A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 2 3
titizliğin önemli bir nişanesidir.
Lisanın gelişimdeki önemini
biraz daha açalım. İnsanlığın ilk
döneminde felsefi söylemler yoktu.
Kişilerin yalnızca hayatta kalabilme
içgüdüleri ve çoğalma içgüdüleri
kuvvetli bir şekilde çalışmaktaydı.
Duygularını dile getirmeği bir yana
bırakınız hislerine kulak vermeye
bile ihtiyaç duymazlardı. Bu sebeple
gelişmiş bir lisan enstrümanına
gerek yoktu. Ancak tekamül arttıkça
kullanılan lisanlar da gelişmeye
başladı. İnsanlar artık ne hissettiklerini
tarif etmeye ve hatta bunu şiir gibi
kulağa hoş gelen ve derin anlamları
olan metin şekillerine dahi çevirdiler.
Öyle bir dönem geldi ki artık güzel
konuşabilen, duygulara hitap edebilen
şairler ve hatipler toplumda saygın
bir yer kazanmaktaydılar. İşte son
peygamber de örnek olarak böyle bir
topluma enkarne olmuştur. İdareci
planlar tarafından bu coğrafya ve bu
dil zenginliği özellikle seçilmiştir.
Bir kelimenin birçok anlama geldiği
telaffuzundan dolayı anlamların
değiştiği bu dil hem kısa cümle ve
metinlerle çok şey anlatmayı başarmış
hem de telaffuzunun yarattığı ikilemler
ile insanlığın tekamülünde defalarca
dengeleri bozarak ilerleme kat etmiştir.
Yukarısı tarafından yönlendirilmiş
birçok yanlış anlama da düzeltilmek
üzere insanlığa sanki bir ev ödevi
olarak verilmiştir.
İşte “kıyam” kelimesi de böyle
bir kelimedir. Kelime köken olarak
Farsçadır. Ancak Arapçaya da geçmiş
ve çok eskiden beri kullanılmaya
başlanmıştır. Her ne kadar şu anki
insanlığın şuur altında dünyanın
sonu ve büyük felaket olarak yer almış
olsa da Farsçada ki birinci anlamı
şuurlanmaktır. İkinci anlamı da ayağı
kalkmaktır. Ancak ve ancak üçüncü
anlamı doğa olayları sonucunda
dünyanın yerle bir olmasıdır. İşin
aslı kıyam dönemi bu üç unsuru da
kapsamaktadır. Ancak insanlığı daha
hızlı ilerleten korku içgüdülerini
tetikleyen büyük felaket imajinasyonu
daha öncelikli insanlığın büyük şuur
altında yer almıştır. Bu da doğaldır.
Çünkü tekamül düalite kanunu
gereği negatif yönde tetiklemeler
ile insanlığın atıl yaşama dengesini
bozarak meydana gelmektedir. r
2 2 • R U H v e M A D D E
T
ÜM geçmiş yaşamlarımızın birikimleri sonucu bazı kavramları insanlık
ailesi kullandığı dillerden dolayı oldukça karmaşık hale getirmiştir.
Toplumsal şuurdaki birikimlerde de bu karışıklık kaydolmuş ve yüz yıllar
boyu birçok konu idareci mekanizmaların maksatlı yönlendirmeleri ile kontrollü
bir şekilde yanlış anlaşılmıştır. Kıyamet kelimesinin taşımış olduğu birincil anlamı
da işte bu maksatlı kargaşaların başında gelir. Bu kelimenin birincil karşılığı on
binlerce yıl önceleri asli prensibin icapları dahilinde tüm acı verici ve kargaşa
yaratıcı sıfatları ile toplumsal şuuraltına kazınmıştır. Bu sayede insanlık üzerinde
korku içgüdülerinin tetiklemeleri ile hep bir dengeler bozulmuş ve ilerlemeler
kaydedilerek denge tekrar kurulmuştur.
Ancak artık her şeyin su yüzüne çıktığı ve açık açık yazıldığı, konuşulduğu
zaman gelmiştir. İlâhî Nizam ve Kâinat kitabında bu kıyam devresi tüm ayrıntıları
ile yer almakta ve bu kitabı okuması nasip olan kişilerin yaklaşmakta olan bu
dönem için çok geniş bir bilgisi olmaktadır.
Şu bir gerçektir ki lisan insanlığın gelmiş olduğu bu son kademede en önemli
aletlerden birisidir. Özellikle felsefi görüşlerde derinlik yaratabilen ve insanın
varlığı ile olan tesirsel alışverişlerini sese dökme ya da söze dökme seçeneği fazla
olan lisanların sahibi olan milletler ruhsal gelişim sürecinde insanın enkarne
olması gereken toplumlardan birisi halini almıştır. İşte eski Uygur Türkleri,
Araplar, Grekler, Farslar, Aramice dili kullanan uygarlıklar
insanlığın gelişiminde basamak olarak vazifelerini
yerine getirmişlerdir.
İşte İlâhî Nizam ve Kâinat kitabının
Türkiye’de ve Türkçe olarak basılmış
olması yalnız Anadolu insanının
değil aynı zamanda da Türkçe’nin
üzerine almış olduğu vazifeyi de
göstermektedir. Bu bağlamda
ulu önder Atatürk’ün Türk
dili üzerine yapmış olduğu
çalışmalar ve Türk dili
üzerine gösterdiği titizlik
azımsanamaz bir örnektir.
Hatta vefatında vasiyetinin
bir kısmını Türk Dil
Kurumu’na bırakmış
olması bu gösterilen
Ruh ve Madde Dergisi İstanbul Satış Noktaları
Bayi / Mağaza
Semt
Yakınında bulunan
Gökmen (Hülya Kurt)
Göztepe
Petrol Ofisi İstasyonu
Nihat Koyunoğlu
Kadıköy
Beşiktaş İskelesi
Erkal/Cenk Boztaşı
Kadıköy
Eminönü İskelesi
Mephisto
Kadıköy
Postahane
Ergün Sarıaslan
Bakırköy
İDO İskelesi
Kabalcı Kitabevi
Beşiktaş
Büyük Beşiktaş Çarşısı
Mephisto
Beyoğlu
İnci Pastanesi
Semerkant
Beyoğlu
Erra Goppa
ArkeoPera
Galatasaray
Postahane
Kadir Tuncer
Şişli
Şişli Camii
Nezih Kitabevi
Remzi Kitabevi
D&R
İstanbul ve diğer illerdeki 40 şubeyi öğrenmek için lütfen sorunuz.
Tekamül ve Lisan
Bilgehan Meral
A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 2 5
H
ERKESE merhaba. Öncelikle bu özel
konferansı organize eden ve beni buraya
davet eden Bilyay Vakfına teşekkür
etmek istiyorum. Bu benim İstanbul’a ilk gelişim.
Bu güzel ve özel şehirde bu tür çalışmalar
tarihinde son yılların en özel organizasyonu
yapılıyor. Gördüğünüz gibi konuşmamın
başlığı biraz değişti. Alt başlığımız “Teknoloji
Yüzyılından Ruh Yüzyılına”. Bilyay Vakfının
insanlığı birleştirmeye yardımcı olması için bilgiyi
yayma amacının ışığında, ölümden sonra bilincin
devamı konusundaki çalışmalardan bahsetmek
istiyorum. Bu çalışma insanlığı birleştirmeye
katkıda bulunacak potansiyele sahip. Şu soruyu
sormak isterim: “Eğer ruhsal gerçeklik varsa, ne
olmuş? Örneğin, eğer bizim bir ruhumuz varsa
ve ruhlar tıpkı “öldükten” sonra bile parıldayan
uzak yıldızların ışıkları gibiyseler bu demektir?
2 4 • R U H v e M A D D E
Bir ruhumuz olduğunu bilmek
iyileşmeye, barışa ve ümide
dönüşmezse o halde ne işe yarar? Bu
bilgi ne işimize yarayacak? Bunun
gerçek dünyada bir uygulama alanı
var mı? Bilginin bu tarz uygulamaları
oldukça tartışmalıdır. Örneğin;
enerji ile şifa verenlerin gizemli
yaşamını düşünün. En deneyimli
enerji şifacıları şifacılığın hem bir
bilim hem de bir sanat olduğunu
öne sürmektedir. Bu sanat sezgilere
kulak kabartmayı içerir ve “ruhsal
mekanizmanın çalışmasını” sağlar ki
bu da enerji yolu ile insanları tedavi
eden şifacılara soracak olursanız
ölmüş hekimlerden, azizlerden,
Meryem Ana ve Rahibe Theresa gibi
yüce insanlardan,
Hz. İsa ya da Hz.
Muhammed gibi
peygamberlerden,
Mikail gibi
meleklerden ve
hatta evrensel
enerji kaynağı olan
ve adına her ne
derseniz, Tanrı ya
da Allah’tan yardım
ummayı içerir.
Buradaki soru, Batı biliminin bu
fenomene nasıl yaklaştığı, bunu nasıl
açıklamaya çalıştığıdır.
Batı biliminde bu konuya iki ana
yaklaşım vardır. Ben bu yaklaşımlara
inanmak üzere eğitildim. Bunlardan
biri nöro-bilim hipotezidir ve bu
ruhsal inançların beynin bir yan
ürünü olduğu fikridir. “Tanrı
geni” ya da “Tanrı noktası” gibi
terimleri duymuşsunuzdur. Bu,
beynin bize tanrısallık deneyimini
yaşatan kısmıdır ve belki de bir
çeşit halüsinasyon görmemize
neden olur. Ve buna bağlı olarak
davranışsal bilim hipotezi vardır
ve bu da ruhsal inançların hem
hasta hem de şifacı için plasebo
etkisi yarattığını öne sürer. Buna
göre ruhsal inançlar, kendiliğinden
gerçekleşen kehanetleri, fantezileri
ve hatta farklı bilinç düzeyinde
oluşan halüsinasyonları yansıtır. Batı
biliminin bu sorulara cevabı işte
bu şekildedir. Peki bu hipotezler,
fenomenleri açıklamaya yeterli
midir? Sunumumda öncelikle,
Tanrı’nın John’u gibi yetenekli
şifacılarda görülen anomalilerden
bahsedeceğim. Sonra da bilincin
beyinden ayrı düşünülmesine
olanak sağlayan modern bilimin
Ötealem
Deneyleri
Dr. Gary E. Schwartz
1. Bölüm