71
Kapitalist üretimin doğuşu
Özgür Öztürk
Merhabalar. Ben öncelikle, Kapital’in Almanca aslından Türkçe’ye ka-
zandırılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, hepimiz adına,
bir kez daha. İkinci olarak, böyle bir organizasyonu düzenleyen Yordam
Yayınları’na ve sayın Hayri Erdoğan beye de teşekkür ediyorum. Bu dua-
yen hocalarımızın yanında bizlere de yer verdikleri için ayrıca onur duydu-
ğumu belirtmek istiyorum.
Şimdi benim konuşmam kapitalist üretimin doğuşu üzerine olacak.
Biraz tarihsel bir konu. Bildiğimiz gibi Kapital esas olarak kapitalist üretim
sisteminin temel işleyiş özelliklerini, hareket yasalarını ortaya koyan bir
metin. Gelgelelim bu üretim sisteminin nasıl ortaya çıktığına, nasıl doğdu-
ğuna dair de epey malzeme buluyoruz Kapital’de, uzun uzun duruyor bunun
üzerinde. Yani kapitalist üretime geçiş meselesi üzerinde de epey duruyor.
Özellikle Türkiye gibi kapitalist sistemle geç tanışmış ülkeler açısından bir
özelliği de var bunun. Zira, aslında Kapital’de ortaya konan şema, özellikle
birinci ciltte ortaya konan şema, birebir uymuyor aslında Türkiye gibi ülke-
lere. Bunu Marx’ın kendisi de teslim ediyor. 1870’lerde, o dönemin ilk, en
erken Marksistleri olan Rus Marksistleri ile yazışırken, Vera Zasoulich’le
bir mektuplaşmasında... Zasoulich Marx’a şunu soruyor: Rusya’nın kapita-
72
Devrimci Marksizm
lizme hiç uğramadan doğrudan doğruya sosyalizme geçiş yapması mümkün
müdür gibi bir soru soruyor. Marx buna yanıt vermekte epey zorlanıyor.
Bunu da birkaç taslak hazırlamasından anlıyoruz, yanıt göndermeden önce.
En sonunda kısa bir mektup gönderiyor yanıt olarak. Burada, kapitalizmin,
kapitalist sistemin doğuşu üzerine Kapital’de yazdıklarının esasen sadece
Batı Avrupa ile sınırlı olduğunu, Rusya için bir şey söyleyemeyeceğini as-
lında söylüyor.
Şimdi ben Marx’ın bu konuyu, yani kapitalist üretimin doğuşu-
nu Kapital’de nasıl ele aldığına dair birkaç bir şey söyleyeceğim kısaca.
Ardından da Türkiye gibi ülkeler açısından neler söyleyebiliriz, yine kısa
bazı yorumlar getirmeye çalışacağım.
Bir tespitle başlamak istiyorum. İlginç bulduğum bir şey ama. Kapital’de
kapitalizm kelimesi hiç geçmiyor hemen hemen. Yani biz günlük yaşamda
kapitalizm kelimesini çok kullanıyoruz. Hep kapitalizm kelimesini kullanı-
yoruz. Kapitalizm şöyle bir sistemdir, kapitalizm kötüdür, şu tarihte orta-
ya çıkmıştır vesaire gibi. Oysa Kapital’de bu kelime yok. Bu birinci cildi,
yeni çeviriyi okurken özellikle ona baktım. Birkaç yerde, beş-altı yerde,
‘kapitalizme özgü üretim’ ifadesi geçiyor. Yani kelime olarak kapitalizm
birkaç yerde geçiyor, her birinde de yanında bir ‘üretim’ ibaresi mutlaka
var. Bunun aksine, Marx’ın en çok kullandığı ifade, yani döne döne kullan-
dığı, ‘kapitalist üretim’, ‘kapitalist üretim tarzı’, ‘özgül kapitalist üretim bi-
çimi’ vesaire gibi, hep kapitalist üretimi vurgulayan bir tercihi var Marx’ın.
Bu neden? Yani Marx niye kapitalizm deyip geçmiyor da ısrarla kapitalist
üretim ifadesini, kavramını kullanıyor diye düşünebiliriz. Yani üzerinde dü-
şünmeye değer bir sorudur.
Bunun aslında basit bir nedeni olabilir, beklentimizin aksine. Çünkü ke-
lime olarak kapitalizm daha geç kullanıma girmiş bir şey. Yani kapital, kapi-
talist gibi kavramlar kullanımdayken, bilindiği kadarıyla kapitalizm kelime
olarak ilk kez 1854 yılında kullanılmış. Yani Marx da Kapital’i 1860’larda,
60’ların ilk yarısında yazdığına göre, o dönemde çok geniş kullanımda ol-
mayabilir de aslında.
Belki de, daha muhtemel bir neden, Marx’ın aslında kapitalizmi bir üre-
tim sistemi olarak görmesi, kavraması. Bu şekilde analiz etmek istemesi.
Yani Kapital’in temel meselesi, kapitalist üretim ve bu üretim sisteminin bir
bütün olarak işleyişidir diyebiliriz de. Yani Marx bilinçli olarak yapmıştır
diye de düşünebiliriz.
Şimdi Marx’ın yöntemine genel olarak baktığımızda, nasıl ele almış-
tır peki diye sorsak, yöntemine genel olarak baktığımızda, ikili bir bakışı
73
Kapitalist üretimin doğuşu
var, sık sık karşımıza çıkıyor, çok sistematik bir ayrım tercihi var. Özellikle
Kapital’de. Ele aldığı olguyu veya konuları, genellikle bir maddi içeriği
yönünden inceliyor. Bir de toplumsal biçimi açısından inceliyor. Yani iki
yönlü bir analiz tarzı var Marx’ın. Ama bu iki yön birbirine kopmaz biçim-
de bağlı. Bunu sık sık vurguluyor. Ayrıca, bir vurgusu da şu, yani bunlar
örtük olarak tabii tespit ettiğimiz şeyler, genellikle maddi içerik toplumsal
biçimin altında, ya da toplumsal biçimin belirlenimlerine tâbi olarak, onun
yönetimi altında, onun egemenliği altında sunuluyor Marx’ta. Marx bize
bunu bu şekilde anlatıyor.
Örnek verirsek galiba daha iyi olacak. Mesela, daha ilk başta, Kapital’in
ilk sayfalarında metâı anlatırken bize, Marx bunun bir kullanım değerinin
olduğunu bir de mübadele değerinin, değişim değerinin olduğunu söylü-
yor, biliyoruz hepimiz. Yani kullanım değeri, metânın insan ihtiyaçlarını
karşılama özelliğidir, maddi içeriğini anlatır, maddi yönünü anlatır bize.
Mübadele değeri ise, ya da değişim değeri ise metânın diğer metâlar kar-
şısındaki konumunu, dolayısıyla metâda içerilen emeğin, o metâda içerilen
emeğin diğer metâlarda içerilen emekler karşısındaki konumunu, yani as-
lında insanlar arasındaki toplumsal ilişkiyi, piyasa dolayımıyla gerçekleşen
toplumsal ilişkiyi anlatıyor. Yani bir toplumsal biçim, bir de maddi içerik
var. Gelgelelim bu maddi içerik, bu toplumsal biçimin egemenliği altında,
yönetimi altında, onun hükmü altında diyebiliriz. Zira kapitalist üretim, ya
da metâ üretimi genel olarak, kullanım değeri üretimi değil, daha doğrusu
özel olarak kullanım değeri üretimi değil; kullanım değerleri sadece değişim
değerlerinin üretilmesi için bir araç Marx’a göre. Yani, hepimiz biliyoruz
yani, bugün de insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmek kapitalistlerin
esas amacı. Demek ki tüm süreç aslında mübadele değerinin egemenliğinde
cereyan ediyor.
Marx’ın iki yönlü analiz tarzını kapitalist üretim sürecini analizinde de
görmekteyiz. Marx’a göre kapitalist üretim süreci hem bir emek sürecidir,
yani kullanım değerlerinin üretildiği bir süreçtir. Hem de bir değerlenme
sürecidir, yani artık değerin üretildiği, sermayenin kendisini büyüttüğü bir
süreçtir. Bu bütünlük içinde yönlendirici ya da belirleyici olan, değerlen-
me sürecidir, ya da artık-değer üretimidir. Nasıl ki bir metanın üretiminde
kullanım değeri yalnızca değişim değerinin üretilmesi için bir araçsa, genel
olarak kapitalist üretimde de emek süreci yalnızca artık-değer üretiminin bir
aracıdır. Emek süreci artık değer üretimine tâbidir.
Şimdi bir anlamda, biraz da basitleştirerek, emek süreci insanın doğa
ile etkileşimini, insan-doğa ilişkisini konu alır diyebiliriz. Öte yandan, de-
74
Devrimci Marksizm
ğerlenme ya da artık-değer üretimi süreci insan-insan ilişkilerine işaret eder.
Emek süreci, emeğin emek nesneleri ve emek araçları ile kurduğu ilişkileri
anlatır. Emeğin üretim araçları, hammaddeler, el aletleri gibi nesnelerle kur-
duğu üretici ilişkiyi ifade eder. Buna karşılık değerlenme ya da artık-değer
üretimi, ücretli emek sermaye ilişkisini ve bu temelde gerçekleşen sömürü-
yü ifade eder. Emek süreci açısından, işçi üretim araçlarını kullanır. Oysa
değerlenme süreci açısından, üretim araçları işçiyi kullanır.
Peki kapitalist üretim nasıl ortaya çıktı? Marx kapitalist üretimi iki yön-
lü olarak ele aldığına göre bunun doğuşunu da her iki yönden ele almasını
bekleriz. Ve gerçekten de böyledir. Kapital’in birinci cildinin geniş bir bö-
lümü kapitalist üretimin doğuşuna ve gelişimine ayrılmıştır. Ama maddi ve
toplumsal yönler ayrı ayrı bölümlerdedir. Yani bir emek süreci olarak kapi-
talist üretimin doğuşu birinci cildin ortalarında incelenmekte, toplumsal bir
sistem olarak ortaya çıkışı ise ‘ilkel birikim’ başlığı altında sonlara doğru
ele alınmaktadır.
Emek süreci açısından, özgül kapitalist üretimin çıkış noktası el birliği-
dir. Bu çok sayıda işçinin aynı emek sürecinde bir arada çalıştırılmasıdır. Bu
evrede kapitalist sistem henüz mevcut üretim tekniğini değiştirmemiş, nasıl
bulduysa öyle almıştır. Ama ölçeğini genişletmiştir.
El birliği aşamasının ardından, manifaktür evresi gelir. Bu uzun bir dö-
neme yayılmıştır, kabaca 16. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın sonlarına
kadar devam etmiştir. Temelde, bir geçiş evresidir. Manifaktür özünde ge-
nişletilmiş atölye üretimi demektir. Çok sayıda işçinin bir arada çalışması
burada da temeldir. İşçi manifaktürde bir zanaatkârdır, ama tek bir işte uz-
manlaşır, parça işçidir. Çok sayıda işçinin bir arada çalışması ile teknik bir
iş bölümü ve buna bağlı olarak da üretkenlik artışı söz konusudur. Marx,
manifaktürün organları insanlar olan bir üretim mekanizması olduğunu vur-
gular. Yani esas olan yine insan unsurudur. Bununla birlikte, ürün artık bi-
reysel bir ürün değil, toplumsal ya da kolektif bir ürüne dönüşmüştür.
Manifaktür, iç evrimiyle makineleşmeye giden yolu açmıştır. Bu süreç
zamanla makineli üretimi, en sonunda da makine sistemleri olarak fabrika-
ları yaratmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte 18. yüzyıl sonlarından itibaren
artık özgül kapitalist üretim söz konusudur. Üretim, artık insan unsuruna
dayanmayan, nesnel bir organizasyona dönüşmüştür. İşçi, makinenin bir ek-
lentisi haline gelmiştir.
Makineleşmenin bazı sonuçları olmuştur. İlk olarak, makine, kol gücü-
nü gerekli olmaktan çıkardığı ölçüde, kadın ve çocuk emeğinin kullanımı-
nı başlatmıştır. İkincisi, makine emeğe olan göreli ihtiyacı da azaltmakta,
75
Kapitalist üretimin doğuşu
işsizlik yaratmaktadır. Bir diğer konu, işçinin giderek vasıfsızlaşmasıdır.
Daha doğrusu, sadece tek bir işte uzmanlaşan parça işçinin yerine, her işe
kolayca uyum sağlaması beklenen modern birey işçi geçmektedir. Kısacası,
kapitalist emek süreci el birliğinden manifaktüre ve oradan makineli üreti-
me doğru kendi iç mantığı uyarınca evrilmiştir. Bu süreçte üretkenlik artmış,
üretim ve emek toplumsallaşmıştır. Bu kapitalizmin tarihsel misyonudur.
Emek süreci açısından, kapitalist üretimin çıkış noktası el birliği idi.
Ama artık-değer üretimi açısından, kapitalist üretimin çıkış noktası ilk bi-
rikimdir. İlk birikim, özünde doğrudan üreticilerin üretim araçlarından ko-
partıldığı ve işçi haline gelmek zorunda bırakıldığı evredir. Sürecin temeli,
köylünün topraktan kopartılması ve işçileşmesidir. Marx bu evrede piyasa
dışı zor kullanımının kural olduğunu, üreticilerin devlet aracılığıyla zorla
mülksüzleştirildiğini belirtir. Ama piyasa egemenliği bir kez kurulduğunda,
artık bu tarz “ekonomi dışı” zorlamalara gerek kalmaz ve emekçiler üzerin-
deki baskı piyasanın kendi işleyişi ile halledilir.
Marx ilk birikimin sağlanmasında dünya piyasasının oluşumuna ve sö-
mürgeci pratiklere de dikkat çeker. Büyük ölçekli kapitalist üretim, gerek
büyük miktarda hammadde temini için, gerekse üretilen çok sayıda malın
satılması için dünya pazarının oluşumunu beraberinde getirmiştir. Ama
temel mesele, doğrudan üreticilerin, yani büyük ölçüde köylülerin üretim
araçlarından, yani topraktan kopartılması ve zorla işçi haline getirilmesidir.
Demek ki, kapitalist üretimin doğuşu bir anlamda belirli bir evrim ser-
gilemiştir. Dereceli olarak ilerlemiştir diyebiliriz. Hem emek süreci açı-
sından, el birliğinden manifaktüre ve oradan makineli üretime ve fabrika
sistemine giden süreç. Hem de artık-değer üretimi açısından, ücretli emek
sermaye ilişkisinin zorla kurulması. Peki Türkiye gibi ülkelerdeki durum
nedir? Kapitalist üretimin doğuşu Türkiye’de benzer bir sıra izlemiş midir?
Bu sorunun yanıtı “hayır”dır. Çünkü kapitalist üretim bir kez belli bir yer-
de ortaya çıktığında tüm dünyayı kaplayan yeni bir iş bölümü yaratmıştır.
Kapitalist sanayi toplumları ile pre-kapitalist tarım toplumlarından oluşan
bir uluslararası iş bölümü ortaya çıkmıştır.
Makineli üretim, kendi ülkesinde el zanaatlarını yıktığı gibi, Osmanlı
gibi pre-kapitalist toplumlarda da el emeğine dayalı üretim sistemlerini
yıkmıştır. Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemi ile temas etmesi, el zanaatı
tipi üretimin ve atölyelerin yıkımına yol açmıştır. Benzer bir durum örne-
ğin Hindistan’da da görülmüştür. Bu ülkelerin Batı Avrupa ülkelerindeki
gelişme sırasını aynen izlemesi olanaksız hale gelmiş, çünkü daha sürecin
başında üretim yapıları dağılmıştır. Bunun bir sonucu, Türkiye gibi ülkeler-
76
Devrimci Marksizm
de kapitalist üretime geçişin zorlaşmış olmasıdır. Nitekim bu ülkelerde ka-
pitalist üretimin başlaması ancak uluslararası iş bölümündeki dönüşümlerle
gündeme gelmiştir. Ağırlıklı olarak da İkinci Dünya Savaşı sonrasında. Öte
yandan, bu ülkeler Batı Avrupa’daki gelişimi aynen izleyemedikleri için
süreç son aşamadan, yani doğrudan doğruya fabrikalarla başlamıştır. Bir
başka deyişle sıçramalı bir gelişim söz konusudur. Bu sıçramayı gerçek-
leştirme zorluğu, tek tek sermayeler açısından baktığımızda, bu sıçramayı
gerçekleştirebilenlere avantajlar da yaratmıştır.
Türkiye’de bu geçişin tarihi olarak 1950’li yılları vermek gerekir. Yani
Türkiye’de özgül kapitalist üretim ancak 1950’lerde başlamıştır. 1950’li ve
60’lı yıllar, Türkiye’de köylü nüfusun önemli bir kısmının kentlere göç ede-
rek işçileşmesine tanık olmuştur. Bunun öncesindeki yüz yıllık dönem bir
geçiş, ya da ilk birikim evresidir. Demek ki Türkiye’nin 19. yüzyıl başların-
dan itibaren kapitalistleşme yoluna girdiğini, ama ancak 1950’lerde kapita-
list üretime geçiş yaptığını söyleyebiliriz.
Türkiye gibi ülkelerde, kapitalist üretime geçiş Marx’ın analiz ettiği
Batı Avrupa toplumlarına kıyasla bazı özgüllükler taşır. Ama geçiş bir kez
yapıldıktan sonra, kapitalist üretimin yasaları kendilerini ortaya koymaya
da başlamıştır diyebiliriz.
Ben burada keseyim, vaktimi aşıyorum. Teşekkür ederim.
Sorulara cevaplar
Koray’ın sorusu ile başlıyayım. Ticari kapitalizm ya da merkantilizm
gibi terimler beni de rahatsız ediyor aslında. Demiştim hani, kapitalist üre-
tim sürecini iki yönlü kavradığı için onun doğuşunu da iki yönlü olarak
aktarıyor Marx. Mesela manifaktürü falan zaten kapitalist bir biçim olarak
anlatıyor bize. Bir alıntı yapayım kısaca hemen: “İşbölümüne dayanan el
birliği, klasik şekline manifaktürde bürünür. Kapitalist üretim sürecinin ka-
rakteristik biçimi olarak kabaca 16. yüzyılın ortalarından başlayıp 18. yüz-
yılın son otuz yılına kadar süren asıl manifaktür dönemi boyunca egemen
biçim olmaya devam eder.”
Burada, sunumun başlarında bir şey getirmeye çalışmıştım. Kapitalizm
ve kapitalist üretim arasında sanki bir ayrım gözetebilir miyiz gibi, sesli dü-
şündüğüm bir şey aslında. Özgül kapitalist üretim tarzı ise, Marx’ta, benim
anladığım kadarıyla, spesifik olarak gerçekten de büyük sanayinin kuruldu-
ğu evreyi, yani Sanayi Devrimi sonrası, manifaktür sonrası evreyi, fabrikayı
anlatıyor. Öyle algılıyorum ben. Çünkü onu ısrarla ‘özgül kapitalist üretim
77
Kapitalist üretimin doğuşu
tarzı’ diye niteliyor. Makinelerin makinelerle üretilmeye başlanmasıyla be-
raber, bu üretim tarzı manifaktüre özgü dar teknik temelden, şundan bun-
dan kurtuluyor, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi temellerini kendisi
üretebilen gerçek bir sisteme dönüşüyor. Buna Marx özgül kapitalist üretim
tarzı diyor. Bunun öncesinde de kapitalizmin doğuşu, geçişi, onu da kapita-
list olarak niteliyor, burada bir sıkıntısı yok. Türkiye’de de mesela, 1950’ler,
60’lar dediğim özgül kapitalist üretim tarzına denk geliyor. Sonuçta hepimi-
zin bildiği gibi Osmanlı toplumu, 19. yüzyıldan itibaren, 18. yüzyılın sonla-
rından itibaren hattâ, dünya sistemi ile bir bütünleşme içerisinde. Burada ti-
cari bir sermaye birikimi başlıyor, ticari burjuvazinin aracılık yaptığı. Bu bir
ticari birikim dönemi. Yani bunu nasıl adlandıracağız bilmiyorum ama. Yani
bir birikim var burada da, ilk birikim var, arkadaşımızın hatırlattığı, beni
düzelttiği gibi. Gerçekten burada da bir ilk birikim dönemi var. Ama sanki
biraz kavramsal bir netliğe ihtiyacımız var, benimkisi sadece bir öneriydi.
Yani özgül kapitalist üretim tarzı sanayi temelli genellikle. İşte, kapitalizm
ve kapitalist üretim ayrımı gibi bir şey gözetebiliriz sanki, ama tam beni de
tatmin etmiyor. Sanıyorum, arkadaşımıza da bir şey söylemiş oluyorum. İlk
birikimi şüphesiz atlamıyorum.
Kapital, kapitalizmin sınırlarını gösteriyor mu? Şüphesiz gösteriyor.
Yani, emek açısından gösteriyor. En son, Lebowitz’in Kapital’in Ötesi ki-
tabında dikkat çektiği bir şey vardı. Sermayenin kendi içinde, engel ve sı-
nır tartışması yapıyor. Sermayenin engeli kendisidir, ama onu sürekli aşar,
filan, ama sınırı, yani gerçekten sermaye ya da kapitalizmin sınırı varsa bu
emektir. Bir yandan da doğadır, doğayı da ekliyor Lebowitz. Doğa kısmını
açıkçası çok fazla görmüyoruz Kapital’de. Ama tabii ki emek kısmını, yani
sermayenin sınırı olarak emek kısmını uzun uzun anlatıyor.
Son olarak da şu tekelci kapitalizmin Kapital’le olan ilişkisine çok kı-
saca değinip bu ilk birikime dair bir-iki şey daha söyleyip tamamlayaca-
ğım. Sanırım çok fazla aşmıyorum süremi. Tekelci kapitalizm teorisinin
Kapital’le ilişkisi ne düzeydedir diye soruyorsunuz, yani doğrudan ona
dayandığını düşünüyorum. Birtakım, bazı tartışılması gereken, tartışılabi-
lecek noktaları olabilir. Ama burada ne anlıyoruz o da önemli. Tekelci ka-
pitalizmi Sweezy ve Baran’ın kitabı açısından düşünüyorsak, doğrudan ona
dayanıyor. Yalnız kavramsal bazı farklılıklar var. Artığın artması eğilimi
diye Sweezy ve Baran ifade ederler bunu, yani artık-değerden ziyade artık
kavramına geçerler. Genelleştirirler. Marx’ın kavramsal çerçevesini biraz
değiştirirler. Gelgelelim mantık olarak ona dayanır gene de, yani artığın
artması eğilimi aslında artık-değerin kendine kârlı yatırım olanakları bula-
78
Devrimci Marksizm
maması durumunu ifade eder. Mesela, David Harvey’in en son kitabı, The
Enigma of Capital, aşağı yukarı benzer bir perspektifi sürdürür. Yani Tekelci
Kapitalizm kitabında Sweezy ile Baran’ın 50 yıl önce ortaya koydukları...
Sürdürür çünkü Harvey de aslında Kapital’in o teorik çerçevesini az çok
izlemeye çalışan biridir. Ama bu çok hakim olduğum bir konu değil.
Ben sadece bu ilk birikim meselesine bir-iki cümle daha eklemek isti-
yorum. Sizin de dediğiniz, ilk birikimin sürekliliği, “mülksüzleştirme yo-
luyla birikim” diyor buna Harvey, bu tartışılan bir konu. Ben birkaç yıl önce
bir yazı da yazmıştım, bunu eleştirmiştim, bu doğru değildir diye düşünü-
yordum o zamanlar. Gelgelelim şimdi biraz daha yakın hissediyorum kendi-
mi, yani sürekli mülksüzleştirme kavramına biraz daha yakın hissediyorum.
Çünkü Türkiye’de gerçekten de bunu somut olarak gözlemliyoruz. Bunu
örnekleyip bitireyim.
Aynı zamanda bu bize şeyi de sanki anlatacak. Yani Kapital’in analiz
çerçevesinin bazı bakımlardan yazıldığı döneme kıyasla bugün daha da ge-
çerli olduğunu sanki gösterecek diye düşünüyorum. Bir tanesi, işçileşme.
Yani 50’lerde, 60’larda Türkiye’de sanayinin kurulmasıyla beraber bir işçi-
leşme dalgası başlamıştı. Gelgelelim son yirmi yıldır, son yirmi-otuz yıldır,
bu neoliberal dalgayla beraber yeni bir işçileşme dalgası yaşanıyor. Yani
köylerde, köylü nüfusun hızla şehirlere aktığını, oralarda işçileştiğini, ya
da işsizleştiğini işin doğrusu, görüyoruz. Niye? Çünkü yeni bir mülksüz-
leştirme dalgası yaşanıyor neoliberal politikalarla beraber. 90’ların başında
Türkiye’de köylü nüfusun genele oranı yüzde 50 civarında imiş, bir kuşak
sonra bugün bu dörtte bire inmiş durumda aşağı yukarı. Yani bir kuşak içeri-
sinde köylü nüfusun payı yarıdan, nüfusun yarısından nüfusun aşağı yukarı
dörtte birine inmiş durumda. Bu her şeyden önce çok büyük bir demografik
dönüşüm.
Ama sadece köylü nüfusu da değil. Meselâ eskiden bağımsız olarak
çalışan küçük mülk sahibi kesimler, bakkal, kasap, manav gibi küçük mülk
sahipleri, esnaf diyegeldiğimiz mülkçüler mülk sahipleri, bunlar da hızla
proleterleşiyorlar çünkü bu perakende ticaret alanı sermaye tarafından, bü-
yük sermaye tarafından ele geçiriliyor. On binlerce bakkal kapandı meselâ
Türkiye’de, son on yılda on binlerce bakkal kapandı. Sadece 2000-2004
arasında 60 bin tane bakkal kapanmış, yani toplam sayı 150 bin civarın-
da. Yani bu şeyin büyüklüğünü buradan anlayabiliriz. Manav, kasap vesaire
bunlar da o esnaflığı bırakıp marketlerde reyonlarda çalışmaya başlıyorlar,
işçileşiyorlar. Sadece onlar da değil. Ulaştırma esnafı diyebileceğimiz, tak-
sici gibi, kamyoncu gibi insanların çoğu da aslında şu an ücretli işçi haline
79
Kapitalist üretimin doğuşu
geliyorlar. Bağımsız tüccar diye bir meslek vardı eskiden, benim küçüklü-
ğümde vardı. Mesleğin nedir diye sorulduğunda “tüccarım” diye, ticaretle
uğraşıyorum diye cevap verebilirdi insanlar. Şimdi öyle insanlar yok, çünkü
bunlar ücretli işçi oldular. Pazarlama departmanında çalışıyorlar veya satın
alma departmanında çalışıyorlar. Bir firmanın ücretli işçisi olarak çalışıyor-
lar.
Yani ne görüyoruz? Hızlı bir işçileşme süreci var. Nüfus, nüfus bileşimi,
Türkiye’de bile görüyoruz bunu. Dünyada da buna benzer bir şey var. Nüfus
bileşimi bir yanda sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin, azınlığın, bir yan-
da da onların hesabına çalışan çoğunluğun bulunduğu basit bir ikili yapıya
evriliyor. Bu Marx’ın Kapital’de bize anlatmaya çalıştığı şey aslında. Yani,
orada üçlü bir model söylüyor aslında. Toprak sahipleri var aslında. Ama bu
kalıntı bir şey aslında, sınıf, toprak sahipleri. Bunlar aslında kapitalist sını-
fın içinde eriyecek. Nüfus giderek basit bir yapıya evrilecek Marx’a göre.
Sosyal bilimler içerisinden Marx’a yıllarca getirilen en büyük eleştirilerden
bir tanesi buydu. Yani Marx bu iki sınıfı görüyor, halbuki bunların içinde
geniş bir orta sınıf var, büyüyen bir orta sınıf var, bunu görmüyor, Marx’ın
analizi hatalıdır deniyordu. Tersine bugün geldiğimiz noktada Marx’ın ana-
lizinin ampirik olarak da ve dünya genelinde, sadece Türkiye’de de değil
dünya genelinde, her gün bir kez daha doğrulandığını görüyoruz. Yani ya-
zıldığı döneme kıyasla bugün daha geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yani,
krizler vesaire zaten bunu her seferinde sermayenin sözcülerine de, kafala-
rına vura vura artık, gösteriyor. “Acaba Marx haklı mıydı?” diye soruyor-
lar. Marx haklıydı. Burada, esas itibariyle herhangi bir şeyimizin olmaması
lazım. Ben teşekkür edeyim. Yalnız son bir şeyle bitireyim. Bir de Marx’ın
büyük öngörüsü var biliyoruz. Yani kapitalist üretim tarzının aşılacağına ve
daha eşitlikçi, özgürlükçü bir yeni toplumun kurulacağına dair bir öngörüsü
de var. Bundan hiçbir şüphem yok, yani bu öngörünün de geçerli olacağına,
kendini gerçekleyeceğine dair şüphemizin olmaması lazım. Teşekkür ede-
rim.
Dostları ilə paylaş: |