XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 4,93 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə25/222
tarix15.03.2018
ölçüsü4,93 Mb.
#31889
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   222

57 

 

sokuldu;  çıplak  kollarından  birini  birinin,  öbürünü  öbürünün  boynundan 



geçirip sallanmaya başladı. Major Will’in locası buradan çok daha dürüst 

bir manzara gösteriyordu. O prenses denilen kadın, İngiliz zabitinin bütün 

saygısızlıklarına  rağmen  hala  bir  saray  sofrasında  gibi  merasimli  duru-

yordu. Öyle ki, nihayet Major Will’in sabrı tükendi. Kalkıp gitmeye hazır-

landı, lakin tavırlarından kadını da beraber götürmek istediği anlaşılıyordu 

ve kadın kabule yanaşır görünmüyordu” (Karaosmanoğlu 2012: 176).  

Yakup  Kadri,  işgal  kuvvetlerinin  askerleriyle  seviyesiz  ilişkilerde  bulunan 

Leyla’nın  bir  Türk  kızına  yakışmayan  hareketlerini,  asaletini  hiçbir  ortamda 

yitirmeyen Rus prensesi aracılığıyla eleştirmiştir.  



Sodom  ve  Gomore’de  İstanbul’da  bulunan  Beyaz  Rusların  beraberlerinde 

getirdikleri alışkanlıkların ve modaların özellikle kadınlar üzerindeki etkisi de dile 

getirilmiştir. Türkolog Svetlana Uturgauri (2004: 278), İstanbul’daki göçmen Ruslar 

hakkında  yaptığı  çalışmasında,  Rus  aristokrasisinin  bu  şehre  en  son  Avrupa  mo-

dasını getirdiğinden, Türk kadınlarının başlarını açıp saçlarını Rus tipi “çan” şeklin-

de kısacık kestirdiklerinden, kafalarına o dönemde çok moda olan ince bir tülbent 

dolayıp “Rus başı” yaptıklarından, dar bir kemerle tutturulan kloş etek ve üzerine 

modaya uygun olarak dikişleri sökülmüş ceket giymelerinden söz eder. Sodom ve 



Gomore’nin  eğlenceye  düşkün  kadın  kahramanlarından  Leyla  ve  Nermin  de  bu 

modaya uyarlar. Leyla’nın “abanoz rengindeki gür, sık ve kıvırcık saçları o kadar 



çok kesilmişti ki başı tıpkı bir haşarı oğlanın başına dönmüştü” (Karaosma-noğlu 

2012: 70). Batı özentisi içinde olan Nermin’in ise “o seneki Rus modasına göre bir 



hamam tülbendi tarzında sımsıkı, kıskıvrak bağlanmış açık kurşuni baş sargısının 

bir avuç içi gibi çıplak bıraktığı yüzünde serin ve berrak bir şafak vaktinin tazeliği 

vardı” (Karaosmanoğlu 2004: 96).  

  Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinin tanıklarından olan Peyami Safa 

(1899-1961), bu son günlerdeki Doğu-Batı çatışmasının sürecini ve sonuçlarını çok 

yakından izleme olanağı bulmuştur. Dönemin en etkili düşünce adamlarından biri 

olan yazar, kültürel değişim bağlamında Batı’yı doğru yorumlama konusu üzerinde 

fazlaca durmuş, tek tip ve yanlış Batı anlayışının tehlikesine vurgu yaparak araştır-

malarını  Batı  düşüncesi  üzerinde  yoğunlaştırmıştır (Göze  1987:  31).  Yazar,  1931 

yılında  yayımlanan  Fatih-Harbiye  adlı  romanında,  geleneksel  Anadolu  yaşamını 

simgeleyen  Fatih’te  yaşayan  Neriman’ın  o  zamanlar  Batılılaşan  Türklerin  ikamet 

ettiği Harbiye semtindeki sosyete hayatına imrenmesini ve sonra pişmanlık duya-rak 

eski  yaşamına  geri  dönmesini  anlatır.  Roman  mekânlarından  Dârülelhan  (müzik 

okulu) ve Neriman’ların Fatih’teki evi Doğu’yu temsil ederken, Pera Palas, Maksim 

Gazinosu, Löbon Pastanesi ve Neriman’ın dayısının Şişli’deki evi Batı’yı simgele-

mektedir. İşgal dönemi yıllarında İstanbul’da kökenini esnaf ve zanaatkâr loncala-

rının  oluşturduğu  ve  sırtlarını  siyasal  ilişkilere  dayayan  harp  zenginlerinin  ortaya 

çıkması sonucunda toplumda sınıflaşmalar doğmuş, belli semtler zenginlere ayrıl-

mıştır. İstanbul’da Nişantaşı, Şişli, Galata ve Harbiye ile Fatih, Aksaray, Üsküdar 

arasındaki tezadın adresi Ankara’da o dönemde Tacettin Mahallesi ile Yenişehir’dir. 

Şehrin  bir  ucu  karanlık,  çamur  ve  toz  içindeyken,  diğer tarafı sokak  lambalarıyla 

gündüz gibi aydınlatılmıştır (Deren 2010: 99). Neriman’ın Şişli’de zengin dayısına 




58 

 

ait olan evdeyken bir Rus kızı hakkında dinlediği hikâye, romanın kırılma noktasıdır. 



O ana kadar aile çevresiyle çatışma yaşayan Neriman, bu hikâyenin etkisiyle kendi 

içinde çatışmalar yaşamaya başlar. Yazar, yanlış Batılılaşmayı bir Rus kızı üzerinden 

anlatır ve hikâyenin anlatıldığı mekânı da Batı’yı temsil eden Şişli’deki ev olarak 

seçer. Romanda adı verilmeyen Rus kız, Beyoğlu’nda Rusların işlettiği lokantaların-

da  gitar  çalarak  geçinmeye  çalışan  fakir  bir  Rus  gencine  aşıktır.  Ancak  zamanla 

zengin hayatların ihtişamına kapılır ve çok zengin bir Rum genciyle evlenir. Refah 

ve eğlence dolu bir hayat yaşamaya başlar. Ancak bu sahte hayat, kızı mutlu etmeye 

yetmez: “Musiki, mütalaa ve samimiyet. Rus genciyle yaşarken kız bunların hepsini 



buluyordu. Fakat Rum genciyle yaşarken bulamıyor. Yeni hayatı sahte. Halbuki Rus 

kızı eski sevgilisiyle yaşarken etrafında hep görgülü, samimi adamlar var. İhtilalden 

kurtulmuş  Beyaz  Ruslar.  Bunların  hepsi  fakir”  (Safa  1983:  93).  Yaptığı  hatayla 

pişman olan Rus kız, sevgilisine geri dönmek ister ama karşılık bulamayınca hüsrana 

uğrar ve evinde bir tabancayla kendini vurur. Dinlediği hikâyenin etkisi altında kalan 

Neriman, kendisini bu Rus kızıyla özleştirir: “Kendi kendine: “Ah… Ben bir alçak 



değilim!”  dedi.  Gözleri  yaşarıyordu.  Rus  kızının  uğradığı  korkunç  pişmanlıktan 

kaçacaktı. O da Rus kızı gibi sahtelikten iğreniyordu” (Safa 1983: 101). Yazar bu 

romanında İstanbul’daki Beyaz Ruslar üzerinden gösterişli eğlence dünyasının sahte 

olduğunu, ahlaksal yozlaşmaya ve trajediye neden olacağını vurgulamaktadır.  

Şair Mithat Cemal Kuntay’ın (1885-1956) tek romanı olan ve 1936 yılında 

tamamladığı Üç İstanbul’da ise Beyaz Rus imgesi roman kurgusunda kısa ama etkili 

bir yere sahiptir. Kuntay, bu romanında II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke dö-

nemleri olmak üzere üç ayrı İstanbul yaşamından kesitler vermekte ve bu dönemlere 

damgasını vuran elit tabaka içindeki insanların çıkar ilişkilerini, ahlaksal düşkün-

lüklerini ve yozlaşmalarını anlatmaktadır. Romandaki İstanbul, sıradan halktan zi-

yade konakların, yalıların, üst tabakanın, erdemsizliğin, şehvetin, servetin ve hırsın 

İstanbul’udur. Romanın başkahramanı Adnan, üç İstanbul’u da yaşayan, hayata fakir 

ve idealist bir genç olarak başlayıp Meşrutiyet döneminde zengin olan ve işgal dö-

neminde bütün servetini kaybeden bir hukukçudur. Romanın kalabalık şahıs kadro-

sunda  olumlu  tip  neredeyse  yok  gibidir.  Adnan,  çocukken  annesiyle  birlikte  ’93 

Harbi’nde Ruslardan kaçarak muhacir olmuştur ve roman boyunca birkaç kez vur-

gulandığı gibi, tüm hayatı yaşadığı bu olumsuz psikolojinin baskısı altında geçmiştir. 

Beyaz  Ruslar,  ele  aldığımız  diğer  romanlarda  olduğu  gibi  Mithat  Cemal  Kuntay 

tarafından da yardımcı karakterler olarak kurgulanmış, yozlaşmayı ve ahlak düşkün-

lüğünü vurgulayıcı unsurlar olarak ele alınmıştır. Beyaz Ruslar, okuyucunun karşısı-

na ana kahramanlardan Belkıs’ın manevi çöküşünü simgelemek üzere çıkar. Döne-

min Kurmay Başkanı’nın kızı olan Belkıs, ilk eşinden ayrılıp Adnan’la parası için 

evlenir. Gösterişe ve çıkar ilişkilerine çok önem veren Belkıs, bir gün Çarlık Rus-

yası’nın İstanbul elçisi olan ancak Çarlık düştükten sonra İstanbul’da ölen Mösyö 

Nikola Çarikof’un eşinin evindeki çay partisine katılır. Belkıs bu partide Rus Prens 

Sergey İvanoviç Nebinski ile tanışır. Prensin asaletini, soylu tavırlarını ve hareket-

lerini Adnan’la kıyaslayan ve kocasını son derece görgüsüz bulan Belkıs, Prensi ilk 

gördüğünde şu izlenimleri edinir:  

“Prens, bütün kibar insanlar gibi ne kadar lakayttı; kimseye ayrı ayrı 



Yüklə 4,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   222




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə