SiVİl toplum öRGÜtleriNİn koruma-planlama-kentleşME’deki rolü



Yüklə 13,58 Kb.
tarix04.11.2017
ölçüsü13,58 Kb.
#8481

Bildiri

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN KORUMA-PLANLAMA-KENTLEŞME’DEKİ ROLÜ


Hazırlayan:Mimar İsmail ERTEN

ÇEYAP Tarihi Kent Komisyonu

(15-16 Nisan 1998 tarihli ve Osnabrücklü teknik elemanlarla yapılan toplantı için hazırlanmıştır.)


  1. ÜLKEMİZDEKİ İKTİDAR ANLAYIŞI VE ÇAĞDAŞLAŞMA

Osmanlı dönemindeki monarşik iktidar anlayışı güçlü merkezi yapıyı beraberinde getirmiştir. Osmanlı’nın son döneminde başlayan batılılaşma arayışları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla da devam etti. Bu batılılaşma arayışı genel itibariyle, yerel özellikleri gözardı eden ve taklide dayalı bir anlayış temelindedir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yasalarının tamamına yakını batılı ülkelerde uygulanan yasaların çevirisi şeklindedir. Cumhuriyet döneminde ki yasalarda aynı anlayışa dayanmaktadır.

Tüm bu durum, bu topraklarda yaşayan insanların kendi kurallarını yaratamadığını bizlere göstermektedir. Üstelik ithal edilen bu kurallar (yasalar) merkezi iktidar tarafından zorla topluma giydirilmeye çalışılmıştır. Ancak ithal edilen yasaların çağdaş gelişmeye yönelik olduğu belirlenmelidir. Yani toplumumuzda yaşanan çağdaşlaşma tepeden inmeci bir zorlamayla getirilmiş, bu çağdaşlaşma anlayışına toplum sonradan yetişebilmiştir.

75 yıllık Cumhuriyet tarihi incelendiğinde esas iktidarın askerler tarafından yönlendirildiği görülmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’li yıllara kadar ülkeyi doğrudan askerler yönetmiştir. 1950-60 yılları arasında yaşanan çok partili sivil iktidar dönemi 1960 askeri darbesiyle kesintiye uğramıştır. Bu darbe laik-demokratik Cumhuriyet adına yapılmış ve daha çok sağ anlayışa yöneliktir. 1971 yılındaki muhtıraile 1980 askeri darbesi ise sol anlayışlara yöneliktir. Şu anlarda yaşanan askeri müdahaleler ise şeriatçı anlayışı önlemeye yöneliktir. Tespit edilmelidir ki, günümüzde bile silahlı kuvvetlerin ve askerlerin anlayışıyla yürütülen merkezi iktidarlar bulunmaktadır.

Askeri vesayet (bağımlılık) altındaki iktidarları delme girişimleri ve sivil iktidarlar 1950’lerdeki menderes dönemi ile 1980’lerdeki Özal dönemi olarak bilinir. İkisininde sağ anlayış temelinde olduğu görülür. Ancak bu iktidarların en önemli belirtisi, her şeyi mübah gören popilist (halk dalkavukçuluğu) politikalarına yöneliktir. Bu dönemlerde, toplum ve kamu yararına aykırı, yağma kültürü yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 1985 sonrası yerel yönetimlere-belediyelere tanınan planlama yetkileri bu yağma kültürünün merkezi iktidarlardan, yerel iktidarlara kaymasına, giderek yerel iktidarların rant bölüşüm organizasyonlarına dönüşmesini sağlamıştır.

Tüm süreç bizlere şunu göstermektedir. Günümüzde gerek merkezi iktidarlar, gerekse yerel iktidarlar sorun çözmekte başarısızdır. Tam aksine uyguladıkları popilist politikalar çerçevesinde sorun yaratan konumda bulunmaktadırlar.


  1. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI (STK’lar) SÜRECİ

STK dendiğinde çok geniş bir alanda çalışma yürüten örgütlenmeler anlaşılmaktadır. Bunlar; dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, kooperatifler, sivil girişimler, platformlar, vb. dir. Sivil ve kamusal alanda yeni bir aktör yaratma girişimleri ilk olarak 1950’li ve 60’lı yıllarda meslek odalarının kurulmasıyla başlar. Bu tür meslek odalarıda merkezi iktidar eliyle ve ithal yasalarla oluşturulmuştur. Örneğin, 1954 yılında yasalaşan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği yasası, Fransız Mimarlar Odası yasasının tercüme edilmiş, taklididir. 1970’li yıllar sendikalar ile siyasi amaçlı dernek ve vakıfların geliştiği dönemdir. 1980 ve 1990’lı yıllar özellikle çevre alanında STK’ların oluştuğu dönemdir.

1970’lere kadar süren süreçte çalışma yürüten STK’lar, temelde mevcut iktidar politikalarını destekler konumdadır. 1970-80 yılları arasındaki STK’lar, muhalif kimlikleri ön planda olan, daha çok sosyalist iktidarı hedefleyen ve bu haliyle siyasi araç olan örgütlenmelerdir. 1980’li yılların ikinci yarısında (askeri darbe sonrası) yeni yeni uç vermeye başlayan STK’lar, önceleri 1970’li yıllar muhalif kimliğini sürdürmüş, sonraları bir çözülme dönemini yaşayarak yeni anlayış arayışlarına girmiştir.

1990’lı yıllar, ülkemizdeki STK’ların uluslar arası STK’larla ilişki kurma ve kıristalize olma dönemidir. Meslek odaları iktidar dışı kalacak ve siyasi kimliklerinden kurtularak, ayrıca muhalif kimliğinin yanı sıra yapıcı ve geliştirici uygulamaları geliştirerek yeni bir yapılanmaya girmişlerdir. Derneklerde bu tutumu benimseyerek, kamusal alanda özerk ve sivil politikalar yaratmıştır. Ayrıca 1980’li yılların sonları ile 1990’lı yılların STK’larda var olan çevre anlayışı, çeşitlenerek özellikle kentleşme, koruma gibi bir çok alana yaygınlaşmıştır.

Bu gün tespit edilmelidir ki; özellikle İstanbul’da yapılan Habitat 2 Kent Zirvesi sonucunda ülkemizdeki STK’lar, uluslar arası ve evrensel STK anlayışlarını nüans farkları olsa da yakalamıştır. Çanakkale’nin bu konuda iyi bir konumda ve iddialı olduğu gözlenmektedir.




  1. SİYASİ İKTİDAR-STK İLİŞKİSİ

Dünyada 200 yıllık bir süredir denenen Temsili-Parlementer demokrasi, yönetsel açıdan tek yetkili ve görevli olarak siyasi iktidarları görmektedir. Yaşanan süreçte bütün yetkileri bünyesinde toplayan siyasi iktidarlar yeterli başarıyı gösterememektedir. Özellikle kendi yandaş ve anlayışında ki kesimlerin çıkarına hizmet eden bu iktidarlar, toplumun bütününe yönelik sorunları çözmekte isteksiz ve yetersiz kalmaktadır.

Bu durumu tespit eden dünya devletleri yeni bir anlayış olan katılımcı demokrasi anlayışını 1980’lerden itibaren denemektedir. 1990’lı yıllarda yapılan Birleşmiş Milletler zirvelerinde önemli tartışma alanı yaratan bu yeni anlayış, tüm dünyada da tartışılır olmuştur.

Katılımcı demokrasi anlayışı STK’lara önemli işlevler yüklemektedir. Temsili demokrasi de var olan; tüm yetki, görev ve sorumluluğun siyasi iktidara ait oluşu, katılımcı demokraside siyasi iktidarlar ile STK’lara birlikte yüklenmektedir. Bu durum siyasi iktidarlar ile STK’ların kendi özerk yapılarını koruyarak ortaklık kurması temelinde gelişmektedir.

Katılımcı demokrasi yönteminin gelişmesi için 3 özelliğin olgunlaşması gerekmektedir.



  1. Siyasi iktidarların bu yöndeki paylaşıma açık olmalarıdır.

  2. STK’ların kendi alanlarında yetkinleşerek, kendilerini yapabilir kılması gerekmektedir.

  3. STK’ları oluşturacak bireylerin, duyarlı yurttaş kimliklerini kazanması gerekmektedir.

Bu üç özelliğin olmaması halinde özellikle STK’ların iktidar aracı haline dönüşmesi kaçınılmazdır. Halbuki sorun iktidar olmak değil, toplumun tüm sorunlarını, yeni sorunlar yaratmadan, evrensel sorumluluklarla çözülebilmesidir.

Çanakkale’de bu temelde bir girişimin ilk tohumlarının atıldığı gözlenebilir.
Yüklə 13,58 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə