Arada Kalanların Romanı: Araf
821
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Kolaylıkla soyulup tüketildiği için sürekli çikolata ve muz ile beslenir. Yediği muzun
içindeki “koyu, tırtıklı lekeler”i değişik harflere benzeterek onlara anlamlar yükler (Şafak 2011:
47). Ayrıca bankta oturduğu sırada ayaklarının dibine düşen atkestanesini olumlu bir işaret olarak
görür ve doktora gider. Doktordayken pencereye konan kargadan bile değişik anlamlar çıkarır.
Gail, müzisyenlere para atarken bereye düşen kuru yaprağı da hayra alamet olarak görüp mutlu
olur.
Gail, küçük yaştan itibaren süregelen ölüm dürtüsünü intihar girişimleriyle var eden bir
karakterdir. Her zaman “aşırı bedbinlik ile taşkın bir enerji” gibi iki zıt kutup arasında gidip gelen
Gail, iki yaşından beri başından geçen olayları kolaylıkla hatırlar (Şafak 2011: 261). Psikolojik
sorunlar yaşadığı için defalarca intihara teşebbüs etmiş; ama sonuncusu hariç hepsinde başarısız
olmuştur. İki yaşındayken yaşadığı talihsiz olayı bir intihar denemesi olarak gören Gail, ikinci
intihar denemesini ise yaklaşık sekiz yaşındayken gerçekleştirir. Burada postmodernist metinlerin
kurmaca haline getirildiği ve “gerçek bir dünyadan ziyade olanaklı bir dünya olarak” ele alındığı
görülür. Bunun amacı, “postmodernizmi, tarihsel mantığının bir kısmını kavrayabilmemize
elverecek ölçüde yabancılaştırmak”tır (Eagleton 2011: 34).
Gail, bir diğer intihar denemesini ise bir parti sonrasında kafasını fırına sokup tüpten
zehirlenmeyi bekleyerek gerçekleştirir. Fakat arkadaşı Alegre’nin çabasıyla bu intihar plânı da
gerçekleşemez. Bu intihar girişiminden iki hafta önce de bir kutu “Valium” içerek intihara teşebbüs
ettiği anlaşılır. Bir diğer intihar eğilimi ise, Debra’yla lezbiyen ilişkileri çıkmaza girdiği anda tren
raylarına yatmasıyla gerçekleşir. Ama bu sefer de oradan geçen bir adamın görmesiyle bu plân da
gerçekleştirilemez. Ömer’le evlendikten sonra taşındıkları apartman dairesinin penceresindeki
intihar girişimi de yaşlı komşularının dikkati üzerine sonuçsuz kalır. Son intihar girişimi, Ömer’le
yaptığı evlilik sonrasında Türkiye’de gerçekleşir. Taksiyle köprüden karşıya geçip hava alanına
gitmek üzereyken sıkışan köprü trafiğini fırsat bilir ve müzik dinlemekte olan Ömer’in de
dalgınlığından yararlanarak arabadan iner. Köprünün korkuluklarına ilerler ve kendini mavi sulara
bırakır. Arafta kalmışlığı, bir yere ait olamamayı anlatan bu romanda Gail’in köprüden atlayarak
intihar etmesi de bu “araf” imgesini yoğunlaştırır.
Gail, romanda modernitenin tahrip ettiği, kendinden mümkün olduğunca uzaklaşmış,
derlenip toparlanması mümkün görünmeyen ve bunun için de herhangi bir çabanın içine girmeyen
bir kişi olarak yerini alır.
Söz konusu psikolojik sorunlar Gail’le sınırlı değildir. Farklı olmakla birlikte Ömer de
bazı sorunlar yaşamaktadır. Ömer, kendisiyle alay edilmesinden korkan, “yılgın ve huzursuz” biri
olarak karşımıza çıkar. O, sanki upuzun ve karanlık bir dehlizde ilerler gibidir. Hayatının gayesi
haline getirdiği içki ve uyuşturucu dolayısıyla da bu dehliz daha da bulanık bir hâl alır. Attığı her
adım, bilinçsiz ve rastgeledir. Bundan kurtulmak için de kadınlara meyleder. Üniversiteye gitmesi,
ODTÜ’yü bırakıp Boğaziçi’nde okuması ve tüm yaşamı, bir adım atmayıp çevresine bakınmadan
durması gibidir. Bir dönem Marx’a özenir, oradan da hazcılık, karamsarlık bilinmezine doğru kayar
ve sonunda “nihilizm”de karar kılar (Şafak 2011: 188).
Ömer’in yaşadığı ruhsal sorunlar Boston’a gitmesiyle tamamen gün yüzüne çıkar.
Kendini “aidiyetsiz bir boşluk” içinde görür (Şafak 2011: 97). Türkiye’de sahip olmayı tercih
etmediği ya da umursamadığı bağlarını Amerika’da, ismindeki noktalarda arar. Türkiye’nin ve
Türk olmanın uzağındaki Ömer, ismi “Omer Ozsıpahıoglu” olduğunda sahip olmayı
reddettiklerinin elinden tamamen kaydığını, dâhil olduğu bir topluluğun dışına itildiğini ve yabancı
olarak yalnız olduğunu fark eder. Ancak bunu yalnızca sıkıntılı zamanlarında anımsar. Böyle
zamanlarda ise yabancı olma ile bir bütünün parçası olmanın anlamını sorgular.
822
Mustafa AYDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
İlk başta isminin noktalarını kaybettiği için üzülen Ömer’in ilerleyen zamanlarda artık
bunu önemsemediği görülür. Zira yabancı bir ülkede yaşamanın birinci icabı, insanın aşina olduğu
şeye, yani ismine yabancılaşmasıdır. Vaktinin büyük bir kısmını sarhoş olarak geçiren, domuz eti
yiyen, evinde sayısız kızla yatıp kalkan Ömer, isminin noktalarıyla birlikte bütün maneviyatını da
yitirmiş “yoldan çıkmış Müslüman” olarak tanıtılır (Şafak 2011: 22). Ömer için din, nüfus
cüzdanının üzerinde yazılan bir sözcükten ibarettir.
Zaman konusunda da dakik olmayan Ömer, bu yüzden toplantılara ve derslere geç gider.
Zaman konusundaki bu savrukluğunu çocukluğunda yaşadığı bir olaya bağlar. Onun için zaman
tıpkı babasıyla bir kez balık avlamaya gittiklerinde yakaladıkları “şişmiş bir kedi cesedi” gibidir.
Bu yüzden hiçbir anlam ifade etmeyen, hiç sevmediği zamanı en sevdiği şeyle, müzikle ölçmeye
başlar. Ona göre “tahammül edilemez zamanı”, ayrıca zamanla ölçmek iyice tahammül edilemez
olur (Şafak 2011: 90). Zamanın sürekli “dörtnala” bir akış içinde olması, onu ürküten en önemli
yanı olmuştur. Mesela Amerika’ya giderken uçakta içtiği iki kahvenin arası dört dakika on saniye
değil; bir kez Stone Roses’ın Made of Stone’unu dinleme süresiydi. Ömer, bütün zamansal
faaliyetlerini artık şarkılar ve onları kaçar kez dinlediği ile ölçer. Yani zaman, çizgisel zamanın
ölçüleriyle değil, şarkıların uzunluğu veya kısalığıyla bağlantılıdır.
Romanda Ömer, hayatının son on beş yılı yoldan çıkmış; kendini ne “siyasetin akıntısına”
ne de bilimin adacığına konumlandırabilmiş bir siyaset bilimi öğrencisi; evlilik müessesesinin
“flora ve faunası” içinde nefes alamayan bir koca; kendini evinde hissedememekten mustarip bir
göçmen; ne İslam’la ne başka bir dinle alakası olan doğuştan bir Müslüman; Tanrı’nın
bilinebilirliğine değil, Tanrı’nın kendisini bilmesine karşı çıkan bir bilinmezci olarak tanıtılır
(Şafak 2011: 22).
Ömer’in bütün bu özelliklerinin yanı sıra metnin “bütün atmosferini belirleyen” bir kişi
olduğu görülür (Emre 2005: 298). Ancak Ömer’in bir ikilem içinde olduğundan bahsetmek gerekir.
Metnin bütününe hâkim olmasına rağmen, yaşadığı kimlik probleminden dolayı kendisine ait bir
doğrusu ve gerçeği bulunmaz. Bir tarafta hem inancını hem de isminin noktalarını kaybederken,
diğer tarafta Amerika’ya geliş amacı olan doktora tezine de bir türlü başlayamaz. Postmodern
kişilerin bir özelliği olarak Ömer’in zihin sağlamlığını ve insanî melekelerini kaybettiği, bilinç
kaybı yaşadığı, içki ve sigaradan dolayı bedeninin yorgun düştüğü ve çevresinden kopuk bir ilişki
yaşadığı görülür. Herhangi bir olay karşısında “aklın yerine isteği” koyarak içinden geldiği gibi
davranmayı tercih eder (Deleuze 2000: 173).
Biyoteknoloji mühendisliğinde okuyan Faslı Abed, romanın tutarlı tek kişisi olarak
tanıtılırken, onun da yer yer çıkmazlara girdiği görülür. Çocukluğundan beri gördüğü kâbus, onun
hayatını çekilmez kılmıştır. Rüyasında gördüğü “Ouaghauogh” kâbusu, annesinin hamilelik
yıllarına dayanır. Bir diğer çıkmazı ise çamaşırcı kadının kendisiyle beraber olma tahriklerine
direnmesine rağmen, romanın sonunda ona teslim olmasıdır.
Abed’in bir diğer özelliği “toplum çapındaki aksaklıkları eleştirme” göreviyle her zaman
Ömer’e yanlış davranışlarını hatırlatmasıdır. Bozulan dünya insanlarının aksine Abed, daima dürüst
ve doğrucudur. Kendini “dini bütün bir Müslüman” olarak tanıtırken Ömer’i “yoldan çıkmış bir
Müslüman” olarak görür (Şafak 2011: 21). Ömer’in onu “resim çevrelerinin simetrik olmadığı bir
odada huzursuzluktan oturamayan insanlara” benzetmesi de çok konuşmasından ve durmadan
şikâyet etmesinden kaynaklanır (Şafak 2011: 16). Anlatıcının roman boyunca Abed’i modern
roman anlayışıyla aklın ve sağduyunun temsilcisi olarak göstermesine rağmen, romanın sonunda
çamaşırcı kadınla yatması, onun da postmodern bir kişiliğe dönüştüğünü gösterir.
Kahramanların yaşadıkları psikolojik sorunlar, Gail ve Ömer’le sınırlı değildir. Ömer’in
ev arkadaşı Katolik bir İspanyol olan Piyu, tam bir temizlik hastasıdır. Piyu, temizlik ve düzeni