26 Ali Şeriati
zayıflarsa de, gerçek aşıklar bir lokma ekmeğe muhtaç
oldukları halde bile imanlarına sadakat gösteriyor.
Masumların anısına milyonlarca meclisler kuruyorlar. Bu
meclislerde 150 bin âlim ve vaiz, yetmiş bin tarihçi yer
alıyor. Hüseyniyyelerin inşasına, hey’etlerin teşkiline
harcanan paraları, imanlı Müslümanların ödedikleri beşte
bir hisse ve zekatı hesaplayıp kurtarmak mümkün
değildir. Onu da dikkate alın ki, tüm bu çalışmalar
ekonomik açıdan geri kalmış, esas sermayesi birkaç bin
kapitalistin elinde toplanmış ülkelerde görülüyor. Bu yeni
tabaka batı havasında medeniyetbazlık ve hakiki
mezhebi tanımak istemiyor. Bu burjuva tabakası
arasında, üç beş kendini dindar gösteren varsa da, bu
dindarlık resmi niteliktedir. Seyyid Kutup demişken,
onlar sadece "Amerikan İslamı" nı beğendi. Bu "dindar"
ların çocukları zamanını Avrupa otellerinde, plajlarda
geçiriyor, atalarının cömertliği hesabına oyuncuların
başına para serper, ara ara da açlık çeken ülkelere
kuruş-kuruş insani yardım gönderirler. Bir tür sağılıb
(soyulup) bitirdikten sonra, kendi milletlerini sağmak için
geri dönerler. Böyleleri sadece kendi çirkin emellerinden
utanç çekmiyor, hatta kendilerini "kültür fedaileri» olarak
kabul ediyorlar.
Aynı anda kutsal Kerbela, kutsal Kâ’be’ evinin ziyareti
aşkı ile yaşayan, inancını, bakış açısını geliştirmek
isteyen, dini görevlerini yerine getirme arzusunda olan
bir Müslüman toplam 50 bin tümen para alıp, "Bismillah"
diyerek yola çıkıyor. (İlahi, neler diyorlar bu kişi
hakkında! Millete, kültüre harcanılası paralar havaya
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 27
savruldu! Daha diyen yok ki, adı Müslüman olan bir
kapitalistin şımarık oğlu kendi aşinaları ile Paris
otellerinde tek gecede on kat daha fazla parayı havaya
savuruyor! Kendisi de halkın damarından soğrulmuş
parasıda !)
Şunu da belirtmek gerekir ki, kendisini çoğunluk teşkil
eden tabakadan ayırıp "modern" gösteren sadece bir
kısım zengin tacirdir. Zenginlerin büyük bir kısmı
kültürel, mezhebi yönünden fakir halkla çok yakındır.
Onlar din ve mezhep kendini öyle büyük paralar
harcıyorlar ki, bu cömertlik sadece imandan doğabilir.
Burada bir soru ortaya çıkar: Bir taraftan İslam bizim
dinimiz. Aynı zamanda, İslam insanlık tarihinin son
dinidir. En gelişmiş olan bu din insanlara yaşamayı,
kişilikli olmayı, kültür ve kanun yapıcılığı, ilahi ve sosyal
tevhidi ve her bireye şehadete hazır toplum kurmayı
öğretir.
Öte yandan, Şii mezhebi "imamet" ve "adalet"
mezhebidir. Şiiler Ali aleyhisselâm ve onun evlatlarının
aleyhisselâm takipçileridir. Tarih bu kişilerin cihad,
direniş, özgürlük mücadelesine, zulüm önünde boyun
eğmemesine şahittir. Onlar her zaman zalim veya
sömürücü ve Sömürgecilerle yakınlıktan öte olmuşlardır.
Ali, Hüseyin ve Zeynep'e güven, masum rehbere itaat,
bilimsel içtihat ve emeli cihad, şehadet ve hazırlık, son
İmam'ın aleyhisselâm'ın gelişinin intizarı gibi gerçekler
her an diridir.
28 Ali Şeriati
Bizim halk aşk ehli olarak bu aileden ilham alır. Kutsal
isimler insanlara ruh verir, onların zikri kanları cuşa
getirir.
Bu halk bu kutsallar yolunda kanından geçmeye hazırdır.
Bu halk nale çekiyor, sıkıntı içinde üzülüyor, her yıl o
kanlı olayı hatırlayarak, matem ve hatta aşkın
şiddetinden kendileri kana bulanıyorlar.
Diğer bir yandan, bizim aydınlar, dünyadan haberdar ve
farkında genç kuşak imana muhtaç olduğu halde,
özgürlük ve devrimler hakkında düşünür, kendi halkının
eşitliği ve ayıklığı için çalışıyor. Bugünkü parlak batıya
uyarak, kendi halkına kayıtsız kalan aydınlanmış değildir.
İlginçtir ki, o, artık kendi ana dilini unutmuyor. O, kendi
gelenek an’anesine sadık milleti ile iftihar ediyorlar. Bir
zaman framasonların "saç ayırıcımızdan ayak tırnağımıza
kadar medeni olmalıyız" sloganı doğuda ekildi ve kanla,
petrolle suvarılıb yüceltildi. İstismarcılar için güzel otlak
oluşturuldu. Bugün artık İslam kültürünün yokluğu,
toplumdan reddedilmesi hakkında konuşuluyor. Artık
bizim ziyalı parlak aydınlar kendi sosyal mes’uliyetini
güzel idrak ederler.
Öyleyse neden İslam'a uygun değişiklikler verim
vermiyor?
Her yerde din de var, mezhep de, aydın da, halk da. Ama
İslami canlanma yok! Niçin dini değerler yolunda gözyaşı
akıtan mümin bir millet kendine dönemiyor?
Din kurtuluş, mezhep-adalet, aydın-mes’ul, halk-
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 29
mü’min ise, suçlu kim?
Bu sorunun bir cevabı var:
Âlim!
Çünkü milletin sevdiği dini bilinçli şekilde algılayabilir
sebebi asıl dini tanımamasıdır. Muhabbet var, ama
marifet yok! Eğer insanlara hayat vermek için gelmiş bir
din hayat bulmak bilmekse, demek, bu dini yeterince
tanımıyoruz. Peki, tüm bu incelikleri halka kim
öğretmelidir?
Elbette ki, âlim!
Halka Ali kimliğini âlimler tanıttırmalıdır. Âlim depo dolu
bilgisi olan değil. Bu ilim ne vergidir, ne de fizik, kimya.
Giriş ayrı kavramdır hayat yolunu aydınlatan kavram.
Allah'ın ilmi nurdur, karanlıkları aydınlatan ışık! İlim
coğrafya, tarih değil, iman ve akidedir! Kur’anda bu ilim
"fıkıh" seçildi. Bugün ise aynı ilim «şer’i ahkam», «fer’i»
adlandırılır. Âlim karanlıkta ve karanlıkta çalışmıyor. O,
karanlığı yarıp, doğru yolu göstermelidir. O, sadece
doktor, usta değil, halkın muallimidir. Onun bilimsel
Eflatun teorisi yoktur, ilmi Risâlet bilimidir. İşte bu ilim
adamları "peygamber vârisleri" kabul edilmişler. Bu
ilimler hidayet nurudur. Hidayet nur alemi, âlim ise
entelektüel. Bu ziyalı akidesi ve halkı karşı sorumludur.
Şia aliminin mes’uliyeti daha açıktır. O, "nebi-imam",
yeni imamın hizmetçisidir. Bu ilim adamları imamet
mes’uliyetini
taahhüt
almışlardır.
İmamet
ise
Dostları ilə paylaş: |