ATATÜRK VE ÇAĞDAŞLAŞMA
(
*
)
Kızıltan ULUKAVAK
Büyük Atamızı kaybedeli 61 yıl oldu. Aradan geçen yarım
yüzyılı aşkın süre içersinde, kendileriyle ilgili yapılan konuşmalarda, okunan şiirlerde
şu sözcüklerin sürekli yinelendiğine tanık olunmaktadır:
“Atam izindeyiz”, “Atam izindeyiz”.....
Böyle bir genelleme yapmak doğru mudur?. Gerçekten,
toplumun tüm kesimleri, Atatürk’ün izinde midir ?. Bu sorular, ne yazıkki bugün,
“evet” denilerek yanıtlanamıyor.
Duvar panolarına da yazılan “Atam izindeyiz”, gerçekleri içeren,
doğru bir söylem değildir; bunun yerine “Atanın izinde olmalıyız” denirse, ancak o
zaman hem doğruyu ve hem de olması gerekeni açıklamak söz konusu olabilir.
Evet, Atanın izinde olunmalıdır. Bilimde, sanatta, sosyal ve
kültürel etkinliklerde, sanayide ve nihayet ekonomide çağdaş ülkelerin gerisinde
kalmamak için, kısaca çağdaşlaşmak için Atatürk’ün çizgisi izlenmelidir.
Söylemde değil, eylemde Atatürkçü olunmalıdır.
Çünkü Atatürk’ün çizgisi çağdaşlıkla örtüşür, Atatürkçülük
çağdaşlıkla özdeştir. Atanın izinde olunmalıdır demek, çağdaş olunmalıdır demekle
eş anlamlıdır.
Bu gerçekten hareketle bu yılki Atamızı anma toplantısındaki
konuşmamı, “Atatürk ve çağdaşlaşma” başlığı altında sunmaya çalışacağım.
Sözde Atatürkçülük bir tarafa bırakılırsa, özde Atatürkcülüğün
temelinde hiç kuşkusuz Atatürk ilke ve devrimleri vardır. Aslında Atatürk ilke ve
devrimleri birer araçtır; bu araçlarla ulaşılmak istenilen amaç çağdaşlaşmadır.
Atatürk’ün sözlüğünde çağdaşlaşma, asrileşmedir. 10. Yıl
Söylevinde, çağdaşlaşma, “muasır medeniyet” sözcükleriyle ve gür bir sesle tüm
cihana duyurulmaktadır. Atatürk;
“Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin
terakkisi için de bu yegane medeniyete iştirak etmesi lazımdır” der.
Uygarlığa katılmanın yolu ise, çağdaşlaşmadır.
Prof. Halil ĐNANCIK, Türk Tarih Kurumu’nun dergisi Belleten’de
1981’de yayınlanan “Atatürk ve Türkiye’nin Modernleşmesi” başlıklı makalesinde,
modernleşmeyi çağdaşlaşma anlamında kullanır ve Atatürk’e kadar modernleşmenin
(
*
)
10 Kasım 1999 günü Başbakanlık Yüksek Denetle Kurulu Konferans Salonu’nda yapılan konuşma
2
yalnız teknikte ve usullerde mümkün ve arzu edilir bir şey olduğunun düşünüldüğüne;
aslında modernleşmede hayat görüşü ve insan davranışındaki değişmenin çok daha
önemli olduğuna değinerek, Atatürk’ün başarısının ve haklılığının buradan
kaynaklandığını açıklar.
Gerçekten, 1683 Viyana bozgunu sonrası 1699 Karlofça ve daha
sonraki 1718 Pasarofça Antlaşmalarının ağır koşullarının şaşkınlığı ve hatta ezikliği
içersinde Osmanlı devlet adamları, sürekli yenilgilerin nedenlerini araştırmışlar,
ellerindeki harp araç ve gereçlerinin yetersizliğini görmüşler, Avrupa’dan getirttikleri
uzman subayların bilgilerinden yararlanmışlar, teknoloji transfer etmeye çalışmışlar,
ülke yönetiminde görev alacak asker ve sivil kişileri yetiştirecek Batıdaki örneklerine
uygun okulları da, Batılı öğretmenlerin yönetiminde açmışlar; 1839’da Tanzimat,
1856’da Islahat fermanlarını okumuşlar, Batının kanunlarını da almışlar ve nihayet
Meşrutiyetin 1876’da birincisini, 1908’de ikincisini ilan etmişler, ama yenilgilerin ve
gerilemelerin önünü bir türlü alamamışlardır.
Patrona
Halil
ve
Kabakçı
Mustafa
isyanları,
yeniçeri
ayaklanmaları, Padişah III.Selim’in katli, din elden gidiyor yaygaraları, şeriat isteriz
avazeleri, 31 Mart vakaları ve benzerleri yenileşmedeki başarısızlıklara neden
gösterilmek istenir.
Oysa, bunlar neden değil, uygulanan yöntemlerin yanlışlığının
doğal sonuçlarıdır. Osmanlı yenileşme hareketinin, kısır bir döngü olmasındandır.
Çünkü maddi unsurlardaki değişmeyle yetinilmektedir. Batının
sadece teknolojisinin ülkeye getirilmesi yeterli görülmektedir; yenileşme uzun bir
zamana yayılmak istenilmekte; yönetimde, toplumsal yapılanmada, yaşam biçiminde
ve düşünce bazında değişme ise, asla söz konusu olmamakta ve koruyucu
kimliğindeki kimi devletlerin bastırmasıyla, Müslüman olmayan azınlıklara yönelik
iyileştirmeler, ön planda tutulmaktadır.
Atatürk’ün başlattığı çağdaşlaşma hareketi ise toplumun
bütününü kucaklamaktadır; toplum yaşamının her alanını kapsamaktadır ve en
önemlisi rasyonalisttir, yani akılcıdır ve kısa sürede sonuç alabilmek için de radikaldir,
yani köktencidir.
Atatürk’ün başlattığı çağdaşlaşmanın, Osmanlının başarısız
kalan yenileşme çabalarından bir başka farkı da şudur.
Atatürk’ün
öngördüğü
çağdaşlaşma,
Batı
istiyor
diye
yapılmamıştır; çağdaşlaşma Batının desteği olmaksızın başarılmış bir uygarlaşma
sürecidir. Atatürk’e göre çağdaşlaşma aslında Batılılaşma değil, uygarlaşmadır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı nasıl Batıya karşı kazanılmış ise, çağdaşlaşma da Batıya
karşın gerçekleştirilmiştir. Çünkü Türklerin ulusallaşması da, çağdaşlaşması da
Batının çıkarlarına uygun değildir. Örneğin, şu olay ilginçtir:
3
1923 yılında Đngiliz Veliahdı Prens Edward’ı, ziyarete gittiği
Hindistan’da gemiden indiğinde, bir kaç mihrace dışında, yerli halktan hiç kimse
karşılamaz. Veliahd Prens, zamanın Đngiltere Kralı babası V. George’a yazdığı
mektupta, bunun nedeni, Gandi’den kaynaklanmış olabilir mi diye sorduğunda,
“hayır, bunun nedeni Türk kurtuluş savaşında aranmalıdır” yanıtını alır.
Ünlü gazeteci Ahmet Emin YALMAN’ın da şöyle bir anısı vardır.
Đngiliz Güyanı’nda bir yerli, YALMAN’ın Türk olduğunu öğrenince, “dost ve kardeş
sayılırız” der. YALMAN, “Müslüman mısınız ?” diye sorduğunda; “hayır, bağımsızlığa
susamış bir Hiristiyanım, sizin kurtuluş savaşınızın hayranıyım” yanıtını alır.
Bu gerçekler, Behçet Kemal ÇAĞLAR’ın şu dizelerinde en güzel
ifadesini bulur:
“Tıpkı ilk sesin gibi Samsun’dan Amasya’dan
Son sesin yükseliyor, Afrika’dan, Asya’dan”
Atatürk’e, o günlerde Batı değil, ezilen ülke insanları hayrandır.
O günlerin Batısı da, Türkiye’nin ne yapsa beğendiremediği bugünün Batısından
farklı değildir. Atatürk, onlardan değil, kendi ulusunun azim ve kararından güç alarak
yola çıkar.
Prof. Dr. Afet ĐNAN’ın belirttiğine göre, Atatürk anı defterine, çok
önceleri, 6 Temmuz 1918’de şunları yazar:
“ Benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben hayatı
içtimaiyemizde arzu edilen inkilabı bir anda, bir (coup) ile tatbik edeceğimi
zannederim”
Evet, zannederim diyor ve zannettiklerini de, yani devrimlerinin
en önemlilerini de çok kısa bir sürede Cumhuriyetin ilk 5 yılında, tamamını ise, 57
yıllık kısa ömrünün son 15 yılında gerçekleştiriyor.
Devrimler, Atatürk ilkelerinin uygulandığı alanlardır. Ancak,
Atatürk ilkelerinin gerekliliği ve geçerliliği uygulandığı dönemle sınırlı değildir. Çünkü
bu ilkeler değişmez, değiştirilemez kurallar içermemektedir; bilim ve akla
dayanmaktadır, tabu değildir, doğma hiç değildir; donmuş, kalıplaşmış nitelikleri
yoktur.
Aksine, hep yenilenmeyi, yeniden gözden geçirilmeyi öngörür;
durgun bir su değil, akan bir ırmaktır; yaşam denizine her an yeni sular taşır.
Bu, Atatürk ilkelerinden devrimciliğin bir gereğidir. Devrimcilik
ilkesi, değişen toplumsal ve siyasal koşullar ile teknik gelişmelerin yaşam biçimine
yansıtılmasını amaçlar. Bu açıdan, Atatürk’ün devletçilik ilkesi, kamu yararına uygun
olmak koşuluyla, bugünün özelleştirme anlayışıyla bir çelişki oluşturmaz.
Aslında, Atatürk ilkeleri, aradan 70 yıl da geçse karanlıkları
aydınlatmayı sürdürecek bir güçtedir. Bu nedenle, bu ilkelere ilişkin olarak
günümüzde bir kısım çevrelerde başlatılan tartışmalar gereksizdir.
4
Örneğin, Atatürk’ün Cumhuriyetçilik ilkesiyle, egemenliğin bir
hanedandan alınıp, ulusa verildiği; toplumda yönetimin çağdaşlaştırıldığı gözardı
edilerek, son zamanlarda kimi çevreler, Cumhuriyet-Demokrasi tartışması açabiliyor.
Atatürk Cumhuriyeti demokrasiye yöneldiği için ve dikta
yönetiminin değil, halk yönetiminin ilke ve kuralları egemen olduğu için çağdaştır.
Bu gerçeklerin doğru olmadığı savında bulunanlara, Atatürk’ün
kendi el yazısıyla hazırladığı ”Medeni Bilgiler Kitabı”nda yer alan “Demokrasi
prensibinin, en asri ve mantıki tatbikini temin eden Hükümet şekli Cumhuriyet’tir”
satırları en güzel yanıtı oluşturur.
Aynı kitapta Atatürk tarafından, insan hak ve özgürlüklerinin
anlatılması ve çağdaş yurttaşlık bilgilerinin verilmesi ise, dikta rejimlerinde insan hak
ve özgürlüklerinden söz edilemeyeceği için, Atatürk’ü diktatörlükle suçlamaya
kalkanların haksızlığını kanıtlamaya yeter.
Atatürk’ün sadece Cumhuriyetçilik ilkesi değil, Milliyetçilik ilkesi
de çağdaştır, gerçekçidir; ırkçı ve kafatasçı değildir. Atatürk sözkonusu Medeni
Bilgiler Kitabı’nda:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”
der ve 10. Yıl Söylevi;
“Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişiyle son bulur.
Atatürk’e göre etnik köken önemli değildir; mutluluk için Türk
olmak değil, Türküm demek yeterlidir. Atatürk, Ziya GÖKALP’ten de esinlenerek,
“Aynı harstan olan insanlardan oluşan topluma millet denir” demektedir. Hars
birliğini, yani kültür birliğini uluslaşmanın koşulu görmekte; ulus’un tanımında, din ve
ırk ögelerine yer vermemektedir.
Uluslaşma, toplumun “ümmet” anlayışına göre değil; ortak
kültüre ve ortak çıkarlara dayalı bir toplum olarak yapılaşmasıdır. Dinsel değil, ulusal
çıkarlara göre yönetilmesidir.
Türk milliyetçiliğinin önde gelenlerinden Prof. Dr. Remzi Oğuz
ARIK’a göre, 900 yıl Atatürk’e gelene kadar beklenildikten sonra, Türk Vatanı’ndan,
Türk Devleti’nden ve Türk Milleti’nden söz edilebilmeye başlanmıştır.
Gerçekten, nasıl her ülke, o ülkede yaşayanların adıyla
anılıyorsa, Fransızların toprağına Fransa, Đspanyolların ülkesine Đspanya deniyorsa,
Türklerin vatanı da Türkiye olarak adlandırılacaktır. Bu da genel kabul gören, çağdaş
bir anlayıştır.
Hiç kuşkusuz çağdaşlaşmanın ve dolayısıyla Atatürk’ün çok
önemli bir ilkesi de laikliktir. Laikliğin özü şudur: Din baskı altına alınmamalıdır, ama
din de, toplumsal bir baskı aracı olmamalıdır.
5
Laiklik ilkesi, önce egemenliğin dinsel kaynaklı değil, ulusta
olduğunun duyurulması ve kabul ettirilmesiyle uygulama alanı bulmuştur. Daha
Cumhuriyet kurulmadan Erzurum ve Sıvas Kongrelerinde “milli irade”den söz
edilmesi, egemenliğin kaynağının laikleştirilmesidir. Sonra saltanatın ve hilafetin
kaldırılması ise, Devletin laikleştirilmesidir.
Bunların hemen ardından hukuk laikleştirilmiştir. Hukukun
laikleşmesiyle, devlet yönetiminde ve bireysel ilişkilerde değiştirilemez bilinen kurallar
yürürlükten kaldırılmış; Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi sayılan. Padişahın kul’u
değil, Cumhuriyetin, hak ve özgürlüklerle donatılmış yurttaşı olunmuştur.
Hukukun
laikleştirilmesi,
beraberinde
sosyal
yaşamın
laikleştirilmesini getirdi; kadın hakları gündeme geldi; kadınlar, toplumda erkeklere
eşit bir statü kazandı.
Prof.Dr. Turhan Feyzioğlu, Atatürk Araştırma Merkezi yayını,
Atatürk Yolu kitabında 1981’de şunları yazar:
“Anne olarak, eş olarak, kız ve kızkardeş olarak kalplerimizde o
kadar sevgi duyduğumuz insanların kanunlarla hor görülmesi çok yanlıştı.”
Bu yanlışlığı, Ziya GÖKALP;
“Bu mahluklar nasıl hakir olur şer’in gözünde ?
Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin sözünde” dizeleriyle dile getirir.
Yanlışlıklara, 1926’da Medeni Kanun son verdi; laik ve
dolayısıyla çağdaş bir yurttaşlık yasasına kavuşuldu, yurttaşlara çağdaş haklar
tanındı.
Aslında, çağdaş toplum için tek başına çağdaş kurumlar yeterli
olamazdı; çağdaş hak ve özgürlüklere sahip, çağdaş bireylere gereksinim vardı.
Osmanlının son yüzyılında Batıdan çağdaş kurumlar alınmasına karşın, başarılı
olunamaması da bunu kanıtlıyordu.
Bu nedenle, toplumun çağdaşlaştırılması için önce, birey
çağdaşlaştırılmalıdır; bunun da yolu eğitimin çağdaşlaştırılmasından geçmektedir.
Medresede nakle dayalı, mektepte akla dayalı bilimlere göre yapılan eğitimin ortaya
çıkardığı sorunları sona erdirmede, Öğretim Birliği Yasası öncü olmuştur.
Günümüzün sözcükleriyle Atatürk’e göre, “Yaşamda en gerçek
yol gösterici bilimdir, fendir. Bilimin ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır,
bilgisizliktir, sapıklıktır”
Eğitimin
çağdaşlaştırılmasında
tüm
görev,
Atatürk’ün,
“gelecekteki
kurtuluşumuzun
saygıdeğer
öncüleri”
olarak
nitelendirdiği
öğretmenlerindir. Şu sözler, bugünkü dille Atatürk’ün öğretmenlere yüklediği
görevin önemini ve onlara verdiği değerin yüceliğini gösterir:
6
- “Savaş alanında kazanılan zaferlerin kalıcılığı, ancak irfan
ordusuyla sağlanabilir.”
- “Yeni kuşakları, Cumhuriyetin özverili öğretmenleri, Sizler
yetiştireceksiniz; yeni kuşak Sizin eseriniz olacaktır.”
- “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir ulus, ulus adını almak yeterliliğini
kazanmamıştır.”
Cumhuriyet kuşakları Atatürk’ün bu direktiflerini ilke edinen
öğretmenlerin eseridir; bu öğretmenler Atatürk Cumhuriyetinde çağdaş toplumun
mimarları olmuşlardır.
Konuşmamın burasında, yıllık iznini kullanması nedeniyle, şu
anda aramızda bulunmayan, Kurulumuzun çok değerli Başdenetçisi Sayın Ünal
ŞERAFETTĐNOĞLU’nun 25.11.1998 tarihli bir şiirini Sizlere okumalıyım. Bunun için
telefonla kendilerinin Olur’larını aldım; saygıdeğer dostum ŞERAFETTĐNOĞLU’nun
duygularını Sizlerle paylaşmak istiyorum.
HATĐCE ÖĞRETMENĐM
Mümessil;
“Türkan Öğretmen, bizim sınıfı bırakmış...”
Dedi.
Bütün gece gözüme uyku girmemişti.
Başımdan yorganı çekip, ağladığım da olmuştu...
Ertesi gün başöğretmenle sen çıkageldin,
Hatice Öğretmenim...
Daha ilk ders bitmeden
Hepimize sevdirmiştin kendini.
Ne çok okul şarkısı,
Bir de ninni öğretmiştin
Evde bebeğine söylermişsin...
Ya masallar okuyuşun
Hiç, hiç unutamadığım masallar.
Ortaya ön sıraya gelir,
Sıranın üzerinde otururdun;
Çevresine yavrularını toplamış,
Sevgi dolu bir anne gibi...
Bir gün gene böyle oturdun,
“Size Atatürk’ü anlatacağım” diyordun.
Bir anda hepimiz daha sıklaşmış,
Birbirimize sokulmuştuk
Seni can kulağıyla dinleyebilmek için.
“Çocuklar tıpkı, sizin yaptığınız gibiydi,”
7
“Bütün milletçe O’nun çevresinde toplandık.”
“Millet birlik olunca O, Başkomutan oldu.”
“Vatan birdir bölünmez”
“Düşman gitmeden yurttan, Ecel gelse ölünmez.”
“Ayrı gayrı olamaz. Ne ümmetiz, ne sus pus;
Bu bölünmez vatanda, kenetlendi bu Ulus.”
“Çocukları çok sevdi; onlara bayram verdi.”
“Eserlerini sevdi, en büyük eserini;”
“Laik Cumhuriyeti,”
“Türk gençlerine verdi.”
“Uygar olalım dedi, zamanla da yarıştı,”
“Her şeyi milletine öğretmeye çalıştı”
Diye anlatıyordun.
On Kasım olduğundan gözlerin buğulansa da;
Anlatırken bunları bize gülümsüyordun.
Çünkü sen bir ATATÜRK kızıydın öğretmenim,
O’nun çocuklarına, O’nu öğretiyordun.
Başka zaman olsaydı belki de soramazdım,
Çıt bile yoktu çünkü, sınıf seni dinlerken;
Yavaş bir sesle sordum;
“O bir öğretmen miydi ?”
“Her şeyi bilir miydi ?”
Bana doğru eğildin,
Tatlı gülümsemene, bir de ciddiyet kattın,
Bütün sınıfa dönüp, sorumu yanıtladın:
“Elbette yavrum” dedin,
“Hem de Başöğretmendi...”
Başöğretmen ATATÜRK !
Bu yurdun öğretmeni !
Bütün eserlerini, her şeyi öğretmeni,
Bu Cumhuriyet kızı, Hatice Öğretmeni
Dinledikçe öğrendik,
Öğrendikçe çok sevdik,
Hem de pek çok sevdik.
Bütün eserlerine:
Korkmaz bekçi kesildik
ANKARA 23.11.1998
Sayın ŞERAFETTĐNOĞLU ile ben aynı yıl doğmuş olmakla,
aynı kuşaktanız; kendileri yurdumuzun Güneydeki bir il merkezinden; ben Kuzeydeki
bir ilce merkezindenim. Yörelerimiz çok farklı olmasına karşın, öğretmenlerimiz aynı;
benim öğretmenlerim de Sayın ŞERAFETTĐNOĞLU’nun Hatice öğretmeni gibiydi.
Bizim kuşağı, yurdun her yerinde hep, çağdaş ve Atatürkçü öğretmenler okuttu..
8
Bugün Atatürk ilkelerine aykırı davranışlardan söz ediliyor;
toplumda çağ dışı akımların varlığından yakınılıyor; gerekli önlemlerin alınması
zorunluğu, ülke gündemindeki yerini ve önemini koruyor.
Demekki, toplulumumuz bireylerinden bir bölümü, Hatice
öğretmenlerden yoksun bırakılmış oluyor. Bu yoksunluk sonuçta, çağdaş kimlikten
yoksunluğa yol açıyor.
Çağdaş kimlik nedir ?
Bundan 20 gün önce, 21 Ekim 1999 tarihinde çağ dışı karanlık
güçlerin hunharca katlettiği, değerli bilim adamı, Kemalizm’in yılmaz savunucusu
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, Haziran/1996 tarihli bir makalesinde Atatürk’ün
kazandırdığı çağdaş insan kimliğini şöyle tanımlar :
“Batıya karşın, batının düzeyine ulaşma istencine (iradesine)
sahip bir kimlik... Dinine saygılı, ama laik... Ulusal değerlerine bağlı, ama insancıl...
Kökeninden kopmamış, ama evrensel.. Geçmişiyle onur duyan, ama ulusların
eşitliğini savunan...”
Bu kimliği, uygulanacak yeni eğitim ve öğretim yöntemleriyle,
toplumumuzun tüm bireylerine kazandıracak, çok sayıda Hatice öğretmenlere bir an
önce kavuşmak dilek ve özlemiyle sözlerimi bağlıyorum.
Büyük Atamızın aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.
Sizleri saygılarla selamlıyorum.
10 Kasım 1999
KIZILTAN ULUKAVAK
Dostları ilə paylaş: |