Yaşadiğim yillarda – İLİÇ



Yüklə 6,36 Mb.
səhifə1/6
tarix12.10.2018
ölçüsü6,36 Mb.
#73175
  1   2   3   4   5   6

YAŞADIĞIM YILLARDA – İLİÇ

ŞAZİ BAYRAM




Bir kaşık - un ile akşam eden insanların köyü


Bugün sizlere doğduğum ilçeyi anlatmaya çalışacağım. Konularım daha çok, 1950 ile 1960 yıllardaki İliç deki yaşam ve oradaki köy halkı .%90 ı çifçilikle uğraşır. Çifçilikse ancak kendine yetecek kadardır, satıp para kazanma amaçlı değil, nedeni ise ekilebilir arazisi çok ama çok az. %10’ u da esnaf veya resmi dairede odacı vs. olarak ekmeğini kazanırdı.

İlgilendikleri, konuları, sorunları, davranışlarını ve de kendi yaşadıklarımı, kaleme alıp siz hemşerim okuyucularımla paylaşmak istedim. Mutlaka eksikler bulabilir şu da yazılsaydı, bu da olsaydı diyebilirsiniz, ancak bu öylesine bir kaleme alış, tamamen, amatörce yazılımdır. Benim gördüklerim, yaşadıklarım ve de emin olduğum, duyduklarımla ilgilidir, ikinci olarak yaşadığım yıllarda konuşulan kelimeler var, deyimler var o kelimeleri deyimleri, yaşatmak istiyorum. Köyümün yerel bölge ve mevki isimlerini, bazı insanların takılmış lakapları var. O lakaplar o zamanlarda kullanıldığı için bende kullanmak zorundayım, sakın yanlış anlamalara meydan verilmemeli, tamamen iyi niyetle yola çıkılmıştır. Kimseyi hor görmek veya küçümsemek gibi bir çabanın içinde katiyyen olamam. Bütün İliç’li hemşerilerimin hoşgörüsüne sığınarak yazıyorum.Yanlışım var ise peşinen özür diliyorum.

Tanıtmak istediğim yer, Erzincan ili, İliç ilçesi. Buralar biraz Türkiye’de tenha bir coğrafyada kalıyor, hani derler ya kuş uçmaz kervan geçmez bir ilçe. İlçe ama bir köy yaşantısı var, halkı genelde imece usulü çalışır, herkes bir birini sever sayar. Bilhassa büyüklere çok saygı ve hörmet edilir. Örneğin ekin ekilecek, zamanı büyükler belirler, bir anlaşmazlık varsa büyükler çözer, büyüklerin sözlerine çok güven duyulur. İliç de çifçilik ve bağcılıkda, üretip satacağı hiçbir ürünü yok, sadece kısıtlıda olsa hayvancılık ve peynircilik yapılıyor, o işlerden de yeterli bir gelire sahip değil. İliç Belediyesi de yeterli bir gelire ulaşamadığından çok az olan personelle durumu kurtarmaya çalışıyordu, bu benim gördüğüm ve tesbitimdir. Buğdayı, zerzavatı, meyvesi kendine ancak yeten bir ilçe. Ben de bu ilçenin o günlerde Ağa dediğimiz bir ağanın yani İbrahim Şakir Bayram’ın, yani-Şakir Ağanın -büyük torunuyum. O zamanlarda dedem Osmanlı tarafından görevlendirilmiş, işi İliç istasyondaki Fırat Köprüsünü kontrol altında tutmakmış. Köprü o devirde tahtadan, her iki yakasında giriş çıkış kabini olan bir yer. O zamanları kervancıların, tehcirler, düğünler vs. lerde, ücret ödeyerek giriş ve çıkış olurmuş, izinle kullanılan, bu köprüyü yürütme işini de İbrahim Şakir Bayram’a verilmiş. Yani köprücü başıcılığı yapmış. Ayrıca ağalığı esas kendi evinin karşısında bir odası olması, diğer köylerden gelen insanlara yiyecek ve yatacak sunmasından kaynaklanıyormuş. Allah rahmet etsin. Ben doğmadan vefat ettiği için görmek kısmet olmadı. Babam H.Hasan Bayram İliç de, mütevazi bir yaşam süren 7 çocuğuna bakabilmek için mücadele eden, sözü dinlenen ve de çok sevilen renkli bir kişilik olarak hep hatıralarda kalmıştır. Sırasıyla kahvecilik, yol çalışması, sağlıkda, hademelik ve adliyede başgardiyanlık yapmış, bilahare göz rahatsızlığından malülen emekli olmuştur. Çocukların Antalya’da olması nedeni ile Antalya’ya yerleşmiştir.1991 yılında 72 yaşında Antalya’da her fani gibi yüce Yaradanın rahmetine kavuşmuştur. Şu anda ben- Şazi Bayram- H.Hasan Bayram’ın ve Duriye Bayramın ilk evladı, 1944 İliç doğumlu, 7 kardeşin ilki. Şu an yaşadığım, emekli olduğum  ve de 1973 yılından beri ikamet ettiğim, Antalya’da sessiz köşemde bilgisayarımın başında, ölümün ne zaman geleceği belli olmaz diyerek İliç hatıralarımı o çocukluk yıllarımı, paylaşmak istedim. Belki birileri okur İliç nasıl bir yer örf ve adetleri nelerdir, o zamanları. Ne yer ne içerler, ne ile eğlenirler, hangi kelimeleri, deyimleri kullanırlar. Düğünleri, türküleri, günlük yaşamları o devirde o yıllarda nasıldı diyerek bir yerden başlayalım dedim. Birileri okurda Allah razı olsun derse, o da bana yeter. Haydi kolay gele ya Bismillah diyerek o yıllara dönelim.

İliç Belediye Başkanı Nuri Tiryaki, belediye muhasibi Cemal Erdağı, zabıtası Kara Mahmut Ünlüer1, temizlikcisi Kör Ahmet dayı2, İliç’in muhtarı Hamit dayı3, kiziri Hüseyin Efendi idi. O yıllar zor yıllardı bir kişi çalışacak ve aileye bakacak, hiçde kolay değildi yaşamak da yaşam da çok kötü idi. Ekonomik olarak, para yok, temel ihtiyaçlar karne ile veriliyor. Böyle bir İliç var ortada. Tabii olarak tüm Anadolu aşağı yukarı aynı durumdaydı o yıllarda. İliç’in şanssızlığı coğrafi olarak içerilerde kalması, çok dağlık bir araziye sahip olması. Kara yolu yok gibi, yalınız tren ulaşımı sağlıyor. İş ve ulaşımı öküz, eşek, katır, atla yapılıyordu, bu nedenle daha da sıkıntılıydı o yıllar. Gençler, baba eline bakmak pek istemez, oda omuz vermek ister. Bu nedenle kurtulmak ister, baba bakmakda zorlanır ki ne zorluk hemi de katmerlisinden. Bu yüzden her ailenin birkaç kişisi mutlaka gurbete eş dost yanına iş bulup çalışmaya gider. Bu yüzden gurbet demek her İliç ve civarının soyadı gibidir. Memurlar hariç hemen hemen her köylü insan, gayet temiz ama yamalı ceket pantolon giyerdi.

O yün çoraplar her akşam bakılır delik olanlar tığla göze yapılır. Üst başda ya sökük dikilir, ya da yama yapılır. Yani tamir olur sabah tekrar giyilirdi. Kadınlarda ise hemen hemen beyaz kareli simge olmuş çarşaf giyerlerdi. Bu çarşafdan ancak tek gözle bakarak yürürlerdi. Köyümün insanları çok muhterem ve asil insanlar. O yokluklara rağmen dayanmasını ve ayakda kalmasını her zaman başarmış, İliç ve halkı var ortada. 

Büyüklerimiz- dedeler ve nineler, boş zamanlarda kapı önü, çeşme başı, dedeler cami avlusu, dükkân önü, kahve önü, oturup sohbetlere katılırlardı. Beş vakit namazlarını nerede olsalarda kılarlardı, en güzeli, mahkemelerde hiç davası olmaması. Bir problem, anlaşamamak veya ağız dalaşmaları da hep büyüklerimiz sayesinde konuşarak çözmeleri idi. İşte köyümle gurur duymamın nedenlerden biride budur. Böyle güzellik var mı? İşte bunları benim ilçem ve insanları bunları yaşadı ve yaşattılar, ve de demek ki isteyince başarılıyormuş. Kavga ve küslüklerin olmadığı bir yer. Ufak tefek nizaların, münakaşaların dışında. Allah hepisinden de razı olsun,Bu dünyadan göçenlerin cümlesine de rahmet olsun.

Yaşlı ve tecrübeli dede ve ninelerimiz, yokluğu, kıtlığı yaşamış insanlar, genç iken yaşadıklarını, bazan biz torunlarına ibret alalım diye,atalarımız önceleri nasıl mücadele ettiklerini fırsat buldukca bizlere aktarırlardı, anlatıklarına ağzım açık dinlerdim.1920 yıllardan itibaren ve sonrasından, şöyle bahsederlerdi. Kadir dedem ve Cemile ninem 4o yılları. Kendileri gördüklerini ve yaşadıklarını anlatırdı. İsyanlar var, yokluk var, açlık var, tarlada çift sürerken isyancılar 5gelip, silah zoruyla öküzünü alıp götürüyordu. İsyancılar silahlı, dilini bilmiyorsun, karşı koyamıyorsun, o köylü ne etsin, hele küçük mezralarda köylerde işler daha da vahimdi. BİR KAŞIK UNLA O GÜN AKŞAM EDİLİRDİ. O yüzden ince hastalık çok yaygındı. Dedem daha hazin olanı da ben bile tuluk -yani keçi derisinden- yayık, çarık yiyenleri gördüm derdi. Hemide arkadaşından da gizleyerek yerlermiş ki görüp de ellerinden almasınlar diye. Zaten ancak çiğneme olurmuş çünkü sırım gibi olduğundan yenmezmiş. Eğer, öküzünü, ,keçisini kaptırmazsan isyancılara o gün mutlusun. Bazanda öküzünü kaptıran köylü tek öküzün yerine kendisi geçer, hanımı veya çocuğu sabanı dengeleyerek çift sürerler. Kimi zamanda komşularla Birer öküzü birleştirip, bugün sana yarın bana misali çift sürülürdü. Buğdayları odalarda kilimlerin, çulların altına sererlermiş ki isyancılar bulup da alamasın diye.

Yağını, peyniri, yiyeceğini hep mahzenlerde saklamışlar. Buğdayını kaptırırsan bu seferde sen ve ailen aç kalacaklar. İşte bizler bu günleri yaşadık. Allah bir daha yaşatmasın, çok zor yıllardı, hani derler, beterin beteri var derler, tamda bizler o yılları beter olarak yaşadık. Şimdi çocuklar, bu günlerimize ve de halimize şükür edelim derdi, Kadir dedem. Bizlere nasihatı çok olurdu, sokakda yürürken bir eğri ,paslı çivi bulsa alır cebine koyar,birgün lazım olacaktır diye. Bir taş parçası yolda olsa alır onu duvarın deliğine koyar, biri basıp düşmesin, ayağına değmesin diye. Bizlere sakın israf etmeyin derdi, israf hem günah, hemde ne yiyemeyenler var derdi. Bulamıyanları daima düşünün derdi. Bizler yokluklarla büyüdük, yaşadık derdi. Bir yaralı, ezik domatesi bile attırmazdı. Zaten yokluk var birde bit ve tahta kurusundan çok muzdariptik, köylü haşarelerden çok çekti.

Dedem isyan zamanı İliç’i korumak için köyün ileri gelenleri ile Şakir ağanın odasında konuştuk, tartıştık. Artık hayvan ve buğdayları kaptırmak istemiyoruz, tarlamızı ekemiyoruz, diye karar alıp,üç guruba ayrıldık. Ayrıldık ama silahımız yoktur nereden bulacaz dedik araştırdık bir eski beşli oniki mermisi var. İkide dolma tüfenk vardı, her guruba birer tane verdik. Bu işi becereceğimizi hiç tahmin etmedik ama, işede yaradı kimseyede zarar vermeden yanımıza yaklaştırmadan, rast gele bir atış yapardık. O sesi duyunca korkup kaçtılar. Urek- tarafından geleceklere, Karataş’da 6 mevzi alacaz. İkincisi -Yakuplu -tarafından geleceklere, Deliklitaş’da mevzi alacaz. Üçüncüsüde mezerliğin tepesinde , duvar dibinde -Avarek-tarafından-geleceklere, ben, Deli Kadir 7, Sanahsili Topal Dursun 8 ve Goddik Recep, üçümüzde bir olup nöbet tuttuk. Böylelikle bazı gelenlere de silahla cevap verince isyancıları, korkutup kaçırttık, kendimizi, jandarmayız yaklaşmayın diyerek, korkutup uzaklaştırıyoruz. İliç’e artık sokmaz olduk. Köyümüz ondan sonra rahat etti, tarlasına çift sürmeye de, bağına da gider olduk. Bu insanlar kim ? 9 Nereden gelirler ,? Nasıl gelirler,? Aldıklarını nere götürürler,? Bilemedik, konuştuklarını hiç anlıyamadık, nece konuşurlar bilemedik. Belki de karışık konuştular ki anlamayalım. İşte böyle çocuklar bakın bizler neler yaşadık. Sizlere güzel bir köy bırakabilmek için, sizler de köyünüze bağınıza evinize ve insanlarınıza iyi bakın. Allah bir daha o günleri yaşatmasın hiç kimseye, çok zor yıllardı. Çoğu metürke olan, yani devletin olan kısıtlı arazideki tarlaları ekip imkan dahilinde ürün almak. Alınan üründen devletede harmanda iken payını vermek. Geriye kalanla da evi geçindirmek. Zor, zor, zor ne edersen et yine geçim zor idi. 

Gelelim günümüze derken o çocukluk yıllarıma, Dedeler hep kapı önünde ya bir kütüğe, döşemeye Ya da bir taşın üstüne minder atıp oturur, sohbet ederler. Duvar duvara komşumuz, Fadime annegil kanatlı kapının önünde taş duvara minderde, Kadir Dedemle ninem bu tarafda akşam üstüleri sohbetler olurdu. Dedemin de ninemind e ayağından çıkarmadığı mesli cızlevet yazan kara lastik giyerlerdi. Namaz için abdest almada sadece mes ederlerdi. Gelenle, geçenle konuşur, hal hatır sorarlardı. Başlarını sıkı sıkı leçekle örten, Neneler de bir yandan torunlara bakar, beşik sallar, bir yandan da, ellerinde şiş cağlar çorap örerler, bazen da kazakdı yelekdi örer dururlardı. Kapı önü dertleşmeler, konuşmalar çok neşeli de geçerdi, neneler yıkanan yünleri tarakdan geçirir,-iğ - de büker ip yapar, sonrada ya çorap, kazak, eldiven, patik, atkı velhasıl birşeyler olurdu. Bütün yaşlılarımız bellerine kuşak bağlarlardı. Bu onları mökkem tutarmış, aynı zamanda bel ağrılarına da azda olsa çare olurmuş. Dedemin kuşağını nenem tutar dedem döne döne sarardı. Dedelerin en değerli eşyaları da, şöyle sıralayabiliriz. Başta kuşak, yelek, ceket ingiliz pantolon bacakları düğmeli gibi, tabaka, gazlı Muhtar çakmağı, köstekli saat, cıgara ağızlığı, sarı kız dedikleri tütünü kağıtlı, kehribar tespihi, çakısı, Elaziz kasketi, bunlar mutlaka yanlarında olur. Erkekler genelde sakallı ve bıyıklı, bazılarıda Hitler bıyıklı olurdu. Kadir dedem söylerdi, Erzincan depreminde çok acılar yaşandı. Çünkü acı büyük o koşullarda hemide ulaşım bile apayrı bir çileydi.O tarihlerde İliç fazla zarar görmemiş ama köylü toplanmış ileri gelenlerle beraber karar verilmiş, köyün gençlerini alıp konuşmuşlar ve bir gurup halinde Erzincan’a yardım amaçlı gönderilmiş. En çok enkaz kaldırımda görev alınmış. Bu giden gurubun içinde babam Hacı Hasan Bayram’da görev almış. Yardımı dokunan her kezden Allah razı olsun.

Her aile kendine yetecek kadar ekin ekerdi. Az da olsa arpada ekenler olurdu, bilhassa hayvan besleyenler, zerzavat yapar, bağ, bahçeyle tüketimini çıkarır geçimini zorda olsa çıkarabildiği kadarını çıkarırdı. Evlerde terkos suyu yok, gaz, şeker, fırın somunu -karne ile satılırdı. Ancak durumu nisbeten iyi olan, gurbetten parası eş dostla elden gelenlerde, bol ışıklı lüküs yanardı. Köylü genelde lamba kullanırdı. Belediye bile tek caddesinin bazı noktalarında fener asardı. Belli saatlerde yakılır, belli saatte de söndürülürdü. Bazı ailelerde idare ile aydınlanmaya hatta o loş ışık altında çocuklar ders yapmaya çalışırdı. Minnacık kalmış kalemlerle alfabe birde defter tamamdır, okula gidebilirsin. Zaten, evde masa sandelye olmadığından dersi hep yerde yapardık. Bazan da babamın tahta bavulunun üstünde. O yüzden defterlerin köşeleri hep katlanırdı. Lambanın altındaki ders çalışmada öylesine olurdu. Nenem okuma bilmezdi ben ona bazen yardım ederdim. Oda bana çorap örerdi. Anam her sabah başını leçekle dolar ev işine önce lambanın akşamdan islenen camını tülbentle güzelce siler pırıl pırıl olur, akşama hazır eder, kafasınada el işiyle ördüğü kılıfı takardı. Annemiz bizi okula yinede elinden geldiğince temiz gönderirdi. Bezden diktiği askılı çantayı sabah boynumuza takar bizler de eski kaliklerle okula koştururduk. Bazı arkadaşların çantasıda tahtadandı. Kışın üzerine biner kızak kayardık. Çanta iki işe yarardı. Tabiki gizlice binerdik,anne baba görmeden. Akşam komşu gezmelerini de ay ışığı olmadığında fenerle yapardık. Akşam gezmeleri, akşam yemeğinden hemen sonra başlar. Yatsıyı az geçe biterdi. Yanlız diyeceğim şu ki köyde çok akşam gezmeleri sıkca olurdu. Ne kadar önemliymiş demek ki, şimdi daha iyi anlıyorum. Annem arada bir akşam gezmesine çıkmadan kuru incirin içini cevizle doldurur tencereye dizer fazla yanmayan sobanın üstüne koyardı. Biz gelinceye kadar tıkır tıkır pişmiş olurdu, hemi de ne olurdu. Dadına bakmadan gözüme uyku girmezdi . Bazende akşamları kokoroz patlatır, bazende nohutu haşlar tencerede üzerine tuz atıp sobada kavururdu. Güzel olurdu, 4 çocuk bunları nasıl susturacan, hiçde kolay değildi.Yinede anamızı çok üzerdik, ama bizler çocuklarız ne yaparsın. Ben büyüğüm ya gece dut döğmeci yapardık. Küt, küt havanda döğerdik, kardeşlerime çay kaşığı, bana çorba kaşığı hadi bakalım derdim. Onlar tabi az yerdi bense abi olarak evelallah hallederdim çoğunu. Böyle durumlarda abi olmanın avantajlarını hep yaşadım.

Güzel günlerdi o günler. İmkansızlıklara rağmet mutluluk vardı evde. Sesimize annemler uyuyamazdı, başlardı oğlum yatın geç oldu şimdi şivot gelir pencereden bakar diye bizi korkuturdu hep,yatalım diye. Akşam Misafirlik leri kısa olurdu ,çünkü yarın iş çoktu önce ahır  işleri hayvanların bakımı olacak,kaşağı yapılacak,burma otlar dehre ile doğranacak, yemlenecek, suvarılacak, mayısı temizlenecekki iş bitsin.Gündüz leride bazen arasırada olsa .Komşu gezmelerinde evin önünde,kapı girişi eski kalikler olur,ara ara da tavuk zırt ları olur ,bunlara basmadan içeri girmek hüner isterdi,her evin ilk girişinde önce holü vardır,hole taşlık da, aralık da deriz ,yani samanla karışık çamura, fıratın küçük taşları çok sık dizilidir ,kuruyunca çok sertleşir bir taşı bile sökemezsin,üzerine kilim serilir arkasına ot yastık üzerine elde işlenen gırlent lerle süslenir,her genç kızın cehizinde bu gırlentlerden mutlaka olur,hoş bir yerdir aralıklar,duvarlarda süslü üzellikler, sabunlar, duvara oyuk raflarda dizili, çiviye asılı süslü işlemeli kılıf içinde kuranı kerim olurdu, odalarda ise Arabistandan gelen hayvan veya insan fügürlü battaniye benzeri şeyler, geyik postu asılırdı.Yanındada fişeklikli av tüfengi duvarı süslerler.Duvarlar her bahar beyaz toprakla suvanır, hem temizlenir hemde o toprağın kokusu gelir.Ahşap dolaplardan misafirlere gurbetten gelen Hacı Bekir lokum ve akide şekerleri kutu ile tutulup ikram edilir.evlerde yaşam günler böyle geçerdi.

Konuya dönersek, Ahır işleri bitince,. Eve gelip genelde yumurta, peynir veya çökelekle-manca-yapılır, nadir olarak da çayla, diğer zamanlarda ise bulgurun küçügü simit çorbası ile kahvaltı yapılırdı.Bazan kadir dedeme gittiğimde. Çaya şeker yerine dut atardı o kurumuş tandır ekmeğini,sobadan aldığı közleri mangala koyar maşayıda üstüne uzatarak köprü yapardı. Üstünede ekmegi koyup kızartırdı taki kıtırik oluncaya kadar ,sonrada afiyetle kıtır kıtır yerdi.Kahvaltı biter çarıkları giyen dedem ,çift sürmek işin hazırlığını yapan neneminde yardımı ile öyleliği kayganayı beline sarar heybeyide eşeğe atıp.Ahırdan çıkardığı öküzlere ,massa ile ho ho diye tarlanın yolunu tutar.Annem genelde çocukları okula hazırlar,babamıda işe gönderince oda bağın yolunu tutardı,İş çok, tut toplanacak,ot derilecek,derilen otlar sıra sıra konur,,babam öğlen gelince bağa, orağı takıp çevirdikçe annem otu kopmadan besleye besleye uzatır,belli uzunluğa gelince babam otu sekiz yapar ,yani burma olur, burma olarak hayvanla taşınması çok kolay olur,merek de güzel istif olmasıda.Sebzeler çapa yapılacak,meyveler toplanacak derken akşam çabucak olur,yorgun argın eve gelinir hemen ocağa iki dal odun ,arasına kongul üstünede bir kalıp tezek koyup tutuşturulur. pilavın suyunu koyup kaynamaya bırakılır. Çocuklar sofra bezini serer bakır siniyi kalburun üstüne koyup tahta kaşıkları ,maşapayla suyu, ekmeği dizerler anam kepçe ile aldığı pilavı büyük lengere özenle koyup tere yağınıda küçük tavada eritip biraz yakıp bol köpükle üstüne cazz diye döker ,o sesi hep sevmişimdir.Sininin ortasına koyduğu- lengerin- üstünede eli ile küçük küçük parçaladığı lahana ve biber turşusunu koyardı. Tabi ayransız pilav yenirmi.Bazende babam et aldımı anam kuzu içi yapardı,reyhanlı.

O sırada babamın sesi duyulur hadi çocuklar bismillah deyip başlarız hiç konuşmadan kaşık sesleri ve ağız şapurtusundan başkada bir ses duyulmaz.Yemek bitince elhamdülüllah çok şükür denir ve hemen leğen ve ibrik bir kardeşimde,peşkir bir kardeşimde, babamın önünde durulur.Lambanın ışığında eller yıkanır ,bu işlerde böylece biter, sofra kalkar sedire, makata geçilir. Çocukların ısrarına dayanamayan nenem başlar masal anlatmaya,bir yandanda habire cağlarla çorap örer, bir varmış, bir yokmuş, develer pire iken, pireler berber iken, derken gözler süzülür, her biri bir köşede minder üstünde kıvrılır, günün yorgunluğu kendini gösterir.Tabii olarak ,yine ana kalkar herkesin yün döşeğini serer ,yün yorganı örter birer birer ,gırlentli yuvarlak yün yastıkları koyar, hazırlık biter yatılır ,iyi geceler bile diyemeden uyunur, ama ne güzel bir uykudur anlatılmaz.

Sabah kuşlukda kalkılır iş başlamıştır artık. Pencere açılır misgibi sabah yelleri evin odasını ezan sesiyle doldurur, nenem namaz için ibrikle abdes almakda, babamın akşamdan pencerenin önüne koyduğu dolu desti de buz gibi olmuştur, hani tarlaya giderken yanına alıp susadıkça kafaya dikip içsin diye. Anam ahır işlerini tamamlar ,Ahırda bir- carse inek,bazen eşek ,bazan katır,bazande topal bir atımız olurdu,ahır küçük olduğu için hayvanlar nöbetleşerek uyurlardı.Çünkü babam bir hayvan alırken ucuzuna bakarsezonluk alırdı,harman biter ,ot ,biter inek hariç tekrar satılır veya yaşlı ise ömrü vefa etmezdi.Bir inekden yağımızı, yoğurdumuzu, sütümüzü çıkarırdık.

Çocuklarda zaten uykudan zar zor kalkıyorlar, yorgunlukdan. Bende erken kalkmayı hiç sevmezdim o uykuya doyulmuyorki, okul biterdi oyun başlardı,yok topaç oynayalım,uzun eşek,birdir bir, bazende top oynardık,topumuzda eski ip ve bez parçalarından oluşan yumak olurdu.Benim en sevdiğim cicoz dediğim bilye oyununu ,Bu misketleri amerikan yardımı olarak okullarda diğer malzemelerle, yani süt tozu gibi şeylerle beraber dağıtırlardı.oynarken zamanı unuturdum her seferindede annem den çok tokat yerdim, çok ceza aldığım olurdu.yinede bilyeyi kodige attımmı keyfe gelirdim. Ama ne yaparsın ben daha çocuktum.Annem bağa olsun tarlaya olsun gittiğinde ,kardeşlerime iki ağaç arasında beşik kurardı ,bütün kardeşlerim gibi köyün çocuklarıda hep bağlarda beşikde,tarladada tump larda bir şekilde yata yata büyürler.bazen çocuklar toprak yer,ağlarsa tülbent arasına tut koyar bebeğin ağzına verirlerdi,o da baccır baccır emer ağlaması dururdu.Helebir günde babam kamyon lastiğinden yapılan el işi bir çift ayakkabı alıp getirmişti, o gece dünyalar benimdi ,artık sabah olsada giysem de arkadaşlara hava atsam.İki gün düşündüm ayakkabımın adınıda cıkgırikli ayakkabı koydum. Eski kaliklere alışık olduğumdan,yenisi beni hep koştururdu,babamın dikkat et de parçalamayasın demesine rağmen,cıkgırikliyi giyince hep koşmak gelir içimden.Naniklere dedemin yanına gidince balkayasından kalkıp sürü halinde uçan gögerçinleri hayranlıkla izler,komşunun uzakdan gelen düllüce sesiyle türküler dinlerdim. Naniklerin yaz aylarındaki havası, arların heryerde vızıldaması,kuşların ara ara ötüşmesi beni çok sevindirir. Elmanın dibine oturup dedemin tırpanla,nenemin ağaç ve arık kenarlarını orakla biçişini izlemek doyumsuz olurdu.Dudaklarımla oynadığım ot sapıyla gölgede yatar etrafı dinliyerek uyurdum. Tabiiki akşam ayakkabılarla yattım,çok güzel duygulardı ,halada o günleri andıkça.
Babamın o sıralar çektirdiği bir siyah beyaz resim var ,babamın kucağında kundakda kardeşim şaziye,bende babamın elinden tutmuşum,tahminen 1947 yılında çekilmiş,sararsa da solsa da duruyor ,orada, benim entarili ile duruşum var,ya, beni bitiriyor,eritiyor, sanki.Elbiseyi nerede bulacanda alacan, Bazende okul sonrası eve gelmeden yazılara doğru,devamlı beraber olduğuz arkadaşlar var,ben Şazi, Muhuttin, Doğan, Ruhi, Fikri, Kamil, Naci, Oğuz, Erdem Zobi, Selçuk, gibi arkadaşlarla gider, genelde tarla tump larında olan dağuma çıkar yerdik,yetmezdi alıçlara da saldırırdık ,karamuk, kuş üzümü, tabiki üstbaş perişan eve dönerdik.Yine dayak var sırada, arkasından ocakda kazanda ısıtılan suyla,-teşt -te ağlaya ağlaya koca kalıplı sabun gözlerimi yakdıkca bağırırdım,bu sabun kim yaptıysa diye basardım küfürü, Bu sabunlar küçük çuvalla alınırdı,ilkel kalıplı kaba sabunlar odadaki tahta rafa itinayla dizilir,kurumaya vede kokmaya bırakılırdı, her banyoda bitince bir kalıp alınırdı,anam da amma zırladın lan der birde sırtıma vururdu.Bende her seferinde olduğu gibi teştden kaçardım.Çocukluk işte ne yaparsın,
Hiç ama hiç oyuncağım olmadı ağaçlardan oyularak yapılan bazı kuklaya benzer,veya tüfeğe benzer şeyler olurdu ,kız çocuklarında bez bebekleri olurdu bazende renkli çaputlardan parça pırtik kesilerek süslü üzellik dizer yaparlardı.Köyümde bayramlar çok güzel geçerdi,.En önemlisi gurbetteki oğul bayramı mutlaka ana babasının yanında yapmak ister.Gurbete gidenin izini bayramda olur.Bayram vesilesi ile yavukluya kavuşulur,Taze gelinler hele bayramdan önce yavuklusundan gelen mektupda bayramda geleceğini duyurması varya,o gelini nasıl sevindirir,yürüyüşünü bile değiştirir,evdeki çalışması etrafı düzenlemesi,anneye babaya saygısını dahada yükseltir,artık geceler sabah olmaz, günler geçmek bilmez ,şu kavuşma hayırlısı ile olsa denir.Hep tirenin yolu beklenir, aşkla, sevgiyle, hasretlik, özlem duygularıyla.Maniler söylenir kendi kendine. Bu yüzden mutlaka bayrama çok zor bir durum olmadıktan sonra mutlaka gelinirdi,Bayramlar hep beraber bir arada kutlanırdı,Hele çocuklar gurbetten gelecekse o evde çocukların sevdiği yiyecekler yapılır,bir neşe ve mutlukla herşey hazır hale getirilirdi.Ekmekler yapılır ,paçukların yüzü dişi anahtarla süslenir,börekler açılır,bol cevizli baklavalar şerbetlenir. Çocuklar ve bayram artık beklenir.Ramazan bayramı, Namazdan sonra kabir ziyaretleri olurdu,bazı ailelerde arife günü kabir ziyaretleri de yaparlardı. Ramazanı şeker bayramı olarak çocuklar algılar.Her çocuk süslenir en temiz elbiseler giyilir,akşamdan teştte çimme işleri biter, temiz çamaşırlar giyilir, kınalar yakılır,Bayram sabahı saçlar taranır,mendiller cebe konur, kınalar nasıl tutu diye iyice eller yıkanıp bakılır .Namazdan sonra,Her çocukda eline bir torba alıp ,ev ev dolaşıp kapıların cıkgirigini çalar çıkanın elini öper,hayırlı bayramlar dilerler.Büyüklerimizde akide şekeri,süslü kağıtlı şeker,lokum bazılarıda kurumuş olsada,birbirine yapışsada badem, peynir şekeri verirler,çocuklarıda sevindirirler.

Memurlardan bazıları para verirdi ,her çocuk o parayı veren evin kapı tokmağını çalardı,onada para verecekler diye,önce sağ sol kol ile burun silinir, esas duruşa geçer,o yüzdeki tebessümü görmek gerek, bayramın çocuklar üzerinde etkisi bir başka olurdu.Kurban bayramları dahada değişik olurdu,Kurbanlar ya kendi beslediği olurdu ,yada satın alınırdı.Namazdan sonra kabristan ziyaret edilir,fatihalar okunur bütün ölmüşlerimize,daha sonra herkez evine gelir kahvaltıdan sonra sokaklardan tekbir sesleri ,meleme sesleriyle karışarak gelir.Kurban kesilmeden ,kesilecek yere getirilen kurbana,önce su içirilir mutlaka,daha sonra gözleri bir mendille bağlanır,mendil kesen kişiye verilir.Kesecek kişi önce abdest alır,kurbanı sol tarafı üstüne, kıbleye doğru ayaklarından tutup yatırır.İki ön ayakla bir arka ayağını bir birine bağlar ,diğeri serbest kalır, can vermesi kolay oluyormuş. Bıçağı koyunun üstüne koyar ,diğer kişilerin oturmasını bekler Niyet edilir üç kere,hep beraber tekbir alınır üç kere,Bismillah Allahu Ekber diyerek kurban allah rızası için kesilir. Kesilen hayvan yüzülür yıkanır kıl ve pislik kalmasın diye su dökülür. Parçalanır enaz yedi kapıya , kesemeyenlere dağıtılır. Aileler Allah kabul etsin diyerek alır.Geri kalanlar kavurma yapılır bütün aile bir araya gelip hep beraber yenir. Bayramın ikinci günü gurbetten gelenlerde olduğundan ,bayram gezmeleri başlar. Önce hastalar ziyaret edilir,daha sonra büyük akrabalar ondan sonrada konu komşu eş dost ziyaret edilir, bayramı böyle yad eder köylümüz.

Yüklə 6,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə