İslamoğlu Tef


ve lev şaAllahu maktetelu



Yüklə 208,5 Kb.
səhifə2/3
tarix12.10.2018
ölçüsü208,5 Kb.
#73906
1   2   3

ve lev şaAllahu maktetelu İkinci kez geldi bu cümle. Eğer Allah dileseydi birbirinin kanına girmezlerdi.
İkinci sefer gelmesinin bir sebebi olsa gerek diye düşünüyorum. Bu ikinci cümle bana doğrudan bu ümmete hitap ediyor gibi geldi. Birinci cümle Tarihi bir hakikati, İkinci cümle aynen birincisinin aynı formla gelmesi; Bu ümmette birbirine düşüp bir gün boğaz boğaza girecek anlamını taşıyor gibime geldi. Geleceğe bir işarettir. Yani sahabenin arasındaki o kanlı çatışmalara, çarpışmalara bir göndermedir gibi tefsir edilebilir mi acaba diye düşünüyorum.
ve lakinnAllahe yef'alu ma yüriyd; Lakin, fakat Allah istediğini yapandır. İstediğini icra edendir. Bu noktada hiç kimse; “Ya rabbi sen yeryüzünü niçin dikensiz gül bahçesi etmedin..!” diyemez. Allah böyle diledi. Bu Allah’ın bir nizamı. Allah’ın yasasını öğrenmeye çalışın, hayatı doğru algılayın. Hayatı yanlış algılarsanız, suyu yokuş yukarı akıtmaya kalkışırsınız ve beceremezsiniz. Onun için de hayatı doğru okuyun. Doğru okursanız akıntı istikametinde kürek çeker ve menzil-i maksuda erişirsiniz. Yani akıntıya karşı kürek çekmek zorunda kalmazsınız. Hayatın yasalarını size yardımcı kılarsınız o zaman.
254-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku mimma razaknaküm min kabli en ye'tiye yevmün la bey'un fiyhi ve la hulletün ve la şefaatün, vel kâfirune hümüz zalimun;
Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir. (elmalı)
Ey iman edenler, ne alışverişin, ne dostluğun, ne de şefaatin olmadığı günden önce, sizi rızıklandırdıklarımızda infak edin (imanınız dolayısıyla karşılıksız bağışlayın)... Kâfirler (Hakikati inkâr edenler), zâlimlerin (kendi nefsine zarar verenlerin) ta kendileridir. (A.Hulusi)

Ya eyyühelleziyne amenû enfiku mimma razaknaküm Bakınız burada farklı bir konuya girdi, ancak yukarıyla yine bağlantılı. Yine bağlantılı, çünkü yukarıdaki ölümü izah ediyor. Aslında bugün işleyeceğimiz hemen bütün ayetler bize ahlakın temel direğinin, öldükten sonra dirilip hesap vermeye iman olduğunu ima etmek için. Ahlaki kuralların en temel yasası, insanda ahlakın en temel düsturu, öldükten sonra hesap vermeye imandır. Onun için de bütün şu verilen örnekler ve verilecek örnekler, insana ahlakın temel yasasına dikkat çekmek içindir.
Ya eyyühelleziyne amenû Ey iman ettiğini iddia edenler, enfiku mimma razaknaküm eğer iddianızı ispat etmek istiyorsanız size rızık olarak bahşettiklerimizden Allah yolunda harcayın, sarf edin. min kabli en ye'tiye yevmün la bey'un fiyhi ve la hulletün ne olmadan önce? Evet, kendisinde pazarlığın olmadığı, dostluğun olmadığı, ve la şefaatün şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. vel kâfirune hümüz zalimun;
Nankörler var ya nankörler, hem Allah’ın kendisine verdiğinden Allah’a vermek istemeyen, Allah’ın kendisine bir bağ bağışlayıp ta, kendisi bir üzüm bağışlamak istemeyen nankörler var ya, onlar zalimlerin kendi kendilerine zulmedenlerin, kötülük edenlerin ta kendileridir.
Değerli dostlar burada bir atfa dikkatinizi çekmek istiyorum. Ciddi bir atıf var burada. O atıfta, hani hatırlayacaksınız, daha önce Allah’a kim güzel bir borç verir diyordu ya, Allah’a borç verirseniz borcunuzun karşılığını, kredinizin karşılığını ne zaman alırsınız. İşte orada alırsınız. Alacağınız günü tarif ediyor size. Öyle bir gün ki; O günde pazarlık yok, O günde dostluk sökmüyor, o günde şefaat yok..!
Şefaati 48. ayeti işlerken işlediğim için geçiyorum.
245. ayetle, Allah’a borç verenler karşılığını alacaklar ayetiyle irtibat kurar, bir atıftır demiştim. Hatırlayın Kur’andan;
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün illel müttekıyn; Zuhruf/67
Nasıl bir gün o gün; O günü Kur’an tarif ediyor. Öyle bir gün ki, Öyle bir gün ki..! Dostluk fayda etmiyor, kimse size yardımcı olamıyor ve pazarlık geçmiyor kimseyle. Kur’an ın dediği gibi;
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün illel müttekıyn; o gün dostlar bile birbirine düşman oluyor, sadece Allah için dost olanlar hariç, muttakıler hariç. Bu ne güzel müjde değil mi..!
Niçin dostlar düşman oluyor? Çünkü o gün eğer Allah için dostluk kurulmamışsa, Allah rızası için olmayan dostluklar düşmanlığa dönüşüyor. Menfaat bitiyor. Dünyevi dostlukların ahirete taşınması mümkün değil de ondan. Dünyada kalıyor o dostluklar. Ve onlar düşman oluyorlar. Hatta birbirlerinin yakasına yapışıp; “Ya rabbi benim küfrüme sebep bu, günahıma sebep bu..!” Diye onu suçlu gösteriyorlar. Ki Kur’an da bu tip sahneler anlatılır.
Yine o gün nasıl bir gün?
Yevme yefirrulmer'u min ahıyh; Abese/34
Kişinin kardeşinden kaçtığı,
Ve ümmihi ve ebiyh; Abese/35
Babasından kaçtığı, annesinden kaçtığı,
Ve sahıbetihi ve beniyh; Abese/36
Arkadaşlarından, evlatlarından, dostlarından, yakınlarından ya da eşinden kaçtığı..! Evet, böyle bir gün.
Yine o gün;
İkra' Kitabek* oku sicilini kefa Bi nefsikel yevme aleyke Hasiyba;İsra/14
Bugün kendi hesabını görmek için sen sana yetersin. Kendi hesabını kendi ellerinle gör, kendi karnene kendin not ver. İkra' Kitabek..! Oku sicilini. Böyle bir gün o gün.
İşte o günden söz ediliyor burada. O günde hiçbir şey fayda etmeyecek deniliyor. Tabii fayda edecek bir, bir var. Bir. O bir kim diye mi soruyorsunuz, Hadi öğrenin o zaman;
255-) Allâhu lâ ilâhe illâ HÛ* elHayy'ül Kayyûm* lâ te'huzuHÛ sinetün vela nevm* leHÛ mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih* ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve lâ yuhıytûne Bi şey'in min 'ılmiHİ illâ Bi ma şâ'* vesi'a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard* ve la yeûduhu hıfzuhümâ* ve HUvel Aliyy'ül Azıym;
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür. (e.m.)
Allâh O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyum (yegâne hayat olan ve her şeyi kendi isimlerinin anlamı ile ilminde oluşturan - devam ettiren); O'nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel ilim ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O'nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (biiznihi) O'nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O'nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O'na ağır gelmez. O Alîy (sınırsız yüce) ve Aziym'dir (sonsuz azamet sahibi). (A.Hulusi)

Allâhu lâ ilâhe illâ HÛ* elHayy'ül Kayyûm Evet..! Kendisinden başka ilah olmayan tek Allah’tır o. Kim diye soruyorsanız. İşte öğrenin. O Allah’ı kendi lisanından yanıyın. Kimliği bu. Kendisinden başka tapılacak, tapınmaya layık mabut olmayan yegane ilahtır o Allah.
El Hayy dır. Bizatihi diridir. Mutlak diridir. Diriliğin kaynağıdır. Sadece diri değil, tüm dirilikleri yaratandır. Diri olan her şeye diriliği verendir.
El Kayyûm Şimdi bunu nasıl Türkçeye çevireyim ben..! Türkçede karşılığı yok ki. Koskoca iki cümle kurmam gerekecek. Kendi kendisine yeten ve kendisi dışındaki her şeyin kaynağı olan, kendisi dışında ayakta kalan, her şeyi ayakta tutan tek Zat’tır O.
Hani demiştim ki, kişinin kendi kendisine yettiğini zannetmesi şirktir. Çünkü kendi kendisine yeten sadece Allah’tır. İnsan kendi kendisine yetmez. Onun için de Allahsız bir nefes alamaz insan. Bir adım atamaz insan. Atmaya çalışırsa yürüdüğü yer cehennem olacaktır. Kör, sağır ve dilsiz olacaktır. Devam ediyor, Rabbimiz kendisini tanıtıyor. Kimlik beyanı bu.
lâ te'huzuHÛ sinetün vela nevm O’nu ne gaflet basar, ne uyku tutar. Yok öyle şey. Söyler misiniz, bir canlı söyler misiniz gaflet basmayan, uyku tutmayan. İçinizde en uyanığınızı getirin ey insanlar, en uyanığınızı. Gaflet basmayan, uyku tutmayan bir insan söyler misiniz? O bunlardan münezzehtir. Onun için de böyle bir Allah karşısında dikkatli olun. Yani onun gafil olduğu bir an bulamazsınız ki, şu anda görmüyor beni, istediğimi yapayım diyesiniz. Onun unuttuğu bir zaman bulamazsınız ki yapayım ya çok geçti unutur, daha çok zaman var, o zamana kadar Allah unutur diyemezsiniz. Hiç birini unutmaz. Onun için bir anınızı O’nun kudret nazarından kaçınamazsınız.
leHÛ mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard Sadece siz değil, göklerde ve yerde olan her bir şey O’na aittir. Sadece siz O’na ait değilsiniz. Sizin dışınızdaki tüm varlıklarda O’na ait.
men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih Ayet-el Kürsi, Kur’an ın can damarı, Ayet-el Kürsinin de can damarı bu cümle. men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih O’nun izni olmaksızın katında şefaat edecek olan kimmiş bakayım. Hele şunu bir görelim..! Söyleyin bakayım bana O’nun izni olmaksızın O’nun katında şefaat edecek olan kimmiş. Boyunu görelim.
Bu bir nefiy cümlesi, olumsuzlama cümlesi. Bir iddia var, bu iddiayı yalanlayan bir cümle dikkat edin. Cümlenin geliş tarzı çok önemli. Bir iddia var karşıda, karşının iddiasını sert ve şiddetli bir biçimde reddediyor bu cümle. Karşının iddiası nedir? Açık, falanca, falanca, falanca Allah katında bize şefaatçi olur. Bizi alır eteğine toplar götürür, bu bir tarz.
Onun için bu her çağda değişebilir, her toplumda değişebilir. Bazı toplumlarda işte cahiliye müşrik toplumu gibi, Putlar. Yoksa onlar Allah’a inanıyorlardı. Bunlar nedir diye sorduğunuzda Kur’an dan öğreniyoruz ki onlar şu cevabı veriyorlarmış; ..liyükarribuna ilellahi zülfa.. Zümer/3. Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran aracılardır. Öyle diyorlarmış. Yoksa Allah’a inanmadıklarından değil. Ama inandıkları Allah, inançlar, Allah inançları uzak bir Allah inancı. Uzak, her an göremez, bize karışamaz, bir aracı lazım. Onun için de aracı tutmak lazım.
Kur’an işte bu inancı yerden yere çalıp sahih bir Allah inancı kurmak istiyor. Onun içinde ısrarla; Yakın, sizi sizden iyi gören, size şah damarınızdan daha yakın bir Allah inancını yerleştirmeye çalışıyor. Her satırda, Kur’an ın her satırında bunu görürsünüz, açık ya da gizli. Bunu görürsünüz.
Onun için takva, ittika, Muttaki kelimeleri ve bu kökten türemiş Kur’an da ki tüm takva ile ilgili terimler hep Allah’ın kula çok yakın olduğunu andıran kelimelerdir. Evet, Takvanın kökeninde Allah’ın her an seni gözlediği, seni bildiği, seni takip ettiği, seni terbiye ettiğinin şuurunda olmak. Allah bilincidir bu. Zikir de budur zaten. Zikir şuur dirilimidir. Sürekli hatırda tutmak, gözetlendiğinizi hatırda tutmak.
Burada, söylenecek çok şey var tabii, ama biraz hızlı yürümek istediğimden ben şimdilik bu kadarla iktifa ediyor ve devam ediyorum.
ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm Onların önünde ve açıkta olanı da, arkada ve gizli olanı da bilir Allah. Tabii yukarıda Allah’ın sıfatlarından bazıları ifade edildi. Zaten sözün buraya gelmesi doğal akışı içerisinde gerekiyordu.
Burada insana doğrudan bir uyarı var. Allah insanın önünde, ma beyne eydiyhim Bu bir kalıptır Arap dilinde. Aslında iki eli arasında, lafsi manası budur. Ama bunu mecazen ifade ettiği mana, açıkta olanlar, yani açıkça yaptıklarımız. Arkada olanlarda gizlice, saklayarak, ta..! yüreğimizde, ta..! zihnimizin dehlizlerinde düşündüklerimiz.
Tabii bunun en meşhur manalarından ikisi önümüzde olan dünya, arkamızda olan ahiret. Tersini de söylemiş bazıları burada ifade edilen insan ahirete doğru, Allah’a doğru yürüyen, ölümüne doğru yürüyen insan olduğu için, önünde olan ahiret, arkasında kalan dünya biçiminde de tefsir etmiş bazı müfessirler. Ama Allah gizli ve açık, küçük ve büyük her bir şeyi bilir. Bu gerçek ifade ediliyor.
ve lâ yuhıytûne Bi şey'in min 'ılmiHİ illâ Bi ma şâ Evet, O’nun ilminden hiçbir şeyi O dilemedikçe kavrayamazlar. Kim? Kim kavrayamaz? O şefaatçiler ve şefaat bekleyenler. Onun kime şefaat edeceğini nereden öğrenmişler. Veya kime şefaat hakkı vereceğini nereden öğrenmişler. Bu O’nun ilmi içerisinde burada ima edilen o.
Tamam birileri birilerinden şefaat bekliyor da, kim söyledi onlara Allah’ın onlara şefaat izni vereceğini. Kaldı ki şefaatin ne olduğunu dediğim gibi 48. ayette işlemiştim. Orada demiştim ki; Şefaat şuna benzer, bir örnekle izah etmiştim; Bir kişinin birine verdiği ödülü bir başkasına onur olarak, falana verdiğim ödülü sen takdim eder misin demesidir.
Şimdi ödülü takdim eden insan ödülün hakiki sahibi midir. Onun ödülle, ödülün takdiriyle alakası yok. Onu onurlandırmak için oranın amiri, oranın reisi, oranın lideri, oranın başkanı, onu onurlandırmıştır. Falana ben ödül verdim, bunu vermeyi de sana tevdi ediyorum. Yani seni onurlandırıyorum ödül vermekle. Falana ödülünü ver. Şimdi siz birinden ödül istemek zorunda kalırsanız o ödülün sahibinden mi istemeniz doğru olur, yoksa ödülü takdim eden, sizden farkı olmayan o kişiden mi. Ondan isterseniz ödülün sahibi gücenmez mi..! Ve bu durumda adresi şaşırmış olmaz mısınız. İstemeniz gereken adresten değil de, istememeniz gereken adresten istemekle aslında ödül sahibine de hakaret etmiş olmaz mısınız. Ödülü takdir eden o, ne ödülü verileceğini takdir eden o, ödülün kime verileceğini takdir eden o, ödülün kim tarafından verilmesi gerektiğini de takdir eden o. O halde siz nasıl kalkıp ta kendi kendinize ondan bir haber almadan, onun bilgisin de olan bir konuda fikir yürütüyorsunuz da kendi kendinize falanı ödül tevdi edici biri gibi görmeye çalışıyorsunuz. Diyor Kur’an. İşte bu.
vesi'a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard Burada daha azametli bir cümle geldi. O adeta Allah’ın sonsuz kudretine bir delalet olsun diye, O’nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır diyor.
Kürsiy sandalye manasına gelir, taht manasına gelir. Dahası, bir semboldür. Onun için “tahttan indidediğiniz zaman, Abdülhamit tahttan indi cümlesi kurulduğu zaman siz, Ha..! Abdülhamit tahttan yere indi anlamazsınız. Otoriteden alaşağı edildi, saltanattan düştü. Tahta çıktı diye duyduğumuz zaman siz ha, falanca adam tahtın üzerine çıktı oturdu anlamazsınız. Otoriteyi ele geçirdi diye anlarsınız. Onun için, Tahtı yıkıldı diye duyduğunuz zaman taht devrildi demek ki diye anlamazsınız. Bu zaten gülerler böyle bir şeye. Devleti yıkıldı, yönetimi yıkıldı anlarsınız. Onun için burada ki bir mecazdır ve Allah’ın kudret ve azametine delalet eder.
ve la yeûduhu hıfzuhümâ Onları, gökleri ve yeri gözetmek O’na ağır gelmez. ve HUvel Aliyy'ül Azıym; O yücedir ve azametli olan bir Rabdır. Yüce, gerçekten yüce ve azametli olan yalnızca O’dur. Daha doğru bir tercüme ile; Gerçekten yüce ve azametli olan yalnızca O’dur.
Ayet-el Kürsi’nin, ki buna ayet-el kürsi denir biliyorsunuz. Efdaliyeti konusunda bir çok hadis gelmiş. Bu hadislerden bir çoğu ya zayıf, ya da uydurma. Bir çok sure faziletine ilişkin ayetlerde olduğu gibi. Ama bunlardan sahih olanları var. Biri, sahih olan bu rivayetlerin birinde peygamberimiz Ayet el kürsi’yi;
İnsanın bireysel ve toplumsal emniyetini sağlayabilecek manevi bir güç olarak takdim edişi var. Onun için de yatarken Ayet el kürsinin okunması konusunda ki teşvik edici hadis, sadece Ayet el Kürsinin okunduğu mekanı değil, ona komşu olan mekanların da emniyet altına alındığını ifade eder.
Yine namazlardan sonra Ayet el kürsiyi okumamız Resulallah’tan bize kadar gelen sahih bir haberledir. Namazlardan sonra Ayet el kürsiyi okumamızı teşvik eden bu haberde bir çok müjdelerle doludur.
Neden böyledir? Dediğim gibi Kur’an da en çarpıcı ayetler, Allah’ın kimliğini bize bildiren ayetlerdir. İhlas suresinin önemi de buradan gelir onun için. Çünkü o da Allah’ım sen kimsin sorusun cevabı olduğu için yüce bir suredir yoksa surelerin hepsi yücedir tabii ki. Ancak Ayet el kürsinin özel bir yerinin olduğu bize kadar nakledilen sahih hadislerden açıkça anlaşılıyor.
Ben bu nokta da kainatı ve mahlukatı bire bir göremediğimiz için Resulallah’tan bize kadar gelen sahih rivayetlere güvenmemiz, inanmamız ve amel etmemizin hakkımızda hayırlı olduğuna inanıyorum.
Ve dünyayı birlikte paylaştığımız görünmez varlıklara karşı, onların şerrine karşı korunmanın yöntemlerinin de manevi olduğuna inanıyorum. Bu manevi yöntemlerin de öyle hurafelerden, derme çatma bilgilerden değil, bize kadar gelen sahih haberlerden ve tamamen Kur’an dan almamız gerektiğine inanıyorum.
Ve manevi tehlikelere karşı korunmanın en güzel yönteminin manevi bir zırh olan Cevşen-ül kebir olan, büyük kalkan olan Kur’an la mümkün olduğuna inanıyorum. Onun için kendinizi Kur’an kalkanıyla manevi tehlikelere karşı koruyun. Bunda hiçbir beis yok, aksine bunu yapmanız teşvik edilmiş.
256-) Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür Bittağuti ve yu'min Billahi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllahu Semiy'un 'Aliym;
Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.(elmalı)
"DİN"de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullah} kabul konusunda) zorlama yoktur! Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut'u (gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını oluşturan) Allâh'a (Esmâ'sına) iman ederse, kesinlikle o kopması mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allâh Semi' ve Aliym'dir. (A.Hulusi)

Lâ ikrahe fid Diyn Zorlama dinde yoktur. Herkesin dilinde gezen hele bu günlerde dilinde gezen bir ayet. Lakin kimsenin manası üzerinde düşünmediği, herkesin diline gelip böyle olur olmaz yerde konuştuğu savurduğu bir ayet. Zorlama dinde yoktur. Yani zorlamanın tabiatı dinde yoktur.
Bu ne demektir? Bir kimse zorla bir dine sokulmaz. İslam zorla kendisine gireni Müslüman saymaz. Çünkü İslam bir irade meselesidir. Hür irade meselesidir. Hür iradesi ile seçmeyen bir insan Müslüman olmaz.
Onun için de Tarihte hiçbir Alim, Hiçbir imam, hiçbir müçtehit İslam’a zorla giren Müslüman olacağı, zorlama yoluyla, zorla İslam’a sokulan insanın Müslüman olduğu yolunda herhangi bir şey söylememiş. Ve tabii İslam’a zorla sokulması yönünde de herhangi bir görüş bildirmemişlerdir. Onun için de daima seçenekli davet sunulur. Davet denilir, davet edilir. Savaşların gayesi de İnsanları zorla İslam’a sokmak değildir. Öyle olsaydı cizye olmazdı, öyle olsaydı Müslümanların 400 yıl, 500 yıl, 600 yıl, 700 yıl hükmettikleri yerde şimdi bir tane gayri Müslim olmaması lazımdı. Ama tam tersi.
Osmanlı, 350 yıl 400 yıl balkanların tümünde hükümranlık etmiş, hakimiyet yürütmüş. Ama balkanlar gayri Müslim’le dolu. Osmanlının 450 yılda, kılına, tüyüne dokunmadığı gayri Müslim’ler, geleli 100 yıl olmuşlar, şimdi Müslüman’ı horluyorlar. Dikkatinizi çekerim.
Endülüs’te İslam devleti 650 yılı aşkın, 700 yıla yakın hükümranlık sürdü. Ama Endülüs’te Hıristiyan hiç eksilmedi, hiç bitmedi, hiç kökü kazınmadı. Lakin Endülüs’te Müslümanların 15. y.y.da hezimete uğramasından sonra, çok değil, sadece 100 yıl sonra damızlık için bir tane Müslüman yoktu İspanya’da.
Evet, işte fark. Onun için değerli dostlar burada Lâ ikrahe fid Diyn zorlama dinde yoktur derken, zorla kimse Müslüman olmaya zorlanamaz, lakin bu yanlış anlaşılıyor ve kullanılıyor.
Şimdi bir insan düşünün, Berber levhası asmış. Siz traş olmaya varıyorsunuz, zorlama be kardeşim diyor. Siz ona saçmalama diyeceksiniz. Yani benim sana traş olmaya varmam, ya da berber yazmışsın, bir traş eder misin diye söylemem, zorlamak mı? Yoksa iddianın ispatını istemek mi. Zorlamakla ne alakası var. Siz doktor önlüğü giymişsiniz ve hastanede geziyorsunuz. Biri gelmiş beni tedavi eder misin deyince, Zorlama be kardeşim diyorsunuz. Bu saçma olur tabii gülerler adama. Ne zorlaması be kardeşim, çıkar sırtından önlüğü doktor değilsen. Sahtekarsam o ayrı bir mesele. Onun için Müslüman’ım dedikten sonra, Müslüman gibi davranırsın.
Tabii ki ibadetlerde de zorlama yoktur. Çünkü zorla ibadet olmaz. Bir insana zorla kıldırdığınız namazdan dolayı o insana namaz ecri verilmez. Çünkü ibadet gönüllülük esasına dayanır. Vicdani bir hadisedir. Lakin onun ortamı sağlanır. Zaten İslami bir topluma düşen de budur. Lakin, bir Müslüman’a, Müslüman ol demek, bir berbere berber ol demek kadar doğaldır. Bir doktora doktor ol demek kadar doğaldır. Zorlamak falan da değildir. Müslüman’san adam gibi Müslüman ol. Değilsen Müslüman’ım diye geçinme, çıkar sırtındaki önlüğü, indir o levhayı. Hiç olmazsa insanların umuduyla oynama. İnancıyla oynama. Onun için burada iki şeyi birbirinden ayırmak lazım.
kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy Artık, doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır.
femen yekfür Bittağuti ve yu'min Billahi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha Kim Tagut’u inkar eder ve Allah’a da iman ederse kesinlikle kopmaz bir tutamağa yapışmış olur. Bu Kelime-i Şahadetin tefsiridir dostlar. Bu ayet Kelime-i şahadetin tefsiridir. La ilahe İllallah Kelime-i tevhidin daha doğrusu. Kelime-i Tevhidin La ilahe İllallah kelimesinin tefsiridir, şerhidir. La ilahe Tagut’u inkardır. İllallah Allah’a imandır.
Tagut nedir..! Kısaca eğer Beydavi’nin ve Zemahşeri’nin tarifini esas alacak olursak, sizi Allah yolundan alıkoyan her bir şey Tagut’tur. Canlı olur, cansız olur, cismani olur, şeytani olur, ruhani olur, manevi olur, maddi olur, ve sen olur sanem olur hepsi olabilir.
Aslında putlar Tagut değildir. Çünkü Tagut irade ile insanı Allah yolundan alıkoyandır. Putlar insanı Allah yolundan alıkoymaz, çünkü onların canı yoktur, iradesi yoktur. Tüm putlar Tagut’ların adi birer aletleridirler. Onun için Tagut putlara hükmedenlerdir. Putların ekmeğini yiyenlerdir. Put sektörünün tepesinde oturanlardır Tagut.
Onun için Tagut’u inkar etmeyen Allah’a iman etmiş olmaz. Tagut kendisini Allah’la karşı karşıya koyandır. Yani Allah bir şeyi emretti, o da bir başka şeyi. Allah bir şeyi yasakladı, o Allah’ın yasakladığını serbest bıraktı. Allah bir şeyi emretti, o Allah’ın emrettiğini yasakladı, ya da serbest bıraktı. İşte Tagut’luk budur. Onun için bu manada iman etmiş olmak için mutlaka Tagut’u inkar etmek gerektir. Yoksa olmaz. La ilahe demeden illallah demenin hiçbir hükmü olmadığını gibi, ki müşrikler İllallah diyorlardı ama La ilahe demiyorlardı. Allah’a iman ediyorlar, Allah’la beraber başka şeylere de iman ediyorlardı.
Onun için yu'min Billahi eğer Allah’a iman ediyor, lakin yekfür Bittağut Tagut’u inkar etmiyorsa o Allah’a iman etmiyor demektir. Onun imanı makbul değil, merdut bir imandır.
Bu ayet gerçekten de bu konuda hiçbir tefsire mahal bırakmayacak kadar açıktır. Böyle olan, Tagut’u inkar edip Allah’a iman eden, ki Tagut’u inkar aynen Kelime-i Tevhid’de geldiği gibi La ilahe gibi önde gelmiş. Önce Tagut’u inkar edeceksin. Kendisine ilahlık yakıştıran, Kendisini Allah’ın yerine koyan, Allah’ın hükmü karşısında hüküm, Allah’ın otoritesi karşısında otorite ortaya koyan bir otoriteyi inkar etmedikçe Allah’a iman etmeniz işe yaramıyor. Böyle yapanlar kopmaz bir halkaya yapışmış olurlar.
vAllahu Semiy'un 'Aliym; Kimin gerçekten böyle inanıp ta, kimin içlerinde Tagut’a birazcık iman ettiğini Allah çok iyi işitir ve çok iyi bilir.
257-) Allahu Veliyyülleziyne amenû yuhricühüm minez zulümati ilenNur* velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nuri ilez zulümat* ülaike ashabün nar* hüm fiyha hâlidun;
Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.(elmalı)
Yüklə 208,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə