kelimesini; "mey­letmeyin, yönelmeyin" şeklinde yorumlamıştır.

İkrime de; 'İtaat etmeyin, sevmeyin, işlerine ve yaptık­larına özenmeyin, yönelmeyin, dost olmayın, onlara velayet yetkisi vermeyin." diye yorumlamıştır.

Sevri de: "Allah (c.c.) düşmanlarından birine (şer'i bir sebep olmaksızın) mürekkep doldurmak, kalemtıraş hediye etmek, yada kağıt uzatmak gibi şeylerin tümü bu hükmün içine girer." demiştir.

Bazı müfessirler de şöyle demişlerdir: "Burada yasakla­nan, onların seviyesine inmektir. Dolayısıyla müslüman onların seviyesine inmemeli, onlarla münasebet kurmama­lı, onlarla arkadaşlık ve samimi sohbette bulunmamalı, on­larla bir arada oturup kalkmamalıdır. Onları ziyaret etmeme­li ve onlara yağcılıkta bulunmamalıdır. Onların yaptıkları­nı asla hoş karşılamamalı, onlara özenmemeli ve benze­meye çalmamalı, onlar gibi giyinmemelidir. Gözlerini onların içinde bulundukları süs ve refaha dikmemeli, onla­ra saygı duymayı ifade edebilecek bir davranışta bulunma­malıdır."

Bu açıdan, daha önce geçen: "Onlara meyletmeyin" ayeti üzerinde çok iyi düşünmek gerekir. Zira ayette "meyletme" olarak geçen "rükün" kelimesi; "hafif yollu yöneliş, meyil" anlamına gelmektedir. Hafif yollu bir yöneliş dahi şiddetle yasaklandığına göre, daha aşırı bir meyli siz düşünün.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düş­manınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçe­ği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa ki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Rasulü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yo­lumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa ben sizin gizledi­ğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bu­nu yaparsa doğru yoldan sapmış olur...

Allah yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurt­larınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım eden­leri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa iş­te onlar zalimlerdir." 85

Yukarıdaki surenin ilk dokuz ayeti üzerinde durduğumuz gerçeği anlatmaktadır. Bu ayetlerden ilki, Hatıb b. Ebu Beltea hakkında nazil olmuştur. Bu sahabi, Rasulullah (s.a.v)'in büyük bir hazırlık yaparak Mekke üzerine yürüyeceğini bir mektupla Mekkeli müşriklere bildirmek istemişti, işte ayet bununla ilgili olarak inmiştir.

"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun,... göremezsin." ayeti de Ubeyde b. Cer­rah hakkında nazil olmuştur.86

İbni Cureyc diyor ki: "Ebu Kuhafe, Rasulullah (s.a.v.)'e hakaret etti. Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) ona bir yumruk attı ve yere düşürdü. Bu durum, Rasulullah'a (s.a.v.) anla­tılınca, Rasulullah (s.a.v.):



"Ey Ebu Bekir! Sen bunu yaptın mı?" dedi. O da:

"Vallahi, eğer yakınımda bir kılıç olsaydı, başını kesin­likle vururdum." dedi.

İşte Mücadele Suresinin 22. ayeti bu­nunla ilgili olarak nazil oldu.87

Bu olay Ebu Kuhafe müslüman olmadan önce olmuştur. Ebu Kuhafe, Mekke'nin fethedildiği yıl müslüman olmuş­tu. İslam'ı kabul ettikten sonra Rasulullah (s.a.v.)'e dil uza­tacak değildir. Ebu Bekir ise, Mekke'den muhacir olarak ay­rılmış, daha sonra Rasulullah'la (s.a.v.) birlikte umre için gidinceye kadar bir daha Mekke'ye uğramamıştır.

İbni Abbas der ki: ''Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için düşmanlık gösterir ve Allah için dostluk­ta bulunursa, bu kimse Allah'ın dostluğunu böylece kazan­mış olur. Bir kimse bu nitelikleri taşımadığı sürece, nama­zı ve orucu çok olsa da imanın tadına erişemez. İnsanların ilişkileri dünyayla ilgili menfaatlere dayanır oldu. Bu onla­ra bir şey kazandırmayacaktır. 88

İbni Mes'ud, Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu be­lirtiyor:

"Allah, peygamberlerinden birine, falan abide şöyle demesini vahyeder:

"Senin dünya ile ilgini kesmen, nefsinin rahatını istemendendir. Sadece benimle bağını kesmemen sebebiyle yüceldin. Benim sende olan hakkım için ne yaptın?" Abid şöyle der:

"Rabbim! Senin bendeki hakkın nedir?" Allah da:

"Sen benim için dostuna dostluk veya düşmanına düşmanlık gösterdin mi?" buyurur. 89

Allah (c.c.) buyuruyor ki:

"Kafirlerin bir kısmı bir kısmının velisidirler. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzün­de fitne ve büyük bir fesad olur." 90

Allah (c.c.), müminler arasında dostluk bağı oluşturul­masını, kafirlerle de dostluğun kesilmesini istemiştir. Çünkü ayette, kafirlerin de bir kısmının diğer bir kısmının ve­lileri olduğu haber verilmiştir. Eğer müslümanlar, bunun ge­reğini yapmazlarsa, bu takdirde fitne ve fesad baş gösterir, nitekim böyle olmuştur da.

Din ancak Allah (c.c.) için sevmek, Allah (c.c.) için buğz etmek, Allah (c.c.) için düşmanlık ve dostluk göstermekle tamamlanabilir. Bunlarsız ne din, ne cihad, ne emri bi'1-ma'ruf ve ne de nehyi ani'l-münker tamamlanabilir. Hatta bu konuda insanlar tek bir şey üzerinde birleşseler, ki­nin, düşmanlığın ve buğzun bulunmadığı bir sevgi üzerin­de anlaşsalar, yine de hak ile batılı, müminlerle kafirleri yada Rahman olan Allah'ın velileriyle, şeytanın yandaşlarını birbirinden ayırmış olamazlar. Bu bakımdan mü'minin mut­laka kesin bir çizgisi ve belli bir tavrı olmalıdır. Buna iliş­kin ayetler oldukça fazladır.

Konuya ilişkin hadislere gelince, Bera b. Azib'ten şöy­le rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:



"İmanın en sağlam kulpu; Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." 91

Merfu bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ım, facirin katımda bir değeri olmasın. Kalbi­min seveceği bir nimeti olmasın. Çünkü ben, bana vahyolunan da şunu gördüm:

"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun, Al­lah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin…"92

Ebu Zerr'den merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir:

"Amellerin en değerlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir."

İbni Mes'ud'dan merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir:

"Kişi sevdiğiyle beraberdir."93

"Müminlerden başkasını dost edinme ve Allah'tan korkanlardan başkasına yemeğini yedirme."94

Ali'den de (r.a.) merfu olarak gelen rivayet şöyledir:

"Kişi ancak sevdiği toplumla beraber haşr olunur."95

Aişe'den (r.a.) merfu olarak rivayet edilmiştir:

"Ümmetim içinde şirk; karanlık bir gecede bir kaya­nın üzerinde kımıldayan karıncanın kıpırtısından çok da­ha gizlidir. Bunun en düşüğü, birini zulmüne rağmen sev­men veya adaletine rağmen birine buğz etmendir. Oysa ki din Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten ibarettir."

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:



"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Al­lah da sizi sevsin..." 96

Dikkat edilirse Rasulullah (s.a.v.) bu hadiste, zalim biri­sini az da olsa sevmeyi, adil davranan birine de buğz etmeyi bir tür gizli şirk olarak değerlendirmiştir. İşte bu yüzden Allah düşmanı kafir ve münafıklara sevgi beslemekten şid­detle sakınmak gerekir.

Büreyde'den (r.a.) merfu olarak gelen rivayet de şöyledir:

"Münafık kimseye "seyyid" demeyin. Eğer o seyyid değilse, Aziz ve Celil olan Rabbinizin öfkesini üzerinize çekmiş olursunuz." 97

İbni Mes'ud'dan merfu olarak gelen rivayet de şöyledir:

"Haksız olduğu halde kavmine arka çıkan kimsenin durumu, tıpkı kuyunun başına gelip de, bu kuyuya dü­şen deve gibidir. O kimse de kendi günahıyla oraya dü­şer ve kurtulamaz."98

İbni Münzirbu hadisi şu şekilde yorumlamıştır:

"Kişi, kavmini günah ve hatâlarına rağmen sevmesi sebebiyle gü­naha girer, tıpkı bir kuyunun başına gelip de kuyuya düşen deve gibi işlediği günahla helaka gider, artık bir daha ora­dan kurtulamaz."

Konuya ilişkin hadisler bir hayli fazladır. Bunlarla yeti­niyoruz.


Yüklə 315 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə