MÜŞRİKLERE SEVGİ BESLEMENİN VE ONLARLA DOST OLMANIN HÜKMÜ 2
Müşrikleri Tekfir Etmemenin Hükmü: 10
Vela Konusuyla İlgili Bazı Sorular ve Cevapları: 14
Selefin Vela Hakkındaki Görüşleri: 20
Vela Türleri: 21
Müşriklerden korktukları için onları idare eden veya kötülüklerinden korunmak için onlara yağcılık yaparak zulümlerinde onlara ortak olan kimseler, onların dinlerinden hoşlanmasalar ve onlara buğz etmiş olsalar bile, müşriklerle birlikte hareket etmeleri sebebiyle kafir olurlar. İslam'ı ve müslümanları sevmiş olsalar da durumları değişmez. Bu kimseler, yaptıkları bu iş sebebiyle kafir oluyorlarsa; daru'l-harpte yaşayıp kafirlerin istekleri doğrultusunda hareket eden, onların tahakkümü altına giren, onlarla uyum içinde bulunan, mallarıyla onlara destek olan, onlara sevgi gösterip onlarla dostluk kuran ve müslümanlarla tüm bağlarını koparan kimseler nasıl kafir olmasın?! Bu kimseler, daha önce İhlas ve tevhid ehli içinde yer alırlarken, şimdi kafirlerin içinde bulunacaklar, onların gücü ve askeri durumunda olacaklar ve hala müslüman sayılacaklar öyle mi!
Bu kimseler hiç şüphesiz kafir oldukları gibi Allah (c.c.) ve Rasulü'ne (s.a.v.) karşı en amansız düşman olduklarını da ortaya koymuşlardır.
Ancak ikrah altında olup can ve mal emniyetleri kesin olarak ortadan kalkan kimseler mazeretli sayılabilirler. İkrah altında olanlar; müşriklerin istilasına uğrayan ve: "Dinini terk et, veya şöyle yap, yapmazsan sana şöyle davranırız, seni öldürürüz." şeklinde tehdit edilen yada bunları kabul edinceye kadar işkenceye tabi tutulanlardır. İşte böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir müslüman, kalbi iman ile dopdolu olmak şartıyla, sadece diliyle onların dediklerini söyleyebilir.
İslam alimlerinin icmasıyla, alay etmek veya eğlenmek için bile olsa, küfrü gerektiren bir söz söyleyen kişi kafir olur. O halde korku sebebiyle ve dünyevi çıkarlar elde etmek için küfür sözü söyleyenler neden kafir olmasın? Şimdi Allah'ın (c.c.) izni ve yardımıyla bu konuyla ilgili bazı deliller sunacağız:
1- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kendi dinlerine tabi olmadıkça, yahudi ve hıristiyanlar senden asla hoşnud olmayacaklardır..." 1
Yüce Allah bu ayette şu gerçeği bildirmektedir: Rasulullah (s.a.v.) onların dinlerine, inanç ve geleneklerine uymadıkça, yahudi, hıristiyan ve müşrikler asla memnun olmazlar. Rasulullah'ın (s.a.v.) ve ona inananların hak üzere olduklarını bildikleri halde, bunu kabul etmezler.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: Allah'ın yolu; işte asıl yol budur. Eğer sen, sana gelen bunca ilimden sonra, onların heva ve heveslerine tabi olursan, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur." 2
"...And olsun ki, sana gelen bunca ilimden sonra, onların heva ve heveslerine tabi olursan muhakkak zalimlerden olursun." 3
Dikkat edilecek olursa bu ayetlerde, Rasulullah'ın (s.a.v.) kafirlerden korkması veya onları idare etmek için gönülden olmasa da onlara dostluk göstermesi durumunda, zalimlerden olacağı bildirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) hakkındaki hüküm böyle ağır olurken, diğer müslümanlar için durum nasıl farklı olabilir? Açıkça türbelere saygı gösteren, bunlara razı olup ses çıkarmayanların hidayette oldukları nasıl söylenebilir?!
2- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"...Müşriklerin güçleri yetse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. İçinizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. İşte bunlar Cehennem ashabıdır ve bunlar orada daimidirler." 4
Allah (c.c), kafirlerin, güçleri yettiği sürece müslümanları dinlerinden döndürmek için savaşacaklarını, mal ve can korkusuyla bile olsa, onlara itaat edenlerin ve kötülüklerinden korunmak için müşriklere katılanların mürted olduklarını, bu haldeyken öldükleri takdirde ebedi, olarak Cehennemde kalacaklarını haber veriyor. Savaştan korkanların durumu böyle olursa, kendileriyle hiçbir savaş yapılmadığı halde onlara katılan ve onlara boyun eğenlerin durumu nasıl olur? Kafirlerin savaş açmasından sonra onların dediklerini kabullenenler mazeretli olmuyorlarsa, hiçbir savaş ve korku yokken hemen onlara katılanların hiçbir mazereti yoktur ve bunların diğerlerinden daha fazla küfrü hakkettikleri apaçık ortadadır.
3- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Müminler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'tan bekleyebileceği bir şey yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali (takiyye) müstesna, Allah sizi kendisinden sakındırır. Sonunda dönüş ancak Allah'adır." 5
Yüce Allah, müminlere, kafirleri dost edinmeyi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Bu uyanlara rağmen kafirlerle dostluk kuran kimsenin, -bunu onlardan korktuğu için yapsa dahi- Allah'tan bekleyebileceği bir şey olmadığını haber veriyor. Yani bunlar, Allah-u Teala'nın, Cehennemin ebedi azabından kurtarmayı vaadettiği kimseler arasında olmayacaklardır.
"Ancak onlardan sakınmanız hali (takiyye) müstesna." Yani kafirlerin baskısı altında olup inancından dolayı kafirler tarafından aşağılanan bir müslüman, kendisini baskı altında tutanlara karşı açıkça düşmanlık, gösteremeyecekse, onlara karşı kin ve düşmanlığını kalbinde saklı tutmak şartıyla onlarla bir arada bulunabilir. Peki bir endişe ve sıkıntı olmaksızın, hiçbir mazerete dayanmadan onlarla sarmaş dolaş olanlara ne demeli? Bu, dünya hayatını ahirete tercih etmek ve Allah'tan (c.c.) değil de müşriklerden korkmak değil de nedir!? Bu kişilerin "Biz müşriklerden korkuyoruz" şeklinde bir özür ileri sürmelerinin kabul edilebilir bir tarafı var mıdır?
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan sizi kendi dostlarıyla korkutuyor. Eğer gerçekten mü'min kimseler iseniz, onlardan korkmayın Benden korkun!" 6
4- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Eğer kafirlere itaat ederseniz, onlar sizi topuklarınız üzerinde (İslam'dan küfre) geri çevirirler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz." 7
Allah (c.c), müminlerin kafirlere itaat etmeleri durumunda kafirlerin onları kesinlikle gerisin geri küfre döndüreceklerini haber veriyor. Çünkü kafirler, müminleri küfre döndürmedikçe asla memnun olmazlar.
Yine aynı ayette; müminlerin, kafir olmayı kabul etmeleri halinde, hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayacakları, herşeylerini kaybedecekleri bildiriliyor. Görüldüğü gibi Allah (c.c), müşrik ve kafirlerden korktuğunu ileri sürerek, onlara boyun eğmeye izin vermemiştir. Çünkü onlar, kendilerine katılıp, kendilerinin hak ve doğru yolda olduklarını söylemedikçe, müslümanlara düşmanlık ve kinlerini açıkça ilan etmedikçe, asla müminleri bırakmazlar.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Oysa ki sizin mevlanız Allah'tır ve O, yardım edenlerin en hayırlısıdır." 8
Müminlerin mevlası ve koruyucusu Allah'tır (c.c). Onlara ancak O yardım eder. Çünkü O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Allah'ın (c.c) velayeti kabul edilip O'na itaat edildiği takdirde kafirlere ihtiyaç kalmaz. Bu durumda onlârın velayetinin bir anlamı yoktur.
Bir takım kişiler Tevhid inancının içinde yetişip, Tevhidi bildikleri halde, alemlerin Rabbi olan Allah'ın (c.c.) velayetinin dışına çıkıyorlar. Yardım edenlerin en hayırlısı olan Allah'ı (c.c.) bırakıp türbelere ve bunların bağlılarına boyun eğiyor, işlerini ve isteklerini onlara havale ederek onların velayetine yöneliyorlar. İlahi velayete karşılık başkalarının velayetini tercih eden bu zalimlerin yaptıkları iş ne kötü, ne iğrençtir.
5- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın rızasını kazanan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan kimse gibi midir? Zira onun varacağı yer Cehennemdir; orası ne kötü bir dönüş yeridir." 9
Allah'ın (c.c.) rızasını arayan ve O'na tabi olanla, Allah'ın (c.c.) gazabını ve öfkesini arayanlar eşit olmazlar. Çünkü Allah'ın (c.c.) gazabının peşinde olanların, varacağı yer Cehennemdir. Rahman'ın kulları ise; O'na ibadet etmeleri, O'nun dinine yardım etmeleri sebebiyle Allah'ın (c.c.) rızasını ve hoşnutluğunu kazanmışlardır. Türbelere gidip, ölülerden medet beklemek, bu işleri yapan kimselere yardımcı olmak, Allah'ın gazabına sebep olur. Bu sebeple, tevhid davetine ihlasla yardımcı olan ve müminlerle birlikte hareket eden kimse ile, şirke ve ölülerden yardım istemeye davet eden ve müşriklerle birlikte hareket eden kimse Allah katında asla eşit değildir. Bunlar: "Biz kafirlerden korkuyoruz" derlerse, kendilerine: "Yalan söylüyorsunuz" denir. Kaldı ki yüce Allah, buğz ettiği ve kin güttüğü kimselere uyup, razı ve hoşnut olduğu şeylerden uzaklaşmak için korkmayı mazeret kabul etmemektedir. Halbuki batıl ehlinin birçoğu, sırf dünyalıklarının ellerinden gitmesinden korktukları için Hakkı terk ediyorlar. Böyle olmasaydı Hakka inanır ve müslüman olurlardı.
6- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Nefislerine zulmeden kimselerin canlarını alırken melekler 'Ne işte idiniz?' deyince, bunlar 'Biz yeryüzünde mustaz'afdık' diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" derler. İşte onların barınağı Cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir." 10
Burada melekler kendilerine: "Ne işte idiniz?" derken şunu demek istiyorlardı: "Siz hangi gruptan yanaydınız, müslümanlardan tarafa mı tavır koymuştunuz müşriklerden tarafa mı?" Bunlar da güçsüzlükleri nedeniyle müslümanlardan tarafa tavır koyamadıklarını mazeret olarak öne sürecekler; ancak melekler onların bu mazeretlerini geçerli kabul etmeyerek' şöyle diyeceklerdir:
"Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" derler. İşte onların barınağı Cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir." 11
Mekke'de, İslam'ı kabul ettikleri halde hicret etmeyip oradaki müşriklerle birlikte kalan ve onların engellemeleriyle karşılaşan müslümanlar vardı. Bedir Savaşı çıkınca müşrikler Mekke'de kalan müslümanları kendi saflarında savaşa katılmaya zorladılar. Onlar da korkarak bu savaşa katıldılar. Bedir Savaş'ında müşriklerin safında savaşa katılan kimi müslümanlar, diğer müslümanlar tarafından öldürüldüler. Müslümanlar bu gerçeği öğrendiklerinde "Biz kardeşlerimizi öldürdük" diyerek üzüntülerini dile getirdiler. İşte bunun üzerine yüce Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.
Şimdi düşünün bir kez: Ölümden korktukları için kafirlerin safında savaşa katılanlar kafir oluyorsa, İslam aleyhinde olduklarını açıkça söyleyen devletlerin egemenliğine rıza gösteren, müşriklerle uyum içinde olduklarını, onların dinleriyle birlik kurabileceklerini açıkça ortaya koyan, onların itaatleri altına girip onlara sığınan, onlardan korkan, onlara arka çıkıp yardım eden ve böylece tevhid ehlinin yenilgiye uğramasına sebep olan, müşriklerin yoluna tabi olan, müşrik ve kafirlerin yanında müslümanları açıkça yeren, onlarla alay eden, onlara dil uzatan, onları ayıplayan, tevhid esasları üzerinde sebat ettikleri için onların görüş ve düşüncelerini aşağılayan, onları beyinsizlikle suçlayan, inançlarında sebat etmeleri ve cihadı esas almalarından ötürü de müslümanları aşağılayan, isteyerek ve içtenlikle kafir ve müşrikleri onlara karşı koruyan, onlardan yardımlarını esirgemeyen ve bütün bunları hiçbir zorlama olmaksızın yapanların durumu ne olur?
Bu şekilde hareket edip, kafir ve müşrikleri müslümanlara tercih edenler, vatan sevgisi nedeniyle Mekke'de kalıp hicreti terk edenlerden daha çok küfrü ve Cehennem ateşini hak etmezler mi? Zira aşırı vatan sevgisinden dolayı hicreti terk edip Mekke'de kalan müslümanlar, Bedir Savaşına kendi istekleriyle değil, kafirlerin zor kullanması ve onlardan korkmaları sebebiyle katılmışlardı.
"Bu kişilerin özürlü sayılması gerekmez mi? Bunlar kafirler tarafından zorla savaşa çıkarılmışlardı. (Savaşa katılmasalardı öldürüleceklerdi.)" denirse buna şöyle cevap veririz:
Bu kişiler, hicret etme imkanları olduğu halde, kafir ve müşriklerle birlikte kalmayı tercih ederek hicret etmedikleri için bu duruma düşmüşlerdi. Bu nedenle ikrah altında olmaları onlar için bir mazeret değildir.
7- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"O (Allah), kitapta size indirmiştir ki: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bundan başka bir söze geçmedikçe o kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz... " 12
Allah (c.c), müslümanlara, müşrik ve kafirler, Allah'ın ayetleriyle alay ettikleri veya onları inkar ettikleri zaman, bu yaptıklarını bırakıp başka bir konuya geçmedikçe, onlarla oturmamalarını emretmiştir. Çünkü Allah'ın ayetlerini inkar edenlerle birlikte oturanlar, gerek inkarları gerekse alaycı tavır takınmaları sırasında tepki göstermeyenler, tıpkı onlar gibi kafirdirler.
Dikkat edilirse ayet, korkan İle korkmayan arasında bir ayrıma gitmemiştir. Ancak ikrah altında olanlar, bunun dışındadır. Bu olay İslam'ın ilk zamanlarında meydana gelmiştir. Peki ya İslam sınırlarının genişlediği ve beldelerinin saygınlık kazandığı bir zamanda olmasına ne demeli?! Bugün kendilerine müslüman diyenler, kafirleri ve Allah'ın (c.c.) ayetleriyle alay edenleri kendi ülkelerine davet edebiliyor, onları dost, sırdaş ve arkadaş edinebiliyorlar. Onlarla birlikte oturup kalkıyor, onların küfür sözlerini, alaylarını dinliyor ve kabulleniyorlar. Bununla da yetinmeyip tevhid ehlini yanlarından uzaklaştırıyor ve onlara karşı farklı bir tavır takınıyorlar.
8- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanlari dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim kimseleri doğru yola iletmez. Kalplerinde hastalık bulunanların onlara doğru koştuğunu görürsün. 'Bize bir kötülük isabet etmesinden korkarız' derler. Umulur ki Allah bir fetih ihsan eder veya katından bir emir getirir de, içlerinde gizlediklerine pişman olurlar." 13
Allah (c.c:), yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyi ve onları desteklemeyi yasaklayarak, onlara dostluk gösteren veya yardım edenlerin de onlar gibi 'kafir olacaklarını haber veriyor.
Kim, mecusi ve puta tapanlarla, "Allah (c.c.) ile birlikte türbe ve ölülere dua edip onlardan istekte bulunmak şirk değildir, bunları yapanlar da müşrik sayılmaz" diyerek türbelere tapanlarla dostluk kurarsa o da aynen ateşe, puta ve türbelere tapanlar gibi kafirdir."
Kafirlerle dostluk kuran ve onlara yardım eden kişi bunu korkarak veya korkmayarak yapsın fark etmez. Çünkü Allah (c.c.) korktukları için onlarla dostluk kuran kimseleri "kalplerinde hastalık bulunanlar" olarak nitelemiştir.
Kalplerinde hastalık bulunanlar, ileride durumun kendi aleyhlerine dönebileceğinden korkarlar. Onların bundan başka bir korkulan yoktur. Günümüzdeki mürtedlerin durumu da öncekilerden farksızdır. Bunlar da durumun kendi aleyhlerine dönmesinden ve ileride başlarına bir bela gelmesinden korkarlar. Çünkü bunlar, gönülden iman etmiş değillerdir. Allah'ın (c.c.) tevhid ehline vaad ettiği zaferin doğruluğuna ve bunun mutlaka geleceğine inanmamışlardır. Bunun için de Tevhid ehlini bırakıp, ileride başarı kazanarak kendilerine zarar verebilecekleri endişesiyle müşriklere koşarlar. Kendilerini kurtarmak için, kafir, müşrik, yahudi ve hıristiyanlardan yana tavır koyarlar.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Umulurki Allah bir fetih ihsan eder veya katından bir emir getirirde, içlerinde gizlediklerine pişman olurlar." 14
9- Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Onlardan çoğunun kafirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür. Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azapta daimidirler." 15
Allah (c.c.), gerçek bir zorlama altında olmaksızın, ileriye dönük bir korku ve endişe sebebiyle kafirleri dost edinen kimsenin, Allah'ın (c.c.) gazabını ve ebedi olarak azap içinde kalmayı hak edeceğini bildiriyor. Peki hiçbir korku olmaksızın, bile bile Tevhide ve Tevhid ehline düşmanlık eden, ihlas ile yapılan ilahi davete engel olup bunun dışındaki davalara yardım edenlere ne demeli?
10- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıktırlar."16
Allah (c.c), korkarak veya korkmayarak kafirleri dost edinmenin, Allah'a, (c.c.) Rasulü'ne (s.a.v.) ve ona indirilene iman etmeye aykırı olduğunu ve bunun, onların çoğunun fasık olmalarından kaynaklandığını bildiriyor. Onlar önceden de fasık oldukları için, kafirleri dost edinerek, onların saflarında yer almışlar ve mürted olmuşlardır. Böyle bir duruma düşmekten Allah'a {c.c.) sığınırız.
11- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"(Kesilirken) üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)ları yemeyin. Bunu (helal sayarak) yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Şüphesiz ki şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz müşriklerden olursunuz." 17
Bu ayet, müşriklerin: "Kendi öldürdüğünüzü (kestiğinizi) yiyorsunuz da, Allah'ın (c.c.) öldürdüğünü (murdar olarak öleni) yemiyorsunuz" demeleri üzerine nazil olmuştur.
Ayet-i kerimede; gerçek zorlama olmaksızın, korkarak veya korkmayarak müşriklere itaat etmek suretiyle ölü yada murdar hayvan eti yemeyi helal sayanların, onlar gibi müşrik oldukları bildiriliyor. Hal böyle iken; onlarla dostluğu helal sayan, onlarla birlikte hareket eden, onlara yardımda bulunan, onların hak üzere olduğuna şahadet eden, müslümanların canlarını ve mallarını helal sayan, İslam cemaatinden ayrılıp da müşriklerle işbirliği içinde bulunanlara ne demeli?
Müşriklere itaat ederek murdar hayvan etini helal sayanlar müşrik oluyorlarsa, bu saydığımız amelleri işleyenler de -İslam'ı ve müslümanları ortadan kaldırmayı amaç edinmeleri sebebiyle- kafir ve müşrik olmazlar mı?
12- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"(Ey Peygamber!) Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini de oku. Bu kimse, kendisini onlardan sıyırıp çıkarmış, bunun üzerine şeytan da onu peşine takmış ve böylece azgınlardan olmuştu." 18
Bu ayet, İsrailoğulları döneminde yaşamış, İsmi A'zam duasını bilen, abid ve alim bir kişi olan Bel’am b. Baura hakkında inmiştir.
İbni Abbas şöyle diyor:
"Musa (a.s.) üzerlerine geldiğinde, kavmiyle amcaoğulları Bel'am b. Baura'nın yanına gelip, dediler ki:
"Musa çok güçlü ve kuvvetli, biridir. Beraberinde büyük bir ordu da var. Eğer o bize üstün gelirse, hepimizi helak eder. Allah'a (c.c.) dua et de Musa ile beraberindekileri bizden uzaklaştırsın." Bel'am da:
"Eğer ben böyle bir duada (bedduada) bulunacak olursam, hem dünyam hem de ahiretim elimden gider." dedi. Ancak kavmi, böyle bir bedduada bulunması için sürekli gelip giderek ısrar ettiler. Nihayet Bel’am, dayanamayıp bedduada bulundu. Bunun üzerine Allah (c.c.) da onun tüm ilmini alıverdi de öylece kalakaldı.
İbni Zeyd de şöyle diyor:
"Bel'am'ın heva ve hevesi, Musa'yla (a.s.) savaşan kavmiyle beraberdi. İşte Allah (c.c.), ayetlerinden sıyrılıp ortada kalan bu kişinin durumunu haber vermektedir. Oysa Allah (c.c), bundan önce ona çok önemli bir takım ilimler vermişti. O da gerçekten ilim ehlinden olmuş; fakat daha sonra bu yanlış davranışı sebebiyle şeytanın tuzağına düşmüş tüm ilmi elinden alınmıştı. Dikkat edilecek olursa; kendisinden o ilmin alınmasının sebebi, Musa (a.s.) ve beraberindekileri kavminden uzaklaştırması için Allah'a (c.c.) dua ederek, kendi arzusuyla müşriklere destek ve yardımcı olmasıdır. Bel'am kavmi için korkup, endişelendiği ve onlara acıdığı için onlarla birlikte hareket etmişti. Oysa ki kendisi hakkı biliyor, hakka şahitlik ediyor ve buna göre kullukta bulunuyordu. Fakat sırf kavmine olan bağlılığı ve onlara uyması nedeniyle, ilmiyle amel etmekten uzaklaştı ve kendi arzusu doğrultusunda hareket etti. İşte onun bu davranışları, sahip olduğu ilimlerden tamamen sıyrılmasına ve bu ilimlerin elinden alınmasına sebep oldu."
Bu durum günümüz mürtedlerin de çok daha büyük boyutlarda görülmektedir. Allah (c.c.) bunlara, içinde tevhidle ilgili emir ve hükümlerin yer aldığı ayetler vermiş, onlardan yalnızca eşi ve ortağı bulunmayan Allah'a (c.c.) davet edip O'na şirk koşmamalarını, yalnızca müminleri dost edinmelerini, onları sevmelerini, onlara yardım etmelerini ve toptan Allah'ın (c.c.) ipine sarılmalarını, müşriklere karşı da düşmanca tavır takınıp onlara buğz etmelerini, onlarla cihad etmelerini, onlardan ayrılmalarını., putları yıkmalarını, zinayı, her türlü münker ve rezaleti ortadan kaldırmalarını emretmiştir. Bu kimseler bu gerçeklerin hepsini bilip, öğrendikten ve ikrar ettikten sonra bir kenara atıverdiler. Dolayısıyla bu kimseler, Allah'ın (c.c.) ayetlerini bir kenara bırakan, inkar eden ve küfre, girip mürted olan Bel'am b. Baura'dan daha çok mürted ve müşrik olmayı hak etmiş oldular.
13- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!" 19
Allah (c.c.) bizi, kafir olsun veya olmasın zalimlere meyletmekten sakındırarak, onlara meyleden kimsenin Cehennem ateşini hak edeceğini, böyle yapan kimsenin, bunu gerçek bir zorlama olmadan, korkarak veya korkmayarak yapması arasında fark olmadığını bildiriyor. Zalim kafirlere meyletmenin cezası bu kadar büyük olursa, onların din ve görüşlerini güzel bulup onlara yönelenler, gerek mallarıyla gerekse fikirleriyle onları destekleyenler, tevhid ve tevhid ehlinin yok olmasını isteyenler ve müşriklerin müslümanların ülkesini istila etmesini dileyenler için ne buyrulur? Bu şekilde onlara yönelmek küfrün en büyüğü olmaz mı?
14- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkara) zorlanan hariç kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar eder ve kalbini küfre açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır ve onlar için büyük bir azap vardır. Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür." 20
Yüce Allah, burada, değişmesi asla mümkün olmayan bir hüküm bildirmiştir: Bir kimse ister canına, malına veya ailesine zarar gelebileceği endişesiyle, ister hiçbir korku olmadan, iman ettikten sonra dininden dönerse kafir olur. Bu kişinin küfrü ister açık ister gizli olsun, ister amelle ister sözle yapılsın, isterse de kafirlerden gelebilecek bir menfaat ve geçici dünya metaı elde etmek için olsun yada her ne sebeple olursa olsun fark etmez, her halde sahibini apaçık bir küfre sürükler. Gerçek zorlama dışındaki hallerde bu amelleri işleyen kişi kafir olur. Bu durumda, yani; kişinin müşrikler tarafından yakalanıp "Kafirliği kabul etmezsen seni döveriz veya öldürürüz" diye tehdit edilmesi, bu teklifi kabul edinceye kadar dövülmesi ve bu şekilde küfre zorlanması durumunda, çaresiz kalan bir müslüman, -kalbi imanla dolu olmak şartıyla- müşriklerin istediklerini söyleyebilir. Ancak böyle bir durumda, kişi imanında asla bir kuşku yada sakatlığa düşmemeli, kalbi mutmain olmalı ve iman üzere sebat etmelidir. Kafir ve müşriklerin isteklerini gönülden kabul etmesi durumunda ise ikrah altında olsa bile küfre girer.
Ahmed b. Hanbel'in tutumundan anlaşıldığına göre, kişi işkenceye tabi tutulmadıkça, ikrah altında kalmış olmaz:
Ahmed b. Hanbel, Kur'an'ın mahluk olduğuyla ilgili fitne yüzünden kendisine yapılan işkenceler sonucu hastalanmış yatıyordu. (O devrin alimlerinden ve İmam'ın yakın arkadaşlarından) Yahya b. Main yanına gelip, selam verdi. İmam onun selamına karşılık vermedi. Yahya b. Main Ammar hadisini ve
"Kalbi iman ile dolu olduğu halde inkara zorlanan müstesna..." 21
ayetini Ahmed b. Hanbel'e hatırlatınca, o yüzünü öteki tarafa çevirerek adeta bunun bir mazeret olmadığını ifade etti. Bunun üzerine Yahya:
"(Bu adam) hiçbir şeyi mazeret kabul etmiyor." dedi. Ahmed b. Hanbel de şöyle dedi:
"Ammar hadisini delil getiriyorlar. Halbuki Ammar b. Yasir, Rasulullah'a hakaret ederlerken müşriklerin yanına uğramıştı. Onları bundan menettiği için onu dövdüler ve eziyet ettiler. O da bu durumdan kurtulmak için onların istediği sözü söyledi. Bunlar ise hiçbir işkenceye tabi tutulmadan sadece "Sizi döveriz" denildiğinde onlara uydular. Bununla Ammar'ın durumu aynı mı?" Bunun üzerine Yahya b. Main:
"Vallahi şu gök kubbenin altında, Allah'ın (c.c.) dinini senden daha iyi anlayan bir kimseyi görmedim." dedi.
Yüce Allah, gönüllerini küfre açan bu mürtedlerin, hak üzerinde kararlı olmalarına rağmen müşrik yada kafirlerden korktukları için böyle yaptıklarını haber vermektedir. Allah'ın (c.c.) gazabı bunların üzerine olsun. Bunlar için büyük bir azap vardır.
Yine Rabbimizin verdiği habere göre bunun sebebi; şirki sevip kabul etmeleri, tevhidi bilmemeleri ve bu dine buğz etmeleri değil, dünyaya olan aşın düşkünlükleridir. Çünkü bunlar dünyayı ahirete ve Allah'ın (c.c.) rızasına tercih etmişlerdir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;
"Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür." 22
Allah (c.c), bunların geçici dünya menfaatini Allah'ın dininden ve rızasından üstün tuttukları için kafir olduklarını, kulaklarına ve gönüllerine mühür vurulduğunu ve ahirette de hüsran içinde olacaklarını haber veriyor.
15- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Eğer onlar sizi fark ederlerse, ya taşlayarak öldürürler yada kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız." 23
Dikkat edilirse ayette Ashab-i Kehf'le ilgili şöyle bir uyanda bulunulmaktadır: "Eğer müşrikler size üstün gelip, sizi yenecek olurlarsa, iki seçenekle karşı karşıya kalacaksınız: Ya taşa tutulmak suretiyle öldürülmeniz yada müşriklerin dinine dönmeniz. Onlara katılır ve dinlerini kabul edip isteklerini yerine getirirseniz kesinlikle iflah olmazsınız. İşte bu, kafir ve müşriklere boyun eğenlerin halidir. Peki böyle bir ikrah durumu olmaksızın, uzaktan bir işaretle kafir ve müşriklerin dediklerini kabul edip hemen yerine getirenler nasıl iflah olurlar?! Buna rağmen kendilerini nasıl hidayette sanırlar?
16- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden (tereddüt içinde) ibadet ederler. Şöyle ki; kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur. Eğer bir musibet dokunursa, yüzü değişir. O, dünyada da, ahirette de hüsrana uğramıştır. İşte bu, apaçık hüsranın ta kendisidir." 24
Ayet; bazı insanların sadece bir yönüyle ve gönülsüz olarak Allah'a (c.c.) ibadet ettiklerini haber veriyor. "Eğer kendisine bir iyilik dokunursa" yani; yardım, zafer, sağlık, varlıklı olma; güvencede olma gibi imkanlar elde ederse, bütün bunlara fazlasıyla memnun olur. Bu durumda dinlerinde sebat eder ve "Bu, güzel bir dindir. Biz bu dinde sadece iyilik gördük." derler. "Eğer bir musibet dokunursa" hastalık, korku, yoksulluk gibi bir rahatsızlıkla karşı karşıya kalırlarsa, "yüzü değişir" dininden döner ve şirke yönelir.
İşte bu ayet, onların durumunu açık olarak ortaya koymaktadır. Gerçekten bu kimseler sebat, içtenlik ve ihlasla değil sadece bir yönden, gönülsüzce Allah'a (c.c.) ibadet ederler. Rahatsızlık ve musibet gibi bir durumla karşı karşıya kaldıklarında, hemen müşriklere uyar, onlara katılır, onlara itaati kabullenir, dinlerinden irtidat eder, müslümanların cemaatinden ayrılıp müşriklerin topluluğuna katılırlar. Bunlar, dünyada olduğu gibi ahirette de onlarla beraberdirler. Böylece hem dünyalarını hem de ahiretlerini ziyana uğratırlar. Oysa ki bunların çoğu; sağlık, sıhhat ve afiyet içinde mutlu bir hayat sürmektedirler. Bu hayat, kendilerine bir düşman tarafından sağlanmış değildir. Buna rağmen onlar Allah (c.c.) hakkında kötü zanda bulunmaları sebebiyle, bu şekilde davranırlar. Bunlar batılın, hakka ve hak ehline üstün geleceğini sanırlar. Nitekim Allah (c.c.), kendisi hakkında kötü zanda bulunanlarla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"İşte Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti ve hüsrana uğrayanlardan oldunuz." 25
Ey Allah'ın kendisine İslam'da sebat etmeyi lütfettiği kimse! Sakın kalbinde bir şüpheye yer verme, bu mürtedlerin herhangi bir şeylerini güzel görme. Sakın müşriklere katılıp, onlarla uyum içerisinde olma, onlara itaat etme. Mal, can ve makam endişesiyle onlardanmış gibi gözükme. Çünkü bu tür kuşkular birçok insanı Allah'a (c.c) şirk koşmaya götürmüştür. O insanların çoğu, hakkı biliyor ve kalpleriyle de iman ediyorlardı. Ancak bunlar, sekiz mazeret sebebiyle şirke düşmüşlerdi. Fakat Allah (c.c.) bunların birisini bile, mazeret olarak kabul etmemiştir. Allah (c.c.) kabul etmediği bu sekiz mazereti şöyle açıklıyor:
"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,kabileniz (hısım ve akrabanız), elde ettiğiniz mallar, kötü gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, size, Allah'tan, Rasulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasık kimselere hidayet etmez." 26
17- Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenlerin yaptıklarını şeytan kendilerine hoş göstermiş ve onları hayallerle aldatmıştır. Çünkü onlar, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Bazı hususlarda size itaat edeceğiz" dediler. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak? Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardından gitmeleri ve O'nu (Allah'ı) razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır." 27
Allah-u Teala, kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, şeytanın kendilerine batılı süslü göstermesi sonucu bile bile küfre dönenlerin ilimlerinin kendilerine fayda vermeyeceğini bildirmiştir.
Fakat buna rağmen şeytan, hakkı bilen bir takım kimseleri aldatmış, onlara gerçek bir zorlama olmasa da, korku ve endişeleri sebebiyle, haktan dönmeleri halinde mazeretli sayılacaklarını, hakkı bildikleri, sevdikleri ve şahadette bulundukları için yaptıklarının kendilerine bir zarar getirmeyeceğini zannettirmiştir. Halbuki onlar şu gerçeği unutuyorlar: Kafirlerin çoğu İslam'ı bildikleri halde mallarına, canlarına veya ailelerine bir zarar gelmesinden korkarak veya geçici dünya metaı elde etmek için İslam'ı uygulamayı terk ettiler.
Dikkat edilirse, bu kişilerin dinden dönmelerinin sebebi, Allah'ın (c.c.) indirdiğinden hoşlanmayan kimselere 'Bazı hususlarda size itaat edeceğiz.' demeleridir. Şimdi düşünün; Allah'ın (c.c.) indirdiği hükümleri beğenmeyen ve bunlardan hoşlanmayan müşriklere bazı meselelerde itaat edecekleri konusunda söz verenler, sırf bu sözden dolayı kafir olarak vasıflandırılıyorlar. O halde, Allah-u Teala, yalnız kendisine ibadet edilmesini, kendisine hiçbir şeyin eş koşulmamasını, Allah'ın (c.c.) dışında kendilerine ibadet edilen tüm tağutların reddedilmesini, ölülere veya başka varlıklara dua edilmemesini emrederken; Allah'ın (c.c.) indirdiklerinden hoşlanmayan müşriklerin isteklerine boyun eğen, tevhid ehlinin bunlarla savaşmalarını hatalı bulan, bunlarla sulh yapılmasını ve batıl dinlerinin kabul edilmesini isteyenler, sırf bazı hususlarda müşriklere itaat edeceklerini söyleyenlerden daha önce mürted kabul edilmezler mi? Sadece bir kısım meselelerde müşriklere uymak küfürse, her konuda Allah'a (c.c.) isyan içinde bulunanlar hakkında ne demelidir?
Bir müslümanın şundan asla şüphe etmemesi gerekir: Müşriklere uyup onların ardı sıra gitmek, onların arasına katılmak, onların hak üzere olduklarına şahitlik etmek, Tevhidin ve Tevhid ehlinin ortadan kalkması için müşriklere yardım etmek gibi şeyler, Allah'ın (c.c.) gazabını gerektiren amellerdir. Bütün bunları müşriklerden korkarak yaptıklarını söyleseler de faydası yoktur. Çünkü Allah (c.c), onlardan korktukları için irtidat edip müşriklere uyanların bu mazeretlerini kabul etmemekte, aksine onlardan korkmamayı emretmektedir. Allah-u Teala mazeretlerini kabul etmezken daha hala: "Biz, dinimiz üzereyiz, küfür olan bir amel işlemedik (gerçek olarak değil sadece korktuğumuzdan dolayı ileride onlara itaat edeceğimizi söyledik)" demelerinin bir anlamı var mıdır?!
18- Allah (c.e.) şöyle buyuruyor:
"Şu münafıklık edenleri görmüyor musun? Kitap ehlinden inkar eden kardeşlerine diyorlar ki: "Eğer siz yurdunuzdan çıkarılacak olursanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Size karşı hiç kimseye itaat etmeyiz. Sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz." Allah şahitlik eder ki, onlar muhakkak yalancıdırlar." 28
Allah (c.c), kafirlerle münafıklar arasında bir akit olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü münafıklar, kafirlere "Eğer siz yurdunuzdan çıkarılacak olursanız, muhakkak ki biz de sizinle beraber çıkarız." diyorlardı. Yani: "Eğer Muhammed (s.a.v.) üstün gelir de sizi ülkenizden çıkarırsa, kesinlikle biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiç kimseye itaat etmeyiz. Muhammed (s.a.v.) ile ona iman edenlerden hiçbirisinin sizin hakkınızda söyleyecekleri sözlere kulak asmayız ve sizi bırakıp asla onlarla birlikte hareket etmeyiz. "Size karşı savaşırlarsa, mutlaka size yardım ederiz." Yani; Muhammed (s.a.v.) ve iman edenler size karşı savaşırlarsa, biz kesinlikle size yardım eder, sizden yana tavır koyarız."
İşte Allah (c.c.) gerçekleri böylece bildiriyor. Sonra da münafıkların kesinlikle yalancı, olduklarını, sözlerinde durmayacaklarını bildirerek buna şahitlikte bulunuyor.
Burada şu inceliğe mutlaka dikkat edilmesi gerekir: Her ne kadar yalan da olsa, münafıkların yahudilere bu şekilde gizlice söz vermeleri, onların münafık ve kafir olduklarını kanıtlıyorsa, samimi ve doğru olarak kafir ve müşriklerle birlikte hareket eden, bununla övünen, onların hükmü altına giren, insanları onlara itaate çağıran, onlara yardım edebilmek için can atan, onlardan biri olmaya çalışan, malıyla ve görüşleriyle onlara katkıda bulunanlar için acaba ne hüküm verilmeli? Şimdi bu kimselerle, ileride müşriklerin eline fırsat geçer de başlarına bir şey gelir korkusuyla onların yanında yer aldıklarını söyleyenler arasında fark olur mu? Diğerleri mürted olurken, bunlar olmaz mı?
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların (kafirlerin) arasına koşuştuklarını görürsün." 29
Görüldüğü gibi; Allah (c.c.), korktukları için böyle bir fitneye yakalanıp mürted olan kimselerin ileri sürdükleri bu mazereti kabul etmeyerek, onları "kalplerinde hastalık bulunanlar" olarak nitelemiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;
"Fakat umulur ki, Allah katından bir zafer yahut bir emir getirir de, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar. İman edenler ise: "Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin edenler bunlar mı?" derler. Onların bütün amelleri boşa gitmiş ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır. Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı yumuşak, kafirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir." 30
Bu ayette, mürtedlere karşılık, Allah'ı (c.c.) seven ve Allah (c.c.) tarafından sevilen mücahidlerin bulunacağı bildirilmektedir. Allah (c.c.) bunları; müminlere karşı ağır başlı, yumuşak huylu ve alçak gönüllü, kafirlere karşı da onurlu, güçlü, katı ve şiddetli olarak tanıtıyor.
İşte bu ayet, güya korktukları için onlara uyduklarım iddia edenlere yeter. Ayetin devamında Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Ve kınayanın kınamasından korkmazlar." 31
Evet, bu müminler asla müşriklerden korktukları yalanıyla ortaya çıkan, doğru sözlü olmayı ve cihadı terk edenler gibi değildirler. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda cihad ederler." 32
Yani; Allah'ın (c.c.) kelamının yücelmesini isteyerek, Allah'ın rızasını gözeterek, sabırla cihad ederler. Dinleri uğrunda ezaya uğratılmaktan asla korkmaz, halkın kendilerini kınamasına, kızıp öfkelenmesine ehemmiyet vererek haktan ayrılmaz, insanlar kendilerine kızsın yada kızmasın, bundan hoşlansın yada hoşlanmasın asla onları memnun etmek için İslam'a karşı tavır almazlar. Müşriklerin tek gayeleri, efendilerini memnun edip mabudlarının hoşuna gitmek ve onların öfkesinden uzak kalmaktır. Bu yüzden de işlerinde onlardan yârdım bekler, onların öfke ve gazaplarını üzerlerine çekmemeye özen gösterirler. Doğrusu bu oldukça büyük bir sapıklık ve rezalettir. Müminler ise asla onlar gibi davranmazlar.
Daha sonra Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İşte bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir fazilettir." 33
Allah (c.c.), fitneler karşısında imanları üzerinde sebat eden müminlerin, bu güzel hasleti kendi kendilerine elde edemeyeceklerini, bunun Allah (c.c.)'nun onlara lütfettiği bir hayır ve fazilet olduğunu haber veriyor. Bu, Allah'ın yardımı, fazlı ve keremi olup, onu dilediğine verir. Allah (c.c.) devamla buyuruyor ki:
"Sizin asıl dostunuz Allah, Rasulü ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazlarını dosdoğru kılıp zekatlarını veren ve rükû eden müminlerdir." 34
Bu ayette yüce Allah; Allah'ı, Rasulü'nü ve müminleri dost edinmeyi, dolayısıyla Allah'ın, Rasulü'nün ve müminlerin düşmanlarını da dost edinmemeyi emrediyor. Bunu yapanlar Allah'a (c.c.) ve Rasulü'ne (s.a.v.) yakın olanlardır. Kaldı ki, iki guruptan hangisinin Allah ve Rasulü'ne daha yakın olduğu da gizli olan bir şey değildir.
Bu söylenenlerin tam aksine davranıp; Allah'ı, Rasulü'nü ve namazlarını dosdoğru kılıp zekatlarını veren müminleri dost edinecek yerde, kafirleri dost edinenler, velayet yetkisini onlara verenler, müşrikleri, puta tapanları, türbelerden medet umanları dost edinenler, Allah'ın (c.c.) dost edinilmesini yasakladığı şeyleri dost edinmiş, dolayısıyla Allah (c.c.) ve Rasulü’nden (s.a.v.) uzaklaşmışlardır.
Allah (c.c.) şöyle devam ediyor:
"Kim, Allah'ı, Rasulü'nü ve iman edenleri dost edinirse, (bilsin ki) galip gelecek olanlar, Allah'ın tarafını tutanlardır." 35
19- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve Ahiret Gününe iman eden bir kavmin; babaları, oğulları, kardeşleri yada akrabaları olsalar bile, Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin." 36
Bu ayette; Allah'a (c.c.) ve Ahiret Gününe inanan bir kimsenin, en yakın akrabaları dahi olsalar, Allah (c.c.) ve Rasulü'ne (s.a.v.) karşı gelen, onlara savaş açan kimselere dostluk ve sevgi gösteremeyeceği, hatta bu kimselerle tüm bağlarını koparması gerektiği bildiriliyor. Çünkü bunun aksi bir durum imanla çelişir. Su ile ateşin bir arada bulunamayacağı gibi, imanla küfür ve küfrü sevmek de asla bir arada bulunamaz.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerdir." 37
Her iki ayette de gayet açık olarak bildirilmektedir ki: Hiçbir kimsenin malını, eşini, babasını, çocuklarını, akrabalarını veya bunun gibi kendisi için değerli olan şeyleri kaybetme korkusuyla (kafir olmalarına rağmen) onlarla uyum içinde olması caiz değildir. Oysa, bugün birçok kimse hiçbir ruhsat bulunmadığı halde kafir ve müşriklere dostluk gösterip, onları hoşnud etmeye çalışıyor ve bunun için onlardan korktukları mazeretini öne sürüyorlar. Kişinin en yakın akrabaları için bile böyle bir şeye izin verilmemişken, nasıl olur da aralarında akrabalık bağı dahi bulunmayan kafirler dost edinilebilir, onlara sevgi gösterilebilir ve onlardan korkulması gibi gerekçelerle onların dinindenmiş gibi gözükülebilir?! Onların tavır ve davranışlarını güzel bulmak ve bunu kendisi için de helal görmek gerçekten şaşılacak bir şeydir ve bu irtidat etmek ve haramı helalleştirmekten başka bir şey değildir.
20- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar, size gelen hakkı inkar ettiler. Peygamber'i ve sizi, Rabbiniz olan Allah'a iman ettiniz diye yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer benim yolumda cihad etmek ve benim hoşnutluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onları dost edinmeyin. Onlara olan sevginizi gizlersiniz. Ben, gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden her kim bunu yaparsa, hak yoldan sapmış olur." 38
Allah (c.c), en yakın akrabaları da olsalar, kendisinin düşmanlarını dost edinen kimselerin, doğru yoldan ayrılarak sapıklığa düşmüş olduklarını bildiriyor.
Hal böyleyken Allah'ın düşmanlarını dost edindikleri halde hala sırat-ı müstakim üzere olduklarını iddia edenler, Allah'ı (c.c.) yalanlamış ve O'nun yasaklamış olduğu kafirleri veli edinmeyi helal saymış olurlar. Kim de Allah'ı (c.c.) yalanlar yada bir haramı helal sayarsa, kafir olur.
Daha sonra yüce Allah; yakınları, akrabaları ve çocukları olduğunu ileri sürerek mazeret beyan edenlerin şüphelerini gidermek için şöyle buyuruyor:
"Kıyamet Günü, ne akrabanız ne de evlatlarınız size bir fayda sağlayamayacak, Allah onlarla sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir." 39
Ayetten de anlaşıldığı gibi Allah (c.c.) "Bunların arasında yakınlarım, akrabam, çoluk-çocuğum var" gibi korku ve endişeleri mazeret olarak kabul etmemektedir. Artık bu ayete rağmen, bunlardan ayrılmanın zorluğunu ileri sürmenin bir manası yoktur. Çünkü bunlar, Kıyamet Gününde onlara bir fayda veremeyecek ve onları Allah'ın (c.c.) azabından kurtaramayacaklardır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sur'a üflendiği zaman, artık o gün, aralarında ne soy-sop kalır ne de birbirlerine onu sorarlar." 40
21- Semure b. Cündüb, Rasulullah (s.a.v,)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim bir müşrikle bir arada bulunur ve onunla birlikte kalırsa, o da onun gibidir." 41
Rasulullah (s.a.v.), müşriklerle bir arada olan, onlarla birlikte hareket eden, onlarla birlikte oturup kalkan ve aynı yerde yerleşen kimsenin onlar gibi olduğunu haber vermiştir.
O halde, onların dinlerine açıkça muvafakatini gösteren, onlara sığınan, onlara yardım eden ve arka çıkanlara ne demeli? Eğer bu kimseler "Biz korkumuzdan öyle yapıyorduk" derlerse, kendilerine "Siz yalan söylüyorsunuz" denmelidir. Kaldı ki korkuyu mazeret olarak ileri sürmenin bir anlamı da yoktur. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar arasında, "Allah'a iman ettik" diyen kimseler vardır. Fakat Allah uğrunda eziyete uğradıkları zaman, insanların eziyetini Allah'ın azabı gibi tutarlar." 42
Allah (c.c), korku ve ikrah-ı mülci seviyesine ulaşmayan bir eza karşısında dininden dönenlerin bu mazeretlerini kabul etmemektedir. Peki, ya böyle bir korku ve eza olmadığı halde onların yanında yer alanlara ne demeli? Zira bu kimseler, batılı isteyerek, onu severek, ileriye dönük planlar yaparak onların yanında bulunuyorlar.
Bu konudaki deliller pek çoktur. Bu anlattıklarımız, Allah'ın (c.c.) kendilerine hidayet etmek istediği kimseler için yeterlidir. Allah'ın (c.c.) fitne ve dalalette kalmasını dilediği kimselere gelince, Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle buyuruyor:
"Üzerlerine Rabbinin azap sözü gerçekleşmiş olanlar, kendilerine bütün ayetler gelmiş olsa bile, o acı azabı görmedikçe iman etmezler." 43
Kerim ve lütfü bol olan Allah (c.c.), bize müslüman olarak yaşayıp, müslüman olarak ölmeyi nasip etsin. Bizi salihlere katsın, rezil etmesin ve herhangi bir fitneyle baş başa bırakmasın. Bize rahmet etsin. Çünkü O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Salat ve selam Rasulullah'a (s.a.v.), ehli beytine ve ashabına olsun. Amin.
Dostları ilə paylaş: |