Hayata Edebiyatla Direniş: Tomris Uyar ve Virginia
Woolf’un Günlüklerinde Yükselen Kadın Sesi
Banu Altınova
altinovabanu@yahoo.com
Ayşe Ulusoy Tunçel
Afyon Kocatepe Üniversitesi, ayseulusoytuncel@gmail.com
Özet
Tomris Uyar, hikâyeci, deneme yazarı, çevirmen ve eleştiri yazılarıyla döneminin çok
yönlü ve usta kalemlerinden biridir. Kendisi her ne kadar, kadın yazar ve erkek yazar
ayrımını kabul etmese de Uyar’ın kadın duyarlılığının bütün hikâyelerine sindiğini,
kadınlık ve annelik görevlerini aksatmadan, erkek egemen bir toplumda kadın yazar
olarak var olabilmenin mücadelesini özellikle günlüklerine yansıttığını görürüz. Turgut
Uyar’ın eşi olan Tomris Uyar, İkinci Yeni’nin bir izdüşümü olan hikâyelerinin yanı sıra
arkadaşlıkları, bilgi donanımı, sezgi gücü ve zevkleriyle Türk şiirinin bu dönemecinin
tanığı, yardımcısı ve ilham kaynağıdır aynı zamanda. “Kadın olmak bir yazarın işini
güçleştiriyor ya da kolaylaştırıyorsa, o yazar, yazar değildir, kadındır” diyecek ölçüde
kadınlığını öne çıkarmayan ve kullanmayan Uyar; kendi mücadelesini, okuyan, tartışan,
sorgulayan aydın kişiliğini, dik duruşlu ve dengeli hayatını yansıttığı günlükleriyle
sergilemektedir. Tomris Uyar'ın en sevdiği yazarlardan biri olan Virginia Woolf da kadın
yazar olmanın güçlüklerini kurmaca eserlerinin yanı sıra günlüklerinde de dile getirmiş
sıra dışı bir imzadır.
Anahtar Kelimeler: Virginia Woolf, Tomris Uyar, günlük, kadın, yazar.
Resistance To Life Through Literature: The Voice of a
Woman Rising in the Diaries of Tomris Uyar and
Virginia Woolf
Abstract
Tomris Uyar is a story writer, essay writer, translator, critic and one of the most versatile
writers of her period. No matter how hard she rejects a distinction of male and female
writers, we notice that her woman sensitivity prevails in all her stories and that she
reflects in her diaries especially her struggle to exist in a male dominant society without
compromising from her female and maternal roles. In addition to her stories which are
projections of the Second New, Tomris Uyar, being the wife of Turgut Uyar, is also a
witness, assistant and source of inspiration to the turning point of Turkish poetry with
her friendship, knowledge, intuition and taste. “Name a person as a woman not a writer if
being a woman brings her any difficulty or ease in writing” says Uyar, not using and
112
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
underlining her gender. She exhibits in her diaries her struggle, intellectual personality
who reads, discusses and questions, and her upright and balanced life. Virginia Woolf,
one of her favourite writers, is another extraordinary person mentioned in her diaries as
well as her fictional works about the difficulties of being a female writer.
Key Words: Virginia Woolf, Tomris Uyar, diary, woman, author.
Feminizm, temelde kadınla erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin giderilip, kadının özgür
olmasını amaçlayan siyasal bir akımdır. “Bu akım, insanlığın yarısını oluşturan bir demografik
grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaşamak zorunda kalan bir cinsin (kadınların)
bu durumdan kurtuluş hareketinin öğretisidir.” (Arat, 2010: 29) Özel koşullarda ortaya çıkan bir
tarihsel olgu olan feminizmin tarihsel koşullarını en iyi yansıtan örneği 17. yy. İngiltere’sidir.
Bu dönem düşünürleri düşünsel donanımı açısından kadının erkekten farklı olmadığını ve
kadının eğitilmesi erkekle eşit düşünce gücüne sahip olacağı görüşünü savunmuşlardır.
(Arat, 2010: 37)
Romanlarıyla, öyküleriyle, eleştirileriyle dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan
İngiliz yazar Virginia Woolf, bu düşünce akımının öncülüğünü yapan yazarlardan biridir.
Bir kadın olarak sadece edebiyatıyla değil düşünceleriyle de kitleleri etkileyen bir yazar olan
Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” isimli küçük fakat hacimli kitabı, feminist kadın
hareketinin elinden düşürmediği bir eser haline gelir. Virginia Woolf’un günlüklerine
geçmeden önce onun hayatı, hayata bakışı ve feminizme öncülük eden eserleri üzerinde
durmak gerekir.
1882’de Londra’da dünyaya gelen Virginia Woolf, aydın bir çevre ve güzel bir semtte
yaşayan yüksek orta sınıf bir aileye mensuptur. Döneminin önemli bir aydını, birçok eserin
sahibi üniversite öğretim üyesi olan babası hiç baskı yapmamasına rağmen kişiliğinin
ağırlığıyla fark etmeden kızını ezer. Mina Urgan’a göre; Virginia’nın babasına duyduğu
garez, onun feminizminin başlıca nedenlerindendir. (Urgan, 2014: 12) Annesini on üç
yaşında kaybeden Virginia Stephen, babasının ölümünden sonra kardeşleriyle birlikte
entelektüel insanların bulunduğu Bloomsbury mahallesine yerleşir. Virginia, oldukça güzel
ve özgür bir kadın olmasına rağmen diğer kızlar gibi erkeklere yakınlık göstermez. Otuzuna
yaklaşmasına rağmen hiçbir erkekle aşk ilişkisi kurmak istemeyen Virginia Stephen, 1912
yılında kendisine âşık olan Leonard Woolf’la evlenir. Fakat bu evlilik, bir erkekle kadının
cinselliği içeren aşkı değil, ömürlerinin sonuna kadar süren bir dostluk ilişkisidir. Onunla
büyük aşk yaşayan kadın yazarlardan Vita Sackville-West’in ifadesiyle Virginia, “erkek
niteliğinden hoşlanmayan bir kadındı.” (Urgan, 2014: 18)
Mina Urgan, Virgina Woolf’un kendisini ona özveriyle adamış eşine ve tüm erkeklere
gösterdiği soğukluğun, onun çocukluğunda geçirdiği bir travmaya dayanabileceği
düşüncesindedir. Annesi bir babası ayrı yetişkin bir delikanlı olan erkek kardeşi ona tacizde
bulunurmuş. Virginia ancak 1904’te yani yirmi iki yaşındayken ağabeyinin evlenip o evden
ayrılmasıyla kurtulmuş bu adamdan. “Ama bu arada olanlar olmuş; Virginia on üç yaşında,
buluğ çağında ilk büyük depresyonunu geçirmiş ve onun gözünde kadınla erkek arasındaki cinsel
ilişki, iğrenç saldırırlar ve ensestle özdeşleşmiş.” (Urgan, 2014: 24) Ablasını, çocukları olduğu için
şanslı gören Woolf, çocuk doğurmayı tercih etmez. Annelik sorumluluğunun eşini ruhsal
açıdan yaralayacağını düşünen eşi de çocuk istemez. Fakat günlüklerinde sürekli
113
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
yeğenlerinden sevgiyle bahseden Wooolf, yeğenlerinin verdiği bir partiden dönüp
çocuklardan sevgiyle bahsettikten sonra 22 Aralık 1927 güncesinde çocuk sahibi olmanın
fizikselliğini sevmediğini, belki de bu duyguyu içgüdüsel olarak öldürdüğünü söyler.
(Woolf, 2013: 150-151)
Erkeklere karşı soğuk olan, hiçbir açıdan erkeklerden hoşlanmayan Virginia’nın cinsel tercihi
kadınlardan yanadır. İlk gençliğinde iki kadına âşık olan yazarın asıl büyük aşkı, kırk
yaşındayken tanıştığı Vita Sackwille-West olmuştur. O, Virginia’ya çok âşık olduğu için
Woolf de bir süre sonra bu tutkuya teslim olur. Fakat bu teslimiyet Vita’nın istediği gibi
değildir: “Biraz öpüşüp koklaşıyorlar ama ilişkileri platonik kalıyordu aslında. Virginia’nın cinsel
soğukluğu bu lezbiyen aşkını bile frenliyordu anlaşılan.” (Urgan, 2014: 31) Ama bu garip aşk
öyküsü “Orlando” gibi bir başyapıtın doğmasına neden olur.
Virginia’nın çocukken yaşadığı cinsel taciz, lezbiyen eğilimleri, annesini küçük yaşta
kaybetmesi, yirmi dört yaşındayken çok sevdiği kendinden bir yaş büyük erkek kardeşinin
ölümü, onda ömür boyu süren ruhsal bozukluğa neden olur. İlk ağır depresyonunu on üç
yaşında annesinin ölümünden sonra geçiren yazarın bu delirme nöbetleri, intiharına kadar
belli aralıklarla yinelenir. 26 Ocak 1940 güncesinde “geleceksiz yaşıyoruz” (Woolf, 2013, 422)
diyen yazar; savaş içinde yaşamanın felaketi, yazamama kaygısı ve her an delirme
korkusuyla 28 Mart 1941’de ceplerini taşlarla doldurup kendini Ouse ırmağına atar.
Woolf, 20 Haziran 1928 güncesinde yazamamaktan sıkıldığı bir anın, içine intihar etme isteği
verdiğini, her şeyin yavan ve değersiz geldiğini sadece okumanın onun dirilmesini
sağladığını yazar. (Woolf, 2013: 161) Deliliği de intihar gibi hayattan daha sahici, daha
samimi bulan Virginia Woolf’a göre intihar, roman kahramanı Mrs. Dalloway’e söylettiği
gibi bir iletişim yolu, yaşama direnme ve kucaklamadır. (Kale, 2006: 83) Virginia Woolf’un
delilik sorununu bilinç akımı tekniğini kullanarak anlattığı önemli romanı Mrs. Dalloway’de
intihar eden Septimus’a söylettiği sözler, onun hayatı güzel fakat yaşanmaz bulduğunda yok
olmak isteğidir: “Ama son dakikaya kadar bekleyecekti. Ölmek istemiyordu. Hayat iyiydi. Güneş
sıcaktı. Ama ya insanlar?” (Woolf, 1999: 146)
1929 yılında yayımlanan “Kendine Ait Bir Oda” Virginia Woolf’un 1928 yılında Newnham
ve Girton College’lerinde verdiği iki konferanstan oluşur. Kitabının başında kadınlar ve
kurmaca konusunda konuşmak için çağrılmasına rağmen kendine ait bir odayla ilgili
konuşmasını; “…yazı yazmak isteyen bir kadının parası ve kendine ait bir odası olması gerektiği”
yle açıklar. (Woolf, 2012: 6) Yazar, Oxford ve Cambridge üniversitelerini birleştirerek
oluşturduğu hayali Oxbridge Üniversitesini ziyaret eden hayali bir kadın yaratır -ki aslında
bu kadın yazarın tam da kendisidir-. Bu kadın sırf üniversitenin çimlerinden yürüdüğü için
kilise görevlisi tarafından uyarılır. Çünkü çimlerden yürüme hakkı sadece üniversitede
okuma hakkı olan erkekler ve üniversite görevlilerine aittir. Kadın ise sadece çakıllı
patikadan yürüme hakkına sahiptir. Çünkü o dönemde Oxford’a kadınlar ancak 1920’de
kabul edilmeye başlamışlardı. Cambridge ise kadınlara “titular” denilen diplomalar
veriyordu ama kadınlar bu diplomaların getirdiği ayrıcalıklardan yararlanamıyorlardı.
(Urgan, 2014: 48) Woolf, bu kitapta, bir kadının hiçbir zaman Shakespeare’ın dehasına sahip
olamayacağını söyleyen bir piskoposa hak verir. Piskoposun haklılığını trajik bir şekilde
açıklamak üzere bir hayali kadın kahraman yaratır. Bu kahraman Shakespeare’ın kz kardeşi
Judith’tir. Shakespeare kadar yetenekli olan bu kız kardeş okula gönderilmez. Arada eline
bir kitap alsa annesi ya da babası tarafından azarlanır ve eline bir iş verilir. Daha on yedi
114
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
yaşında bile değilken bir yün tüccarıyla sözlendirilir. Evlenmek istemediği için babası
tarafından dövülür ve Londra’ya kaçar. Tiyatroda çalışmak istediği için alaya alınır çünkü
tiyatroda kadın rollerini de erkekler oynamaktadır. Sonra menajer ona acır ve sahip çıkar.
Menajerinden hamile kaldığını öğrenen Judith kendini öldürür. Shakespeare’ın döneminde
bir kadının onun dehasına sahip olsa bile ancak böyle bir hikâyesi olabileceğini söyleyen
Woolf; “Shakespeare’ın döneminde bir kadının Shakespeare’ın dehasına sahip olması düşünülemez.
Çünkü Shakespeare’ınki gibi bir deha köle gibi çalışan, hiç eğitim görmemiş ve hizmet sunmakla
yükümlü insanlar arasında doğmaz.” (Woolf, 2012: 55)
Woolf için halasından kendine kalan miras, tanınan oy hakkından daha önemlidir. Çünkü
yazar; böylelikle hiçbir erkeğe muhtaç olmayacak, hiçbir erkekten korkmayacaktır.
Kendisine ait bir odası ve rahat yaşayabilecek kadar parası olan Woolf, birçok kadın yazarın
bu imkânlara sahip olmadığı için özgür olamadığını ve yazamadığını kavramış, bunun için
de kadın yazarların özellikle bu iki imkâna sahip olması gerektiğini sürekli vurgulamıştır.
Virginia Woolf’un feminizmi savunan bir diğer kitabı ise 1938’de yayımlanan “Üç Gine”dir.
Savaşı engellemeye çalışan bir derneğin muhasebecisinin Virginia Woolf’tan parasal
yardımda bulunmasını istemesi üzerine Woolf, üç sene boyunca beklettiği mektuba üç ayrı
kısımda cevap verir; “… savaşmak çoğunlukla kadınların değil erkeklerin huyudur.” (Woolf, 2010:
10) diyen Woolf, paranın bu dernekler yerine kadınların eğitimi için açılacak yüksekokula
gönderilmesi gerektiğini savunur ve öyle de yapar. İkinci “gine”sini kadınlara iş bulmak için
kurulan derneğe bağışlar. Üçüncü “gine”yi de savaşı engellemeye çalışan bu derneğe
gönderir. Çünkü ona göre kadınlar okuyup iş sahibi olabilirlerse erkek egemen dünya
savaşlardan uzak daha huzurlu daha yaşanılası bir yer haline gelecektir.
“Kendine Ait Bir Oda” ve “Üç Gine”de belirttiği gibi kadınları toplumsal hayattan dışlayan
erkekler, savaşın hâkim olduğu bir dünyaya neden olmuşlardır. 25 Mart 1933 güncesinde
kendisine Manchester üniversitesi tarafından verilmek istenen fahri Edebiyat Doktorası
unvanını reddettiğini söyleyen Woolf’un tepkisi, kadınları yok sayan erkek zihniyetedir.
Virginia Woolf, günlük yazmaya 1915’te başlar ve 1941’e kadar devam eder. Son güncesini
ölümünden dört gün önce kaleme alan yazar, öldüğünde kendi el yazısıyla kelem alınmış
yirmi altı defter bırakır. Kocası Leonard Woolf, bu defterleri tarayarak onun yazarlığına ışık
tutacak kısımları bir araya getirir ve 1953’te “A Writer’s Diary” (Bir Yazarın Güncesi ) adıyla
yayımlar. Yazar, günlüklerini sanatı hakkında bir şeyler söylemek amacıyla hafif bir
melankolinin etkisinde kaleme almıştır. Eşinin yayımladığı elimizde bulunan kitap ise daha
çok yazar Virginia’nın kadın sanatçılığı, eserlerini kaleme aldığı sıradaki planları, yazma
sancılarıyla ilgili bölümleri yansıtır. Bundan dolayı günlüklerde “çalışılmış bilinçlilikten uzak,
daha sıcak bir Virginia Woolf” (Notos, 2009: 49) ile karşılaşırız.
Woolf’un güncelerinin ilk yazısı 5 Ağustos 1918 tarihlidir. 1918 yılındaki günlüklerinde
Byron hakkındaki izlenimlerine şahit oluruz. Yazarın hemen bütün yazılarında ilkindeki gibi
yazarlar, eserler, o dönemin sanat anlayışı anlatılmış, dönemin panoraması çizilmiştir. 20
Ocak 1919 pazartesi günkü yazısında on beş gün yatakta geçirdiği süre içerisinde sadece bir
saat yazmasına izin verildiği için duyduğu rahatsızlığı belirtir. Yazdıklarını beğenmez, bu
yazma eyleminin günce yazma olmadığı fikrindedir. Yine de durup düşünseydi eğer bu
yazdıklarının da hiç yazılmamış olacaklarını düşünerek kendini iyi hisseder. Onun yazı
yazarken duyduğu sancılar bütün yazarların duygularını ifade edecek niteliktedir: “Biraz
115
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
kaygılıyım. Bu kafamdakileri nasıl dökeceğim kâğıda? İnsan işe koyulduğu an, yürümekte olan biri
gibi, önünde uzanıp giden bütün bir yol görünüyor. Bu kitapta yazmaktan tat alamayacağım iç bir şey
yazmak istemiyorum. Gene de yazmak her zaman zor. “ (Woolf, 2013: 44) Hayatı trajik gördüğü
durumlarda yazmak ona ilaç gibi gelir. “Melankoli azalıyor yazarken” diyen Woolf, daha
fazla yazamamasını; “çocuk sahibi olmamak, dostlarından uzakta olmak, iyi yazmayı becerememek,
yiyeceğe çok fazla para harcamak, yaşlanmak.” (Woolf, 2013: 48) diye sıralar.
Kocası Leonard Woolf, karısını oyalamak ve bunalıma düşmesini engellemek için Hogarth
Press adını verdiği bir basımevi kurar. Zamanla büyüyen basımevi Virginia Woolf’un yanı
sıra büyük üne kavuşan birçok yazarın kitabını yayımlar. Elinin altında bir yayınevinin
bulunması Virginia’nın istediğini yazmasını ve yayımlamasını sağlar. Virginia Woolf, birçok
kadın yazarın “kendine ait bir odası ve parası” bile olmamasına rağmen onun kendi
yazdıklarını yayımlama imkânına sahip olmasının büyük bir imtiyaz olduğunun
farkındadır: “O Üniversite profesörlerinin sultası atında olduğumu düşünmek kanımı donduruyor.
Oysa İngiltere’de istediğini yazmakta özgür olan tek kadın benim. Ötekiler diziydi, editördü düşünüp
duruyorlardır herhalde.” (Woolf, 2013: 112)
Günlüklerinde genellikle, yazma kaygılarını, eserlerini kaleme alma sürecini anlatan Woolf,
bazı güncelerinde geçim sıkıntısı çektiği dönemleri, kitaplarından gelecek paraya duyduğu
ihtiyacı, bu parayla yapmayı planladıklarını da yazar. 22 Haziran 1927 güncesinde her gün
bir konuda yazdığını ve bilinçli olarak birkaç haftasını para kazanmaya ayırmak zorunda
olduğunu belirtir. Son zamanlara kadar para kazanma ihtiyacını hissetmediğini ifade eden
yazar, para için yazı yazmaktan kaçındığını vurgular. (Woolf, 2013: 141)
Öykülerinden önce İngilizce çevirileriyle tanınan Tomris Uyar’ın en güzel çevirileri Virginia
Woolf’tan yaptığı çeviriler olarak kabul edilir. “Virginia Woolf’u Türkçeye en iyi çeviren sanatçı
olan Tomris Uyar” (Uçman, 2012: 45) yazar kişiliğinde önemli etkisi olan Woolf’un
“kendisinden çok onu çevirmeyi sevmiştir. Uyar; dilini durulaştıran, Türkçesini yıkayan bir kaynaktır
Woolf.” (Öğüt, 2011: 104) Günlüklerinde de denemelerinde de Vrigina Woolf’a olan
hayranlığından sıkça söz eden Tomris Uyar, özellikle Mrs. Dalloway romanının etkisinde
kalmıştır: “Yığınla öykümü elimden almış bir o kadarına da esin kaynaklığı etmiş bir çeviriyi gözden
geçiriyorum, yayına hazırlıyorum sonunda. Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’ı bu roman.” (Uyar,
2013: 105)
Tomris Uyar’ın Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan gündökümleri, yazarın hayatının
yirmi beş yıllık bir dönemini kapsar. İki cilt halinde yayımlanan bu yazıların ilk cildi yazarın
1975-1984 ikinci cildi de 1985-1999 yıllarındaki yazılarından oluşur. Tomris Uyar’ın
“yaşamdan yaptığı çeviriler” (Cemal, 2009: 73) diye nitelenen günlüklerinde yazarın içtenliğini
ve özgünlüğünü gözlemleriz. Türkçenin en önemli günlük yazarlarından bir olarak
değerlendirilen Tomris Uyar, yaşadıklarını keskin zekâsıyla ince bir duyarlıkla kaleme
dökmüştür. Hayranlık duyduğu Virginia Woolf’la bu yönden de önemli bir benzerlik
göstermektedir. Her iki yazar da hem kurmacayla hem de günlük yazarak hayatlarındaki
dengeyi kurmaya çalışmışlar ve günlükleri aracılığıyla kendileriyle hesaplaşmışlardır.
(Sönmez, 2012, 88)
15 Mart 1975 tarihli ilk yazısında Tomris Uyar, bir yazarın yazma isteği üzerinde durur.
Yazarın arkadaşları, Cağaloğlu’nun sabahı, tenekeye ektiği hanımelleri, kedisi, Tomris
Uyar’ın akıcı anlatımıyla güncelerinin konusu olurlar.
116
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
Woolf’un günlük yazı yazmak için kâğıt arama telaşına Tomrsi Uyar’da da rastlarız.
Gönen’de kâğıt bulamadığı için ödünç kâğıt ve kalemle gündökümünü hazırlayan yazar,
aslında bu kargaşadan zevk aldığını bazen de kendine acıdığını belirtir. Tomris Uyar, bir
yazardır fakat aynı zamanda bir eş ve annedir ve bu durumun getirdikleri sorumluluk
omuzlarındadır. Günlüklerinde bütün samimiyetiyle kadın olarak vazifeli olduğu
durumlardan bahseder. 1Aralık 1975 güncesinde anlattığı bir gün, birçok kadın yazarın
adına söylenmiş gibidir: “Çalıştığım, iyi, düzenli bir aile kadını olduğum bir gün. Yayıntıları
topladım, odaları düzene koydum, makasları, anahtarları, makbuzları, eski saatleri, ortalıkta kalmış
dergileri yerlerine yerleştirdim; mektupları eledim. Hiçbir yere çıkmadım ama hiçbir yerde de
değildim.” (Uyar, 2013: 88) 9 Aralık 1975 günkü yazısında gene hem yazar hem ev işlerinden
sorumlu bir Tomris Uyar’a tanıklık ederiz. Suların kesildiği bir gün Milliyet Sanat Roman
Yarışması’na katılan 16 roman dosyasını tek başına yukarı taşımak zorunda kalan yazar;
“Akşam, sevgiyle sıraladım, genel olarak şöyle bir göz gezdirdim bazılarına. Gözlerim kapanıyordu
yorgunluktan. O sırada kulağıma şırıl şırıl bir su sesi geldi. Bir daha kesilmeden kalkıp bulaşıkları
yıkamaz mısın?” (Uyar, 2013: 91) diyerek ev sorumluklarıyla yazar sorumluluğu arasında
kalan bir kadını sergiler.
İyi Türkçe konuşan Amerikalı zenci bir diplomat olan Carrol kendisinin odasını ses geçirmez
bir maddeyle yalıttığını söyler ve Tomris Uyar’a nerede çalıştığını sorar. “Bilmem dedim, her
yerde. Postacı gelir, çocuk su ister, konuklar ansızın bastırır, ben o arada çalışırım işte.” (Uyar, 2013:
116) Kendisiyle yapılan bir söyleşide de Woolf’a gönderme yaparak hiçbir zaman “kendisine
ait bir oda”sı olmadığı için evinde olduğu sürece her yerde yazabileceğini belirtir. (Uyar,
2011: 393) 1977 yılında Amerika’ya davet edilen yazar, Amerikalı kadının durumunu
anlatarak Eşit Haklar savunucularının faaliyetlerinden bahseder. Oradaki kadının da “bizdeki
kadın gibi ikinci sınıf bir yurttaş.” (Uyar, 2013: 225) olduğunu söyleyen Tomris Uyar, tanıştığı
Amerikalı kadınlarla ilgili gözlemlerine geniş yer verir: Başkentte oturan yetenekli bir
yönetme olan Polly, son filmini yaparken evin ufak tefeğini gözden geçirmeyi aksattığı için
üzülüp, yığılan çamaşırlardan, çocukların odalarını toplamamasından şikâyet eder. İllionis
Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Margaret Cowden’i büroda hamallar geciktiği için ter
içinde hamalların yapması gereken işleri yaparken bulur. Üniversitede İngiliz dili ve yazını
bölümü yöneten ve aynı zamanda genç bir şair olan Myra, aylığının ve zamanının
yetersizliğinden dolayı ancak gecelerini şiire ayırabildiğinden yakınır: ”Dünyanın her yerinde
aynı çabayı sürdürmeye çalışan kadınlar, yüzyıllardır birikmiş kirli çamaşırları yıkamaya, bulaşıkları
devirmeye sıvanmışlar sanki. Kapitalist ülkede de durum değişmiyor.” (Uyar, 2013: 230)
9 Eylül 1982 güncesinde Yazarlar Sendikası’nın kurucu üyeleri olarak Selimiye’ye ifade
vermeye gitmeden önce yine kadın kimliğinin gerekliliklerini yerine getirir: “Evi tepeden
tırnağa temizledim, kitapların tozunu aldım, çamaşırları yıkadım, herhangi bir tutuklanma olasılığına
karşı ufak bir çıkın hazırladım; oğluma, kimlere başvurabileceğini bellettim sıkı sıkı.” (Uyar, 2013:
338) Tomris Uyar bir konuşmasında, feminist sayılmayacağını fakat kadın erkek ilişkilerinde
kadının rolünün daha fazla olduğunu söyler. Otuz yıldır ev işlerinde kendine yardımcı olan
bir hanımdan bahsederken onun “Varoluşçuluktan habersiz varoluşçu olması bir yana,
feminizmden habersiz bir kadın hakları savunucusu” (Uyar, 2009: 330) olduğunu söyler. Çünkü
bu kadın teori bilmemesine rağmen kendisini okula göndermeyen küçük yaştan itibaren köle
gibi çalıştıran aile büyüklerini bağışlamayacak, ekonomik özgürlüğünü sağlamaya çalışacak
kadar kadın olmanın bilincine sahiptir.
117
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
“Kadın olmak, bir yazarın yazarlık işini güçleştiriyor ya da kolaylaştırıyorsa, o yazar, yazar değildir,
kadındır.” (573 KD) diyen Tomris Uyar, kadın olmanın ayrıcalığına karşı çıkar. 12 Haziran
1976 güncesinde, ev kadınlığından, analıktan kaytarılarak ev işlerinden çalınarak yaratılan
ürünlerin ille de saygın olmadığını fakat ev işleri için ayrılan zamanın hiç de az olmadığını
belirtir: “Hem elinizi kurular kurulamaz masanın başına oturamıyorsunuz, otursanız bile yazma
havasına kolaylıkla giremiyorsunuz. Fazlası değil ama o iki santimetrekarelik özgürlük alanı şart. “
(Uyar, 2013: 126)
Görüldüğü gibi, Virginia Woolf da Tomris Uyar da edebiyatı, kendilerini anlatacakları bir
ortam olarak görmüşlerdir. Tomris Uyar, gerek kadın duyarlılığını konu edindiği öyküleri
gerekse Virginia Woolf'tan yaptığı çevirilerle Virginia Woolf'un Türk Edebiyatındaki
izdüşümüdür. O da Woolf gibi feminizmin kuramsal ilkelerinden bağımsız olarak hayatı ve
yazdıklarıyla içinde yaşadıkları toplumun koşullarına başkaldırarak bu hareketin bir
anlamda pratiğini vermiştir. Tomris Uyar günlüklerinde çok derin ve özgün bir yazardır.
Onu Türkçe'nin en önemli deneme yazarları arasına yerleştirecek bu günlüklerde Uyar,
yaşadığı günleri keskin zekâsının süzgecinden geçirerek yazıya dökmüştür. Günlük
taslakları üzerinde de titizlikle çalışmış, kalın kitapları çağın hızına aykırı bulduğu için, özel
kişisel ayrıntıları elemiş, herkesi ilgilendiren konulardan bahsetmeye çalışmıştır. Günlük
yazan kendini sıradan bir insan olarak görmüyorsa günlüğü bir işe yaramaz. Ona göre
edebiyat insanın özellikle de kadınların kendisini anlatması için bulabildiği tek ortamdır.
Her iki yazar da özellikle kadınların ekonomik bakımdan bağımsız olmaları ve kendilerine
istedikleri zaman bir mahremiyet alanı oluşturabilme özgürlüğüne sahip olabilmeleri
üzerinde dururlar. Woolf, bu hakkı; “kendine ait bir oda”, Uyar da "başkalarına verdiğim
özgürlükten kendime de isterim" cümleleriyle ifade eder. Tomris Uyar'ın ısrarla üzerinde
durduğu husus kadınlara ayrıcalıklı davranılması değildir. Ona göre kadınlık bir meslek
olarak kullanılmamalı, istismar edilmemeli; duyulan yaşanılan, düpedüz bir olgu gibi
değerlendirilmelidir. Düşünceler, dilin prizmasından yansıyarak karşı tarafa ulaşır. Gerek
yaşamları gerek yazdıklarıyla kadınlarla ilgili düşüncelerinde birer ilkmotif olan bu yazarlar
her eserlerinde değişik anlatım teknikleri kullanmaya çalışarak düşüncelerinin etkilerini
artırmaya çalışırlar. Her ikisi de neredeyse androjen karakterli bir yazar kimliği
geliştirmişlerdir. Buna rağmen kadın duyarlılığının yazdıkları metinlerden bize doğru
sızdığını ve bizi etkilediğini söyleyebiliriz. Yazmaya değer muhatap bulamayınca Virginia
Woolf hayatına son verir. Aynı yolu seçmemiş olsa da Tomris Uyar da sağlığına boş vererek
kendini bir çeşit intihara sürükler.
Kaynakça
Arat, N. (2010). Feminizmin ABC’si. İstanbul: Say.
Cemal, A. (2009). Çevirilerinde ve Gündökümü Yazılarında Tomris Uyar. Kitaplık, 130, 73-
75.
Gümüşale, S. (2007). Mrs. Dalloway’in Dünyası. Milliyet Sanat, 582, 88-89.
Kale, S. (2006). Akıl Kaçıyor Çünkü Bir Yere Gidiyor. Milliyet Sanat, 564, 80-85.
Oates J.C. (2009). (Kadın) Yazar. Notos, 14, 47-52.
Öğüt, H. (2011). Yapıtıyla, duruşuyla, aurasıyla etkilenilmeyecek bir yazar değildir ki o…,
Milliyet Sanat, 624, 104.
118
2014, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 112-119.
2014, Journal of Language and Literature Education, 12, 112-119.
Sönmez, P. (2012). Tomris Uyar’ın Odasında. Notos, 33, 88-89.
Uçman, A. (2012). Türk Öykücülüğünde Bir Zirve: Tomris Uyar. Notos, 33, 44-45.
Urgan, M. (2014). Virginia Woolf. İstanbul: YKY
Uyar, T. (2009). Gündökümü –Bir Uyumsuzun Notları- II. İstanbul: YKY.
Uyar, T. (2011). Kitapla Direniş. İstanbul: YKY.
Uyar, T. (2013). Gündökümü –Bir Uyumsuzun Notları- I. İstanbul: YKY.
Woolf, V. (1999). Mrs. Dalloway (Çev.: Tomris Uyar). İstanbul: İletişim.
Woolf, V. (2010). Üç Gine, (Çev.: İlknur Güzel). İstanbul: İletişim.
Woolf, V. (2012). Kendine Ait Bir Oda (Çev.: Suğra Öncü). İstanbul: İletişim.
Woolf, V. (2013). Bir Yazarın Güncesi (Çev.: Fatih Özgüven). İstanbul: İletişim.
119
Dostları ilə paylaş: |