Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə17/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   135

ratıyorsa,   reddedilebilirler.   “Nesnel   bir   doğa   gözlemcisi   olarak
yürüttüğüm faaliyet, bir insan olarak benim gücümü zayıflatsın, bu
mümkün mü?”,diye soruyordu Kierkegaard (Papirer, der. Heiberg,
vii. Bölüm, Kesim A, 182). Yani diyeceğim, başarı ve onay (ölçütü)
durumdan duruma ve o bilgi alanındaki insanların taşıdığı değerlere
göre değişir.
Özetle: bilimin değer ve kullanımı ile ilgili kararlar bilimsel ka-
rarlar değildir; bunlar “varoluşsal” denilen türde kararlardır; belirli
bir tarzda yaşama, düşünme, hissetme, davranma kararlarıdır. Bir-
çok insan hiçbir zaman bu tür kararlar vermemiştir; fakat şimdi bir-
çoğu buna zorlanıyor: “kalkınmakta olan ülkeler”in insanları Batı
dünyasının   nimetlerini   kuşkuyla   karşılıyor,   Batı   ülkelerinde   yurt-
taşlar teknolojinin yambaşlarında yükselen ürünlerine kuşkuyla ba-
kıyor (bu yazı Nisan 1986 Çemobil felaketinin hengâmesi arasında
yazıldı). îşte bilimci bir kültürden yana olmak ya da olmamak şek-
linde çıkacak  bir kararın  bu “varoluşsal”  niteliği nedeniyledir  ki,
son söz bilimin ürünlerine (TV cihazları; atom bombaları; penisilin)
ait değildir. Bu gibi şeyler ne tür bir hayat istediğimize bağlı olarak
iyi ya da kötüdür, yardımcı ya da yıkıcıdır.
İkinci olarak olgulardan söz edeceğim. Bilimci ve bilimci olmayan
kültürler   arasında   bilimci   değerlere   dayandırılarak   yapılacak   bi-
limsel bir karşılaştırmanın mutlaka birinciler lehine sonuçlanacağı
hiç   de   kesin   değildir.   Soyut   bilgi   ve   pratik   becerilerin   uzandığı
geniş   bir   alanda   bilimci   kültürün   çeşitli   üstünlükleri   vardır,   ka-
tılıyorum.   Ama   daha   başka   öyle   alanlar   vardır   ki   bilimsel-
teknolojik   yaklaşımın   üstünlüğünden   bahsedebilmek   çok   zordur.
Örneğin Batı dışına düşen uygarlık ve cemaatler üzerine tarihi araş-
tırmalar yapan bilginler açlık, şiddet, yabancılaşma, “azgelişmişlik”
ve bir zamanlar bol bol bulunan kimi mal ve hizmetlerin kıtlaşması
gibi olguların nedenlerinin, bu kültürlerin karmaşık, hassas fakat şa-
şırtıcı bir şekilde başarılı sosyo-ekolojik sistemlerinde Batı bilim ve
teknolojisinin yayılmasının neden olduğu bozulma ve yıkımlara da-
yandırılabileceğini ortaya çıkarmışlardır.
15
 Ya da yeterli sayıda
15. Dipnot   9’da   verilen   eserlere   ilaveten   M.  Watts’in  
Silent  Violence  adlı   eserine
başvurulabilir, Berkeley ve Los Angeles 1983.


hasta   alınıp   bunların   Batılı   en   gelişmiş   tıbbi   yöntemlerle   muayene
edildikten sonra iki ayrı grup halinde sınıflandırıldığını; daha sonra
birinci gruba onaylanmış Batılı, tıbbi (ki bu tür tek bir yöntem ol-
duğunu varsayalım) bir tedavi, diğerine akupunktur gibi bilimsel ol-
mayan bir tedavi uygulandığını düşünelim. Sonuçlar Batılı doktorlar
tarafında   incelensin   (gerekiyorsa   hastaların   uzun   dönemli   gözlem
altında tutulması da dahil olmak üzere). Ortaya ne çıkacak dersiniz?
Acaba   Batı   tıbbı,   Batı   standartlarına   göre   bu   tür   deneylerden   her
seferinde daha başarılı sonuçlarla mı ayrılacak? Yoksa çoğu kez daha
başarılı olduğu mu görülecek? Yoksa onun başarısız kaldığı ama diğer
yöntemlerin başanlı olduğu birtakım alanlar olduğunu mu göreceğiz?
Bütün soruların cevabı aynı: Bilmiyoruz.
Altında   bilimsel   maddecilik   ile   -kimi   zaman   basit   kimi   zaman
oldukça karmaşık- deneysel tekniklerden oluşmuş bir bileşimin imzası
bulunan büyük ve şaşırtıcı başarılar olduğunu hiç kimse inkar edemez.
Fakat   bunlar   münferit   olaylardır   ve   hemen   söz   konusu   bileşimin
evrensel   olarak   yararlı,   tüm   diğer   seçeneklerin   evrensel   olarak   işe
yaramaz   olduğunu   göstermezler.   Nedeni   basit.   Elimizde   test
edilmemiş   genellemeler   yerine   kanıtlar   zemininde   ortaya   konmuş
genel bir tablo yok. Bir de buna yaşlıların bakımı, delilerin tedavisi ve
küçük çocukların eğitimi (duygusal eğitim dahil) gibi hepsi de genel
esenliğimizin   bir   parçası   olan   konuların   sanayi   toplumlarmda
uzmanlara bırakıldığını, oysa başka kültürlerde bunların tümüyle aile
ya da cemaatin işi olduğunu ekleyin; ve sağlık konusunda elimizde
belirsizlik taşımayan bir tane bile ölçüt bulunmadığını aklınıza getirin
-sıhhat   farklı   zaman   ve   kültürlerde   farklı   farklı   değerlendirilir-;
bilimsel usûllerle bilimsel olmayan usûllerden hangisinin daha üstün
olduğu konusunun gerçekten bilimsel bir yoldan asla incelenmediğini
açıkça   göreceksiniz.   Bir   kere   daha   bilim   havarilerinin   kendi
imanlarına itimat telkin edecek bilimsel delillerden yoksun oldukları
anlaşılıyor. Bu, bilimi itham etmek değildir; yalnızca bir kere daha
diğer yaşam biçimleri karşısında bilimi seçmenin hiç de bilimsel bir
seçim olmadığını söylemektir.
Çok sık karşılaşılan bir iddia, bilimsel olmayan yaşam biçimleri
geçmişte
 incelenmiştir, der, bilimadamlan onlarla ilk kar-


şılaştıklarında   gerekli   kontrolleri   yapmış   ve   bilime   seçenek   oluş-
turmadıklarına karar vermişlerdir. Örneğin Kızılderili ilaçlan (ABD’de
19. yüzyıl pratisyen hekimleri arasında çok yaygındı), yerlerine yeni
ilaç   endüstrisinin   daha   üstün   ürünleri   bulunduğundan   ortadan
kaybolmuştur.
Bu   iddia   hem   doğru   değildir   hem   de   konuyla   bir   ilgisi   yoktur.
Doğru değildir çünkü, sözüm ona bilime dayalı pratiklerin elde ettiği
birçok   zafer   sistematik   karşılaştırmalı   araştırmaların   sonucu   değil,
onlardan   bağımsız   çeşitli   toplumsal   gelişmeler,   politik   (kurumsal)
baskılar   ve   bir   iktidar   oyunu   sayesinde   şişirilmiş   komik   kanıtların
sonucudur.   Yine   tıp   örneğini   alalım.   Paul   Starr’a   göre  (The   Social
Transformation of American Medicine, New York
1981),  daha   gayrişahsi   (ya   da   teknik   terimlerle,   daha   “nesnel”)   bir
yaklaşıma geçiş de dahil olmak üzere doktorların rolündeki tüm önemli
değişiklikler   büyük   ölçüde   tıbbi   bilgideki   gelişmelerden   değil,
toplumsal   gelişmelerden   kaynaklanmıştır.   Bu   toplumsal   gelişmeler
neyin izlenecek doğru tıbbi usûl sayılacağı üzerinde etkili olmuş ve o
sayede   ardında   herhangi   bir   araştırma   bulunmayan   bir   ilerleme
görüntüsü yaratılmıştır. Stanley  Joe Reiser  (Medicine and the Rise of
Technology,  Cambridge   1978),  yeni   teknolojilerin   rolü   üzerine   aynı
doğrultuda bir tartışma geliştirir. Cihazların gözlemci insandan daha
iyi   sonuç   verdiği   düşüncesi   mevcut   genel   gayrişahsileşme
(impersonality)  eğilimine  denk düşmüş ve o temelde  kişisel ilişkiye
dayalı   teşhislerin   peşinen   elverişli   olmadıkları   düşünülmeye
başlanmıştır. Sağlık alanındaki iyiye gidiş çoğunlukla, gelişmiş tıbbi
uygulamalara değil, düzgün v£ yeterli beslenme, koruyucu tedbirler,
çalışma   şartlarının   düzelmesi   ve   önemli   hastalıkların   tedaviden
bağımsız   olarak   belirli   aralıklarla   nüksetmesi   gibi   başka   nedenlere
bağlıdır   (ayrıntılar   için   bkz.   R.H.  Shryock,  The   Development  of
Modern Medicine, University of Wisconsin Press, Madison, Wisconsin
1979, s.319 vd.).
Lewis Thomas   ve  Peter  Medawar  gibi yazarların   bilimsel  tıbbın
başlangıcı   olarak   1930’ları   verdiğini   göz   önüne   alırsak   (krş.  The
London Review of Books, 12 Şubat-2 Mart 1983, s.3 vd.), ya, katı bir
bilimsel   bakış  açısıyla,  20.  yüzyıl  öncesi   tıbbının   altı   boş  bir   itibar
kazanmış   ve   aslı   astarı   olmayan   bir   ilerleme   göstermiş   olduğu
sonucuna varmak, ya da tıbbın bilimsel olmadan da pekâlâ


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə