Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, bu da yeni bir anlayış yaklaşımını beraberinde getirmiştir



Yüklə 124,5 Kb.
tarix17.11.2018
ölçüsü124,5 Kb.
#80998


Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, bu da yeni bir anlayış yaklaşımını beraberinde getirmiştir. Temel felsefe Bati normlarına göre modern bir Türkiye’nin oluşturulmasıdır.

Öncelikle, Osmanlı İmparatorluğunun son 150 yılının incelenmesi, yapılacak tespit ve değerlendirmelere ışık tutması açısından önemlidir.

Ağırlıklı olarak Batılaşma Hareketi, 1839 yılında yayınlanan Tanzimat Fermanı ile başlamıştır. Daha sonra hayata geçirilen 1. Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyet Hareketlerini 1923 Cumhuriyetin ilanı izlemektedir. 1. ve 2. Meşrutiyet Hareketleri, Padişah yetkilerinin bir kısmının meclise devrini öngörmektedir. Cumhuriyetin ilanıyla, ekonomik, sosyal, hukuksal ve eğitim alanları basta olmak üzere birçok yeniliklerin hayata geçirilmesi ilkeleri benimsenmiştir.

Osmanli Imparatorlugu; 1878 Osmanli - Rus ve Balkan savaslari, 31 Mart Vakasi, 2. Mesrutiyetin ilani, bir oldubitti ile Birinci Dünya Savasina girmesi ve hezimete ugramasi ile son bulmustur.

Osmanli Imparatorlugu’nun hezimete ugramasinin nedenlerini degerlendiren Mustafa Kemal ve arkadaslari, “Hezimetin asil nedeninin, sanayi alaninda önemli mesafeler almis olan ülkelerle, tarimsal gelismeyi dahi tamamlayamamis olan bir ülkenin mücadele edemeyecegi ve basari saglayamayacagi” tespitinde birlesmislerdir. Üstyapida yapilacak degisikliklerin hayata geçirilebilmesi için altyapinin da bu dogrultuda hazirlanmasi düsüncesi hakim olmaya baslamistir.

1-CUMHURIYET ÖNCESI MADENCILIK

Birçok görüs ve düsüncenin yaninda asil hedefin sanayilesme olmasi gerçeginden hareketle, Cumhuriyetin ilk yillarindan itibaren çalismalara baslanmistir.

Sanayinin ana girdisi olan dogal kaynaklara Osmanli nasil bakmistir? Osmanli döneminde ülkenin dogal kaynaklari nasil üretiliyordu.? Bati, Osmanli topraklarindaki dogal kaynaklara nasil bakiyordu?. Kisaca bunlarin üzerinde durmak gerekir.

Osmanlilar, maden kaynaklarini kamusal varlik sayarak devlet gereksinimlerine tahsis etmisler, özel mülkiyet konusu yapmamislardir. Üretim biçimi olarak “kürecilik” denilen bir yöntem uygulamislardir. Yükümlüler, bazi vergi ve yükümlülüklerden muaf tutulur ve kendilerine ücret olarak ürünün beste biri verilirdi. Bu yöntem çesitli aksaklik ve olumsuzluklarla 19. Yüzyila kadar devam etmistir.

Osmanli, madenlerini agirlikli olarak ordusuna silah ve cephane, hazinesine de sikke(para) temini amaciyla isletmistir. Cevherleri mamul maddeye dönüstürme ve daha çok kar elde etme düsüncesi olmamistir.

19. yüzyil, Osmanli Imparatorlugu’nun Bati sermayesi ve sanayiine açildigi yillardir. Bu dönemde, Batililar birçok ruhsatlar alarak üretime baslamislardir. 1820’li yillarda bulunan Eregli Kömür Havzasi’nda “Madenciyan” denilen kisiler ocaklar açmislardir. 1858 yilinda çikarilan Arazi Kanunu ile ilk kez yasal kurallar konulmustur. 1906 yilina kadar, çikarilan çesitli nizamnamelerle madencilige yön verilmeye çalisilmistir. 1906’da yürürlüge giren Maden Nizamnamesi,1954 yilinda çikarilan Maden Kanunu ile yürürlükten kaldirilmistir. Ancak Tasocaklari nizamnamesi hala yürürlüktedir. Osmanli döneminde Batililar (Almanya, Fransa, Ingiltere, Rusya) bakir, krom, kursun, bor ve kömür madenleri ile ilgilenmisler ve küçük isletmeler kurmuslardir.

19. yüzyilin ilk çeyreginde bulunan Zonguldak Maden Kömürü Havzasi, 1860’li yillarda buhar makinelerinin gemilerde kullanilmasina baslamasindan ötürü stratejik bir öneme sahip olmustur. Osmanli Devleti de savas gemilerinde buhar makinesi kullanmaya yönelmisti. Buhar makinelerinde odun kullanmanin elverisli olmamasi ve Ingiltere’den kömür ithal edilmesi pahaliya mal olmakta ve savas gemilerinde kullanilan kömürde disa bagimli olmak, yetkilileri düsündürmektedir. Zonguldak Tas Kömürü Havzasi’nin bulunus tarihi 1829 olarak kabul edilmektedir. 1848 yilinda bir fen heyeti Eregli’ye giderek Havza’nin sinirlarini belirlemis ve saha, 1848 yilinda, Padisahin (Abdülmecit) kisisel mallarinin hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya bagli Emlak-i Sahane arasina alinmistir. Bu Ferman Eregli Kömür Havzasinin isletme tarihinin 1848 oldugunu belgelemektedir.

1848’den 1940 yilina kadar Havzanin yönetimi ;asagida görüldügü gibi gerçeklesmistir.


  • Hazine-i Hassa idaresi (1848-1865)

  • Bahriye (Donanma) dönemi (1865-1908)

  • Havzada Nafia Dönemi (1908-1909)

  • Ziraat Ticaret ve Orman Nezareti Dönemi (1909-1921)

  • Milli Mücadele Dönemi (1921-1923)

  • Cumhuriyetin ilk 17 yili (1923-1940)

Bu dönemlerde Havza’da üretim; Ingiliz, Fransiz, Alman ve Italyanlarin himayelerinde, agirlikli olarak bu devletlerin çikarlari ve yönlendirmeleri dogrultusunda gerçeklestirilmistir. Üretim 1923 yilinda 597 bin ton iken, bu rakam 1936 yilinda 2 milyon 299 bin tona ve 1940 yilinda 3 milyon tona çikmistir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasindan sonra Havza’nin ulusal çikarlara hizmet edecek biçimde degerlendirilmesine önem verilmistir ve “Maadin ve Sanayi Mekteb-i Alisi” kurulmustur. 1924 yilinda kurulan ve 1932 yilinda kapanan okuldan yaklasik 70 civarinda maden mühendisi mezun olmustur. Bu yillarda Zonguldak Maden Mühendisi Mektebinden ve yurt disindan mezun olanlarla birlikte toplam maden mühendisi sayisi 100 ün altindadir.

1924 yilinda Türkiye Is Bankasi’nin kurulmasiyla madencilik alanina yeni yatirimlar yapilmis ve Havza’da 4 sirket faaliyete geçmistir. Havza’da üç lavvarla, Kozlu’da 10 mw. lik bir elektrik santrali isletmeye alinmistir. 1940’- larda Çatalagzi Termik Santrali ile Sömi-kok ve biriket fabrikalari kurulmustur. Havza 3467 sayili Füziyon Kanunu ile Etibank’a devredilmistir

2-1923-1940 MADENCILIK SEKTÖRÜ

Lozan Baris Görüsmeleri sirasinda gerçeklestirilen Izmir Iktisat Kongresi (17 Subat – 4 Mart 1923), Cumhuriyet döneminde izlenecek ekonomik politikayi saptiyordu. Bu kongrede özel sektör öncülügünde liberal bir politika benimsenmistir. Izmir Iktisat Kongresi’nin “Sanayi ve sorunlari” bölümünde Sanayi Bankalarinin kurulmasindan söz edilmektedir. Bu dogrultuda, 1924 yilinda Is Bankasi ve 1925 yilinda maden isletme ve kredi saglama amaciyla Sanayi ve Maadin Bankasi kurulmustur. Kongrede, yabanci sermayenin Türk yasalarina uyma kosuluyla faaliyet gösterebilecekleri benimsenmistir

Izmir Iktisat Kongresi’nde kabul edilen kalkinma ve sanayilesme politikalari dogrultusunda yabanci sermaye, kömür, bakir ve krom maden isletmeciligi basta olmak üzere, bu sektöre ortakliklar seklinde girmistir. Bu dönemde Devlet, özel sektörün gelismesini tesvik etmek amaciyla, 28 Mayis 1927’de, 1055 Sayili Tesvik Yasasi’ni çikarmistir.

1923 yilinda baslayan bu model istenen basariyi saglayamamistir. Ve 1932 yilinda yeni bir degerlendirme ile Devletçilik Politikalari benimsenmistir.

1932 yili maden üretimleri söyle gerçeklesmistir. Taskömürü 1.178.255 ton, linyit 14 000 ton ve kromit 55 000 ton dur. Bu rakamlar sanayilesme iddiasinda olan bir ülke için yeterli düzeyde degildir.

 

1930’lu yillara kadar, gerek Osmanli Dönemi ve gerekse cumhuriyet döneminde, ülkenin dogal kaynaklarinin tespitine yönelik bilimsel çalismalar yapildigini söylemek mümkün degildir. Bu belirsizligin ortadan kaldirilmasi amaciyla maden aramalarina baslanmasi gerektigi bilinciyle 14 Haziran 1935 yilinda Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kurulmustur (MTA). Bu kurulusun bütün giderleri ile yatirimlarinin her yil Devlet Bütçesinden karsilanmasi prensibi ile;


  1. Memleketimizde isletilmeye elverisli maden yataginin bulunup bulunmadigini,

  2. Isletilen maden ve tasocaklarinin da daha faydali surette isletilmelerinin neleri gerektirdigini; arastirmak, fenni ve jeolojik tetkikler, kimyasal tahliller yapmak, proje ve raporlar hazirlamak, verimlilik hesaplari yapmak, bütün teknik ve bilimsel isleri görmek, memleketin madenlerinde ve maden sanayiinde mühendis ve kalifiye eleman yetistirmek üzere kurulmustur. Lüzumlu ve yararli görülen sahalarda arama yapabilmesi için de arama ruhsati alma sorumlulugundan muaf tutulmustur.

Ayni gün (14 Haziran 1935) MTA ile birlikte 2805 sayili yasa ile, “Madencilik, Enerji Üretimi ve Dagitimi alanlarinda faaliyet göstermek üzere” ETIBANK kurulmustur.

Etibank’a, kurulus kanununun 5. Maddesinde “MTA’nin arastirmalari sonucunda verimliligi ve isletilebilirligi tespit olunan sahalarda Bakanligin onayi ile isletmeler kurup, üretimi gerçeklestirmek görevleri verilmistir. MTA, ekonomik degere haiz sahalari ilgili Bakanlik kanaliyla Etibank’a devretmeye, ETIBANK da, bu kaynaklari isletmeye zorunlu kilinmislardir.

Ayni zamanda Etibank ruhsat alabilir, ruhsat devir alabilir ve elde ettigi haklari ya da hisseleri baskalarina satabilir, devir edebilir. Her türlü cevheri ve hammaddeyi alip satabilme yetkileri bu kanunla Etibank’a verilmistir.

2804 ve 2805 sayili yasalarla olusturulan bu iki kurulus, madencilik sektörüne yeni bir anlayis, yeni bir yaklasim ve saglikli bir degerlendirme getirmistir. Bu çalismalar, dönemin yönetim kadrolarinin, madenciligin, ülkenin gelecegindeki yeri ve önemini saglikli biçimde degerlendirdiklerinin göstergesidir.

24 Haziran 1935’de 2819 sayili kanunla Elektrik Isleri Etüd Idaresi (EIEI), ülkemizin elektrik enerjisine yönelik potansiyelinin saptanmasi amaciyla kurulmustur. Bu kurulusun faaliyetleri de Devlet Hizmeti olarak benimsenmistir.

Sümerbank, MTA, Etibank ve EIEI’nin kurulmasiyla devletin sanayi alanindaki kurumsal altyapisi tamamlanmistir.

 

Atatürk’ün 1935 yili TBMM açilis nutkunda madencilikle ilgili görüsleri söyledir:

Maden Isleri yeni bir açilma devresindedir. Maden Mühendislerimizi ihtiyaca yeter sayi ve degerde yetistirmeye önem vermek gerekir”.

Kömür Havzasinin rasyonel isletilmesi için tedbirler aramak da lazimdir”

Maden Isletilmesi inkisaf (gelisme) halindedir. Madenlerimiz bizim baslica döviz kaynagimiz oldugu için de yüksek dikkatinizi celbe (çekmege) degerlidir”.

MTA’nin çalismalarina azami inkisaf vermesini ve bulunan madenlerin planli sekilde hemen isletmeye alinmasi lazimdir. Elde bulunan madenler için üç yillik bir plan yapilmalidir”.

3-1940-1980 MADENCILIK SEKTÖRÜ

EIEI, enerji potansiyelinin saptanmasi, ülkenin enerji ihtiyacinin karşılanması, kömüre dayali termik santrallerin hayata geçirilmesi ile görevlendirilen Etibank ve linyit potansiyelinin saptanmasi hususunda MTA, 1935 yilindan sonra önemli projeler üzerinde çalismalara hemen baslamislardir. Seyitömer, Soma ve Tavsanli bölgelerinde arama ve üretim çalismalari için gerekli yatirim kararlari alinmistir. Bu dönemlerde ülkemizin toplam linyit üretimi 150 bin ton civarindadir.

Sanayilesme hedefine ulasilabilmesi için demir ve çelik üretiminin gerçeklesmesi gerekir. 1937 yilinda temeli atilan Karabük Demir Çelik Fabrikalari 1939 yilinda üretime geçmistir. Hammadde ihtiyacinin karsilanmasi amaciyla demir aramalarina baslanmis ve Divrigi A Kafa Demir Yatagi 1938 yilinda isletilmeye alinmistir.

Türkiye’nin yeralti kaynaklarinin aranmasi ve isletilmesiyle ilgili özet bilgileri aktarmaya çalistik. 1930 ve 1940 yillari arasinda devletin öncülügünde sanayi, enerji yatirimlari ile dogal kaynaklarin aranmasi, üretimi ve mamul maddeye dönüstürülmesi çalismalari sürdürülmüstür.

Dönem içerisinde, ülkenin petrol rezervlerinin saptanmasi ve isletilmesi, krom, bakir, manyezit, çinko ve kursun basta olmak üzere birçok madenin aranmasi ve üretimiyle ilgili projelendirme çalismalarinin yürütüldügünü görmekteyiz. Genel bir bilgi vermesi açisindan 1938 yili krom üretimi 280 bin ton, ihracati ise 200 bin tondur. 1929 bilister bakir üretimi 65 ton dur. 1940 yilinda 3600 ton kursun, 845 ton da manyezit üretilmistir.

Bor, elementer olarak son yüzyilda kullanilmaya baslanmistir. Ancak bilesenleri daha eski zamanlardan beri bilinmektedir. Yurdumuzda ilk bor tuzu yatagi 1815 yilinda Balikesir ili Susurluk ilçesinde bulunmustur. 1865–1917 yillari arasinda Türk, Fransiz, Ingiliz ve Italyan girisimcilerin ruhsat aldiklari görülmektedir. Daha sonra dünya çapinda bir kartel kuran Ingiliz Borax Consolidated Ltd. Sirketi tarafindan birer birer ele geçirilmistir.

Osmanli Devleti’nin son dönemlerinde Türkiye’nin maden zenginliklerinin nasil sömürülügünün anlasilmasi bakimindan, 1865 yilinda Sultançayiri imtiyazinin Dasmasurez sirketi tarafindan alinip isletilmesi ve daha sonraki gelismeleri inceliyelim.

Bebek’te mermer isleri ile ugrasan Polonyali mülteci, eski ortagi Fransiz Decmezures’e alçi tasindan yapilmis heykeller hediye eder. Heykellerde yüksek oranda boraks oldugunu anlayan Fransiz, Türkiye’ye gelir ve Sultançayirin’da pandermit üretimine baslarlar ve Paris civarinda bir boraks rafine tesisi kurarlar. Ancak üretilen cevheri alçitasi adi altinda yillarca ucuz deger ve harçlar ödeyerek yurt disina sevk ederler. Üretime baslamalarindan 17 yil sonra hile ortaya çikarilir ve faaliyet durdurulur. Sirket bazi hileli yollarla bir süre daha cevher sevkine devam eder.

 

Bu olay, Bati’nin Anadolu’daki hammadde kaynaklarina nasil baktigi, hammaddeyi götürerek sanayi tesislerini kendi ülkelerine kurduklari, bunun yaninda hileli yollarla dogal kaynaklarimizi nasil ucuza kapattiklari ve genel zihniyetlerini yansitmasi açisindan düsündürücüdür.

Ülkemizin bor yataklari, Milli Mücadele’den sonra da, uzun yillar Avrupa’nin asit borik üretimi için degerli hammadde kaynagi olmaya devam eder. Borax Consolidated Ltd., Amerikali kartel ortagi ile Türkiye’deki üretimi, dünyanin baska yerlerindeki yataklarin kullanilma durumuna göre, çikarlarina uygun, fiyat ve satis politikalari ile yönlendirmeye çalismislardir. Bu her iki kartel Türkiye’de hiçbir zaman rafine tesis kurmayi istememis ve düsünmemistir. Bu iki kartel, 1950’li yilarda da Türkiye’yi kendi çikarlari dogrultusunda yönlendirmeye devam ederler. (1950 yilinda bor ihracati 11.700 ton)

1950’li yillarin ikinci yarisinda Etibank bor tuzlariyla ilgilenmeye baslar. Çesitli sikintilara ragmen bor türevlerini üretip ihraç etme başarısını göstermistir. Etibank’in üretime baslamasindan sonra (1960) üretim 97,5 bin tona yükselmistir.

1958 yilindan sonra bor yataklarina ciddi yatirimlar yapilmistir. Bor türevlerini üretecek fabrikanin yabancilar tarafindan kurulmayacagini, oyalama politikalarinin devam edecegini anlayan hükümet, Polonya Polimax kurulusuyla temasa geçerek 1 Haziran 1964 yilinda Bandirma Boraks ve Asit Borik -Fabrikalarinin temelini atarlar.

 

Bati’nin, bu yillardaki ülkemizin madenlerini, hammadde olarak götürme anlayisi, zaman zaman günümüzde de devam etmistir. Örnegin, 1980’li yillarin baslarinda arama çalismalari tamamlanan Trona, basta FMC, Solvey ve RTZ gibi firmalarin yillarca oyalamalari sonucu bir türlü üretime geçilememistir. Ancak bu konuda Türkiye’nin de üretimi saglayacak gereken stratejileri gösterebildigini de söylemek zordur.

Dünya bor rezervlerinin %60’ini elinde bulunduran ülkemizin, dünya pazarinda söz sahibi olmasi, bor üretimini artirmasi, nihai ürünlere yönelmesinin dogrulugu 70 li yillarda tartisilmis ve 2172 sayili yasa ile tüm bor sahalari Etibank’ a devredilerek tekel olarak kamunun eline geçmistir.

Bor yataklarinin üretimi ve pazarlanmasi Kamu isletmeciligine geçtikten sonra arama çalismalarina hiz verilmis, rezervler 2 milyar tona çikmis, nihai ürün eldesine yönelik politikalar gelistirilmis, uzun yillar 25-30 milyon dolar olan yillik ihracatlar, bugün 250 milyon dolarlara ulasmistir. Günümüzde bu tablo da yeterli olmamakta, uç ürünlere yönelik endüstriyel yatirimlarin süratle gerçeklestirilmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin sanayilesmesini istemeyen Bati’li ülkeler borda oynadiklari oyunlari diger madenlerde de uygulamislardir. Antalya Elektrometallurji Sanayi A.S’nin kurulmasi çalismalarinda, Fransiz Pechiney-Compadec Grubu, Etibank’ la yaptigi uzun görüsmeler ve oyalamalar sonucu, hisselerin %60’i Etibank’in, %40’i Fransiz Grubunun olmak üzere bu sirketin kurulmasina karar verilir. Ithal edilecek hizmet ve malzeme karsiligi olan 3.5 milyon dolarin 715 bin dolari Fransiz grubunun sermaye istiraki, kalan kismi ise kredi olarak verilecektir. Sonradan fabrikanin Türk lirasi maliyeti yükseldigi, disardan isletme sermayesi de getirilmedigi için Pechiney’nin payi %20’ye inmistir. Kurulacak olan tesiste 8000 ton düsük karbonlu ferrokrom ve 4000 ton karpit üretilecektir.

. Üretilen ferrokromlarin ihracatini Fransiz sirketi yapacaktir. Fiyatin düsük gösterilmesi nedeniyle sirket Etibank’a borçlarini hiçbir zaman ödemeyerek, tesisin ekonomik olarak sikintiya girmesine neden olmustur. 1960 yilinda sirketin Genel Müdürü Ankara’ya çagrilarak fabrikayi kurmaya mecbur edilmistir. Pechiney firmasinin oyalama taktikleri uzun yillar devam eder. Uzun mücadeleler sonucu mahkemenin taktir ettigi bedelin %10 fazlasiyla sirket 97 milyon 200 bin TL bedelle Etibank tarafindan satin alinir. Sirket, Etibank’a geçtikten sonra Pechiney nin 270 dolara ihraç ettigini belirttigi ferrokromun tonu 500 dolara ihraç edilmeye baslanmistir. Sirket zarardan kurtularak kara geçmistir

Etibank, ülkenin sanayi alaninda yapacagi gelismelerin enerji ile desteklenmesi bilinciyle, kömüre dayali santrallerin ve yakacak kömür ihtiyacinin karsilanmasi için çalismalara baslamistir. Kömür rezervlerinin artirilmasi için aramalara hiz verilmistir. 1930 yilinda 9 bin ton olan linyit üretimi 1939 yilinda 185 bin tona ulasmistir. 1940’li ve 50’li yillarda linyite yapilan yatirimlar sonucu (Degirmisaz, Soma, Tunçbilek, Seyitömer) üretimde artis saglanmistir. 1946 yilinda toplam linyit üretimi 460 bin ton düzeyindedir. 1957 yilinda bu rakam 1.712.000 tona yükselmistir.

1957 yilinda Türkiye Kömür Isletmeleri Kurumu (TKI) kurularak,taskömürü ve linyit üretimi, dagitimi ve satislari Etibank’tan alinarak bu kurulusa verilmistir. 1950 yilinda elektrik üretimi 789.5 milyon KWS’ dan 1959 yilinda 2.587 milyon KWS’ a yükselmistir. Linyit üretimi 1957 yilinda 1.7 milyon ton iken, I. Bes yillik plan dönemi sonunda 2.7 milyon ton/yil’a, II. Bes yillik plan dönemi sonunda 5 milyon ton/yil’a yaklasmistir. 1974 dünya petrol krizi sonucu ve petrolün agirlikli olarak ithalatla karsilanmasi, yeni degerlendirmelere neden olmustur. Türkiye’de kömüre dayali termik santrallerin kurulmasina karar verilmistir. Daginik haldeki linyit sahalarinin havza haline dönüstürülmesi ve santrallerin kurulmasi çalismalarina baslanmistir. 1978 yilinda çikarilan 2172 sayili yasa ile linyit sahalarinin devletlestirilmesi gerçeklestirilmis ve bu sahalara dayali termik santraller kurulmustur. 1975-1990 yillari arasinda yapilan yatirimlar sonucu 4-5 milyon ton/yil olan kömür üretimi, 50 milyon ton/yil’a çikmistir. Kömüre dayali termik santraller, bugün, kurulu gücün yaklasik %30’u düzeyindedir. Kömür aramalarina hiz verilerek toplam linyit rezervi 8.4 milyar tona çikarilmistir.

1974’ten sonra kömür üretimi için büyük yatirimlar yapilirken, ayni özenin kömür teknolojileri konusunda da gösterildigini söyleyemeyiz. Yerli kömürlerimize getirilen yasaklar sonucu, özel kömür madenleri pespese kapanmis, birçok firma iflasin esigine gelmistir. Kamunun aramalardan çekilme politikalari sonucu, 1980’den sonra kömür aramalari faaliyetleri de yok denecek kadar azalmistir.

Elektrik enerjisi ve teshinde tüketilen kömürlerimizin kalorilerinin düsük ve kükürt yüzdelerinin yüksek olmasi nedeniyle 1980’li yillarin baslarinda kömür ithalatina geçici bir süre için izin verilmistir. Zonguldak Taskömürü Havzasi, bilinen nedenlerle taskömürü üretimini gerçeklestirememis, bugün 10 milyon ton/yil civarinda kömür ithal etme noktasina gelmis bulunmaktayiz. Belediyelere verilen ithal yetkisi nedeniyle, birçok ilimize yerli kömürlerimiz sokulmayarak ithal kömür tekelleri olusturulmustur.

Demir çelik üretimi sanayinin en önemli girdisidir. 1937 yilinda temeli atilan Karabük Demir Çelik Entegre Tesisleri, 1939 yilinda yillik 140 bin ton kapasite ile isletmeye alinmistir: Daha sonra yüksek firin kapasitesi 800 bin tona, çelikhane kapasitesi de 680 bin tona çikarilmistir.

. 1970 yilinda üretime alinan Iskenderun Demir Çelik Fabrikalari Entegre Tesisleri’nin bugünkü kapasitesi 2.2 milyon ton/yil’dir. Yassi mamül üretmek üzere, A.S olarak, Erdemir Fabrikalari kurulmustur. Türkiye bugün 10 milyon ton/yil demir cevheri tüketmektedir. Bu miktarin %50’si ithal edilmektedir. Yeni yataklar bulunmazsa bu oranin ithal lehine gelisecegi bir gerçektir. Türkiye yassi mamül ithal etmekte olup, yassi mamül üretimini arttirmak yönünde yatirimlarin yapilmasi ülkemizin menfaatine olacagini belirtmek isteriz.

 

Türkiye yilda 6 milyon ton civarinda demir cevheri ithal etmektedir. Ülkemizdeki demir cevheri üretimi her geçen yil azalmakta, yeni yataklar bulunamazsa kisa bir süre sonra demir cevheri bitecek ve tümünü ihraç etmek zorunda kalacagiz.

Hurda demire dayali ark ocaklari, ülkemizin demir çelik üretiminin ihtiyacinin %70’ini karsilamaktadir. Gelismis ülkelerdeki bu oran maksimum %30 düzeyindedir. Elektrik girdisinin çok yüksek oldugu bu üretim yönteminin, entegre tesislere oranla katma degerinin de çok düsük oldugunu söyleyebiliriz.

1950’li yillarda Toros Daglari’nin kuzeyinde boksit rezervlerinin oldugu bilinmektedir. Bu cevherlere dayali olarak alüminyum tesislerinin kurulmasi için çalismalara baslandi. O yillarda kullanilan elektrik enerjisinin birim fiyatinin çok düsük olmasi nedeniyle (1 ton alüminyum için 18-20 bin KWS elektrige ihtiyaç vardir) uygun bulunmustur. 1959 yilinda yakin doguda alüminyum tesisi kurmak isteyen dünyanin en büyük alüminyum üreticilerinden Reynolds Corp. fabrikayi Türkiye’de kurmaya karar verir. 1960 yilinda Ankara’da yapilan görüsmelerde bir sonuca varilamadi. Reynolds Grubu fabrikayi kurmaktan vazgeçti. MTA Seydisehir’de 1962 yilinda baslattigi aramalar sonucu 25 milyon ton görünür boksit rezervi tespit etti. SSCB ile yapilan görüsmeler sonucu 1965 yilinda fabrikanin kurulmasi kesinlesir. 60 bin ton alüminyum, 26 bin ton yari mamul üretecek bir tesisin kurulmasi için anlasma imzalanir.

Böylece, Türkiye kendi sanayisi için önemli bir girdi saglayacak Seydisehir Alüminyum Tesislerine sahip olmustur. Bugün teknolojisi eskiyen fabrikanin hem kapasitesinin 100.000 tona çikartilmasi hem de teknolojinin yenilenmesi için yaklasik 300 milyon dolarlik yatirim gerekmektedir. Çikilan iki ihalede, yerli ve yabanci firmalarin teklifleri uygun bulunmamistir. Eti Holding Yönetimi, projenin öz kaynak ve dis kredi temini yoluyla finanse edilerek tamamlanmasina karar vermistir. 2000’li yillarin basinda sivi alüminyum ihtiyaci 200 bin ton/yil’in üzerinde olacaktir. Yillar önce yapilmasi gereken yatirimlarin gerçeklestirilmemesi pahaliya mal olmustur. Geçmiste oldugu gibi agir sanayinin yatirimi yine devlet tarafindan yapilacaktir. Bu projenin biran önce tamamlanmasi isletmenin verimini arttirmasi alüminyum ithalatini azaltacak ve ilave 300 kisiye is imkani saglayacaktir.

 

Bati, Türkiye’nin sanayilesmesini hizlandiracak yeni teknolojileri vermekte istekli degildir. Ülkenin alüminyum ve demir çelik sanayisini kurmasini Batili tekeller arzulamadilar. Sovyet kredisi ile Seydisehir’de alüminyum tesisleri kuruldu. Tesisin temel atma töreninde Sovyet Büyükelçisi yaptigi konusmada “Siz Batidan bu teknolojiyi istediniz, ama Bati size bu teknolojiyi vermedi, biz veriyoruz” dedi. ( Fuat KARAYAZICI-1996 Madencilik Bülteni Sayi 50)

1960’li yillarda kamunun, özel sektörün ve yabanci sermayenin ortakligi ile madencilik alaninda yeni kuruluslar olusturuldu. Bu kuruluslar, Karadeniz Bakir Isletmeleri (KBIAS), ÇINKUR, KÜMAS, ve ERDEMIR’ dir. KBI 1968 yilinda 300 milyon lira sermaye ile 6 bankanin ve özel sektörün istirakiyle Murgul ve Küre’deki bakir yataklari isletmek amaciyla kurulmustur. Üretilen bakir konsantrelerinin Samsun’daki fabrikada blister bakir haline getirilmesi ile görevlendirilmistir. Samsun Blister Bakir Tesisleri’nin yillik kapasitesi 65 bin tondur. Ancak %60 kapasite ile yilda 40000 ton civarinda üretim gerçeklestirilmektedir. Ülkemizin blister bakir ihtiyaci yaklasik 110 bin ton/yil civarindadir. Türkiye yilda 70 bin ton blister bakir ithal etmektedir. Ülkemizdeki bakir rezervlerinin azalarak, yaklasik 10-15 yillik bir ömrünün kalmasi, ithalatin gelecekte daha da artacaginin izlenimlerini vermektedir.

ÇINKUR, uzun yillar ülkemizdeki çinko yataklarini degerlendirmis ve 1995 yilinda özellestirilmistir. Bugün de ülkemizdeki çinko yataklarinin tenörlerinin uygun olmadigi gerekçesiyle, hammaddenin de büyük bir kismi disaridan getirilerek faaliyetine devam etmektedir. Kümas da 1996 yilinda özellestirilmistir.

Devlet ve özel sektörün ortak olarak kurdugu bu kuruluslarda, özel sektörün sermaye artirimina katilmamasi nedeniyle, devletin hisseleri %99’a çikmistir. Bu uygulamanin basarili oldugu söylenemez. Nedenleri arastirilmalidir. Madencilik sektörünün riskli olmasi ve uluslararasi piyasalardaki fiyat dalgalanmalari sonucu, bazi yillar zararla kapanmistir.

4-1980 SONRASI MADENCILIGIMIZ VE ÖZELLESTIRME POLITIKALARI

1980 sonrasi dönemde Madencilik Sektörü iki önemli gelismenin etkisinde kalmistir. Bunlardan birincisi; 1980'li yillarda uygulamaya konulan yeni-liberalizm politikalari, digeri ise çevreyle iliskin çikan yeni yasa ve yönetmelikler ile birlikte Madencilik Sektörü üzerinde gelisen kamu baskisidir.

Dünya Bankasi, 1980 yilinin basina kadar sadece KIT’lerin olusturulmasi için kredi açmakta kalmiyor, ayni zamanda isletme kredisi veriyordu. O tarihten sonra 180 derecelik bir sapma oldu. Dünya Bankasi, Uluslararasi Para Fonu, Finans Örgütleri v.b. gibi uluslararasi finans merkezleri KIT'leri satma ve tasfiye etme kosuluyla kredi vermeye basladi. Bu gelismelerin hedefi, Kapitalizmin 1970'lerden sonra içine girdigi yapisal mali krizden çikarilmsi ve yeni kar oranlarinin restore edilebilmesi için, ekonomik strateji olarak gelistirilen Özellestirme politikalarinin temelini olusturmustur.

Özellestirme politikalari Türkiye'de hemen uygulanmaya konulmustur. 1980, 24 Ocak kararlari ile Türkiye ekonomisinde yeni tercihler yapmistir. “Devletin üretimden çekilmesi ve altyapi hizmetlerine dönerek özel sektörün desteklenmesi" prensibi benimsenmistir. 1983'lerden sonra degisik hükümetler tarafindan özellestirme faaliyetleri sürdürülmüstür. Gelismis ülkelerdeki özellestirme faaliyetlerine paralel olarak KIT'lerin özel sektöre devri çalismalarina baslanmistir. Bu anlayisin sonucu olarak kamu yatirimlari azaltilmis, yapilmasi gereken en zaruri yatirimlar dahi yapilmamistir. Kurumlara yapilan politik müdahaleler sonucu personel dengeleri bozulmustur. Atamalarda agirlikli olarak siyasi görüsler öne çikarilmis, bilgi, beceri ve liyakat beklenen düzeyde gözönüne alinmamistir. Yeni yatirimlara kaynak verilmediginden teknolojik gelismeler saglanamamis ve KIT'ler özel bankalarin kucagina itilmis ve yüksek faizlerle alinan kredilerle karli kurumlar dahi zarara sokulmustur. Kamuoyunda yapilan menfi propagandalarla “Bu kuruluslardan bir an önce kurtulmak en dogru yol” oldugu benimsetilmeye çalisilmistir. Çikarilan çesitli yasa, yönetmelik ve kararnamelerle devir islemlerinin altyapisi hazirlanirken, bu süreçte birçok satis Danistay karariyla iptal edilmis, birçogunda da kamu mallarinin peskes çekildigi ortaya çikmistir. Basta kamu bankalari olmak üzere, zarar eden isletmelerin özellestirilecegi ve özellestirmede blok satisi yerine, sermayenin tabana yayilmasi benimsenecegi söylenmesine ragmen, bunlarin tam tersi uygulamalar hayata geçirilmistir.

Bu dönem; kendine has özellikleri olan, riski yüksek, arama dönemi riskli ve uzun, dünyadaki dalgalanmalardan aninda etkilenen, denetim mekanizmalari yeterli düzeyde kurulamamis, yatirimli finans kaynaklari kisilmis olan madencilik sektörü’nde de olumsuz etkiler yaratmistir. 3213 sayili yasa ile MTA'nin çalisma alaninin daraltilmasi ve “Arama faaliyetlerinden zaman içerisinde tamamen çekilmesi” politikalari maden arama faaliyetlerini mimimuma indirmistir. Maden aramaciliginda meydana gelen bu bosluk, özel sektör tarafindan doldurulamamistir. Bu dönem içerisinde özel sektör beklenen gelismeyi saglayamamistir. Artik ülkemizde madenlerimizin yeterli düzeyde aranmadigini rahatlikta söyleyebiliriz.

Özellestirme konusunda dogru bir degerlendirme yapabilmek için, öncelikle gelinen bu sonucun arkasindaki gelismeleri incelemek gerekmektedir.

KIT’Ier ne zaman ve nasil, kapitalizmin hangi kosullarinda, hangi ihtiyaçlara cevap vermek üzere kurulmuştur?

KIT’lerin dört adet kaynagi vardir;

1-Sömürgecilik; Emperyalizm Dönemi’nin kurumlarinin devletler hukuku kurallari çerçevesinde yeni bagimsizliga kavusan devlete geçmesiyle olusan KIT Ier,

2-Yabanci Sermayeye ve/veya özel sektöre ait tesebbüslerin devlestirilmesi,

3-Kalkinma sürecini hizlandirmak ve ulusal bir ekonomi olusturmak için bizzat devletin olusturdugu KiT'ler

4-Müsadereler yoluyla kamulastirilmis olan Sirketler. Örnegin Latin Amarika'da Nazilerle isbirligi yapan isadamlarinin firmalari, Cezayir'de Fransa ile isbirligi yapan Sirketler ile Fransa’da Renault Firmasi, Nazilerle isbirligi yaptigi için devletlestirilmistir.

1930’lu yillarda Türkiye’de KIT’lerin olusturulma gerekçesi ise; pazarin yetersizligi, özel sektörün cilizligi, kaynaklarin yetersizligi ve verimli kullanilmamasi, hizli bir sanayilesme saglanamamasi düsüncesine dayanmaktadir.

Ulusal ekonomiyi olusturmak istiyorsaniz, bunu pazar mekanizmalarina birakamazsiniz. Mutlaka devletin bilinçli ve aktif müdahalesi olmasi gerekir. Devletin ekonomiye müdahalesinde üç yöntem vardır ;

1-Dolayli müdahaleler: Buradaki amaç, özel tesebbüsü yönlendirmektir,

2-Devletin bizzat üretim araçlarinin sahibi olarak bir patron gibi yatirimci, üretici, alici, satici, ithalatçi, kredi veren, kredi alan v.b. olarak ekonomik hayata müdahale etmesidir,

3-Planlama: Planlamanin olabilmesi için ilk iki yönteme ihtiyaç vardir. Hiç KIT’i olmayan bir ekonomi planlanamaz.

Bir firma Özellestirilince verimli hale gelmez. Örnegin, bir firma var ve dünya pazarina yönelik bir mal üretiyor ve o malin dünya pazarindaki talebi de giderek düsüyor. Simdi, bu firma özel tesebbüse satilsa kara mı geçecek?

Niçin Özel Sektör verimli olacak da öbürü olmayacak ? Özel Sektörde insanlar çalisiyor, KIT’lerde de insanlar çalisiyor, biri mal üretiyor, öbürü de üretiyor, biri ürettigini satiyor digeri de ürettigini satiyor. Yani KIT'ler nasil zarar edecek? Eger verimsiz çalisiyorsa KIT oldugundan degil, baska sebepleri vardir. Ayrıca, Özel Sektörün kisa perspektifi vardir. KIT’lerimiz, senelerdir yönetici yetistirmis, arastirma ve gelistirmeye bünyesinde yer vermis, uzun dönemli programi olan kuruluslardir. Bu özellikler özel sektörde çok azdir. Fakat KIT'lerimiz daima kisa vadeli karlarindan fedakarlik ederek daha uzun perspektifli faaliyet göstermeyi bilebilmislerdir. Bu da aradaki önemli bir farktir.

Herhangi bir ekonomik birimin ulusal ekonomiye katkisi "Katma Degerle" ölçülür ve "Gayri Safi Kar + Ücret= Katma Degerin" tümünü olusturur. Ücretleri artirarak katma degeri artirmak mümkün degildir Bir ekonomik birimin ulusal ekonomiye katkisi katma degerle ölçüldügüne göre, katma deger yarattigi müddetçe, bunun tasfiyesi ulusal ekonomide net bir kayba neden olur. En verimsiz, en demode teknoloji ile üretim yapan bir KIT dahi, eger katma deger yaratiyorsa ulusal ekonomiye bir katki yapiyordur ve kapatilmasi net bir kayiptir.

Brüt karlar, nasil oluyor da net zararlara dönüşüyor?

1990'li yillarda KIT'lerin katma degerinin üçte ikisi, iç borç faizlerinin ve dis borçlarin kur farkinin finansmani için ayrilmaktadir. Esas olarak karli olan bu kuruluslari zarara dönüstüren etken, iç ve dis borç servisinden kaynaklaniyor. Iste Özellestirmenin temelinde yatan gerçek, verimlilik, karlilik, istihdam fazlaliligi degil mali krizin kendisidir. Baska bir deyisle, KIT açik verdigi için bir mali kriz ve kamu açiklari olusmuyor, kamu açiklari oldugu için, yani bir mali kriz oldugu için KIT’Ier açik veriyor. Bu problemi asmanin da ana yöntemi, çok ciddi bir vergi reformu ve faizler üzerinde yapilacak ciddi bir operasyondur. Bunun bilincinde olan sermaye kesimi, bundan kaçmanin yolunu “KIT'ler satilsin Kamu açiklari kapatilsin" politikasinda bulmustur. Bu nedenle Özellestirmenin dolayli olarak bir borç takasi islemine dönüstügünü söylemek yanlis olmayacaktir.

 

Özellestirmenin temelinde sadece kapitalist sistemin tikanikligi ve mali krizine çözüm aramak yatmamaktadir. Çünkü bu politikalar ekonomik oldugu kadar siyasi bir tercihi de yansitmaktadir. Bu siyasal yaklasimin sonucu ülkemizde sosyal devlet anlayisini kaldirmaya yönelik uygulamalar gündemde yerini almistir.

1989-1996 yillari arasinda, birincil Maden üretim degerleri karsilastirildiginda, demir cevheri, taskömürü ve kalay üretimleri %20-25 düsmüstür. Alüminyum, çinko, linyit, barit, kaolin, magnesit, perlit, quartz-endüstri kumlari v.b. üretimleri yillara göre dalgalanma göstererek hemen hemen sabit kalmistir. Bakir, gümüs, ferro-krom, bor ve türevleri, bentonit, soda külü, sodyum sülfat, perlit, çimento mineralleri, mermer v.b. üretimlerinde önemli artis saglanmistir. Dönem içerisinde Teknoloji ve finansman yardimi almadan ve yukarida anlatilan tüm olumsuzluklarin etkisinde kalan madencilik sektörü, 1980’li yillardaki genel üretim konumunu korumustur. Ancak Türkiye’nin nüfus artis hizi ile büyüme hedefleri dikkate alindiginda madencilik sektörü gerekli gelismeyi gerçeklestirememistir. Ayrica, enerji (elektrik, sanayi ve teshin) ve demir-çelik sektörlerindeki gelismeler dikkate alindiginda, taskömürü üretimindeki düsüs ile linyit üretimde gerekli gelismenin saglanamamasi ve demir cevheri üretimindeki düsüs, Türkiye’yi özellikle bu alanlarda disa bagimli bir ülke konumuna getirmistir.

 

Tüm madencilik sektörüne iliskin modernizasyon, yenileme ve yeni yatirimlarda ileri teknoloji ve finansman saglanmamasi durumunda sektör, 1980’li yillardaki üretim degerlerinden daha geri noktaya gidecek olup, Türkiye hammadde de agirlikli olarak disa bagimli bir ülke konumuna gelecektir.

17.03.1984 tarih ve 2983 sayili “Tasarruflarin Tesviki ve Kamu Yatirimlarinin Hizlandirilmasi Hakkindaki Kanun" ile Türkiye'de baslayan ve 15 yildir süren Özellestirme çalismalarinin sonucunda, çimento sektörü hariç, madencilik Sektörü basta olmak üzere, KIT’lerde önemli bir mülkiyet devri gerçeklesmemistir. Ancak KIT’Ier, kendi kendini bitirme sürecine sokulmustur. Ayrica, Osmanli Dönemi’nden bugüne kadarki süreçte, Anadolu Madenciligi üzerinde Batinin temel felsefesi; “Ucuza hammadde ithal etmek ve Türkiye'ye mamul madde ihraç etmek olup, hiçbir dönemde sanayilesmeye yönelik teknoloji yatirimi yapmamak” olmustur. Batinin kömür, bor, ferrokrom, alüminyum, tronaya iliskin yaklasimlari hep samimiyetsizlik içerisinde olmustur. 1980 dönemine kadar madencilik sektöründeki önemli gelismeler, Devletin Planli Politikalari çerçevesinde KIT'ler sayesinde gerçeklesmistir. Bu nedenle Maden Mühendisleri Odasi, Özellestirme Politikalarina daha temkinli yaklasmak zorundadir.

Bu nedenlerle; Demokratik Kitle Örgütleri ve emekçiler basta olmak üzere, toplumun büyük bir kesimi özellestirme söylemine ve/veya uygulamalarina karsi çikmaktadir. Ancak KIT fetisizmi de yanlistir. Ekonomik ömrünü tamamlamis olan bir kurulus tasfiye edilebilir. Makinesi, teçhizati satilabilir, hatta arsasi sehrin içerisinde kalmissa, arsasini satip kendisi kullanabilir. Yeter ki, satis hasilati KIT sistemi içinde kalsin. Satis hasilatini modernlesme, yenilesme yatirimlari için kullanmak kosuluyla. En kötüsü, bunlarin satis hasilatinin bütçe açigini kapatmaya tahsisidir.

 

Elbette Gelismekte olan Türkiye, madencilik ve enerji sektörlerinde yapilacak modernizasyon, yenileme ve yeni yatirimlarda neredeyse tamamen teknoloji ve finansman olarak disa bagimlidir. Bu gerçegi gözardi etmeden kamunun etkin planli politikalari ve denetimi çerçevesinde fizibil projeler gündeme alinmali ve KIT’Ier; bu anlayis içerisinde ulusal ekonomiye katma deger yaratacak biçimde yeniden yapilandirilmalidir.



Madencilik sektöründe, mevcut kuruluslarin birilerine peskes çekme anlayisi terk edilmeli yatirim yapmak isteyenlerin önü açilmalidir. Sektörümüzün bugün içinde bulundugu durum iyi degerlendirilmeli, gelecekle ilgili politikalar saptanmalidir.

5-MADENCILIK VE ÇEVRE

Insanlar, refah düzeylerini yükseltmek için, ilk çaglardan beri arastirma içerisinde olmuslardir. Her zaman, yeni seyler üretme ve insanligin hizmetine sunma anlayisi ile hareket etmislerdir. 1800’lü yillarda Bati’da baslayan sanayilesme hareketi, üretim-çevre boyutunu, yani üretimin hava, su, toprak üzerindeki olumsuz etkilerini yaklasik 100-150 yil sonra gündeme getirmistir. Çevreye verilen atiklar ekolojik dengenin bozulmasina neden olmustur. 1950’li yillarda bu olumsuzluklarin ortadan kaldirilmasi için pespese kanun, tüzük ve yönetmelikler çikarmislardir. Bati’daki bu gelismeler ülkemizde 1970 yillarin sonunda etkili olmaya baslamistir. Çevre Müstesarligi, Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliklerinin yanisira birçok tüzük ve yönetmelikler çikarilarak uygulanmaya konulmustur. Söz konusu yasa ve yönetmelikler, madenciligin faaliyet alani ile özellikle kömür gibi madencilik ürünlerinin kullanim alanlarini sinirlandirmistir.

Artik hiçbir üretim, “Ne pahasina olursa olsun yapilmalidir.” noktasinda degildir. Üretim gerçeklestirilirken mutlaka çevre boyutu düsünülmeli, hesaplar bu dogrultuda yapilmalidir.

 

Türkiye gibi gelismekte olan bir ülkenin sanayilesmeden vazgeçmesi mümkün degildir. Çünkü gelismis ülkeler bugün bulunduklari refah düzeyine ulasmalarini sanayilesme ile sagladiklari bir gerçektir. Sanayilesmis ülkeler, Türkiye’nin tükettigi demir, bakir, krom ve enerjinin 4-5 katini tüketmektedir.

Ülkemizde birçok yatirim yapilirken çevre boyutu düsünülmemistir. Ancak bu üretimlerin gerçeklestirilmesi kaçinilmazdir. Örnegin; yüz milyonlarca ABD dolarina mal olan termik santrallerin çevreye verdigi zararlar gözardi edilemez. Çagin gereklerine göre yatirimlar yapilmali ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kaldirilmalidir. Bu yaklasim yeni kurulan ve eskiden kurulmus olan bütün tesisler için geçerlidir. “Türkiye’de gerekli denetim yapilamaz, geçmiste bunun örnekleri vardir” anlayisi ile sanayi tesislerine gerçekleri arastirmadan karsi çikma Türkiye’nin menfaatlerine degildir. “Kaliteleri düsük, kükürt oranlari yüksektir” gerekçesiyle yerli kömürlerimize karsi çikmak, ithal kömürü gündeme getirmistir. Bugün 9.5 milyar ton kömür rezervlerimizin olmasina ragmen, ithal kömüre dayali termik santrallerin kurulmasi çalismalari, Türkiye’nin halen enerji konusunda yaklasik %60 disa bagimliligini daha da arttiracaktir. Ayni zamanda katma degerin ve dövizin yurt disina gitmesine neden olacaktir.

 

Madencilik-Çevre iliskilerinde görüs belirtmek ülkemizde moda haline gelmistir. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak, yüzeysel bilgilerle görüs belirtmek hiç kimseye bir sey kazandirmayacagi gibi, daha fazla disa bagli olmayi ve daha az sanayilesmeyi, daha fazla döviz kaybini beraberinde gündeme getirecektir.

Maden Mühendisleri Odasi bir ihtisas kurulusudur. Temel amaci üretimi savunmaktir. Bu savunma, ekolojik dengenin bozulmasi, çevrenin zarar görmesi biçiminde degildir. “Üretim-çevre dengesinin mutlaka kurulmasi” ilkesi temel siaridir. Temel politikasini bu mantik üzerine kurmustur. Batinin Türkiye’ye yaklasimini önceki bölümlerde dile getirmistik. Teknolojik yatirimlarin yapilmamasi, üretimin hammadde düzeyinde kalmasi hususunda nasil zorluklar çikardiklari bilinmektedir. Türkiye, refah düzeyini, milli gelirini çagdas ülkelerin seviyesine çikarilabilmesi için kaynaklarini çagin gerçeklerine göre üretmeli, çevreyi de korumalidir.

6-MADENCILIKTE HUKUKI GELISMELER

Osmanli Dönem’indeki hukuki boyuta daha önce deginilmisti. Cumhuriyet Dönemi’nde devletin yeniden yapilandirilmasina paralel birçok yasal düzenlemeler getirilmistir. 1950 Demokrat Parti iktidari ile özel sektörün ve yabanci sermayenin de sicak bakacagi bir maden kanunu hazirlama çalismalari baslatilmistir. 1954 yilinda 6309 sayili Maden Kanunu çikarilmistir. Uzun yillar tartismalara neden bu yasa, 1985 yilinda 3213 sayili Maden Kanunu’nun çikisi ile yürürlükten kaldirilmistir. 3213 sayili yasa da çiktigi günden beri tartisilmaktadir. Aralikli olarak yeni tasarilar hazirlanmakta, ancak bir sonuç alinamamaktadir.

Gerek 6309 ve gerekse 3213 sayili yasalarin sonlarinda, “Maden Dairesi, bu kanun yürürlüge girdikten sonra ülke düzeyinde teskilatini kurar” denmesine ragmen, 1954’den günümüze kadar 45 yil geçtigi halde, bu Teskilat; hangi sebeplerledir bilinmez kurulamamistir. 22 bin ruhsatli sahanin denetimi; bina sorununu çözememis, yeterli kadrosu olamayan, baskilarin ve politik müdahalelerin had safhaya ulastigi bir ortamda 40-50 mühendis tarafindan yürütülmeye çalisiliyor. Tabii ki hiçbir sey istenen boyutta yürümüyor.

1906 yilinda çikarilmis Tasocaklari Nizamnamesi hala yürürlüktedir. Patlayici maddenin kullanilmadigi, insaat sektörünün gelismedigi, ülkede mühendis sayisinin sayili oldugu bir ortamda çikarilan bu nizamname, günümüz Türkiye’sindeki katrilyonlara varan para boyutuna ve milyonlarca tonluk üretimine nasil cevap verecektir; Tabii ki veremiyor. Birçok problemler, ölümcül kazalar, çevre problemleri devamli gündemdedir.

1984 yilinda çikarilan “Maden ve Tasocaklari Isletmelerinde, Tünel Yapiminda Alinacak Isçi Sagligi ve Is Güvenligi Önlemlerine Iliskin Tüzük” ün de günümüz ihtiyaçlarina cevap vermedigini belirtmek isteriz. Tüzügün ismini kapsayan alanlarin içinde yeterli düzeyde olmadigi, 6309 sayili Maden Kanunu’nun yürürlükten kalkmasina ragmen, hala bu kanun hükümlerine atifta bulunmasi, agirlikli olarak kömür konusunun islenmesi gibi konular siralanabilir.

Türkiye, her dönem, maden kanununu tartisiyor. Herhangi bir sonuca varilamiyor. Ne 6309 sayili yasa, nede 3213 sayili yasanin lâyigi ile uygulandigi söylenemez. 3213’ün birçok maddeleri formalitelerin yerine getirilmesi seklinde degerlendiriliyor. Yasanin iyi uygulanabilmesi için, iyi bir denetim mekanizmasi olmalidir. Maalesef bu mekanizma kurulmamistir. Hayali arama raporlari, buna bagli olarak hayali rezervler ve bu rezervler üzerinde gerçekleri yansitmayan isletme projelerinin bolca oldugu, bir gerçektir.

 

Maden sahalarini teknik yönden denetleyen fenni nezaretçilerin, yetki ve sorumluluklari yeterli düzeyde açik degildir. Teknik elemanin maasini veren patronunu denetlemesi kolay olmasa gerek.

Hersey isverenin iki dudagi arasinda. Ancak, sahada herhangi bir is kazasi oldugunda sorguya ilk alinan, tutuklanan ve mahkeme sonucu maddi olarak cezalandirilan kisi de maden mühendisidir. Bu konunun üzerinde düsünülmesi, daha saglikli zemine oturtulmasi gerektigine inaniyoruz.

Madencilik sektörünü ilgilendiren yasa, tüzük ve yönetmelikler çesitli kuruluslar tarafindan çikarilmaktadir. Bazen bu tüzük ve yönetmeliklerde, madenciligin yapilmasini engelleyen maddelerle karsilasiyoruz. Bir dogal kaynak için gösterilen hassasiyet baska bir dogal kaynagin üretilmesi engeller boyuta variyor. Kurumlar arasinda yeterli koordinasyonun saglanmamasi sonucu birçok madenci sikintiya girmekte ve üretimi gerçeklestirememektedir.

 

Yürürlükteki 3213 sayili yasanin aksayan maddeleri degistirilmeli, tasocaklari, Maden Kanunu kapsamina alinmali, 1984 yilinda çikarilan Isçi Sagligi ve Is Güvenligi Tüzügü, günün kosullarina göre, yeniden düzenlenmeli. Ayrica madencilik sektörünü ilgilendiren, degisik bakanliklar tarafindan çikarilan kanun, tüzük ve yönetmelikler iyi incelenmeli, üretimi engeller boyuttaki maddelere karsi çikilmalidir. Maden Isleri Genel Müdürlügünün ülke düzeyinde teskilatlanmasi için yasal altyapi hazirlanmalidir.

7-MADENCILIK SEKTÖRÜNDE EGITIM

Cumhuriyet dönemi öncesi Osmanli Imparatorlugu’nda maden mühendisi yetistiren kurum yoktur. O dönemde çokaz sayida olan mühendisler, Avrupa’ da tahsil görmüs kisilerdir. Ilk maden mühendisi Ibrahim Ethem Pasa’dir. Osmanli Dönemi’nde maden üreten ustalara “Tas Ustasi” tabiri kullanilmaktadir. Ilk maden mühendisi yetistiren okul 1924 yilinda Zonguldak’ta kurulmustur. Bu okuldan 70 civarinda meslektasimiz mezun olmus ve okul 1932 yilinda, bu kadar maden mühendisi yeter gerekçesiyle, kapatilmistir. Cumhuriyetin 30’lu yillarinda özellikle Avrupa’ya gönderilen ögrenciler, Maden Mühendisligi tahsili görmüslerdir. Ihtiyaç bu mühendislerle karsilanmaya çalisilmistir. Gerek Zonguldak’daki yüksek okuldan mezun olan ve gerekse yurt disinda okuyan degerli mühendislerin madenciligin gelismesine büyük katkilari olmustur. Maden mühendislerinin sektöre girmesiyle plan proje fizibilite kavramalari yerlesmis, madencilik yeni bir boyut kazanmistir. ITÜ Maden Fakültesinin kurulusunu, ODTÜ ve H.Ü Maden Mühendisligi Bölümleri izlemistir. 70’li yillarda Eskisehir ve Zonguldak’dan sonra, diger bölümlerin açilisi ile bugünkü 15 bölüme ulasmistir.

Bu bölümlere her yil 1000 civarinda ögrenci alinmaktadir. Odamiza da yilda ortalama 300 civarinda meslektasimiz katilmaktadir.

Madencilik sektörü özellikle son yillarda ciddi sikintilar içerisindedir. Yeterli düzeyde aranmadigini belirtmistik. Kamu yatirimlarinin yapilmadigi ve özel sektörün de kamunun boslugunu dolduracak yatirimi gerçeklestirmedigini rahatlikla söyleyebiliriz. Gerekli altyapi hazirlanmadan açilan bu bölümler, su anda, ciddi sikintilar yasamaktadir. Madencilik sektörünün bugünkü ihtiyacindan çok fazla sayida meslektasimizin aramiza katildigini belirtmek isteriz. Yeni bölümler açilmamali ve açilmis, ancak ögretim kadrosu ve altyapi hizmetlerini veremeyen bölümlere zaman geçirilmeden gereken yatirimlar yapilmadir. Belli düzeye ulasamayan bölümler kapatilmali, ögrenciler diger maden mühendisligi bölümlerine aktarilmalidir. Bugün sayilari 6500’e yaklasan meslektasimizin arasinda, madencilik sektöründe is bekleyen ve is bulamadigi için baska alanlarda is arayan yüksek oranda meslektasimiz mevcuttur. Bazi bölümlerde egitim programlari yeniden ele alinmis ders programlari yeniden düzenlenmistir. Bütün bölümlerin, ders programlarini çagin gereklerine göre, yeniden düzenlemesi kaçinilmazdir.

Teknikerlik ve teknisyenlik mesleklerinin görev, yetki ve yükümlülükleri iyi tarif edilmemistir. Madencilik sektöründe ara elemana gerçekten ciddi ihtiyaç oldugu görüsümüzü tekrarlamak isteriz.

1935 yilinda ve daha sonra kurulan madencilik sektöründeki kamu kurumlarinin meslek içi egitim konusunda çok önemli katkilari olmustur. Bunlarin basinda MTA gelmektedir. Ancak bugün bu görevleri çesitli nedenlerle yerine getirmedikleri, getiremediklerini de üzülerek belirtmek isteriz. Bu hususta çok ciddi bir bosluk dogdugu bir gerçektir. Odamiz elinden gelenleri yapmaya çalisiyor. Ancak beklenen destegi gördügünü maalesef söyleyemeyiz. Birçok imkansizliklar içerisinde çesitli aktiviteleri gerçeklestirmeye bugüne kadar oldugu gibi bundan sonra da devam edecegimizi tekrarlariz.

8-CUMHURIYET VE DEMOKRASI

Cumhuriyet Dönemi’ni, madencilik açisindan degerlendirmeye çalistik. Cumhuriyetin kurulusu ile Padisahin yetkisinde olan yönetim erki kaldirilmistir. Toplumun, dini kurallara göre degil, gelismis ülkelerin normlarina ve kurallarina göre yönetilmesi için girisimlere baslanilmistir. Sanayilesen bir Türkiye’ye paralel olarak, demokrasinin kurum ve kurallari ile yerlesmesi ana hedef olarak belirlenmistir. Çok partili sisteme geçis, bir iki kez denenmisse de basarili olamamistir. Ancak, 1946 yilinda baslayan çok partili dönemde ise, demokrasiye tam geçemeyisin sancilari yasanmaktadir. Maalesef günümüze kadar katilimci demokrasiye geçis saglanamamistir. Demokrasi agirlikli olarak, vatandasin dört yilda bir oy kullandigi sistem olarak görülmektedir.

Sivil toplum örgütlerinin gelismedigi ve gelismesi için de gerekli altyapinin olusturulmadigi da bir gerçektir. Bugün, Cumhuriyetin ilk yillarina oranla, kisi basina milli gelir, üretim, tüketim, okuma yazma orani ile mühendis, doktor, hakim, avukat, ekonomist ve diger birçok alanlarda sayilar, mukayese edilemeyecek kadar artmistir. Ancak gelir dagilimindaki adaletsizlik, egitimdeki firsat esitsizligi, saglik sorunlari, toplumun büyük bir kesimi için hala korkulu bir rüya ise, daha yapilacak çok isimiz var demektir. Milli gelirin %55’i toplumun %20 si tarafindan alinirken, gelir düzeyi düsük %20 si milli gelirden ancak %4.5 pay almaktadir.

Cumhuriyetin ilk yillarindaki sanayilesme politikalari, 1980 sonrasinda ana prensip olmaktan çikarilmis, yerini de hizmetler sektörüne birakmistir. Ve agirlikli olarak tüketim ekonomisi benimsetilmeye çalisilmistir.

Enflasyonun ortalama %100 seyrettigi 90 li yillarda, rant gelirlerinin tesvik edilmesi; üretmeden, iyi para kazanan küçük bir azinlik sinifi yaratmistir.

Siyasilerin, yillardir dini duygulari sömürerek iktidara ulasmaya çalismalari, sonra da rejim elden gidiyor edebiyati yapmalari fazla inandirici gelmemektedir. Zaman zaman dini, zaman zaman da irkçi duygularin körüklenmesi sonucu toplumda telafisi mümkün olmayacak yaralar açtigini, bu yaklasimlarin ülkedeki barisi, kardesligi olumsuz yönde etkiledigini hep beraber yasamaktayiz.

Adaletin, herkese esit olarak uygulandigini da maalesef söyleyemeyiz. Yasalar karsisinda esit oldugu söylenen siradan vatandasin haklarinin yeterli düzeyde korunmadigi da bir gerçektir.

Cumhuriyetin 75. Yilinda, bu olumsuzluklarin hizli bir sekilde ortadan kaldirilmasi tüm toplumun ortak hedefi olmalidir. Demokrasinin kurum ve kurallari ile yerlestigi, faili meçhul cinayetlerin olmadigi, yasalarin herkese esit uygulandigi, insan haklarinin çignenmedigi, herkesin saglik hizmetlerinden yararlandigi ve egitimde parasi olan degil, herkesin okuyabilecegi, herkesin, tüm çalisanlarin sendikali ve toplu sözlesme haklarindan yararlandigi bir ülke hepimizin özlemi olmalidir. Bu özlemi gerçeklestirmek biraz da bizlerin elindedir. Sadece isteyen degil fiili olarak çaba harcayan anlayista olursak, özlemimiz olan demokrasiye daha rahat ulasilacagini belirtiriz.



 

9-GENEL DEGERLENDIRME VE ÖNERILER

1-Osmanli Dönemi’nde, Bati kendi ihtiyaçlarina göre üretim miktarini belirliyordu. Üretilen cevherler hammadde olarak yurt disina götürülüyor, mamul madde olarak daha yüksek degerde satin aliniyordu.

2-Bati, sanayilesmemis bir Osmanli Imparatorlugu istemistir. Bati’nin bu düsüncesine Imparatorlugun içindeki gerici ve tutucu unsurlarin da büyük katkisi oldugunu söyleyebiliriz. Her yenilik ve icat, “Gavur isidir” diye genellikle reddedilmis ve karsi çikilmistir. Örnek olarak matbaanin 200 sene geç gelmesi gösterilebilir. Her iki yaklasimin sonucu imparatorlukta feodal üretim biçimi ve idari yapisi devam etmistir.

3-Izmir Iktisat Kongresi’nde, özel sektör ve yabanci sermayenin öncülügünde, devletin destegiyle bir kalkinma modeli benimsenmesine ragmen, sermaye birikimi olmayan özel sektör ve kapitülasyonlara alismis yabanci sermayeye sanayi yatirimlari yapmak pek cazip gelmemistir.

4-1930-1940 arasi kurumsal altyapinin temelleri atilmis, sanayi, madencilik, enerji ve demir çelik alanlarinda önemli gelismelerin oldugunu söyleyebiliriz.

5-Bor ve ferrokrom tesislerinin kurulusunda Bati’lilarin nasil yaklastigini belirtmistik. Birçok oyalama ve zorluga ragmen tesisler kurulmustur. Ayni durum trona için de geçerlidir. Her zaman bor tuzlari Bati’nin gündeminde olmustur. Dünya bor rezervlerinin %60 ina sahip olan Türkiye, dünya pazarinin da %35 ini kontrol etmektedir. Bor üretimini ve pazarlamasini tek elde tutan ülkemiz önemli avantajlar elde etmistir. Ancak, Bati her yönüyle cazip olan bu kaynaga karsi isteklerini sürdürmektedir. “Bu nedenle 1986 yilinda Morgan Bank’in hazirladigi Özellestirme Master Planinda Etibank için holding modeli öngörülmüs, bor ve krom gibi yüksek karli isletmelerin satis listesine alinmasi önerilmistir”.

6-Dogal kaynaklarimizin iyi degerlendirilmesinin gerekliligini tekrarlamak isteriz. Bir ülkenin dogal kaynaklara sahip olmasi çok önemlidir. Ancak bu kaynaklari nasil kullandiginiz, nasil degerlendirdiginiz de en az o kadar önemlidir. Dünyada çok zengin kaynaklara sahip olan ülkeler, hala geri kalmislik kategorisinde yer almaktadir.

7-Bor, Türkiye için çok önemli dogal kaynaktir. Bu kayagi ülke menfaatleri dogrultusunda degerlendirmek, nihai bor türevlerinin üretimini gerçeklestirmek ve birilerine peskes çektirmemek hepimizin görevidir.

8-Etibank, madencilik sektörünün geçmiste lokomotifi olmustur. Günümüzde de bu özelligini sürdürmelidir. Bor türevleri, Seydisehir Alüminyum ,Yüzüncü Yil Gümüs Tesisleri’nin kapasite artirimi ve yenileme projeleri biran önce hayata geçirilmelidir.

9-Yillardir savsaklanan Batili Tekellerin oyuncagi haline gelen Trona yataginin da zaman geçirilmeden isletmeye alinmasi ülke menfaatinedir. Birilerinin istegine birakilirsa bir yirmi yil daha hiçbir sey yapilmadan geçirilecektir.

10-Cumhuriyet Dönemi, Osmanli Dönemi’ne oranla madencilik alaninda çok önemli mesafeler kaydetmistir. Bu sevindirici bir durumdur. Ancak yeterli degildir. Türkiye sanayilesmesini tamamlayamadigindan, nihai ürünün eldesini saglayacak teknolojileri de gerçeklestirememistir. Gelecekte ihtiyacimiz olacak cevherleri, bugün, hammadde olarak ihraç ettigimiz bir gerçektir. Hammadde ihraci ile yeterli katma deger saglanamaz. Katma degerin yurt içinde kalmasi için Ar-Ge’ye ve teknolojik yatirimlara önem verilmelidir.

11- 21.yüzyila girerken, maden isçisi asgari ücretle, mühendisler ise komik ücretlerle bu sektörde çalismaktadir. Birçok alanda mühendisin önemini hala kavrayamamis sözde madenciler mevcuttur.

12-Hala ülkemizde teknik ve teknolojik gelismelerden uzak üretim gerçeklestiriliyor. 1 m2 kesitli kuyudan, hem isçi, hem de cevher çikarilmakta. Kova içinde çikrik yardimiyla insan, malzeme ve cevher nakli yapilmaktadir. Bu örnekleri çogaltmak mümkün. Hem düsündüren hem de utanilacak bir manzara.

13-Enerji üretiminde öncelikle öz kaynaklarimizin degerlendirilmesi gerekir. Bazi kolayliklar nedeniyle ithalat cazip gelebilir, ancak bu durum ülkeye uzun vadede bir sey kazandirmaz.

14-Özellestirme her derde cevap veren “sihirli bir degnek” degildir. Önemli olan mülkiyetin kimde oldugu degildir. O kaynagin bilimin ve teknigin gereklerine göre verimli sekilde üretirseniz, mülkiyet belirleyici olmaz. Ama özellestirmenin amacina ulasmasi için her tür olumsuz müdahale ve propaganda yapilirsa elbette KIT’ler verimlilik noktasindan uzaklasir.

15-Madencilik sektöründeki KIT’lerin bugün çesitli nedenlerle içine düsürüldükleri durumdan biran önce çikarilmalari gerekmektedir. Yapilmayan yatirimlar nedeniyle meydana gelen teknolojik sorunlarin çözümü ve politik baskilar sonucu bozulan çalisma barisin yeniden saglanmasi zorunludur. Özerk bir yapinin olusturulmasi, çalisanlarin örgütleri araciligi ile yönetimin erkinde temsil edilmeleri ve kamu kuruluslari, politik baskilardan uzak, verimlilik ilkesi çerçevesinde yeniden yapilandirilmalidir.

16-Madencilik ve çevre dengesi ülkenin gerçeklerine göre ele alinmali, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olarak” sloganci bir anlayisla her seye karsi çikmak hiç kimseye birsey kazandirmaz. Bilimsel verilerin isiginda, ekolojik dengeyi bozmadan gereken her türlü önlem alinarak üretim gerçeklestirilmelidir.

17-Maden armaciligi konusunda 1980’lerden beri izlenen politikalar iflas etmistir. Bugün, Ülkemizin dogal kaynaklarinin yeterli düzeyde aranmadigini söyleyebiliriz. Maden aramaciligini bir altyapi hizmeti olarak görüyoruz. MTA yeniden yapilandirilmali, her yönüyle ele alinmali ve içine düsürüldügü olumsuzluklardan kurtarilmalidir.

18-Zonguldak Taskömürü Havzasi’nin, son yillarda devamli ülke gündeminde olmasina ragmen, sorunlari çözüme kavusturulamadigi gibi her geçen yil daha da olumsuzluga dogru sürüklenmektedir. TBMM tarafindan hazirlanan iki ayri rapordaki önerilerin hiçbiri yerine getirilmemistir. Havza, yavas yavas kendiliginden kapanmaya terk edilmis durumdadir. Türkiye 10 milyon ton/yil kömür ithal ederken, 1.3 milyar ton taskömürü rezervinin rasyonel olarak üretimini gerçeklestirememektedir. Havzanin sorunlari en kisa zamanda ele alinmali ve çözüme kavusturulmali.

19-Madencilik sektörü genellikle günlük politikalarla yönetilmistir. Saglikli bir devlet politikasi belirlendigi söylenemez. Gelismis ülkeler madenlerin temini konusunda uzun vadeli politikalar olusturmuslardir. Dünya hammadde kaynaklari sinirlidir. Türkiye mevcut kaynaklarini çok iyi degerlendirmelidir. Gelecekle ilgili politikalari saptamalidir. Sanayilesmis bir Türkiye bugün tükettigi cevher miktarinin 4-5 katini tüketecektir. Hammaddenin, ne kadarini öz kaynaklardan, ne kadarini ithal yoluyla karsilayacaktir. Madencilik sektöründe uzun erimli politikalar ve stratejiler olusturmalidir.

FAYDALANILAN KAYNAKLAR:



1- Yalçin ÇILINGIR, Türkiye Madencilik Bilimsel ve Teknik 4. Kongresi
2- Burhan ULUTAN, Etibank (1935-1985)
3- Kadri YERSEL, Madencilikte Bir Ömür
4- Doç.Dr. Oguz OYAN, Türkiye Madencilik Bilimsel ve Teknik 12. Kongresi
5- Savas DILEK,TMMOB Jeoloji Müh.Odasi Bülteni Sayi 98/1-2
6- TMMOB KIT ve Özellestirme Sempozyumu 23-24 Temmuz 1993
7- Fuat I. KARAYAZICI, Mining in Türkiye Minerals Industry International Bulletin of the Institution of Mining and Metallugy, Kasim 1997.

 




28 Ocak 1999
Maden Mühendisleri Odası

Yüklə 124,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə