Vela Konusuyla İlgili Bazı Sorular ve Cevapları:
1- Müslümanların, ticaret amacıyla kendisiyle savaş durumunda olan kafir ülkelere seyahat etmesi caiz midir?
Cevap: Bir müslümanın, açıkça dinini ortaya koyup yaşayabilmesi, müşriklere de dostluk göstermeyip onlara destek olmaması şartıyla, İslam'a savaş açmış olan (harbi) kafir ülkelere ticaret amacıyla yolculuk yapması caizdir. Çünkü Ebu Bekir (r.a.) ve sahabelerden bazıları -Allah kendilerinden razı olsun- ticaret maksadıyla müşrik olan beldelere gitmişler, nitekim Ahmed b. Hanbel'in "Müsned" adlı eserinde de ifade edildiği gibi, Rasulullah da (s.a.v.) buna karşı, çıkmamıştır.
Ancak gittiği ülkedeki müşriklerle dostluk kurmadan, olara destek olmadan dininin gereklerini yerine getiremeyecekse, bu durumda kafir ülkelere seyahat etmesi caiz değildir.
İslam alimleri buna ilişkin delilleri ortaya koymuşlardır. Kaldı ki bunun yasak oluşu hadislerle de sabittir. Yüce Allah, insanlara tevhidi farz kılmıştır. Dolayısıyla tevhide zarar verecek bir yolculuk caiz değildir. Diğer taraftan bu olay, müşrik ve kafir ülkelerin iznine ve rızasına tabidir. Nitekim, o ülkelere yolculuk edenlerin yaptıkları şeyler ortadadır. Böyle bir durumdan yüce Allah'a sığınırız.
2- Bir kimsenin, kafirlerin esas ve ölçüleri, şiarları ortada iken, bu ülkelere sırf ticari amaçla gidip buralarda ikamet etmesi caiz midir?
Cevap: Bu sorunun cevabı da ilk sorununki gibidir. Zira ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Bir ülke ister daru'l-harb ister daru's-sulh (barış yapılmış ülke) olsun, birinci sorunun cevabındaki ölçülere uyulmuyorsa değişen bir şey yoktur. Eğer bir müslüman gittiği ülkede açık bir şekilde İslam'ı yaşayamıyorsa, oraya sefere, çıkması caiz değildir.
3- Kalınacak sürenin kısalığı yada uzunluğu arasında; örneğin bir yada iki ay kalmakla, daha uzun bir süre kalmak arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Sürenin kısalığı yada uzunluğu arasında asla herhangi bir fark söz konusu değildir. Bir müslüman, herhangi bir ülkede dinini açık bir şekilde ortaya koyamıyor, müşriklerle dostluk kurmadan yada onlara destek vermeden orada kalamıyorsa, oradan ayrılabilme imkanı da varsa, o ülkede bir gün bile ikamet etmesi caiz değildir. Ancak oradan ayrılmaya imkan bulamadığı takdirde durum değişir.
4- Yüce Allah'ın:
"...O halde siz de onlar gibisiniz..." 63
ayeti ve Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Kim müşriklerle bir arada bulunur, onlarla birlikte yaşarsa, o da kesinlikle onlar gibidir." 64
hadisine göre küfre rıza küfür müdür?
Cevap: Ayetin manası açıktır. Bir kimse, herhangi bir ikrah durumu olmadığı halde, yüce Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini veya onlarla alay edildiğini işitir de, başka bir konuya geçmedikleri halde, karşı koymaksızın alaycı kafirlerle bir arada bulunursa, tıpkı onlar gibi kafirdir. Hatta onlara katılmamış olsa da durum böyledir. Çünkü böyle bir eylem küfre rızadır. Küfre rıza ise küfürdür.
İslam alimleri işte bu ve benzeri ayetleri herhangi bir günaha rıza gösteren kimsenin, tıpkı onu yapan gibi olduğuna delil olarak göstermişlerdir. Hatta böyle bir günahı kalbiyle reddettiğini, bundan hoşlanmadığını ve istemediğini ileri sürse de, onun bu iddiası kendisinden asla kabul olunmaz.
Çünkü İslam'da hüküm zahire göredir. Dolayısıyla bu kimse açık bir küfür işlediği için kafir olmuştur.
İşte İslam alimleri yukarıdaki ayet ve benzerlerinden böyle bir hüküm çıkarmışlardır.
Bilindiği gibi Rasulullah'ın (s.a.v.) ölümünden sonra, bir takım irtidat olayları görülmüştü. İrtidat edenlerden kimileri, böyle bir şeye zorlandıklarını, üzerlerinde baskı olduğunu söylemişler; fakat sahabeler onların bu ifadelerini kabul etmemiş, aksine tümünü de mürted olarak görmüşler, bunlardan sadece onların işledikleri küfrü kalbiyle inkar edip, diliyle de karşı çıkanların mazeretini kabul etmişlerdi. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim, müşriklerle bir arada bulunur ve onlarla birlikte (aynı yer yada bölgede) oturursa, o da tıpkı onlar gibidir."
Bu hadisin hükmüne göre; kim, müslüman olduğunu iddia ettiği halde adeta müşriklerin kendilerinden ve kendilerinin de onlardan olduğunu kabul edercesine toplantılarında, evlerinde ve işyerlerinde onlarla birlikte hareket eder, onlara destek olursa, tıpkı onlar gibi müşriktir. Evet bunlar müslüman olduklarını söyleseler, böyle bir iddiada bulunsalar da yinede kafirdirler. Fakat, dinlerini açıkça ortaya koyarak müşriklerle de dostluk ve ilişkilerini açıkça bırakır ve onlara arka çıkmazlarsa, o zaman durum değişir. O takdirde bunlara kafir denemez.
Nitekim Rasulullah'ın (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye hicret buyurmalarından sonra birtakım kimseler, aynı hicrete katılmayıp Mekke'de müşriklerle birlikte kalmayı sürdürmüşler ve yine de müslüman olduklarını ileri sürmüşlerdi. İşte bunların Mekke'de müşriklerle birlikte yaşamayı sürdürmeleri sebebiyle, müşrikler onları kendilerinden sanıyorlardı. Hatta Bedir savaşında, istemeyerek de olsa, müşriklerin safında müslümanlara karşı savaşmışlar, bu savaşla öldürülmüşlerdi. Buna rağmen bazı sahabeler onların kendileri gibi müslüman olduklarını zannederek:
"Biz kardeşlerimizi de öldürdük." demeye başladılar.
İşte bunun üzerine yüce Allah onlarla ilgili olarak şu ayeti indirdi:
"Kendilerine yazık eden kimselere melekler canlarını alırken: "Ne iş de idiniz?" dediler." 65
Tefsir alimlerinden Süddi ve daha başkaları bunu şöyle yorumlamışlardı: "Onlar kafirdiler. Zira yüce Allah, çaresizlerin dışındakilerin mazeretlerini kabul etmez. Bu nedenle yüce Allah onların da mazeretlerini kabul etmemiştir."
5- Müslüman olduğunu iddia ettiği halde, üzerinde münafıklık alametlerini taşıyan kimselere "münafık" denilebilir mi?
Cevap: Eğer bir kimse, üzerinde münafıklık alametlerini açıkça taşıyorsa, durumu tıpkı savaş sırasında müminlere karşı koymak üzere irtidat edenlerin durumuna benzer. Bu kimse müminleri arkadan vurmak suretiyle düşmanların toparlanmasını ve müminlerin de dağılmasını ister ve bunu sağlar, sonra da onlara: "Eğer biz bir savaşın varlığını bilseydik, kesinlikle size uyardık, size bağlı kalırdık." derler. Fakat müşriklerin üstün gelmeleri durumunda hemen onlara katılırlar ve onlarla birlikte hareket ederler. Müslümanların üstün gelmeleri durumunda ise, bu defa müslümanlardan yana tavır koyarlar. Münafıklar kimi zamanlarda müşrikleri överler, müminleri bırakıp onlara velayet yetkisi verir, onları sever ve onlara destek verirler. İşte bu ve benzeri nitelikler yüce Allah'ın anlatmış olduğu münafıklara ilişkin alametlerdir. Dolayısıyla durumları buna uyan ve böyle bir durum sergileyenlere mutlak manada münafık ve bu alametlere de nifak alametleri denir.
Nitekim sahabeler -Allah kendilerinden razı olsun- de çoğunlukla bunu yapıyorlardı. Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor;
"Rasulullah'ın (s.a.v.) henüz hayatta olduğu dönemde kişi bir söz konuşurdu, bu koştuğu söz sebebiyle münafık olurdu." Hatta Avf b. Malik, bu çirkin sözü konuşana, sırf bu yüzden şöyle derdi:
"Yalan söyledin. Çünkü sen münafıksın." Aynı şekilde Ömer de, Hatıb kıssasında şöyle demişti:
"Ey Allah'ın Rasulü! Bırak beni de şu münafığın boynunu vurayım." Başka bir rivayette ise:
"Bırak beni de, boynunu vurayım. Çünkü o münafıktır." İşte bu ve bunun gibi bir hayli örnek vardır. Aynı şekilde Useyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubade'nin:
"Yalan söyledin, ancak sen münafıksın" sözüne karşı demişti ki:
"Münafıklarla mücadele ediyorsun."
Bu arada bilinmesi gereken bir husus da şudur: Gerek görünüş bakımından münafık olanlara, gerekse münafıklığını gizleyenlere mutlak anlamda nifak yada münafık damgası vurmak caizdir. Buna, göre, gerçekten münafık olmadığı halde nifak alametlerini üzerinde taşıyanlara da münafık adı verilebilir. Bu türden bazı hususları yanlışlıkla işleyen, bunun farkında olmayan yada herhangi bir şekilde ve maksatla söylemesi sebebiyle, münafık olmaktan çıkan bir kimseye mutlak anlamda münafık denilmesi durumunda, buna kimse karşı çıkamaz. Üseyd b. Hudayr'ın Sad b. Ubade'ye 'münafık' demesi üzerine Rasulullah'ın (s.a.v.) buna karşı Üseyd b. Hudayr'a bir şey demeyip, onu uyarmaması buna örnektir. Bilindiği gibi bu sahabi yani Sa'd b. Ubade münafık değildi. Böyle olmamasına rağmen Rasulullah (s.a.v.) 'o münafık değildir' türünden bir şey söylememiştir. Böyle bir durumda sükut edilmesi, o kimsenin münafık olduğunu göstermeyebilir. Ancak sürekli bir oraya, bir buraya gidip gelen, ne müslümanlarla ne de müşriklerle tam birlikteliği olmayan kimse kesinlikle münafıktır.
Heva ve hevesiyle hareket eden kimselere ise, mutlak anlamda münafık adını vermek caiz değildir. Dünyevi meselelerde aralarında bulunan düşmanlık yüzünden veya sırf kızgınlığı nedeniyle yada bazı meselelerde sürüp giden farklı düşüncelere sahip olmaları sebebiyle bir müslümana mutlak anlamda münafık demek caiz değildir. Bu gibi durumlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü bu husus ,bizzat Rasulullah'dan (s.a.v.) gelen bir hadisle şiddetle nehy olunmuştur. Hadiste:
"Bir mü'mini kafirlikle itham etmek, adeta onu öldürmek gibidir." 66
buyurulmuştur.
Burada özellikle dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken bir nokta da; nifak alametlerine benzeyen ve kesin olan alametlerin varlığıdır. Ki biz bu alametleri ve benzerlerini anlatmıştık. Bunlar da; yalancılık, facirlik yada kötü tanınma, İslama aykırı bir yanlış işleme gibi durumlardır. Müslümanın amacı Allah'ın kelimesini yüceltmek, O'nun dinini zafere ulaştırmak olmalıdır.
6- Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık "La ilahe illallah" kelimesinin manası içerisine girer mi, bu "La ilahe illallah"ın şartlarından mıdır?
Cevap: Şöyle demek doğru olur. Müslüman şunu bilmek durumundadır: "Yüce Allah, müslümanlara, müşriklere düşmanlık göstermelerini farz kılmış, onlarla dostluk kurmamalarını, onlara destek olmamalarını emretmiş, aynı zamanda, müminleri sevmelerini, onlarla dost olmalarını, onlara destek olmalarım vacip (farz) kılarak bunun imanın şartlarından olduğunu haber vermiştir. Dolayısıyla -babaları, oğullan, kardeşleri veya yakınları da olsalar- Allah'a ve Rasulüne savaş açanların yanlarında yer almamalarını, imanın bir gereği olarak bildirmiştir. İman sahibi bir kimse buna dikkat ve özen gösterir.
Bunun "La ilahe illallah" kelimesinin manası ve şartlan içerisinde yer alması konusuna gelince: Allah bizi böyle bir şeyi araştırmakla yükümlü kılmamıştır. Ancak yüce Allah tarafından bunun farz kılındığını bilmekle mükellefiz. Evet, yüce Allah bunu ve bunun gerekleriyle amel etmeyi vacip (farz) kıldı. Bir kimse bu nedenle 'Bu "La ilahe illallah"ın manasında yer alır ve aynı zamanda onun gereklerindendir' der ve böyle inanırsa, bu fazlasıyla bir iyilik ve hayırdır. Birileri de bunu bu şekilde bilmiyorsa, böyle bilmekle de mükellef değildir. Özellikle de bu konudaki tartışma ayrılığa varabilecek düzeye gelirse, buna hiç gerek yoktur. Mü'minler arasında ayrılığa neden olunmamalıdır. Çünkü müminler öncelikle imanın gereklerini yapmakla, Allah yolunda cihadla, müşriklere düşmanlık beslemekle, müslümanlara da velayet yetkisini vererek gereğini yapmakla mükelleftirler. Bu hususta en iyisi susmaktır. (Ben öyle düşünüyorum) Mana yönünden ihtilaf olabilir. En iyisini Allah bilir. Hamd ve minnet Allah'adır. Salat ve selam Muhammed (s.a.v.)'e, Ehl-i Beytine ve ashabına olsun.
7- Emirlere, hepsi bir aileye mensup olan bir beldenin mürted olduğu haberi ulaştığı halde, sırf dünyevi çıkarları yüzünden cezalarını kaldırıp olayı örtbas ettiler ve müslümanların bunlara dokunmamalarını istediler. Bu mürtedleri koruyanlar münafıklara dostluk göstermiş olur mu veya böyle bir durum küfür müdür? Eğer onların küfrü söylenmez veya onlara dil uzatılmazsa bunun hükmü nedir? Bir kimsenin böyle bir durumunu bilmemiz halinde ne yapmalıyız?
Cevap: Allah (c.c.) müminlere, müşrikleri düşman olarak tanımalarını ve onlara düşmanlık göstermelerini farz kılmıştır. Bu kimseler ister kafir, isterse münafık olsunlar fark etmez.
Rasulullah (s.a.v.), münafık olarak tanınan Bedevilerle cihad edilmesini, söz ve davranışlarla onlara karşı sert bir tutum takınılmasını istedi. Onları yaşadıkları beldeden uzaklaştırmak, lanetlemek ve öldürmekle tehdit etti. Bakın Allah (c.c.) onlar hakkında ne buyuruyor:
"Lanetlenirler, nerede rastlansalar yakalanıp öldürülürler." 67
Müminlerle bunlar arasındaki dostluk münasebetleri derhal kesilir. Ayet ve hadiste bildirildiği gibi, kim bunlara dostluk gösterir ve kucak açarsa, o kimse de onlardandır. Düşünün bir kez, bir kimse Allah'ı (c.c.) sevdiğini iddia edecek ve buna rağmen Allah'ın (c.c.) düşmanlarına sevgi besleyecek, bu olacak şey mi? Kafirler, müminlerin diğer düşmanlarıyla birleşerek şeytanlara arka çıkarlar. Mü'min olan kimse, Allah'ı (c.c.) bırakıp da böyle kişileri sever mi? Şair ne güzel söylemiş:
Düşmanlarımı seversin sonra da gelip
Ben dostunum dersin. Sen kim dostluk kim.
Özetle; Allah (c.c.) için sevip, Allah (c.c.) için buğz etmek imanın en büyük esaslarındandır. Kulun kesinlikle buna uyması gerekmektedir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." 68
Allah (e.c.) Kur'an'da bu hususta fazlaca uyanda bulunmuştur. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Müminler müzminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan sakınmanız (takiyye) müstesna..." 69
Alimler bu ayete dayanarak, İslam'dan önceki dostluk yada yakınlık gibi sebeplerle de olsa, kafirlere dostluk göstermenin yasaklandığını belirtmişlerdir. Ayette geçen, "Mü'minler, müminleri bırakıp" ifadesine gelince, burada müminlerle dost olunması gerektiği vurgulamakta ve kafirlerin, müminlere tercih edilmemesi istenmektedir. Kim de bu istenilenlerin aksini yaparsa, Allah'tan (c.c.) bir şey beklemeye hakkı yoktur. Yani kim kafirlere dostluk gösterir, onlara arka çıkarsa, artık bunlar için Allah'ın (c.c.) velayeti söz konusu olmaz. Kafirlere dostluk gösterenler, buna layık değildirler. Zira bizzat kendileri böyle bir velayet anlaşması yapmakla Allah (c.c.) ile aralarındaki antlaşmayı bozmuşlardır. Çünkü hem Allah'ı (c.c.) sevdiğini ve O'na dost olduğunu iddia edip, hem de onun düşmanıyla dostluk kurmak birbiriyle çelişkili durumlardır.
Ancak; "Onlardan sakınmanız (takiyye) müstesna"
Burada da görüldüğü gibi, ancak onlardan korkmayı gerektirecek bir endişe söz konusu olduğu zaman, onlara karşı görünürde dostluk gösterisinde bulunulabilir, böyle bir durumda onlarla zahiren iyi geçinilebilir. Kısacası eğer müslümanlar ezilen durumunda iseler, açıkça onlara düşmanlıklarını söyleyebilecek güce sahip değillerse, işte böyle bir durumda görünürde onlarla iyi geçinmek caiz olabilir. Ancak, kalbin imanla ve onlara karşı kin ve düşmanlıkla dolu olması gerekir. Bu engel ortadan kalktığı anda iman açığa vurulmalıdır.
"Kalbi imanla dopdolu olduğu halde inkara zorlanan hariç." 70
Abdullah b. Abbas der ki: 'Takiyye amelle değil, dil ile olur. Allah (c.c), müminlerin kafirlerle içli dışlı olmalarını, müminleri bırakıp onları sırdaş edinmelerini yasaklamıştır. Ancak kafirler, müminlerin bulundukları yerde, üstün bir güce sahip iseler, bu durumda onlara karşı görünürde iyi davranabilirler. Ancak din noktasında onlara muhalefet etmek zorundadırlar. "Ancak onlardan sakınmanız müstesna" ayetinin anlamı işte budur.71
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey inananlar! Kendinizden başkasını dost edinmeyin." 72
Kurtubi ayette geçen "Bitane" kelimesini şu manada değerlendirmiştir: "Müminlerden başkasını kendinize sırdaş ve ahbap edinmeyin, içinizi onlara dökmeyin."
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veli edinmeyin! Onlar, birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları kendisine veli edinirse, o da, onlardandır. Allah, zalim bir toplumu doğru yola iletmez." 73
İşte bu ayetten itibaren, yine bu surenin:
"Kim Allah'ı, Rasulü'nü ve müminleri veli edinirse, bilsin ki üstün gelecek olanlar yalnız Allah'ın taraftarlarıdır." 74
ayetine kadar altı ayet bu gerçek üzerinde durmakta ve dikkatimizi bu konuya çekmektedir.
Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor:
"Herhangi biriniz farkında olmaksızın Yahudi veya Hıristiyan olmaktan sakınsın. Çünkü ayette:
"Sizden kim onları kendine veli edinirse, o da onlardandır." 75
buyurulmuştur."Mücahid (r.h.) da:
"Kalplerinde hastalık bulunanların 'Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz!' diyerek onlara koşuştuklarını görürsün..." 76
ayetiyle ilgili olarak diyor ki: "Münafıklar hep Yahudilere yaltaklanıp duruyorlardı. Onlarla içli dışlı oluyor ve onların çocuklarını emzirmek istiyorlardı."
Ali (r.a.) de:
"... Müminlere karşı alçak gönüllü ..." 77
ayetiyle ilgili olarak diyor ki: "Kendi dindaşlarına karşı şefkatli, merhametli ve ince ruhlu,
"...Kafirlere karşı onurlu..." 78
dinlerine muhalefet edenlere karşı da gayet sert ve katıdırlar."
Bu manayı seleften birçokları bu şekilde nakletmişlerdir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilmiş olanlardan ve kafirlerden dininizi eğlence ve oyun yerine koyanları dost edinmeyin; inanıyorsanız Allah'tan korkun." 79
"Onlardan birçoğunun inkar edenlerle dostluk kurduklarını görürsün. Nefislerinin onlar için önceden hazırladığı şey ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar." 80
"Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran. Onların varacakları yer Cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir." 81
Allah (c.c), müminlere, İslam saflarında yer alsalar da kafir ve münafıklarla cihad etmelerini, söz ve davranışlarla onlara karşı sert bir tutum takınmalarını emretmiştir.
Abdullah b. Abbas: "Kafirlere karşı silahla, münafıklara karşı ise sözle cihad etmek ve onlara karşı yumuşaklık göstermemek gerekir," demiştir.
İbni Mes'ud da: "Kafir ve münafıklarla gücü yeten eliyle, buna gücü yetmeyen diliyle, buna da gücü yetmeyen kalbiyle tavrını sergilesin, onu asık bir suratla, öfke ve kin dolu bir tavırla karşılasın." demiştir.82
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları olsalar bile Allah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin." 83
Allah (c.c), müslümanlara; babaları, kardeşleri, oğulları, en yakın akraba ve arkadaşları olsalar bile, Allah'a (c.c.) ve Rasulü'ne (s.a.v.) düşman olan kimselerle dost olmamalarını, onlara saygı ve sevgi beslememelerini, onlarla arkadaşlık kurmamalarını ve sohbet etmemelerini emretmiştir. En yakın akraba için hüküm böyle olursa, acaba başkaları için durum nasıl olur?
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur." 84
İbni Abbas, ayette geçen "terkenu" kelimesini; "meyletmeyin, yönelmeyin" şeklinde yorumlamıştır.
İkrime de; 'İtaat etmeyin, sevmeyin, işlerine ve yaptıklarına özenmeyin, yönelmeyin, dost olmayın, onlara velayet yetkisi vermeyin." diye yorumlamıştır.
Sevri de: "Allah (c.c.) düşmanlarından birine (şer'i bir sebep olmaksızın) mürekkep doldurmak, kalemtıraş hediye etmek, yada kağıt uzatmak gibi şeylerin tümü bu hükmün içine girer." demiştir.
Bazı müfessirler de şöyle demişlerdir: "Burada yasaklanan, onların seviyesine inmektir. Dolayısıyla müslüman onların seviyesine inmemeli, onlarla münasebet kurmamalı, onlarla arkadaşlık ve samimi sohbette bulunmamalı, onlarla bir arada oturup kalkmamalıdır. Onları ziyaret etmemeli ve onlara yağcılıkta bulunmamalıdır. Onların yaptıklarını asla hoş karşılamamalı, onlara özenmemeli ve benzemeye çalmamalı, onlar gibi giyinmemelidir. Gözlerini onların içinde bulundukları süs ve refaha dikmemeli, onlara saygı duymayı ifade edebilecek bir davranışta bulunmamalıdır."
Bu açıdan, daha önce geçen: "Onlara meyletmeyin" ayeti üzerinde çok iyi düşünmek gerekir. Zira ayette "meyletme" olarak geçen "rükün" kelimesi; "hafif yollu yöneliş, meyil" anlamına gelmektedir. Hafif yollu bir yöneliş dahi şiddetle yasaklandığına göre, daha aşırı bir meyli siz düşünün.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa ki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Rasulü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur...
Allah yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte onlar zalimlerdir." 85
Yukarıdaki surenin ilk dokuz ayeti üzerinde durduğumuz gerçeği anlatmaktadır. Bu ayetlerden ilki, Hatıb b. Ebu Beltea hakkında nazil olmuştur. Bu sahabi, Rasulullah (s.a.v)'in büyük bir hazırlık yaparak Mekke üzerine yürüyeceğini bir mektupla Mekkeli müşriklere bildirmek istemişti, işte ayet bununla ilgili olarak inmiştir.
"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun,... göremezsin." ayeti de Ubeyde b. Cerrah hakkında nazil olmuştur.86
İbni Cureyc diyor ki: "Ebu Kuhafe, Rasulullah (s.a.v.)'e hakaret etti. Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) ona bir yumruk attı ve yere düşürdü. Bu durum, Rasulullah'a (s.a.v.) anlatılınca, Rasulullah (s.a.v.):
"Ey Ebu Bekir! Sen bunu yaptın mı?" dedi. O da:
"Vallahi, eğer yakınımda bir kılıç olsaydı, başını kesinlikle vururdum." dedi.
İşte Mücadele Suresinin 22. ayeti bununla ilgili olarak nazil oldu.87
Bu olay Ebu Kuhafe müslüman olmadan önce olmuştur. Ebu Kuhafe, Mekke'nin fethedildiği yıl müslüman olmuştu. İslam'ı kabul ettikten sonra Rasulullah (s.a.v.)'e dil uzatacak değildir. Ebu Bekir ise, Mekke'den muhacir olarak ayrılmış, daha sonra Rasulullah'la (s.a.v.) birlikte umre için gidinceye kadar bir daha Mekke'ye uğramamıştır.
İbni Abbas der ki: ''Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için düşmanlık gösterir ve Allah için dostlukta bulunursa, bu kimse Allah'ın dostluğunu böylece kazanmış olur. Bir kimse bu nitelikleri taşımadığı sürece, namazı ve orucu çok olsa da imanın tadına erişemez. İnsanların ilişkileri dünyayla ilgili menfaatlere dayanır oldu. Bu onlara bir şey kazandırmayacaktır. 88
İbni Mes'ud, Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu belirtiyor:
"Allah, peygamberlerinden birine, falan abide şöyle demesini vahyeder:
"Senin dünya ile ilgini kesmen, nefsinin rahatını istemendendir. Sadece benimle bağını kesmemen sebebiyle yüceldin. Benim sende olan hakkım için ne yaptın?" Abid şöyle der:
"Rabbim! Senin bendeki hakkın nedir?" Allah da:
"Sen benim için dostuna dostluk veya düşmanına düşmanlık gösterdin mi?" buyurur. 89
Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Kafirlerin bir kısmı bir kısmının velisidirler. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad olur." 90
Allah (c.c.), müminler arasında dostluk bağı oluşturulmasını, kafirlerle de dostluğun kesilmesini istemiştir. Çünkü ayette, kafirlerin de bir kısmının diğer bir kısmının velileri olduğu haber verilmiştir. Eğer müslümanlar, bunun gereğini yapmazlarsa, bu takdirde fitne ve fesad baş gösterir, nitekim böyle olmuştur da.
Din ancak Allah (c.c.) için sevmek, Allah (c.c.) için buğz etmek, Allah (c.c.) için düşmanlık ve dostluk göstermekle tamamlanabilir. Bunlarsız ne din, ne cihad, ne emri bi'1-ma'ruf ve ne de nehyi ani'l-münker tamamlanabilir. Hatta bu konuda insanlar tek bir şey üzerinde birleşseler, kinin, düşmanlığın ve buğzun bulunmadığı bir sevgi üzerinde anlaşsalar, yine de hak ile batılı, müminlerle kafirleri yada Rahman olan Allah'ın velileriyle, şeytanın yandaşlarını birbirinden ayırmış olamazlar. Bu bakımdan mü'minin mutlaka kesin bir çizgisi ve belli bir tavrı olmalıdır. Buna ilişkin ayetler oldukça fazladır.
Konuya ilişkin hadislere gelince, Bera b. Azib'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"İmanın en sağlam kulpu; Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." 91
Merfu bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'ım, facirin katımda bir değeri olmasın. Kalbimin seveceği bir nimeti olmasın. Çünkü ben, bana vahyolunan da şunu gördüm:
"Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir toplumun, Allah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin…"92
Ebu Zerr'den merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir:
"Amellerin en değerlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir."
İbni Mes'ud'dan merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir:
"Kişi sevdiğiyle beraberdir."93
"Müminlerden başkasını dost edinme ve Allah'tan korkanlardan başkasına yemeğini yedirme."94
Ali'den de (r.a.) merfu olarak gelen rivayet şöyledir:
"Kişi ancak sevdiği toplumla beraber haşr olunur."95
Aişe'den (r.a.) merfu olarak rivayet edilmiştir:
"Ümmetim içinde şirk; karanlık bir gecede bir kayanın üzerinde kımıldayan karıncanın kıpırtısından çok daha gizlidir. Bunun en düşüğü, birini zulmüne rağmen sevmen veya adaletine rağmen birine buğz etmendir. Oysa ki din Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten ibarettir."
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin..." 96
Dikkat edilirse Rasulullah (s.a.v.) bu hadiste, zalim birisini az da olsa sevmeyi, adil davranan birine de buğz etmeyi bir tür gizli şirk olarak değerlendirmiştir. İşte bu yüzden Allah düşmanı kafir ve münafıklara sevgi beslemekten şiddetle sakınmak gerekir.
Büreyde'den (r.a.) merfu olarak gelen rivayet de şöyledir:
"Münafık kimseye "seyyid" demeyin. Eğer o seyyid değilse, Aziz ve Celil olan Rabbinizin öfkesini üzerinize çekmiş olursunuz." 97
İbni Mes'ud'dan merfu olarak gelen rivayet de şöyledir:
"Haksız olduğu halde kavmine arka çıkan kimsenin durumu, tıpkı kuyunun başına gelip de, bu kuyuya düşen deve gibidir. O kimse de kendi günahıyla oraya düşer ve kurtulamaz."98
İbni Münzirbu hadisi şu şekilde yorumlamıştır:
"Kişi, kavmini günah ve hatâlarına rağmen sevmesi sebebiyle günaha girer, tıpkı bir kuyunun başına gelip de kuyuya düşen deve gibi işlediği günahla helaka gider, artık bir daha oradan kurtulamaz."
Konuya ilişkin hadisler bir hayli fazladır. Bunlarla yetiniyoruz.
Dostları ilə paylaş: |