619
DOĞU DÜŞÜNCESİNDE HERMETİK RUHSAL SİMYA TECRÜBESİ
VE HACI BEKTAŞ-I VELÎ’NİN MAKÂLÂTI
aşk-muhabbet, dünya, ahiret birliğinin vurgulanması bu dönüşümün farklı boyutlarıdır
(2009, s.56, 81). Bu bağlamda dönüşüm için gerekli olanlar ise Hazreti İsa’nın keşkül,
iğne ve asadan ibaret dünya varlığını da terk edişi biçiminde ya da sevenlerin “Allah’ı
kendimizde ve kendi özümüzü de Allah’ta bildik” deyişlerinde ortaya konmaktadır (2009,
s. 48, 55). Bu öznel bilişin formları olarak da ilham, anlayış, aşk, şevk ve muhabbetin
eser boyunca sıralanması hem gerçekleştirilmek istenen ruhsal bir simya formuna hem
de bu simyanın mutlak bilgiye ve sonsuz varlığa sahip olunması ile anlatılan hermetik
özüne işaret etmektedir diyebiliriz. Allahın insanda ve insanında Allah’da bilinmesi ünlü
hermetik zümrüt tabletlerin baş yazıtlarını andırmaktadır. Buna göre “hiç yalan olmadan
doğrudur, kesindir ve çok gerçektir. Aşağıda olan yukarıda ve yukarıda olan aşağıda gibi-
dir. Birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.”
25
3. Hermetik Heterodoks-Sufî Tecrübe ve Makâlât
İslamî hermetik gelenekte daha öncede belirttiğimiz gibi İdris peygamber Hermes ola-
rak kabul edilmektedir (Bladel, 2009, s. 125). Böylece hermetik bilgelik denilen düşünce
bir peygambere dayanmaktadır. Burada İdris peygamber ile aynı zaman diliminde yaşa-
mak gerekmemektedir. Bu durum ezoterik bir aydınlanma yolu ile ulaşılan bir üstatlık
anlamını taşımaktadır. İşte Henry Corbin de bu nedenle şii sufilikte felsefe ile nübüvvet
arasında hermetik bir bağ kurularak düşünce üretilmesine nebevî ilhamlar (prophecy)
26
kavramı ile yaklaşmaktadır (Corbin, 1999, s. xv). Nasr ise daha genelleyici bir tanım ve-
rerek; hermetik bir yolla farklı gerçeklik alanlarından ve oluşun yüksek basamaklarından
haber vermenin veya bu derece ve makamlara çıkmanın özel yollarını bildiren ilime sahip
olmanın nebevî ilham ile olduğunu belirtmektedir (Nasr, 2006, s. 5-6). Her iki yaklaşımda
kutsal imamlar inancının temellendirilmesini açıklamaktadır.
Buna göre nübüvvet gerçekliğine bağlı olarak özellikle şii-sûfi gelenekte açığa çıkan
ve ehli beytin imamlarınca temsil edilen hermetik bilgeliği Corbin, İmam Cafer’in öğ-
retilerine göre temellendirmektedir. Buna göre insan biçimi yaratılışın Allah tarafından
gerçekleştirildiğinin en büyük kanıtıdır. İmam Cafer’e göre:
“İnsan Allah’ın kendi elleri ile yazdığı bir kitaptır. İnsan Allah’ın kendi bilgeliği ile
inşa ettiği bir mabettir. İnsan tüm âlemlerin biçimlerinden gelmektedir. İnsan ulaşılamaz
bilginin (levh’î mahfuz) açıklanmış fihristesidir. İnsan tüm görünmez âlemlerin (gayb)
görünür şahididir. O inkâr edenin karşısındaki kanıtın garantisidir. O cennet ile cehennem
arasında dosdoğru bir yoldur. İnsan formu başlangıçtaki zaman ve mekân üstü beka (pre-
eternal) boyutunda Âdem olarak isimlendirilirken; insan-ı kebir, yüce ruh, ilk akıl, yüce
kalem, yüce halife, kutuplar kutubu anlamlarını içinde barındıran bir gerçekliği (âdem’i
25) http://www.hermetics.org/Zumrut_Tablet.html (Erişim Tarihi: 11-22-2013).
26) Peygamber olunmaksızın bir peygambere bağlı ya da andıran bir biçimde ilahi bilgi, zaman, insan
özgürlüğü gibi alanlarda peygamberlik geleneğine bağlı olarak sıra dışı açıklamalar ortaya konması.
http://plato.stanford.edu/entries/prophecy (Erişim Tarihi: 03-10-2013).
620 / Yrd. Doç. Dr. Mustafa Said KURŞUNOĞLU
EKEV AKADEMİ DERGİSİ
hakiki) ifade eder. Bu semavî insaniyet zaman öncesi süreçte açığa çıkan Muhammedî
gerçeklik olarak adlandırılan nübüvvet aslından kaynaklanan ebedi nübüvvet tarafından
korunur ve devam ettirilir (Corbin, 1999, s.141).”
Yukarıda anlatılan insan kavramının aşkın yönü önemlidir. Zira bu insan mükemmel
bir formdur. Yeryüzündeki insanlar bu insana benzediklerinden dolayı bu ismi almakta-
dırlar. Burada söz konusu edilen insan gerçeğin hakikatin kendisi olarak özneleştiği bir
konumdadır. Bu konuda Bahaî/şii kaynaklarından aktarılan bir Hadis’e göre Hz. Muham-
med şöyle demektedir: Ben O’yum. O’nun ta kendisiyim. O’ da bendir. Benim ta kendim-
dir. Ancak bununla birlikte ben benim O da odur” (Qurrat-el Ayn, 2008, s.25). Buna göre
Allah ile onun açığa çıkışı arasında özün birliği anlamında bir ayrımın olmadığı vurgulan-
maktadır. Böylece peygamberler özü gösteren lekesiz ve mükemmel aynalar olmaktadır.
Ancak peygamberler ayna olarak bu ilahi birlikten ayrıldıkları için aynı zamanda kendi
öznel oluşlarındadırlar (2008, s. 25).
Nebevî döngünün tamamlanışını özetleyecek olursak; Hz. Peygamberin anlatılarına
göre Âdemin Allah tarafından Muhammedî gerçekliğe dayanan bir tasvirde yaratıldığı,
ilk yaratılanın (ilahi tecelliye mazhar) peygamberin kendi nuru olduğu ve kendisinin
âdem çamurla su arasında iken bile peygamber olduğu şeklinde aktarılır (The Encyc of
Sufis, 2002, s. 303, 322). Bu ezelî peygamberlik gerçekliği dış ve iç boyutların süreçleri
şeklinde iki kısma ayrılır. Bunlardan birisi dış (exoterik) diğeri ise iç (ezoterik) velayet
olarak bu sonsuz nübüvvetin ezoterik boyutunu oluşturur. Buna göre velayet, nübüvvetin
zamanın başlangıcından önceki ve onun ebedi sürekliliğindeki mükemmelliğinin ezoterik
boyutta gerçekleşmesidir. Böylece ezoterik boyut Muhammed peygamberin şahsiyetinde
son ve mükemmel açıklanışını bulur.
Bununla birlikte, ilahi nur peygamberin nurunda açığa çıktığı gibi, bu boyutta ken-
disinde açığa çıkacağı diğer bir gerçekliği (terrestrial epiphany/mazhar) arar. Bu da pey-
gamberin en yakını olan ilk imam Ali ibn Ebi Talib’tir. Nitekim Hz. Ali’de benzer şekilde
bu gerçekliği ben âdem çamur ile su arasında iken veli idim sözü ile ifade eder (Corbin,
1999, s. 141). Hz. Ali’nin hem nesil olarak hem de velayet olarak geleneğini devam et-
tiren İmam Cafer yukarıdan kendisine değin ulaşan süreci şöyle ifade etmektedir: Bizim
nedenimiz hakikattir ve hakikatin hakikatinin hakikatidir (haqq-al haqq). O açıktır (exo-
teric), o açığın gizlisidir (esoteric-batın al-zahir) ve o gizlinin gizlisidir (batın al batın).
O sırdır ve bir şey sır olduğunda örtülür. Sır ise sır olarak yetkindir” (Taylor, 2002, s.
208). Hz. Ali’de gerçekleşen bu öznel sır şii inanışına göre ondan sonra gelen ve aynı
özsel içeriği taşıyan evlatlarına geçmektedir. Buna göre Hacı Bektaş-ı Velî’ de Hz. Ali’nin
torunlarından 7. İmam Musa Kâzım’ın neslindendir. Musevi seyyidleri denilen sülaleye
mensuptur (The Encyc of Sufis, 2002, s. 272). Dolayısıyla Hacı Bektaş bu sırlı öznelliğin
taşıyıcısı konumunda olmaktadır.
Makâlât’ta mensup olunan hermetik gelenek açısından Hz. Muhammed’in özenle öne
çıkarıldığı görülür. Bu noktada Hz. İsa ile bir dağın öyküsü verilerek, dağın üzerinde
okunan ve dört kitapta da geçen ilahî azaptan sakınılmasını salık veren bir ayet nedeni ile