|
Uzlaşma ya da konsensus
|
tarix | 01.11.2017 | ölçüsü | 11,26 Kb. | | #7675 |
|
Masis YONTAN
SMMM
Bilim ve teknolojideki hızlı gelişim her gün toplumlarda yeni görüş ve değişimlere neden olmaktadır. Teknolojik gelişmelerin iletişim ve ulaşım araçlarına yansıması sonucu dünyamız gitgide küçülmekte, uzaklık kavramı yerini yakınlık kavramına bırakmaktadır. Var olan ekonomik, sosyal ve siyasal sistemler ya kendilerini yenilemekte ya da tamamen yok olup gitmektedir. Sözün kısası tabular yıkılmakta toplumlarda var olan sosyal sınıflar arasındaki çatışma ve tartışmalar yerini uzlaşmaya ve barışa bırakmaktadır.
Toplumsal uzlaşmanın kurumsallığı, sürekliliğine bağlıdır. Toplumda yaşama olanağı bulmamış veya kurumsallaşmamış bir uzlaşma ya da konsensus olsa olsa (konabildiğin kadar kon, konamıyorsan) sen sus olur.
Günümüz dünyasında gelişmişliğin çeşitli ölçüleri vardır. Üretim tüketim veya hizmet sektörlerinde ancak gelişmişliğin temel unsuru hiç kuşkusuz teknolojik gelişmedir. Sanayi ve ticaretin gelişmesi ancak teknolojik gelişmenin sonucunda gerçekleşebilir.
Toplumsal uzlaşma ise üretilen mal ve hizmetlerin karşılığı olan ulusal gelirin toplum bireyleri arasında uzlaşmayı kurumlaştırarak, ulusal barışı sağlayacak biçimde dağıtılmasından başka yol halen bulunamadı.
Ülkemizde tüm fertler arasında toplumsal uzlaşmanın sağlanması her bireyin yararınadır ve isteğidir. Ne yazık ki ulusal gelirin elde edilmesi ve dağıtılmasındaki rakamlar ulusal konsensus'tan oldukça uzaktır.
1991 yılında ülkemizde elde edilen ulusal gelirin % 65'i toplumun % 5'i tarafından alınmaktadır. Diğer bir deyişle nüfusun % 5'i ulusal gelirin % 65'ini almaktadır. Başka bir anlatımla 50 milyon olan ülke nüfusumuzun 2.500.000'i ulusal gelirden 130 lira alırken, 47.500.000 insan ulusal gelirden 37 lira alabilmektedir.
Elbette bu % 5'de ulusal gelirden eşit olarak pay almamakta- dır. °% 5'in de % 20'sini oluşturan kesim ki bu toplam nüfusumuzun % 1'ini oluşturmaktadır. İşte bu % 1 olan toplam beş yüz bin kişi ulusal gelirin yarısını almaktadır. Başka bir anlatımla ulusal geliri bin lira olarak düşündüğümüzde, en az alan 3.7 lira en çok alan 500 lira olmaktadır. Ulusal gelirden pay alan en tepedekiler, en alttakileri tam 135 defa katlamaktadırlar.
Mart ve Nisan aylan gelir ve kurumlar vergisi açısından önemli aylardı. Kimler ne kadar kazanç, ne kadar vergi beyan edecektir. Gelir idaresi umutla tahakkuk ve tahsilatın fazla ol- masım bekler. Mükellefine ne kadar az vergi verebilirim diye hesapların peşinde koşar. Oysa bilinmekte olan bir kural vardır. O da her dönemde vergi şampiyonlarının ücretliler olduğu.
1991 yılında tahakkuk eden vergilerin kesimler itibari ile yüzde oranları da ülkemizdeki vergi adaletinin ya da adaletsizliğini de göstermektedir.
1991 yılında tahakkuk eden Vergi yüzdeleri
Ücretlilerden (İşçi-Memur) % 51
tahakkuk eden S.Meslek + kira) % 32
Gerçek usulde vergi mükellef. % 15
Götürü mükelleflerde % 1
Tahsilat yüzdelerinin dağılımı ise Ücretlilerden(Bunlardan kesilen vergiler işverenlerce daha sonra ödenmektedir.) % 77
Gerçek usulde Vergilendirilen
mükelleflerden % 25
Götürü usulde Vergiden Mükel. % 3
Sözün kısası son beş yılda ücretlilerin vergi yükü %35'lerden %51'lere çıkarılan beyana tabi mükelleflerin vergi yükü sürekli düşmektedir. Bunun sonucu son on yılda ücretliler % 10 oranında fakirleşirken ticaret ve sanayi erbabı kârlarını 45 defa artırabilmişlerdir.
Gene 1991 yılında toplanan tüm vergilerin ancak beşte biri topluma geri dönebilmekte, kalan beşte dördün ise nereye gittiği bilinmemektedir.
Toplumdan konsensus sağlanabilmesi her şeyden önce rakamların birbirlerine yaklaşmasına, birbirleri ile uzlaşmasına bağlıdır. Başka yol da ufukta görülmemektedir.
Dostları ilə paylaş: |
|
|