Türkçe Baskıya Önsöz
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin do-
ğuşu, bugün Türkiye’deki kültürel gelişmeleri etkileyemeye devam eden
bir olaydır. Eski düzenin yıkılması ve temelde farklı değerlere ve çıkarlara
sahip yeni bir rejimin ortaya çıkması, toplumda her zaman geniş kapsam-
lı, hatta devrim niteliğinde sonuçlar doğurur. Bu olayların ardından ge-
len toplumsal değişim, eski düzenin çöküşünden sonra da devam eden
uzun soluklu bir süreçtir. Türkiye’deki sosyal bilimcilerin ve diğer düşü-
nürlerin, sosyal ve beşerî bilimlerdeki Avrupamerkezcilik sorunuyla an-
cak bugünlerde ciddi anlamda ilgilenmeye başladıklarını görüyoruz. Söz
konusu sosyal bilimcilerin ve düşünürlerin önündeki zorluk, bir yandan
toplumla yakından alakalı ve teorik anlamda gelişkin alternatif söylemler
üretirken, bir yandan da nativizm tuzağına düşmekten kaçınmaktır.
Bu kitaptaki amacımız, sosyal bilimlerdeki Avrupamerkezciliğin do-
ğasını anlamak ve Avrupamerkezci söylemlerin yerine geçmeye çalışan
çeşitli alternatif söylemleri eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmaktır.
Kitapta ayrıca gelişmekte olan çeşitli ülkelerde icra edilen sosyal bilimlere
atıfta bulunularak, alternatif söylemlerin geliştirilebilmesi için olası yollar
önerilmektedir. Bana bu kitabın Türkçeye çevrilmesi teklif edildiğinde,
Türkçe baskıya bir ön söz yazmaktan mutluluk duyacağımı belirtmiştim.
Gerçekten de bu çalışmayı, konuyla ilgili Türkiyeli okurların inceleme-
sine ve eleştirisine sunmak benim için onurdur. Yazının geri kalanında
Türkiye sosyolojisine de atıfta bulunarak, sosyal bilimlerdeki Avrupamer-
kezcilik sorunu hakkında birkaç söz etmek istiyorum. Bunu istememin
Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
xiv
nedeni, son yıllarda Avrupamerkezcilik ve Oryantalizm hakkında birçok
tartışma yürütülmüş olmasına rağmen, sorunun çözülmüş olmaktan çok
uzak olduğunu belirtmektir. Bu noktada iki ayrım yapmak elzemdir: Bu
ayrımlardan biri, Avrupamerkezcilik ile Oryantalizm arasındaki farka iliş-
kindir. Öbürü ise eski ve yeni Avrupamerkezcilik olarak bahsedeceğim
kavramlar arasında yapılması gereken bir ayrımdır.
Oryantalizm, “Doğu”yla ilişki çalışma alanlarında bulunan özel bir
Avrupa etnomerkezciliğinin dışavurumlarından biridir. Avrupamerkezci-
lik, daha geniş bir olgudur ve hem akademisyenler hem de akademisyen
olmayanlar arasında bulunabilir. Avrupamerkezcilik “bilimsel” teorilere
ve ampirik çalışmalara tercüme edildiğinde, Avrupamerkezci bakış açıları
da akademik çalışmalara bilgi sağlayan Oryantalist yönelimlere dönüşür.
Eski Avrupamerkezciliğin ayırt edici özelliklerinden biri Doğu-Batı, iler-
lemiş-geri kalmış veya medeni-barbar gibi basit ikili karşıtlıklar üzerine
kurulmuş bariz bir biçimde ırkçı veya ön yargılı ifadeler içermesidir. Bu
entelektüel sorunlar, Oryantalizm eleştirisini kaleme almış Edward Said
gibi birçok yazar tarafından kapsamlı şekilde ele alınmıştır. Öte yandan,
bugünkü sosyal bilimlerde karşımıza çıkan Avrupamerkezcilik, bu türden
basit ikili karşıtlıklar içeren düşüncelere ve ırkçılığa dayanmamaktadır.
Bugünkü Avrupamerkezcilik kendini daha ziyade, Batılı olmayan düşü-
nürlerin, kavramların marjinal konumunda ve Avrupalı kavramların ve
teorilerin dayatılması sonucunda ortaya çıkmış sorunlu yorumlarda gös-
termektedir.
Oryantalizm ve konuyla alakalı diğer bir tema olan Avrupamerkezcilik
hakkında yürütülmüş tartışmaların çoğu, genellikle “uygar-barbar”,
“aydınlanmış-geri kalmış”, “rasyonel-irrasyonel”, “hakikat-sahtelik” ve
“devingen-durağan” gibi bir dizi ikili karşıtlık üzerinden nitelendirilip
anlaşılmaya çalışılan eski Avrupamerkezcilik üzerine odaklanmıştır.
Durağan bir Doğu düşüncesi; örneğin, Marx’ın Doğu despotizmine ait
olduğunu düşündüğü Asya üretim tarzında ifade bulmuştur. Bu üretim
tarzında, tarihsel ilerlemenin ve sınıf mücadelesinin temel bileşenleri
eksiktir; bu yüzden de Asya toplumları durgundur.
1
Bunun anlamı, feodal
üretim tarzında bulunan ve en nihayetinde bu üretim tarzını Avrupa’da
çözülmeye uğratan içsel çelişkilerin Asya sisteminde bulunmamasıdır.
Marx’a göre, “asla bir tarihi olmayan, en azından bilinen bir tarihi olmayan”
Hindistan gibi Asyalı toplumların durgunluğunun nedeni budur. Bu
toplumların tarihi, direnç ve değişim göstermeyen bir toplumun pasif
xv
Türkçe Baskıya Önsöz
temeli üzerinde imparatorluklar kurmuş işgalcilerin birbiri ardına
gelmesinden ibarettir.
2
Avrupamerkezci düşünceler, genellikle bizzat
“Doğulular” tarafından da benimsenmiştir. Örneğin Süner, Asya üretim
tarzı hakkında Türkiye’de yürütülen tartışmalarda böyle bir şeyin söz
konusu olduğuna dikkat çekmiştir.
3
Eski Oryantalizmin diğer bir özelliği de metinselcilik ya da Edward
Said’in “metinsel tutum” dediği şeydir. Bu konuda Said söyle demiştir:
“İnsanların içinde yaşadığı karmaşık, öngörülemez ve sorunlu yığının, ki-
tapların – metinlerin – dedikleri üzerinden anlaşılabileceğini varsaymak
bir yanılgıdır; bir kitaptan öğrendiklerini kelimesi kelimesine gerçekliğe
uygulayan bir kişi, budalalığı veya perişanlığı göze almaktadır (…). Bir
metnin şematik otoritesini, insanla doğrudan yaşanan karşılaşmaların ne-
den olduğu yön kayıplarına tercih etmek yaygın bir zaaftır.”
4
Türkiye, Orta Doğu ve Müslüman dünyası hakkında yürütülen çağ-
daş sosyal bilim çalışmalarının çoğu, artık yukarıda bahsedildiği gibi ikili
karşıtlıklar veya metinselcilik üzerine kurulduğu şekliyle Avrupamerkezci
değildir. Bu açıdan bakılınca, Avrupamerkezcilik büyük ölçüde geçmişte,
19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında kalmış bir sorun gibi görünmektedir.
Avrupamerkezcilik, artık sosyal bilimlerin başına bela olan büyük sorun-
lardan biri olarak görülmemektedir.
Sosyal ve beşerî bilimlerde Oryantalizm biçiminde karşımıza çıkan
Avrupamerkezcilik, artık yukarıda bahsedilen ikili karşıtlıklara dayan-
mamaktadır. Avrupamerkezcilik tanımımızı, bu türden ikili karşıtlıkların
disiplinlerde ve alan çalışmalarında sahip olduğu baskınlıkla sınırlandırır-
sak, Avrupamerkezciliğin aşıldığını söyleyebiliriz. Fakat Avrupamerkez-
cilik, baskınlığını başka bir şekilde hâlâ önemli ölçüde sürdürmektedir.
Bu baskınlık da Avrupalı olmayan teorilerin, kavramların, sosyal ve beşeri
bilimlerin gelişiminde marjinalize edilmesine ilişkindir. Avrupamerkezci-
lik, bu anlamda canlılığını hâlâ önemli ölçüde korumaktadır. Uluslararası
Sosyoloji Derneği’nin eski başkanlarından birinin bir beyanına bakalım:
“‘[A]lternatif’ veya ‘yerli’ sosyolojiler yaratma konusundaki beyhude
çaba, sosyoloji disiplinine zarar vermektedir. Sosyal bilimler de dâhil ol-
mak üzere, bilim sınır tanımaz. Bilim; bütün milletlerin, kıtaların, bölgele-
rin, hatta yerel sosyolojilerin katkı sunmaya davetli olduğu ortak bir bilgi
havuzu olarak gelişir. Bilime katkı sunan bu unsurların kendilerine özgü
araştırma imkânları, kendilerine özgü araştırma gündemleri, vurguladık-
Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
xvi
ları belirli sorunlar veya yönelimler olabilir, fakat alternatif metodolojiler
ya da yerli teoriler gerektirmezler. Yerli sosyolojilere ihtiyaç olduğunu
savunmak yerine, şunu tavsiye ediyorum: Yalnızca sosyoloji yapalım.
Dünyanın batısı dışında da birçok önemli sosyoloji çalışması yapılmıştır.
Fakat bu çalışmaların çoğu, genellikle standart metodolojilere dayanmış,
evrensel teori havuzuna katkı sunmuştur. Burada alternatif veya yerli olan
herhangi bir şey yoktur; burada söz konusu olan şey, yalnızca iyi sosyoloji-
dir”.
5
Sztompka’nın bu noktada anlayamadığı şey, iyi sosyolojinin kavram
ve teori oluşturma konusunda dikkat gerektirdiği ve bu süreçlerin maddi
ve ideal çıkarlardan azade olmayan ve kültürel bağlamlar tarafından belir-
lenen süreçler olduğudur. Sosyal bilimlerin bu noktayı kavrayabilmede
yaşadığı genel beceriksizlik, Avrupalı olmayan teorilerin, kavramların ve
düşüncelerin marjinalize edilmesine ve böylece sosyal bilimlerdeki Avru-
pamerkezci yönelimlerin devam etmesine neden olmuştur.
Avrupalı olmayan düşüncelerin marjinalize edilmesini, Avrupalı ol-
mayan geleneklerin teori ve kavram geliştirme kaynağı olarak görülme-
mesi şeklinde tanımlıyorum. Bu türden bir marjinalleştirmenin nedeni,
Oryantalizmin sosyal bilimlerde devam etmekte olan baskınlığıdır. Bu-
rada Oryantalizmin belirli bir yönünden, yani “Doğu”nun sesini ciddiye
alma konusunda yaşadığı sıkıntıdan bahsediyorum. Oryantalizm ve ko-
nuyla alakalı bir diğer olgu olan Avrupamerkezcilik, Anouar Abdel-Malek,
A.L. Tibawi, Syed Hussein Alatas ve Edward Said gibi birçok araştırmacı
tarafından ele alınmış olsa da bu eleştiriler, genellikle sosyal bilimlerde-
ki öğretim meselesine dokunamamıştır. Oryantalizm konusu, sosyal ve
beşerî bilimler derslerinde sık sık işlenmesine rağmen, genellikle alan
çalışmaları dersleriyle veya postkolonyal temalarla sınırlı kalmaktadır.
Bu disiplinler kapsamında verilen temel derslerde, Oryantalizm veya Av-
rupamerkezci eleştiri çerçevesinde dile getirilen eleştiriler genellikle ele
alınmaz. Bu noktada Oryantalist yönelimlerin olduğu kabul edilse bile,
çeşitli sosyal bilimler disiplinlerinde uygulanan ders programlarına, Batılı
olmayan düşünürleri de ekleme konusunda gerçek bir çaba harcanmaz.
Eski ve yeni Avrupamerkezcilik arasındaki farkı gösterebilmek için
Türkiye sosyolojisinden bir örnek ele alalım. Bundan neredeyse kırk yıl
önce, Huri İslamoğlu ile Çağlar Keyder, Osmanlı tarihi hakkında yapılan
çalışmalardaki Oryantalist paradigmayı eleştirdikleri “Agenda for Ottoman
History” başlıklı bir makale yayımlamışlardır.
6
Oryantalist paradigmanın
temsilcileri olan H. İnalcık, H. A. R. Gibb & H. Bowen ve B. Lewis gibi
xvii
Türkçe Baskıya Önsöz
yazarların eserlerine bakarak, Osmanlı tarihinin Oryantalist okumalarında
karşımıza çıkabilecek birkaç özelliği ele almışlardır. Bu özellikler arasında,
durağan bir toplum varsayımı ile metinselcilik yaklaşımı da bulunur. İsla-
moğlu ve Keyder’e göre, İnalcık’ın Osmanlı tarihine yaklaşımı metinselci bir
yaklaşımdır; bu yaklaşıma göre, “Söz konusu metinlerin filolojik deşifreleri,
‘gerçek’ toplumun su yüzüne çıkarılmasını sağlayacaktır.”
7
Buradaki dura-
ğanlık varsayımı, kısmen metinselci yaklaşımdan kaynaklanır; zira metin-
selci araştırmacılık, gerçek kurumların evriminden ve değişiminden ziyade,
bunlara atıfta bulunan metinlerle ilgilenir.
8
Böyle bir yaklaşımdan, Osman-
lı’nın toplumsal yapısını fazlasıyla basitleştiren, bu yapının yalnızca yöneten
ile yönetilenlerden (reaya) meydana geldiğini varsayan bir bakış ortaya çı-
kar. Köylülerin, zanaatkârların ve tüccarların tümü, yönetilenler kategorisi
altında toplanır. Ayrıca yönetilenlerin, özerk köylerde yaşayan insanlardan
meydana geldiği ve toplumsal değişime yol açacak içsel dinamiklerden
yoksun olduğu düşünülür.
9
Belirlenen toplumsal gruplar, sınıfsal açıdan
farklılaştırılmamıştır. Örneğin, yönetim kurumunu meydana getiren her bir
grubun, yani bürokratların, askerlerin ve ulemanın kendilerine özgü sınıfsal
çıkarlara sahip olduğu varsayılmaz.
10
Bu analizin sınıf bakış açısından yok-
sun oluşu da söz konusu durağanlık varsayımının nedenini açıklamaktadır.
İslamoğlu ile Keyder, Osmanlı tarihi çalışmalarında sosyal formas-
yon ve üretim tarzı kavramlardan da faydalanacak alternatif bir yaklaşım
önermişlerdir. Bu yaklaşıma göre, Osmanlı sosyal formasyonunun ayırt
edici özelliği, birbiriyle yan yana var olan bir dizi üretim biçiminden ve
karmaşık bir sınıf yapısından müteşekkil olmasıdır. İslamoğlu ile Keyder,
bu yaklaşımları sayesinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hem içsel dina-
mikleri hem de dışsal yankıları açıklayabilmişlerdir. İslamoğlu ile Keyder
tarafından yürütülen çalışma, mevcut siyasal iktisattaki ve sosyolojideki
sorunları tespit edebilmesi ve Osmanlı tarihi çalışmalarında baskın olan
Avrupamerkezçi paradigma dâhilinde ikili karşıtlıklar üzerinden işleyen
düşünceyi eleştirmesi açısından oldukça önemlidir. Fakat aynı zamanda
İslamoğlu ile Keyder’in geliştirdiği bakış açısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
kapitalist dünya ekonomisi dâhilinde çevreye oturtulması sürecini vurgula-
dığı ölçüde, Avrupamerkezcilik suçlamalarına açık hâle gelebilir. Diğer bir
deyişle, Avrupamerkezci tarih okumasının bir diğer özelliği, kapitalizmin
köklerinin tamamen Avrupa dâhilindeki içsel kaynaklarla özerk bir biçimde
geliştiğinin varsayılması ve Avrupalı olmayan toplumların, tartışmada yal-
nızca sömürülen ve pasif konumdaki çevresel sosyal formasyonlar olarak
Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
xviii
ele alınmasıdır.
11
İslamoğlu ile Keyder’in bu makalesi, Avrupamerkezcilik
sorununun çağdaş biçimini, yani alternatif teori geleneklerinin görmezden
gelinmesi sorununu da görünür kılmaktadır. Osmanlı tarihi çalışmalarında,
yeni bir Osmanlı tarihi teorisi geliştirmek amacıyla kullanılabilecek belirgin
adaylardan biri İbn-i Haldundur (1332-1406). Ne var ki, İbn-i Haldun hem
Oryantalistler hem de Oryantalizm eleştirmenleri tarafından, hiçbir zaman
ciddi bir teorizasyon kaynağı olarak düşünülmemiştir.
12
İbn-i Haldun’un kendisi de Osmanlı örneğinin kendi modeline uygun
düştüğünün farkına varmış gibidir. İbn-i Haldun, İbn-i Hacar’ın “Mısır’da
Osmanoğullarından başka korku duyulacak kimsenin olmadığını” kendi-
sine bildirdiğinde, Osmanlıların büyüklüğünü elbette ki sezmiştir.
13
Ibn-i
Haldun, Kuzey Afrika’dan ve Arap doğusundan toplanan tarihsel verilerle
oluşturduğu teorik şemasında, devlet oluşumunda olmazsa olmaz gördü-
ğü şu unsurları vurgulamıştır: Yalnızca asalet (şeref) atfedilen haneler bir
hanedanlık kurabilir. Bu anlamda tek bir grup zafere ulaşana kadar, çeşitli
baskın gruplar birbiriyle rekabet edebilir. Rekabet hâlinde birden çok gru-
bun olduğu yerde, en yüksek asabiyye derecesine haiz olan veya toplumsal
uyum derecesi en yüksek olan, bir hanedanlık kurarak diğerlerini yönete-
cektir. Asabiyyesi en güçlü olan gruplar boylardır; zira boylar en güçlü bağ
olan soy bağına dayanan bir uyum teşkil ederler. Soy bağları da yerleşik ha-
yata sahip boylardan ziyade, göçmen boylarda daha güçlü olma eğiliminde-
dir. Ayrıca güçlü bir asabiyye sahibi olan göçmen gruplar, fiziksel ve askerî
olarak da daha güçlüdür. Bunun nedeni, birbirine akrabalık bağlarıyla bağ-
lanmış bu tür grupların, kendi kendilerine ayakta kalabilme becerilerinin
daha etkili olmasıdır. Asabiyye ile karşılıklı destek ve yardımlaşma arasında
olumlu bir korelasyon mevcuttur. Bedeviler arasındaki asabiyenin, yerleşik
boyların arasındakine kıyasla daha sağlam olması, Bedevileri çok daha da-
yanıklı kılmış ve Bedeviler arasında çok daha güçlü bir karşılıklı desteğin
var olmasını sağlamıştır. Ne var ki Bedevi gruplar, yeni bir hanedanlık kurup
yerleşik hayata geçtikten sonra, asabiyye derecelerinde bir düşüşü tecrübe
etmişlerdir; bunun nedeni de yerleşik hayatın doğasıdır. Bu durum, hane-
danlığın hem askerî hem de siyasi anlamda zayıflamasına neden olmuş,
henüz yerleşik hayata geçmemiş ve asabiyyesi zarar görmemiş boyların sal-
dırılarına ve işgallerine açık hâle gelmişlerdir. Dolayısıyla, hanedanlıkların
yükselişi ve düşüşüyle birlikte boy seçkinlerinin de yer değiştirmesi ve bu
sırada sistem istikrarının bozulmaması, İbn-i Haldun’un ortaya koyduğu
döngünün ayırt edici özelliklerinden biridir.
14
xix
Türkçe Baskıya Önsöz
İbn-i Halduncu bir bakış açısından bakıldığında, Osmanlı İmpara-
torluğu bağlamında işlev gören olmazsa olmaz faktörler nelerdir? Batı
Anadolu’daki Türkmen boyları arasında en çok Osman’ın grubu saygı
görmüştür. Diğer Türkmen boylarının desteğini kazanabilen ve nihaye-
tinde bir hanedanlık kurabilen grup, Osman’ın grubu olmuştur. Osmanlı
ailesinin kökenlerinin, ilk Selçuklu fatihleriyle Anadolu’ya yerleşen Oğuz
Türkmenlerine dayandığı konusunda bütün kaynaklar ve araştırmacılar
hemfikirdir. Birkaç vakayiname ve menakıbnamede de belirtildiği üzere,
Osmanlı ailesinin ait olduğu Oğuz kolu, Kayı boyudur. Bu eserler, aynı
zamanda Kayı boyunun sahip olduğu asaletin ve şöhretin diğer Oğuz
gruplarına üstün geldiğinden de bahsetmektedir.
14
Osman’ın grubunda-
kileri sıkıca birbirine bağlayan ve diğer Türkmen gruplarının da saygısına
haiz olan akrabalık bağlarının yanı sıra, Türkmenlerin birbiriyle uyumunu
daha da geliştiren faktör, onlara ortak bir yönelim kazandırarak toplum-
sallaştıran ve Osman ile ondan sonra gelen Orhan’ın iktidarını ve oto-
ritesini meşrulaştıran İslam dinidir. Bununla birlikte, bu liderlerin gücü
aynı zamanda ticaret, ganimet ve yağma sonucu ulaşılmış maddi bir itibar
tarafından da desteklenmiştir. Burada İnalcık tarafından vurgulanan bir
noktanın altını çizmek elzemdir: Osmanlıların hagiografileri veya erken
dönem vakayinameler gibi geleneksel kaynaklar, gerçek tarihî anlatılar
olarak kabul edilmese de bu kaynaklar, “kırsal bölgelerde göçebe yaşayan-
ların oluşturduğu bir Türkmen boyunda, bir gazinin ortaya çıkarak ken-
dine bağlı bir atlı savaşçı (nöker) ve yoldaş takımı oluşturabileceğini ve bu
takımla birlikte sürekli olarak ‘kafirler’in yurtlarına akınlar düzenleyebile-
ceğini” göstermektedir.
16
İnancık’ın açıklamasına göre, bu kaynaklara gü-
venmemizin kısmi nedeni, bu kaynaklarda tarif edilen değişim modelinin
Orta Asya Türkleri arasında da var olan çok eski bir model olmasıdır.
17
Gellner,
Müslüman Toplum
18
başlıklı kitabında, Osmanlı Devleti’nin
başlangıcındaki oluşumunun, İbn-i Haldun modelinin bir örneğini teşkil
ettiğini belirtir. Fakat Gellner, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun
başka açılardan İbn-i Haldun modeliyle çeliştiğini, çünkü Osmanlı İmpa-
ratorluğu’nun uzun ömürlü ve tükenmiş bir devlet olduğunu belirtmiş-
tir.
19
Osmanlı Devleti, İbn-i Haldun’un keşfettiği yasalara uygun olarak
doğal bir biçimde nihayete ermemiş; Batılı ve Arap güçlerinin oluştur-
duğu bir ittifak tarafından, askerî yenilgiye uğratılarak sonlandırılmıştır.
Öyleyse burada açıklanması gereken nokta, Osmanlıların neden İbn-i
Haldun döngüsünün yazgısına tabi olmadığıdır. Bu soruya yanıt vere-
Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
xx
bilmemiz için yukardaki anlatıda eksik kalmış bir etmeni analizimize dâ-
hil etmemiz gerekir. Yukarıdaki anlatıda eksik kalan şey, siyasi iktisadın
oluşturduğu bağlamdır. İbn-i Haldun’un Osmanlı Hanedanlığı’nın doğu-
şuna ilişkin anlatısı, Osmanlı siyasi iktisadı, özellikle de Osmanlı toplu-
muna özgü üretim tarzları hesaba katılarak nasıl yeniden kurgulanabilir?
Bu analize siyasi iktisadın bağlamını da katmamız, Osmanlı Devleti’nin
oluşumunu şekillendiren değişim dinamiklerini ve İbn-i Haldun döngü-
sünden nasıl kaçınıldığını açıklayabilmemizi sağlayacaktır.
Applying Ibn
Khaldun kitabımda da bunu amaçlamıştım. Bu konunun detaylarını bura-
da sunmayacağım. Yalnızca şunu vurgulamak isterim ki daha evrensel bir
sosyal bilime doğru yönelmek istiyorsak, Batılı olmayan teorik gelenek-
lerden de faydalanmamız gerekmektedir.
Avrupamerkezciliği nasıl eleştirirsek eleştirelim, bu eleştiri toplum-
sal olguların kültürlere özgü bir biçimde vuku bulduğu, öyle ki sosyal
bilimlerde evrensel kavramlar peşinden koşmanın gayrimeşru bir çaba ol-
duğu görüşüne varmamalıdır. Bu yüzden, oto-Oryantalizm sorunundan
da kaçınmak gerekmektedir.
20
Toplumsal olguların kültürel özgüllüğünü
tanımaktan evrensel kavramların var olabileceğini reddetmeye giden teh-
likeli yol, sözde “Doğu”daki araştırmacıların, Oryantalist görüşleri içsel-
leştirmesinden kaynaklanmaktadır. Doğu’nun biricik olduğuna ilişkin
görüş, ana akım sosyal bilimlerin konu dışı ilan edilmesi amacıyla benim-
senmektedir. Bu durum, Oryantalizm sorununa karşı geliştirilen aşırı bir
tepkidir. Bu, nativizm sorununun veçhelerinden biridir; yerli olanın bakış
açısı, değerlendirmenin tek kriteri addedilir, öyle ki Batı’dan gelen bilgi
kullanılabilirlik, inandırıcılık veya doğruluk kıstaslarına istinaden değil,
millî ve kültürel kökenlerine istinaden reddedilir.
Bu noktada, bu Türkçe çevirinin ortaya çıkmasına vesile olan Tür-
kiye akademisiyle ilişkiye geçmemde doğrudan veya dolaylı olarak rol
oynamış Türkiyeli arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma teşekkür etmek is-
terim. Beni en çok destekleyen ve yüreklendirenler Alparslan Açıkgenç,
Nurullah Ardıç, Tufan Buzpınar, Ş. Teoman Duralı, Hakan Gülerce, S.
Leyla Gürkan, Mehmet İpşirli, Faris Kaya, Bilal Kuşpınar, İbrahim Öz-
demir, M. Sait Özervarlı, Recep Şentürk, Mustafa Sinanoğlu, Lutfi Sunar,
Nuri Tınaz ve Cengiz Tomar olmuştur. Son on yıldır İstanbul’a gerçek-
leştirdiğim sayısız ziyaret sırasında, bu arkadaşlarımın hepsi de misafir-
perverlikleriyle bana yardımcı olmuş, bu güzel şehirde kendimi evimde
hissetmemi sağlamışlardır.
xxi
Türkçe Baskıya Önsöz
Notlar
1 Karl
Marx. 1974, “India”, Karl Marx & Frederick Engels,
On Colonialism. Moskova: Progress
Publishers s. 81.
2 Marx. 1974, “India”, s. 81. Marx’ın Oryantalizmini eleştirel bir bakışla ele alan bir çalışma için
bk., Lutfi Sünar. 2014.
Marx and Weber on Orientalism: In the Shadow of Western Modernity,
Surrey: Ashgate, Bölüm 1.
3 Sunar,
Marx and Weber on Orientalism, s. 30-1.
4 Edward
Said. 1979.
Orientalism, New York: Vintage Book.
5 Piotr Sztompka. 2011. “Ten Theses on the Status of Sociology in an Unequal World”,
Global
Dialogue: Newsletter for the International Sociological Association 2(2).
6 Huri İslamoğlu & Çağlar Keyder. 1977. “Agenda for Ottoman History”,
Review 1(1): 31-55.
7 Age., s. 32.
8 Age., s. 33.
9 Age., s. 34-5.
10 Age., s. 35.
11 Kerem, Nisancioglu. 2014. “The Ottoman Origins of Capitalism: Uneven and Combined
Development and Eurocentrism”,
Review of International Studies 40, s. 325-347.
12 İbn-i Haldun’un teorisinin Osmanlı Devleti’ne uygulandığı bir örnek için bk., Syed Farid Ala-
tas,
Applying Ibn Khaldun: The Recovery of a Lost Tradition in Sociology, Londra: Routledge,
2014, blm. 6.
13 Şevkiya İnalcık. 1948. “Ibn Hacer’de Osmanlılara Dair Haberler”,
Ankara Üniversitesi Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi 6, s. 351, 356, Cemal Kafadar. 1995’te anılmıştır. Between
Two Worlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley & Los Angeles: University of
California Press, s.
182, n.142.
14 Ibn Khaldun, ‘Abd al-Rahman,
Al-Muqaddimah, Cilt 5., ‘Abd al-Salām al-Shaddādī [Abdes-
selam Cheddadi], Casablanca: Bayt al-Funūn wa al-‘Ulūm wa al-Ādāb, 2005, cilt. 1, s. 216-7;
219-22. Ayrıca bk.,: Syed Farid Alatas,
Ibn Khaldun, Delhi: Oxford University Press, blm. 2.
15 M. Fuat Köprülü. 1992
. The Origins of the Ottoman Empire, G. Leiser, çev., & ed., Albany:
State University of New York Press, s. 72.
16 H. İnalcık. 1981-82. “The Question of the Emergence of the Ottoman State.”
International
Journal of Turkish Studies. 2 (2), 71-79, s. 75; H. İnalcık. 1979-80. “The Khan and the Tribal
Aristocracy”,
Harvard Ukranian Studies 34: 447-458.
17 İnalcık, “The Question of the Emergence of the Ottoman State”, s. 76. Orta Asya Türkleri için
bk., V. Barthold. 1968.
Turkestan down to the Mongol Invasion, Londra: Luzac.
18 Ernest Gellner. 1981.
Muslim Society. Cambridge: Cambridge University Press.
19 Gellner,
Muslim Society, s. 73.
20 Bk., John Lie, J. 2001. “Ruth Benedict’s Legacy of Shame: Orientalism and Occidentalism in
the Study of Japan”,
Asian Journal of Social Science, 29(2): 249-261, s. 256-257.
Dostları ilə paylaş: |