İstanbul üNİversitesi



Yüklə 14,12 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə22/63
tarix19.07.2018
ölçüsü14,12 Mb.
#56886
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   63

_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________ 
 
56 
 
(1148)  ve  bunların  Alexiad  başlığı  ile  basılmış  kitabıdır.  Ana  Commena,  Alexias 
kroniklerinde,  ayağındaki  gut  hastalığı  yüzünden Türklere  karşı savaşa  gidemeyen 
babasının  durumunun,  Selçuklu  Sultanı  Kılıç  Arslan’nın  huzurunda  oyuncular 
tarafından  bir  güldürü  biçiminde  canlandırıldığını  belirtmiştir.    Bu  yapılan 
gösterinin ortaoyunu ile bağlantısını Köprülü şöyle ifade etmektedir:  
“Oğuz  Türkleri’nin  kurdukları  büyük  küçük  muhtelif  devletlerde,  şair 
İslam  sanatlarında  olduğu  gibi,  hükümdarı  eğlendirmekle  vazifeli  nedim 
ve  komiklerin  bulunduğuna  kolaylıkla  hükmedebiliriz.  Nitekim, 
Anadolu’da  Selçuklu  saraylarında,  Bizans  İmparatorları’nın  taklidlerini 
yaparak  sultanları  eğlendirmeye  çalışan  birtakım  komik  ve  taklitçilerin 
bulunduğunu  Bizans  Kaynakları  bize  bildiriyor.  Selçuklu  Sultanı’nın 
sarayında  Bizans  İmparatoru  Alexi’nin  hastalik  bahanesiyle  korkaklığını 
gösteren  sahneler  temsil  olunduğunu  yazmaktadır
10
.  Bu  izahlar,  daha  o 
zaman, belki de ‘Orta Oyunu’nun bulunduğu suretinde de tefsir olunabilir”  
(Köprülü 1966: 375). 
Daha  sonraki  yüzyıllarda  da  saraylar  müzisyenlerin,  dansçıların,  oyuncu 
kollarının, meddahların, karagöz ve kukla oynatıcılarının hem destekleyicisi hem de 
eğitildikleri  yer  konumunu  alarak
11
  on  dokuzuncu  yüzyıla  kadar  Türk  halk 
gösterimlerinin en iyilerinin sahne almasına imkân vermişlerdir (And 1999: 9). Kol 
oyunlarının  yani  ortaoyunu  örneklerinin  en  revaçta  olduğu  dönemler  II.  Mahmut, 
Abdülmecit,  Abdülaziz  ve  II.  Abdülhamit  saraylarında  geçmiştir.  Köprülü  bunu  şu 
şekilde örnekler: 
“Selim  III.  ve  bilhassa  Mahmud  II.  Devirlerinde  Enderun’da  birçok 
mukallidler  ve  mudhikler  yetişmişti;  bunlar,  hükümdarın  huzurunda 
birbirleriyle latife ederler, hikâyeler söylerler, taklitler yaparlar, Karagöz 
oynatırlar, hatta hep beraber Ortaoyunu dahi tertip ederlerdi. İçlerinden 
bazısı  daha  ziyade  hayalcilikle,  bazıları  da  meddahlıkla  şöhret  almakla 
beraber,  aynı  adamlar  birbirlerinden  hemen  hemen  farksız  olan  bu 
muhtelif  sanatları  da  icra  etmekte  idiler[…]  II  Mahmud  daima  nedim  ve 
mukallitlerle  eğlenir,  hayal  seyreder,  meşhur  oyun  kollarını  çağırtır, 
Ortaoyunu  seyreder  hatta  saray  şöhret  kazanan  mukallid  ve  hayalcileri 
Enderun’a alırdı” (Köprülü 1966: 401-402)  
                                                           
10
 “İmparator daha önce hiç böyle acı çekmemişti bu hastalıktan. Çünkü önceden uzun aralıklarla sancısı 
tutuyordu ama artık  daha sık  ve tekrar ederek sonu  bitmez bir rahatsızlığa dönüşmüştü. Kılıç  Arslan’ın 
adamları  bu  hastalığın  bir  uydurmaca  olduğunu,  gerçek  olmadığını,  tereddüt  ve  tembelliğin  gut  adı 
altında saklandığını düşündüler…İmparator’un ayağındaki acıyı ahlak konusu yapıp hikâyelerine kattılar 
ve  bu  acı,  komedilerin  konusu  haline  geldi.  Doktorları  ve  İmparator  için  çalışan  insanları  İmparator 
ortada yatmış şekilde taklit ediyorlardı.” (Comnena 2000: 276).  
11
  Dilaver  Düzgün’ün  konuyu  şöyle  özetler:  “Saray  ve  çevresi:  Osmanlı  sarayında  görevli  nedim  ve 
musahiplerden  başka  meddah,  hokkabaz  ve  karagözcüler  de  bulunurdu.  Bunlar  saray  çevresinin 
ihtiyaçları doğrultusunda hizmet verirlerdi. XVIII. yüzyıldan sonra ise bir kurumlaşmaya gidilerek saray 
tiyatroları kurulmaya başlandı. Abdülmecit'in Dolmabahçe Sarayı'nda, II. Abdülhamit'in Yıldız Sarayı'nda 
tiyatroları vardı” (Düzgün 2000: 67). 


_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________ 
 
 
57
 
 
On  dokuzuncu  yüzyılda  bir  Alman  yabancı  tanığa  göre,  kurban  bayramında 
sarayın önünde “kadın gibi giyinmiş beş-altı delikanlı ile bir iki karşı cinsten oyuncu 
Sultanın  oturduğu  yerin  hemen  karşısında  çimenlikte  bir  araya  geldiler.  Batılı 
anlamda bir tiyatro sahnesi ve dekor yoktu. Anlaşılmayan birkaç hareket ve yalnızca 
Sultanın duyabileceği alçak bir seste yapılan Türkçe konuşmalardan sonra oyuncular 
meydanı ayı göstericilerine bıraktılar” (And, 1982: 197). 
Aynı  yüzyıldan  bir  başka  anlatı  da  Julia  Pardoe’ye  aittir.  1836  şenliği  için 
Büyük Kışla mesiresinde düzenlenen gösteri üzerine
 
Pardoe şunları yazmıştır:  
“halkanın öbür ucunda hilal şeklinde oturan on üç Yahudi def çalıyorlardı; 
bir  o  kadarı  da  onların  arkasına  çömelmiş,  her  biri,  tek  özelliği  gürültü 
çıkarmak  olan  bir  tür  kaba  davula  vuruyordu;  çalgıcılara  tempo  veren 
resmi görevli, beyaz sakallı ve muhterem biriydi. Bu baş ağrıtan orkestra 
bütün  gösteriye  eşlik  etti  ve  sadece  çok  kısa  dinlenme  araları  verdi; 
gösterinin  kalan  kısmıyla  da  oldukça  uyumlu  kaldı  doğrusu.  Geçici  bir 
tiyatro sahnesine dönüştürülen arazi parçasını düzlemek için en ufak çaba 
harcanmamıştı
12
; burası öylesine taşlı ve engebeliydi ki Osmanlı padişahı 
ile Saray erkânı önünde oyunculuk ve dans yeteneklerini sergilemek üzere 
çıkanlar  biraz  daha  müşkülpesent  olsalardı,  çoktan  bu  işten  cayarlardı. 
Aslında,  sahne  hazırlıklarının  tamamı  öylesine  ilkel  bir  tarzda 
yürütülmüştü ki, hiçbir göz atlatmacasının tasarlanmadığını anında fark 
ediyordunuz; oyundaki olaylara kendinizi kaptırma gafletine düşseniz de, 
aktörlerin bir çabası bu ilginin daha fazla sürmesini sağlayamazdı”  
(Pardoe, 2004: 258).   
Meydan-ı  Küşteri  ya  da  Şeyh  Küşteri  Meydanı  olarak  da  bilinen  Karagöz 
perdesinin, tarihi boyunca baş etmek zorunda kaldığı yasaklar ve sansürlere rağmen 
Saray’da da özel bir yeri olmuştur. Zaten Karagöz’ün iki farklı ortaya çıkış hikâyesi 
de saray ve çevresine dayanmaktadır ve bu Karagöz halkın içinden mi çıkıp saraya 
gitti  ya  da  bir  saray  eğlencesiyken  mi  halk  temaşa  örneği  oldu  tartışmalarını 
doğurmuştur.  Karagöz  gösterileri  en  çok  Yıldırım  Beyazıt  zamanında  popüler 
olmaya  başlamışlar.  Öyle  ki,  hayalîler  Saray’ın  resmi çalışanlarından  biri olmuştur. 
Bunlardan biri de Kör Hasan’dır. Dördüncü Murad zamanında haftada iki kez perde 
kuran  Kör  Hasan  bugünkü  Karagöz  tiplerinden  çoğunu  kullanan  ve  geniş  bir  oyun 
repertuarına  sahip  bir  Hayali  idi.  Dördüncü  Mehmed  zamanında  da  o  kadar 
sevilmişti  ki  bu  seyirlik,  Bekçi  Mehmed  isimli  bir  hayali  senelerce  sarayın  resmi 
Karagözcüsü  olarak  çalışmıştır  (Martinovich  1933:  34).  II
.
  Abdülhamid  de  Yıldız 
Köşkü

nde bu gösterimlere yer verdirmiştir. Yabancı seyyahlar da, davet edildikleri 
saray eğlence gecelerinde ve evlerde Karagöz gösterilerine tanıklık etmişlerdir. Bu 
seyyahların  görmeden  yazdıkları,  gördüklerini  çarpıttıkları  ya  da  başkalarının 
yazdıklarına  kendileri  tanık  olmuş  gibi  anlattıklarına  dair  görüşler  vardır  ancak 
                                                           
12
  Ortaoyunu  en  başlarda düz  zeminlerde  oynanırdı.  Yüksek  platformlar  daha  sonraları  tavernalarda, 
hanlarda, saraylarda ya da varlıklı ailelerin evinde kurulurdu (And, 1999: 52).  


Yüklə 14,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   63




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə