149
sbd.anadolu.edu.tr
Cilt/
Vol
.: 17 -
Sayı/
No
: 1 (143-158) Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
batıl inanca ve fanatizme isyan edebilir, batıl inançtan
nefret edebilir, eğer insani hoşgörü ilkelerini yayarsa
insanlığa hizmet edebilir. Ancak ateizmi yayarsa han-
gi hizmeti sağlar? Erdemi gösteren Tanrı’nın varlığını
tanımayarak insanlar daha erdemli mi olacak? Kuş-
kusuz hayır.” Buna göre Tanrı’nın bilinmemesi, her
şey mümkün hale getirebilirdi. Bu korku genel olarak
aydınlanmamış kitlelere duyulan karamsar görüşten
kaynaklanır (Garrard, 2006, s. 672).
18. Yüzyıl Hristiyanlığı ile ilgili üzerinde durmamız
gereken bir konu Pietizmdir. Sadece Pietizm üzerine
odaklanmak dahi Aydınlanma ve din arasında söz
konusu edilen çatışma iddiasına önemli oranda mey-
dan okur. Otuz Yıl Savaşları’ndan Fransız Devrimi’ne
kadar hiç bir dini hareket Kıta Protestanlığını Pie-
tizm kadar etkilememiştir. Protestan Avrupa, Katolik
Avrupa’dan daha parçalı ve farklıydı. Protestanlığın
birliği sıklıkla sadece Katolikliğe karşı bir çatışma
veya dayanışmada kendini göstermekteydi. Mevcut
Protestanlığa karşı en önemli meydan okuma Al-
man Pietizminden gelmiştir.
14
Philipp Jakop Spener
(1635-1705) ilk Pietist kuşağının tartışmasız lideridir.
1635’te doğan Spener 1660’larda Frankfurt’ta rahipli-
ğe yükselmiştir. Spener öğretilerinde üç noktaya dik-
kat çekmiştir: İlk olarak, samimi Hristiyanlar düzenli
olarak bir araya gelmeli ve birbirini manevi olarak
desteklemelidir. İkinci olarak, kilisenin reformuna
yardım etmek tüm dindar Hristiyanların görevidir.
Onlar kendilerini kiliseden ayırmamalıdır. Daha iyi
bir kiliseyi inşa etmeye çalışmalıdırlar. Üçüncü ola-
rak, Tanrı, İsa’nın dönüşünden önce Tanrı’nın çocuk-
larına Tanrı’nın krallığını kuracakları uzun bir dö-
nem sözü vermiştir. Bu şekilde daha iyi zamanların
geleceği umudu Protestan eskatolojinin en göz alıcı
ve yenilikçi yorumu olmuştur. Spener’in bu önerisini
izleyecek kişilerden dünya işlerinde çok aktif olmaları
ve Tanrı’nın krallığının temellerini başarılı bir şekil-
de atmaları beklenmiştir (Lehmann, 2006, s. 33-35).
Pietistler yüksek halk eğitiminin güçlü taraftarları
olmuşlar, hakim oldukları Halle Üniversitesi bilimin
çalışılmasını teşvik etmiştir. Britanya’da John Wesley
bilim ve felsefenin sadık bir öğrencisi olmuş, episte-
moloji üzerine yazılar yazmıştır (Brown ve Tackett,
14
Bu hareketin kökenleri konusunda çok az bir ittifak vardır.
Bazıları onun kökenlerini geç 16. Yüzyıl
Hollanda ve Alman-
ya’sının “daha ileri Reformasyon” veya “yaşamın bir Reformas-
yonu” çağrılarında aramıştır. Diğerleri İngiliz Püritenizminin
etkisinin altını çizer. Bazılarına göre ise, Pietizmin kökeni
Otuz Yıl Savaşları’nın öncesine kadar gider (Whaley, 2008, s.
184).
2006, s. 8). Pietizm, objektif hakikatin entelektüel
onayına karşı Hristiyan dindarlık pratiğini, günah çı-
kartma ortodoksisine karşı incili, papazlık makamına
karşı tüm halkın din adamlığını, her şeyden önce de
İncil’in doktrinel ya da ayinsel formalizmine karşı
içsel, deneyimsel ve kişisel tasdikini savunmuştur
(Kley, 2006, s. 133). Diğer bir ifadeyle, bilgi ve dokt-
rinden ziyade Hristiyanlık pratiği üzerinde durmuş-
lardır. Soyut doktrinin değil, sevginin Hristiyanların
rehberi olduğunu savunmuşlardır. Bir açıdan bu tavır
dinin felsefi soruşturma alanından çıkartılmasına ne-
den olmuştur (
Antognazza, 2006, s. 674
).
Pietizm, Protestan Evanjelik Uyanış’ın temeli ve daya-
nak noktası olmuştur. Pietizm Protestan Avrupa’nın
çoğunun dinsel kültürünü değiştirmiş ve Ameri-
kan Protestanlığının Babtist ve Metodist karakteri-
ni belirlemiştir (Whaley, 2008, s. 185). Almanya’da
Pietizmin varlığı, İngiltere’de Methodizmin ortaya
çıkışı Aydınlanma ile baş başa gitmiştir. Bir açıdan
bu akımlar Aydınlanmanın ortaya çıkarttığı dini ha-
reketlerdir. Bu anlamda Aydınlanmanın Hristiyanlığı
zenginleştirdiği söylenebilir. Harrison’un (1990, s. 10)
ifade ettiği gibi, Reformasyon, Hristiyanlık dünyasını
parçalı bir hale getirmiştir. Ancak bu parçalılık aynı
zamanda dini çoğulculuğun oluştuğu anlamına gelir.
18. Yüzyıl Hristiyanlığı çerçevesinde üzerinde du-
rulması gereken son konu doğal din tartışmalarıdır.
Tanrı hakkındaki doğal ve vahiysel bilgi arasındaki
ayrım Ortaçağ teologları tarafından geliştirilmişti.
Ancak ‘doğal din’ terimi 17. Yüzyılda ortaya çıkmış-
tır. Ortaçağ düşünürleri sadece insan aklının kullanıl-
masıyla bile insanların Tanrı’nın varlığı bilgisine ula-
şabileceğini savunmuşlardı. Ortaçağ sentezine göre,
doğal ve vahiysel Tanrı bilgisi birbirini tamamlıyor-
du. Reformculara göre, doğal ve vahiysel bilgi türleri
birbirine karşıttı. Augustine’i takip ederek, Luther ve
Calvin, insan aklının yozlaşmasıyla sonuçlandığını
savunarak Düşüş’ün olumsuz sonuçları üzerinde dur-
muşlardır. Calvin’e göre, Tanrı’nın doğal bilgisi sap-
kın insan zihni tarafından çarpıtılmıştı. Sadece seçil-
mişler kurtuluşa erebilirdi. Luther’de benzer şekilde,
aklın hiçbir zaman gerçek Tanrı’yı bulamayacağını,
ancak şeytanı veya kendi Tanrı anlayışını bulacağını
söyler (Harrison, 1990, s. 7-8).
Reformasyon içerisindeki akıl ve bu nedenle doğal
olan üzerindeki eleştiri 17. Yüzyıldan sonra değiş-
miştir. Doğal din düşüncesi bir anlamda Stoacılığın
Aydınlanma çağında yeniden keşfedilmesidir. Buna