Emile zola ve nana



Yüklə 0,5 Mb.
səhifə31/35
tarix19.07.2018
ölçüsü0,5 Mb.
#56545
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35

Zoe lambayı getirdiği zaman : '

- Yalvarırım sana nonoşum, inan bu anlattddarıma, de-

'di

Kont, bir iskemleye çökmüş, ellerinin dizlerinin üstünde, gördüğü manzaranın şaşkınlığı içinde put kesilmiş gibi önüne bakıyordu. İliklerini donduran büyük bir korkuya ka-pdmış gibi bütün vücudu titriyordu. Adamın böyle sessizce derin bir kedere kapddığını görmek genç kadının yüreğine dokunmuştu; avutmaya çalıştı.



- Evet doğru... kabahatliyim...

Çok kötü bir şey bu yaptığım... görüyorsun ya pişmanım seni üzdüğüm için de çok dertlendim... Haydi sen kibarlık göster de affet beni.

Şimdi kontun ayaklarına kapanmış, şefkat dolu bir uysallıkla, kendisine çok kızıp kızmadığını öğrenmek için gözlerinin içine bakıyordu; sonra adamın derin bir iç çekişiyle biraz yatıştığını görerek daha da sokulgan bir hal aldı ve kendisini son defa haklı göstermek istercesine, iyilikle titreyen yürekten gelen bir sesle:

- Görüyorsun ya sevgilim, anlaman gerekir beni... zavallı dostlarımdan esirgeyemezdim bunu, dedi.

Kont gevşeyivermişti. Sadece Georges'u konaktan kovmasını istedi. Ama bütün hayalleri suya düşmüştü. Nana'-nın bütün o vefakârlık yeminlerine inanmıyordu artık. Ertesi gün yine kendisini aldatacaktı. Şimdi, genç kadına olan tutkusuna aşağılıkça bir ihtiyaç, onsuz yaşayamamak düşüncesinden doğan bir hayat korkusuyla bağlı kalıyordu.

Hayatının bu dönemi, Nana'nın Paris'teki ününün en parlak zamanına rastlıyordu. Genç kadın zevk ve sefahat

___________________________________________________________________NANA

hayatının ufkunu genişletmiş, lüks düşkünlüğünü pervasızca gözler önüne serip, her hareketiyle paraya değer vermediğini göstererek bütün şehirde dillere destan olmuştu. Hele har vurup harman savuruşuyla nasıl birbiri ardınca bir sürü zengin adamı iflâsa sürüklediğini bilmeyen kalmamıştı. Konağı kızgın döküm ocağıydı sanki. Bu ocak genç kadının kaprisleriyle alev alev tutuşturuyor, dudaklarının hafif bir üfleyişiyle bu ocakta altınlar kül haline geliveriyordu. Hiç bir zaman böylesine çılgınca bir harcama hırsına rastlanmamıştı. Bu konak sanki bir uçurumdu; bir takım erkekler, paraları, vücutları ve adlarıyla birlikte en küçük bir iz bile bırakmadan çöküyorlardı bu uçurumun dibine.

Daldan dala konan bu Nana yosması turpları ve badem şekerlerini gagaladıktan sonra etleri de gagalayan küçük bir kuşu andırıyordu. Yalnız sofra masrafı ayda beşbin frank tutuyordu. Hizmetçilerin dairesinde ise israf bir yıkım halini almıştı. Fıçılardan oluk oluk şarap akıyor, bu da üç dört elden geçen hesabı büsbütün kabartıyordu. Victori-ne'le François, mutfakta ev sahibi gibi hükmederek, misafir davet ediyor, ayrıca bazı yakınlarını da, evlerine soğuk et ve yağlı et suyu göndererek besliyordu. Julien satıcılardan bahşiş istiyordu. Otuz meteliklik bir cam ona yirmi metelik vermeden yerine takdamıyordu ve fiyatı da böylece elli meteliğe geliyordu. Charles, atların yulafını sattığı için, siparişler iki misline çıkıyordu. Yağmaya uğramış bir hazine gibi konaktaki bu genel soygun karşısında Zoe ustalıkla hareket ederek, kendi çıkarını da rahatça sağlamak için yapılan hırsızlıkları örtbas ediyordu. Ziyan edilen şeyler de ça-basıydı bu har vurup harman savunmanın yanında. Bir gün öncesinden artan yemekler çöp tenekesine atılıyor bardaklar iyi erimemiş şekerle dolu kalıyor, havagazı lambaları, duvarları ısıdan çatlatacak gibi, sonuna kadar açılıyordu. Bunca ağızın kemirdiği bu evin yıkılışını ayrıca savsaklamalar, kötülük olsun diye verdirilen ziyanlar ve kazalar da büsbütün hızlandırmaktaydı. Bütün bunların üstünde, yukarıda, evin hanımının yaptıkları çöküntüyü daha da yaklaştı-

EMİLE ZOLA

rıyordu: Nana, bir franga mal olan elbiseleri iki kere giyip bırakıyordu, Zoe de bunları satıyordu. Çekmecelerin dibinde dağınık duran mücevherler kayboluyordu. Bunun yanı sıra da saçma sapan şeyler satın alınıyor, yenilik diye alınan şeyler, ertesi gün bir köşeye atılıyordu. Nana pahalı bir şey gördü mü mutlaka bunu almak hırsına kapılıyor, çiçek ve pahalı biblo yığınları bir felâket halini alıyordu. Bir saatlik zevki ne kadar pahalıya mal olursa o kadar kendini mutlu hissediyordu genç kadın. Hiçbir şeyi dayandırmıyor. Şu bu kayboluyor, başka bir şey kırılıyor, bir ötekisi kirleniyordu küçücük beyaz ellerinin arasında. Evin köşesi bucağı ne olduğu belli olmayan bir sürü kirli paçavralarla doluydu. Bütün bunlardan sonra ödenecek faturalar yağmaya başlıyordu: şapkacıya yirmibin frank, çamaşır satan mağazaya otuz-bin, ayakkabıcıya onikibin frank. Ahırların masrafı da elli-bin frangı buluyordu. Bir yılda terzisine yüzyirmibin frank ödedi. Her zamanki yaşayışında bir değişiklik yapmadığı halde o yıl evin gideri bir milyonu buldu. Oysa Labordette bunu ortalama dörtyüzbin frank olarak hesaplamıştı. Na-na'nın kendisi de şaşmıştı buna. Bu kadar paranın nereye gittiğini bilemiyordu. Üst üste yığılan erkekler âdeta el arabasıyla taşınarak akıtılan altınlar, lüksünün çatırdıları içinde, konağının temelinde gittikçe genişleyen çukuru doldura-mıyordu.

Ama son bir istek vardı Nana'nın gönlünde. Odasını yenilemeyi kurmuştu: mobilyası, duvarlar pembe kadife ile tavana kadar kaplanacak bu kadifenin üstü de gümüş sırma ile kapitonlara ayrılacak, sonra da altın saçaklar ve dantellerle süslenecekti. Bu da zengin ve tatlı bir hava yaratacak ve o akik rengi tenine uygun bir fon meydana getirecek gibi geliyordu. Kaldı ki bu oda sadece karyolasına bir çerçeveydi ama görülmemiş bir yatak tasarlıyordu: bir taht, bir mihrap olacaktı bu yatak ve bütün Paris onun gönüllere hükmeden çıplaklığını hayranlıkla seyredecekti bu yatağın içinde. Altın gümüş kabartmalar arasında kocaman bir mücevher gibi yatacaktı. Gümüş bir vazodan altın güller sarkacaktı, baş ucunda çiçekler arasından gülerek eği-

414________________________________________________________ NANA

len Aşk tanrısının heykelcikleri perdelerin gölgesindeki şehvet dakikalarını izleyeceklerdi. Odanın desenleri çizilmeye başlanmıştı bile. Yatak ellibin franga mal oluyordu, bunu Muffat armağan edecekti kendisine.

Genç kadını en çok hayrete düşüren şey avuçlarının arasından böyle oluk oluk altın aktığı halde para sıkıntısı çekmesiydi. Öyle günler oluyordu ki, birkaç louis gibi gülünç bir parayı bulabilmek için kıvranıyordu. Ya Zoe'den ödünç alması ya da kendi yağıyla kavrulması gerekiyordu. Ama en son çareye baş vurmadan önce ahbaplarını yokluyor, erkeklerin ceplerinde ne varsa son meteliğe kadar boşalttırıyor, işi şakaya vurarak yapıyordu bunu. Uç aydan beri böylece Phüippe'i sızdırıyordu. Böyle kriz zamanlan geldiğinde para cüzdanını bırakmadan ayrılamazdı konaktan. Az sonra işi daha da ileri götürerek genç adamdan borç almaya başladı. Pek fazla asılan alacaklıları susturmak için ikiyüz, üçyüz frank alırdı, hiçbir zaman daha fazlasını istememişti. Temmuz ayında levazım yüzbaşılığına atanan Phi-lippe, zengin olmadığını söyleyerek, parayı ertesi gün getiriyordu. Çünkü nedense o iyi yürekli Bayan Hugon son zamanlarda oğullarına karşı sert davranmaya başlamıştı. Phi-lippe'den ödünç aldığı paraların toplamı onbin frangı bulmuştu. Ama üst teğmen hep güler yüzle, o berrak gülüşüy-le karşılıyordu bu durumu. Bununla beraber gün geçtikçe zayıflıyor, zaman zaman dalgınlaşıyor, yüzünde gizli bir kederin izleri beliriyordu. Ama Nana'nın bir bakışıyla birden canlanıyor, büyük bir şehvet fırtınasına kapılmış gibi oluyordu. Genç adama karşı çok cilve yapıyor kapı arkalarında öpücükleriyle kendinden geçiriyordu. Birden kendini Philip-pe'in kollarına bırakarak onu büsbütün kendine bağlıyordu. Öyle ki, genç subay görevinden çıkar çıkmaz Nana'nın eteğinin peşine düşüyordu.

Bir akşam Nana, bir adının da Therese olduğunu söylemişti. Buna göre 15 Ekim isim günü oluyordu. O akşam, seviştiği bütün erkekler hediyeler yağdırdılar genç kadına. Üsteğmen Philippe, üzeri altın kakmalı saksonya porseleninden bir şekerlik getirmişti.

EMİLE ZOLA_

415


İçeri girdiği zaman Nana banyodan yeni çıkıyordu. Sırtında yalnız havlu bezinden kırmızı çizgili beyaz bir bornoz vardı. Masanın üstünde yığılı hediyeleri gözden geçiriyordu o sırada. Kapağını açmak isterken kristal bir şişeyi kırmıştı.

- Ah! Ne kadar naziksin, ne var bu paketin içinde? Haydi göstersene... paracıklarını böyle şeyler için harcaman ne çocukluk! dedi.

Zengin olmadığı için genç adamın böyle para harcamasını eleştiriyor, onu azarlıyordu ama, kendisi için bütün parasını harcamasından da memnunluk duyuyordu. Şimdi, şekerliği evirip çeviriyor, kapağını açıp kapayarak nasıl yapılmış olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Genç adam :

- Dikkat, et kırılabilir; dedi.

Ama Nana bu söze karşılık omuz silkti. Bu adam onun ellerini bir hamal elimi sanıyordu yani! Ama tam bu sırada, kâsenin kapağı yere düşerek paramparça oldu. Gözlerini yerdeki kırıklara dikerek şaşkın şaşkın :

- Ah! Kırıldı, dedi.

Sonra gülmeye başladı. Bu yerdeki kırık parçalar pek acayip görünüyordu kendisine. Sinirli bir neşeydi bu. O anda şimdi kırıp dökmekten hoşlanan bir çocuk gibi aptal aptal gülüyordu. Philippe içinden buna içerlemişti, ama bunu açığa vurmadı, bu kaygısız kadın, bu hediyenin ona neye mal olduğunu bilmiyordu. Genç adamın üzüldüğünü görünce kendini biraz toparladı.

- Ne yapayım kabahat bende değil... çatlaktı. Eski şevler pek dayanıksız oluyor... İşte bu kapak da bu yüzden dü-Şüp kırıldı! Gördün nasıl teker meker yuvarlandığını!

Sonra çılgınca gülmeye başladı. Fakat, o kadar çaba gösterdiği halde Philippe'in gözlerinin yaşarmasına engel olamadığını görünce, şefkatle genç adamın boynuna sarıldı.

- Budala mısın sen? Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Eğer hiçbir şey kırılmasa, satıcılar ne satacaklar! Bu-

416


_______________,________________________.__________

tün bu şeyler kırılmak için yapılmış... Bak şu yelpazeye sanki iyi yaptırılmış mı?

Masanın üstünde duran bir yelpazeyi aldı, parmaklarıyla ayırıverince, ipeği yırtıldı. Bu durum karşısında büsbütün sinirlenmişti. Philippe'ninkini kırdıktan sonra bütün öteki hediyelerin kendisi için önemi olmadığını göstermek için, büyük bir kırıp dökme hırsına kapılarak, masanın üstündekileri yere atıp ayaklarının altında çiğniyor, vurarak hiç birinin sağlam olmadığını ispatladığını sanıyordu. Sonra hepsi paramparça .olunca boş gözlerinde hafif bir parıltı belirirken dudaklarını aralayarak dişlerini göstermişti. Yüzü kıpkırmızı kesildi, ellerini açıp masaya vurdu, arsız bir kız ço- cuğunun sesiyle :

- Tamam! Hiçbiri kalmadı, hiç biri! dedi.

Şimdi bu çılgınca neşeye kendini kaptıran Philippe, Na-na'yı kollarının üstüne yatırarak gerdanından öpüyordu. Genç kadın kendisini tamamiyle bırakmıştı. Genç adamın kollarının arasında kendini çok mutlu hissediyor, uzun zamandır bu kadar eğlenmediğini düşünüyordu. Sonra hiç kucağından ayrılmadan tatlı bir sesle .

- Baksana sevgilim, dedi; yarın bana on louis getirirsen o kadar iyi edersin ki... ufak bir hesap var ekmekçiye. Canımı sıkıyor.

Philippe sapsarı kesilmişti, sonra alnına son bir öpücük kondurarak :

- Çalışırım, dedi.

Odaya bir sessizlik çöktü. Nana giyiniyordu. Genç adam alnını bir cama dayamıştı. Bir dakika sonra gene dönerek ağır ağır :

- Nana evlenmelisin benimle, dedi.

Bu düşünce birden genç kadını o kadar eğlendirmişti ki etekliğini iliklemeyi unuttu:

- Ama nonoşum, hastasın sen, diye cevap verdi... senden on louis istediğim için mi beni almak istiyorsun? Olmaz böyle şey. Seni çok seviyorum, yalnız bu söylediğin budalaca bir şey!

417

İçeri, hanımının ayakkabılarını giydirmek için Zoe girmişti artik bu konuya değinmediler. Hizmetçi kadın, masanın üzerini dolduran kırık hediye parçalarına kaçamaktan bir göz attı. Bu şeyleri bir dolaba koymak gerekip gerekmediğini sordu. Hanımı hepsini atmasını söylediği için etekliğine doldurarak götürdü. Mutfakta, hizmetçiler, hanımlarına gelen hediyelerin kırıntılarını paylaştılar.



O gün Nana yasakladığı halde konağa gelmişti. Franço-is delikanlının geçtiğini görmüştü. Uşaklar, zengin hanımlarının içinde çırpındığı sıkıntı ile alay ediyorlardı. Georges, küçük salona kadar girmişken, ağabeyinin sesini duyarak durdu. Sonra kapının ardından içeride geçen bütün sahneyi, öpüşmeleri, Philippe'in evlenme teklifini duymuştu. Müthiş bir nefretle kanı donmuş gibiydi. Sersemlemişti, boş bir kafayla çekilip gitti. Ancak Richelieu sokağına gelip de annesinin dairesinin üstündeki odasına kapanınca yüreğine bir hançer saplanmışçasına derin bir keder içinde kıvranmaya başladı. Bu sefer hiç kuşkusu kalmamıştı. İğrenç bir hayal gözlerinin önünden hiç gitmiyordu. Nana'yı Philippe'in kolları arasında görüyordu hep.

Bu ona hep bir erkeğin kız kardeşiyle yatması kadar alçakça bir şey gibi görünüyordu. Tam kendini biraz yatışmış gibi hissederken yeniden bir kıskançlık kriziyle kendini yatağa atıyor, örtüleri ısırıyor, ağzına geleni söyleyerek büsbütün çileden çıkıyordu. O günü hep böyle geçirdi. Başının ağrıdığını söyleyerek odasına kapandı. Geceyi daha kötü ge-Çirdi. Kâbuslar içinde kardeşini öldürme düşüncesiyle nöbetler içinde kıvranıyordu. O sırada ağabeyi evde olsaydı bıçaklayarak canını alırdı. Ertesi sabah aklım başına almaya çalıştı. Kendisi ölmeliydi, bir pencereden o sırada geçen bir otobüsün altına atmalıydı kendini. Nihayet saat ona doğru dışarı çıktı. Paris sokaklarında koşarcasına dolaştı durdu, köprülerden geçti. Son defa Nana'yı görmek için dayanılmaz bir istek duydu içinde. Belki bir kelime ile genç kadın kurtarabilirdi onu. Saat üçe doğru Villiers caddesindeki Konağa giriyordu.

418

NAMA


Öğleye doğru Bayan Hugon korkunç bir haber alarak perişan oldu. Philippe bir akşam önce hapse atılmıştı alayının kasasından onıkibin frank çalmakla suçlanıyordu. Uç aydır yerine koyabileceğini umarak azar azar para yürütüyordu. Açığı kapatmak için de sahte belgeler koyuyordu. Yönetim kurulunun savsaklaması yüzünden bu sahtekârlık meydana çıkmamıştı. İhtiyar kadın oğlunun bu suçunu öğrenince Nana'ya lanet okudu. Philippe'nin bir kadınla ilişkisini biliyor, bir felâketten korktuğu için de Paris'ten ayrılmıyordu. Ama böyle yüz kızartıcı bir olayla karşılaşabileceğini düşünmemişti; şimdi oğluna para vermeyerek, onun bu suçu işlemesine sebep olduğu için kendine lanet ediyordu. Bir koltuğa çöktü, bacaklarına inme inmişti sanki. Oğlunu kurtarmak için hiçbir yere başvuracak halde değildi, kendini hiçbir işe yaramaz, oturduğu yere mıhlanarak ölümünü bekleyen bir insan olarak görüyordu. Ama birden Geor-ges'u düşünerek kendini avuttu. Georges elinde kalıyordu, bir şeyler yapar, onları kurtarırdı belki. Bunun üzerine bu işin kendi aralarında kalmamasına karar verdi; kimseden yardım istemeden ayağını sürüyerek yukarı kata çıktı. Şimdi yanında kendini seven biri bulunduğunu düşünerek kuvvet buluyordu. Ama yukardaki odada kimse yoktu. Kapıcı, Bay Georges'un erkenden çıkıp gittiğini söyledi. Bu odada ikinci bir felâket rüzgârı esiyordu. Bu alt üst olmuş yatak kenarları ısırılmış örtüler, büyük bir bunalımın belirtileriydi. Georges bu kadının evine gitmiş olmalıydı. Şimdi Bayan Hugon'un gözlerinde bir damla yaş kalmamıştı, bacaklarında büyük bir kuvvet duyuyordu Aşağıya indi. Oğullarını istiyordu, gidip getirecekti onları.

Sabahtan beri Nana, bir sürü can sıkıcı şeyler içinde çırpınıp duruyordu. Önce, elinde hesap pusulasıyla ekmekçi göründü. Bu şahane konak hayatı içinde yüz otuz üç frank gibi kepaze bir parayı ödeyemiyordu. Adam yirmi kere kapıya gelmişti. Şimdi veresiyeyi kestiği için başka ekmekçiye gittikleri için ateş püskürüyordu. Hizmetçiler de hak veriyorlardı ona. François, çıngar çıkarmadıkça hanımının beş para vermeyeceğim söylüyordu. Charles da öden-

EMILE ZOLA

419


memiş, hep ertelenmiş parasını isteyeceğinden söz ediyordu. Victorine de ona hanıma bir erkeğin gelmesini beklemesinin tam konuştukları sırada bunu ortaya atarak parayı kopartmasını salık verdi. Mutfakta bir kaynaşma başlamıştı. Bütün mal verenlere haber salındı. Rahat içindeki bu aylak hizmetçiler şimdi kendi aralarında hanımlarını tefe koyarak çekiştirip duruyorlardı. Yalnız metrdotel Julien hanımını savunuyor gibi görünüyordu, ne olursa olsun iyi yürekli bir insandı. Ötekiler kendisinin, Nana ile yattığı için böyle konuştuğunu söyledikleri zaman da, böbürlenircesine gülüyordu; bu da çileden çıkarıyordu aşçı kadını. Erkek olsaydım da kıçlarına tükürseydim böyle kadınların diye söylenip duruyordu. Bir gün François, evin hanımına haber vermeden ekmekçiyi antreye oturttu. Nana öğle yemeğinde, aşağıya inince adamı karşısında buldu. Pusulayı aldı ve adama saat üçe doğru gelmesini söyledi. Ekmekçi pis pis söylenerek, tam üçte geleceğini ve ne olursa olsun parasını kurtaracağına yemin ederek çıkıp gitti.

Bu sahne çok canını sıktığı için, çok az bir şey yiyebil-di. Artık bu adamdan kurtulmak gerekiyordu. Belki on kere bir kenara para koymuştu, ama bu para durmadan eriyip gidiyordu: bugün çiçek almak için, başka bir gün yaşlı bir jandarmaya bağış için filân. Hem sonra Philippe'e güve-niyordu, ikiyüz frangı getirmemiş olmasına şaşıyordu. Önceki gün çok kötü gitmişti işler. Satin'e bir çeyiz eşyası denecek kadar elbise satmıştı, yine de elinde binikiyuz franktan tek louis bile kalmadı.

Saat ikiye doğru Nana kaygılı düşüncelere daldığı sırada Labordette çıkageldi. Karyola için çizilen desenleri getirmişti. Bu da kara kara düşünmekten kurtardı genç kadını, birden neşelenerek herşeyi unutuverdi: Ellerini vuruyor, keyfinden sıçrayıp dans ediyordu. Sonra büyük bir merakla salondaki bir masanın üstüne eğilerek desenleri gözden ge-Çirdi. Labordette bunları açıklıyordu bu sırada :

- Görüyorsun ya şu bir gemi ortasında açılmış iri güller, sonra yine çiçekler ve tomurcuklardan yapılmış bir süs kordonu yapraklar yeşil, güller kırmızı altından... Baş ucun-

420

NANA


da da gümüş bir tel örgünün üstünde el ele dans eden aşk tanrıları...

Nana kendinden geçmiş gibiydi, sevinçle sözünü keserek:

- Hele bak ne kadar hoş, şu küçük! Hani kıçını havaya çevirmiş gibi duran... ya o çapkınca gülüşe ne demeli! Hepsinin de gözlerinde şeytanlık okunuyor bunların... Biliyor musun dostum, bunların önünde hiçbir zaman saçmalıklar yapamayacağım!

İçinde övünçle karışık bir memnunluk vardı. Kuyumcular hiçbir kraliçe böyle bir yatakta yatmamıştır, diyorlardı. Yalnız bu işin çetin bir yanı vardı. Ayak kısımları için Labordette kendisine iki desen gösterdi. Birinde gemi motifi vardı. Ötekisinin konusu şuydu: gece tanrıçası tüllere sarılmış, Tanrı Pan onun göz kamaştıran çırçıplak vücudunu seyretmektedir. Labordette, eğer bu konuyu seçerse Gece Tanrıçası heykelini kendisine benzetmeye çalışacaklarını söylediklerini de sözlerine ekledi. Bu da sevindirmişti genç kadını. Şimdi kendisini gecenin ılık şehvetine sembol olan gümüş bir heykelcik gibi görüyordu.

Labordette :

- Tabi yalnız baş ve omuzların için poz vereceksin; dedi.

Nana rahatlıkla genç adamın yüzüne baktı:

- Neden?... Bir sanat eseri söz konusu olduğuna göre umurumda değil heykeltraşın beni çırçıplak görmesi!

Anlaştılar, genç kadın bu konuyu seçmişti. Ama Labordette şöyle dedi.

- Dur hele... Bunun için altıbin frank daha fazla ödemek gerekecek.

- 'Amma da yaptın ha! Vız gelir bana! diye Nana bir kahkaha attı. Benim Mufe'cığımın kesesi sağ olsun!

Şimdi yakın ahbaplarıyla konuşurken Kont Muffat'dan böyle sözediyordu. Adamlar aralarında bu adı kullanıyorlardı: Muffat'cığını gördün mü dün akşam? Onu burada göre-


EMİLE_ZOLA

eğimi sanıyordum... Mufe'cığım? Yalnız kontun yanında böyle konuşulmasını hoş görmüyordu.

Labordette son açıklamaları da yaparak desenleri katladı: kuyumcular karyolayı iki ay kadar sonra 30 aralığa doğru teslim edeceklerini söylemişlerdi. Ertesi hafta Gece tanrıçasının maketini hazırlamak üzere bir heykeltraş gelecekti. Labordette'i uğurlarken, ekmekçi hatırına geldi:

- Baksana bana, üstünde on louis var mı? Labordette kadınlara hiç borç vermemeyi prensip edinmişti. Böyle bir istek karşısında hep şu cevabı verirdi:

- Yok kızım, meteliğe kurşun atıyorum... ama istersen Mufe'cuğuna? gideyim?

Nana istemiyordu. Faydası yoktu bunun. İki gün önce konttan beşbin frank sızdırmıştı. Ama bunu açığa vurduğuna pişman oldu. Labordette'in ardından ekmekçi damladı, antredeki bir iskemleye yerleşti, bir yandan da kaba kaba konuşuyor, ağız dolusu küfür savuruyordu. Genç kadın bunları birinci kattan duyuyordu. Benzi sapsarı kesilmişti, onu en çok üzen şey, bu durumdan hizmetçilerin keyiflenmesi olmuştu. Mutfakta katıla katıla gülüyorlardı. Arabacı koridorun dibinden seyrediyordu içerisini. François sebepsiz yere antreden geçerken, ekmekçiye bakıp ahbapça güldü, sonra koşup mutfaktakilere haber yetiştirdi. Evin hanımını takmıyorlardı, duvarlar yıkılmıştı, bütün hizmetçileri sırt çevirmişti, yapayalnız hissediyordu kendini. Onu gözleyerek, iğrenç şeyler söylüyorlardı. Bu durum karşısında yüzotuzüç frangı Zoe'den ödünç istemekten vazgeçti. Zaten borcu vardı hizmetçisine. Vermek istemezse bu onuruna dokunacaktı. Birden öyle bir heyecana kapıldı ki doğru odasına koştu, yüksek sesle kendi kendine :

- Haydi kızım, yalnız kendine güven... Vücudun senin, bunu kullanmak hakarete katlanmaktan daha iyi... Sonra, Zoe'yi de çağırmadan, telâşla giyinerek Tricon Badının evine koştu. Çok sıkıntıya düştüğü zaman son çareydi bu onun için. Erkekler kendisini çok istediklerinden yaşlı kadın daima yüzüne gülerdi onun. Nana da duruma

422


NANA

göre ya reddeder, ya da boyun eğerdi. Şimdi bu şahane yaşayışta gedikler açılmaya başlayınca sık sık bu yola baş vuruyordu. O gün beklediği yirmibeş altını elde edeceğine inanıyordu. Her zamanki gibi rahatlıkla Tricon kadının evine gidecekti. Tıpkı fakir insanların, yardım sandığına gidişleri gibi."

Fakat odasından çıkıp da salona girince Georges'la burun buruna geldi. Delikanlının yüzünün balmumu gibi sarardığını, gözlerinden kıvılcımlar saçıldığını farketmemişti. İçi rahatlamışçasına derin bir soluk alarak:

- Ağabeyin mi gönderdi seni? diye sordu. Çocuk büsbütün sarararak :

- Hayır dedi.

- Ben de ne budalayım. Ne züğürt şeylerseniz sizler... Anneniz otobüs parası bile vermiyor demek... Siz de erkek misiniz sanki!

Böyle diyerek sıvışmak istedi. Fakat Georges kendisini tuttu, konuşmak istiyordu. Nana sabırsızlanarak, vakti olmadığını söyleyerek yürümek isterken Georges'un:

- Biliyorum, ağabeyimle evleneceksin? Demesi üzerine durdu.

Eee, yani çok komik bir şeydi bu. Rahatça gülebilmek için bir koltuğa oturdu.

- Evet, diye sözüne devam etti küçük... ama ben istemiyorum... Benimle evleneceksin... İşte bunun için geldim.

- «Ne? Nasıl? Sen de ha! diye genç kadın bağırdı. Bir aile hastalığı her halde sizde bu... Yoo! Olmaz böyle şey! Hiç bir zaman olmaz! Amma da zevk ha! Hiç ben sizden böyle rezilce bir şey istedim mi? Ne seninle ne de ötekiyle, hiçbir zaman.

Georges'un yüzü aydınlanıverdi. Yoksa aldanıyor muydu? Sonra :

- Peki öyleyse, ağabeyimle yatmayacağına yemin et. Sabrı tükenen Nana ayağa kalkarak :

EMILE ZOLA

423

- Aa, ya... canımı sıkmaya başladın artık... Kaybedecek vaktim yok dedim, sana!... Keyfim isterse ağabeyinle de yatarım. Bana sen mi bakıyorsun, bu evin masraflarını sen mi görüyorsun da kalkmış hesap soruyorsun? Evet, kardeşinle yatıyorum...



Georges, Nana'nın kolunu yakalayarak kırarcasına l büktü:

- Söyleme bunu... söyleme bunu, diye kekeledi.

Genç kadın delikanlıya bir şamar indirerek kendini i kurtardı.

- Şimdi de beni dövmeğe kalkıyor! Hele şu haylaza bakın!... Haydi yavrum çek arabanı, hemen git buradan.... seni nezaket gereği tutuyordum yanımda. Hah işte böyle! Bir de kalkmış bana tafta ediyorsun ha!... Ölünceye kadar sana analık edecek değilim her halde. Yumurcak büyütmekten daha önemli işlerim var benim..

Delikanlı bu sözleri bütün vücudu kaskatı kesilerek dinledi. Genç kadının her kelimesi hançer gibi saplanıyordu yüreğine. Ama Nana çocuğun duyduğu derin azabın farkında bile olmadan, sabahki can sıkıntılarının hıncını ondan alarak yüreğini ferahlattığı için memnunluk duyuyor ve durmadan konuşuyordu:

- Yani o kardeşin olacak da pek sağlam ayakkabı değil ha!... İkiyüz frank getireceğine söz vermişti bana. İşin yoksa bekle dur... Onun parasına önem verdiğim için değil... Ama beni öyle sıkıntılı bir duruma soktu ki... Bak! Söyleyeyim de öğren: kardeşinin yüzünden yirmibeş altın kazanabilmek için gidip başka bir adamla yatacağım.


Yüklə 0,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə