İstem, Yıl:5, Sayı:10, 2007, s.143 - 153
www.istem.org
MESNEVÎ’DE GEÇEN MUÂVİYE-İBLİS HİKÂYESİ
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi.
ÖZET
Bu kısa makalede Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde anlattığı Muâviye-İblis
hikâyesinde Muâviye’ye biçilen rol üzerinde durulacaktır. Hikâye, saraya
gizlice giren İblis’in Muâviye’yi namaza kaldırmasıyla başlar. Muâviye,
İblis’in bu tavrında bir hinlik olduğunu anlar. Ona bunun sebebini sorar.
İblis, iyi niyetli olduğunu anlatmaya çabalasa da Muâviye ona inanmaz ve
bütün iddialarını yalanlar. Sonunda İblis gerçeği itiraf etmek zorunda ka-
lır. Asıl amacı, Muâviye’nin namazı kaçırması halinde duyacağı üzüntü-
nün sevabını almasını engellemektir. Zira bu hayıflanmanın kılacağı na-
mazdan çok daha büyük sevabı vardır.
Şiîler ve Haricîler Muâviye’yi şiddetle yerip Müslümanlığını sorguladık-
ları halde hikâyede, -Sahabî olması hasebiyle- Sünnîlerin onun hakkındaki
olumlu yaklaşımları daha da yüceltici bir şekle sokulmuştur. Burada
Muâviye, Şeytan’ın oyununu boşuna çıkaran feraset sahibi kâmil bir mü-
min olarak tasvir edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Muâviye, Mevlana, Mesnevî, İblis, Şeytan.
144
Prof.Dr. Adnan Demircan
www.istem.org
THE STORY OF MUAWIYAH AND IBLIS IN MATHNAWI
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Harran University Faculty of Divinity
ABSTRACT
This article deals with the role attributed to Muawiyah by Jalal al-Din
al-Rumi in the story of Muawiyah and the Devil in his work, Mathnawi.
The story begins with the incident that the Satan who intruded the Palace
woke Muawiyah up for the morning prayer. Muawiyah realizes that there
is a tricky situation in the Satan’s act, and asks the Devil about his reason
to do so. Although the Satan tries to convince him about his sincerity,
Muawiyah does not trust him and rejects all of his explanations.
Eventually the Satan admits his real intention that he aims in fact to
prevent Muawiyah from acquiring merit from Allah’s sight through the
sadness that Muawiyah would feel if he missed the prayer. The Satan
thinks that Muawiyah would be rewarded by Allah for his sadness much
more than his prayer itself.
In spite of the fact that Shiites and Kharijites harshly criticize and
condemn Muawiyah’s piety, the positive Sunni perception of Muawiyah
that basically depends on his being a companion of the Prophet has been
promoted to be more glorifying in this story, describing him as a devout
Muslim who is able to frustrate the Devil’s trick.
Key Words: Muawiyah, Mawlana, Mathnawi, the Devil, the Satan
Mesnevî’de Geçen Muâviye-İblis Hikâyesi
145
www.istem.org
Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde yer alan Muâviye-İblis hikâyesinde, Muâviye’ye
Şiîlerin, Haricîlerin ve hatta Sünnîlerin bakış açısına pek uymayan bir rol yük-
lenmektedir. Bilindiği gibi Muâviye, Şiîler ve Haricîler tarafından samimiyeti sor-
gulanan, hatta tekfir edilen bir insandır. Nehcü’l-belâğa’da da yoldan çıkmış,
sapkın biri olarak değerlendirilmektedir. Sünnîler ise Muâviye’nin meşru halife
olan Hz. Ali’ye karşı çıkmasını hatalı bir davranış olarak kabul etmişlerse de
onun bu tavrını bir içtihat hatası şeklinde değerlendirmeyi tercih etmişlerdir. Ör-
neğin Eş‘arî, Ali ile Muâviye arasında meydana gelen hâdiseleri tevil ve ictihadla
izah etmektedir.
1
Bağdâdî’ye göre Ali, şüphesiz haklıydı; Muâviye ve adamları
ise, hataya düştükleri bir tevile kapılarak ona isyan etmişler; fakat hataları yü-
zünden küfre düşmemişlerdi.
2
Nesefî’ye göre Muâviye, yaptıklarını tevil nedeniy-
le yapmıştır. Bu sebeple fâsık değildir. Kuşkusuz Ashâbtan ve başkalarından tevil
üzere Ali’yle savaşanlar, bundan dolayı kâfir ya da fâsık olmaz.
3
Pezdevî’ye göre
ise Ali hak, Muâviye batıl üzere idi; ancak Muâviye’nin yaptığı tevil olunur; yap-
tıkları sebebiyle imandan çıkmamıştır ve dolayısıyla Müslüman’dır. Onunla birlik-
te olan tâbileri de Ali’ye muhalefetleri ve ona karşı savaşmaları nedeniyle kâfir
olmamışlardır.
4
Kaynaklarımızda Muâviye’yi yeren, hatta cehennemlik olduğunu bildiren ifa-
delerin yer aldığı uydurma hadislerin yanı sıra Allah katındaki eminlerden biri ve
cennetlik olduğunu bildiren uydurma hadisler de bulunmaktadır.
5
Bu çelişkili ri-
vayetler, Muâviye’nin Hz. Ali’ye karşı takındığı tutumdan ve bir siyasetçi olarak
tartışmalara neden olan icraatlarından kaynaklanmıştır.
Hikâyede, insanın düşmanı olan Şeytan’ın onu kandırmak ve Allah’a itaat-
ten uzaklaştırmak için gayr-ı meşru yollara teşvikten başka meşru yolları da kul-
lanabildiği, ancak bunu art niyetle yaptığı için sonuçta insanın kötülüğünden
başka bir şey düşünmediği anlatılır. Mevlânâ’nın bunu anlatmak için seçtiği kişi-
nin, Ehl-i Beyt taraftarlarının Şeytan’a en fazla uyan insanlardan biri olarak gör-
dükleri Muâviye olması, hikâyenin taşıdığı mesaj kadar ilgi çekicidir.
***
Hikâye, İblis’in Muâviye’yi namaza kaldırmasıyla başlar. Muâviye işin içinde
bir bit yeniği olduğunu hemen anlar. Zira İblis’in hayra vesile olmayacağından
emindir. Muâviye’nin ısrarı üzerine İblis, onu kandırmak ve davranışının haklılı-
ğını ispatlamak için çeşitli deliller ileri sürer. Muâviye de ona cevap sadedinde,
sağlam bir imandan süzülüp gelen, mantık örgüsü kuvvetli açıklamalar yapar.
Hikâye şöyle başlar:
6
––––
1
el-Eş‘arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail, el-İbâne ‘an usûli’d-diyâne, Thk.: Abbâs Sabbâğ, Beyrut
1414/1994, s. 170.
2
el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdülkâhir et-Temîmî, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark beyne’l-
Fırak), Önsöz ve Notlarla Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991, s. 277.
3
en-Nesefî, Ebu’l-Mu‘în Meymûn b. Muhammed, Tabsiratu’l-edille fî usûli’d-dîn ‘alâ tarîkati’l-İmâm
Ebî Mansûr el-Mâturîdî, Thk.: Claude Selâme, Dımaşk 1993, II, 888.
4
Pezdevî, Ebû Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, Çev.: Şerafeddin Gölcük, 2. Basım, İstanbul
1988, s. 283.
5
Bu hususta rivayet edilen hadisler için bk. İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî
Süfyân, Ankara 1990, s. 48-62.
6
Hikâye, Mesnevî’nin 2. Kitabı 2605-2790 beyitleri arasında anlatılmaktadır (Mevlânâ, Mesnevî,
→ →
146
Prof.Dr. Adnan Demircan
www.istem.org
Müminlerin dayısı
7
Muâviye, köşkünde uyumuştu. Köşkün kapısı içeriden ki-
litliydi, çünkü Muâviye halkın gelip gitmesinden yorulmuştu. Ansızın birisi onu
uyandırdı. Muâviye gözünü açınca adam gözden kayboldu. Kendi kendine,
“Köşke kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim acaba?” diye dü-
şündü. Etrafı dolaştı, gizlenen adamın izini bulmak için her tarafı araştırdı. Kapı
arkasına saklanmış bir herif gördü. Adam, kapıya sinmiş, yüzünü perde ile örtüp
gizlenmişti.
Muâviye, “Hey sen! Kimsin, adın ne?” diye sordu.
İblis, kimliğini gizlemeye gerek duymadı. Dürüst davranarak Muâviye’yi kan-
dırma yolunu seçti. Zira Muâviye’ye yalan söyleyebilecek durumda değildi.
“Adımı açıkça söyleyeyim, Şaki İblis!” diye cevap verdi.
Muâviye, “Beni niçin uyandırdın? Doğru söyle, yalan konuşma!” diyerek üs-
teledi.
Şeytan, “Namaz vakti geldi. Hemen mescide koşmak gerek. Mustafa, mana
incisini delerek, ‘Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın.’
8
buyurdu.” diye
cevap verdi.
İblis, Muâviye’yi namaz için uyandırmaktadır. Oysa Allah’ın emirlerine itaate
ve iyiliğe teşvik etmek, insanın zarar görmesini engellemek, İblis’in varlık sebebi-
ne aykırıdır. Muâviye ise bundan emindir. Bu sebeple, “Hayır, hayır! Senin böy-
le bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın, imkânı mı var? Hırsız, evime giz-
lice giriyor da “Bekçilik yapıyorum.” diyor. Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız,
sevabı, ecri ne bilir?” dedi.
Şeytan dedi ki: “Biz, önce melektik. İbadet yoluna canla başla koyulmuştuk.
Yol saliklerine mahremdik, Arş sakinleriyle dosttuk. İlk sanat gönülden çıkar mı?
İlk sevgi nasıl olur da unutulur? Yolculukta Rum’u ya da Hoten’i
9
görmekle gön-
lünden vatan sevgisi çıkar mı?
10
Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de onun
→ →
Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İs-
tanbul 1991, II, 200-214). Bu makalede ayrıca Mesnevî’nin şu çevirilerinden de yararlanılmıştır:
Mevlânâ Celaluddin-i Rûmî, Mesnevi, Çev. ve Şerh: Tahiru’l-Mevlevî, Şamil Yayınevi, İstanbul
(t.y.), VII-VIII, 798-844; Mesnevî ve Şerhi, Şerheden: Abdülbaki Gölpınarlı, 2. Basım, Milli Eğitim
Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1985, II, 380-398; Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mes-
nevî-i Şerîf Şerhi, Çev.: ve Şerh: A. Avni Konuk, Kitabevi, İstanbul 2005, IV, 215-265, Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İs-
tanbul, 2004, I, 245-252; Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, Çev.: Şefik
Can, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999, I, 454-466.
7
Makaleye esas aldığımız İzbudak çevirisinde bu ifade yer almamışsa (II, 200) da Farsça metinde ve
bazı çevirilerde Muâviye için “Müminlerin dayısı” ifadesi kullanılmıştır (Tahiru’l-Mevlevî, VII-VIII,
798; A. Avni Konuk, IV, 215). Muâviye, Hz. Peygamber’in zevcesi Ümmü Habîbe’nin kardeşi ol-
duğu için bu sıfatla anılmıştır. Zira Hz. Peygamber’in hanımları müminlerin anneleridir.
8
Hz. Peygamber, “Ey insanlar! Ölmeden önce Allah’a tövbe ediniz, meşgul olmadan önce salih
amellerde acele ediniz…” buyurmaktadır (İbn Mâce, Sünen, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî
2.09), I, 343 [1081]). Mevzu olduğu ifade edilen bir hadis ise şöyledir: “Vakti geçmeden önce
namazı kılmakta ve ölümden önce tövbe etmekte acele ediniz.” (es-Sağânî, el-Mevzû‘ât, el-
Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), I, 37; el-Albânî, Silsiletu’z-za‘îfa, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile
(el-isdâru’s-sânî 2.09), I, 152).
9
Hoten, Doğu Türkistan’ın güneyinde şehir ve bölge adıdır (Bk. Ahmet Taşağıl, “Hoten”, TDVİA,
İstanbul 1998, XVIII, 251-253).
10
“Rum’dan murat, İblis’in zaman-ı taatına; Hoten’den murat matrudiyeti zamanına işarettir.” (A.
→ →
Mesnevî’de Geçen Muâviye-İblis Hikâyesi
147
www.istem.org
kapısının âşıklarındandık. Göbeğimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza
ektiler. Zamandan güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik. Bizim varlı-
ğımızı da onun lütuf ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil
mi? Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız. Başımıza
rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi. Ben daha çocukken,
süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O! Onun sütünden başka kimden süt em-
dim? Onun gözetmesinden başka kim yetiştirdi beni? Vücuda sütle giren huyu,
çıkarmaya kimin iktidarı vardır? Kerem denizi beni ayıplasa da kerem kapıları
nasıl kapanır? Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir. Kahırsa, o
paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir. Âlemi lütuf için yarattı. Onun
güneşi zerreleri okşadı. Ayrılık onun kahrından gebeyse de, ona kavuşmanın de-
ğerini bilmek içindir. Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedip
etsin de can, vuslat günlerini bilsin. Peygamber “Allah, ‘Âlemi yaratmaktaki
amacım, ihsan etmekti. Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma
parmaklarını bansınlar. Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas el-
de edeyim diye yaratmadım.’ dedi.”
11
buyurmuştur. Birkaç gün oldu ki beni hu-
zurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde. Böyle bir yüzden bu
çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta. Hâl-
buki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonra-
dan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur. Ben ezelî lütfa bakar, sonra-
dan meydana geleni yırtar, iki parça ederim. Tutalım, Âdem’e secde etmemem
hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil. Her
haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca
haset baş gösterir. Aksırana “Çok yaşa!” demek dostluktan olduğu gibi, kıskanç-
lık da dostluğun şartıdır. Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna
dedi, ben ne bilirim ki ona katayım? Bir tek oyunum vardı, oynadım; kendimi
kaldırıp belâya attım. Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat ol-
dum, ona mat oldum, ona mat oldum! Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim,
kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki? Altının cüz’ü, nasıl olur da küllün-
den kurtulur? Hele keyfiyetsiz Allah onu eğri yaratmışsa! Bu altı cihet içinde ate-
şe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Allah kurtarabilir. Küfür olsun, iman ol-
sun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
İblis’in açıklamaları mantıklıdır. Allah’a olan aşkını ve yaptıklarının onun ira-
desinin tezahürü olduğunu ifade ederek Muâviye’yi ikna etmeye çalışır. Bu açık-
lamalar karşısında Muâviye’nin verdiği cevap ona haddini bildirecek cinstendir:
“Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik. Sen, benim gibi yüz binlerce
kişinin yolunu kestin, delik deldin, hazineye girdin! Hem ateş ve neft olasın, hem
yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış ol-
sun! Ey ateş, senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil. Allah
seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur. Al-
→ →
Avni Konuk, IV, 219).
11
Zayıf bir hadis-i kutsîde Yüce Allah’ın, “Benden istifade etsinler diye mahlûkatı yarattım; ben on-
lardan istifade edeyim diye yaratmadım.” buyurduğu rivayet edilir (el-Irakî, Tahrîcu ehâdîsi’l-İhyâ,
el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), VIII, 301; el-Fettenî, Tâhir el-Hindî, Tezkiretu’l-
mevzû‘ât, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), I, 97; el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, el-
Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), VI, 54; Câmi‘u’l-ehâdîsi’l-kudsiyye, el-Mevsû‘atu’ş-
şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), I, 37).
148
Prof.Dr. Adnan Demircan
www.istem.org
lah ile yüz yüze konuştun. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?
Senin marifetlerin, ötüş sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar. O,
yüz binlerce kuşun yolunu kesmiştir. Kuş, aşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır.
Havada uçarken ötüş sesini duyunca havadan iner, burada esir olur. Nuh’un
kavmi senin hilenden feryada düşmüş, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça
olmuştur. Cihanda Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere
sen düşürdün. Lût kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara su-
yun içinde, senin yüzünden boğuldular. Nemrud’un beyni, senin yüzünden dö-
küldü, ey binlerce fitne çıkaran Şeytan! Filozof, zeki Firavun’un aklı körleşti, se-
nin yüzünden bir şey anlamaz oldu. Ebû Leheb senin yüzünden na-ehil oldu.
Ebu’l-Hakem de senin yüzünden Ebû Cehil kesildi. Ey bu satrançta nam için yüz
binlerce ustayı mat eden! Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne
merhamet gelmeyen! Sen hile denizisin, halk bir katreden ibaret. Sen dağ gibi-
sin, selim kalpli insanlar ise ancak bir zerre! Ey düşmanlık edip duran Şeytan,
senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak Allah’ın
koruduğu müstesna. Nice saadetli yıldız, senin yüzünden yanmıştır. Nice asker-
ler, nice topluluklar, senin yüzünden darmadağın olmuştur!”
İblis’in bu eleştirilere vereceği cevaplar vardır. Kendini haklı çıkarmak için bir
hamle daha yapar: “Bu bağı çöz. Ben, kalpla halis için mihengim. Hak, beni as-
lanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti.
Ben, kalpın yüzünü ne vakit karartmışım? Kuyumcuyum ben, ona daima değeri-
ni verdim. İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim. Bu otları niye ortaya koya-
rım? Hayvan hangi cinstendir, meydana çıksın diye. Kurt, ceylandan bir yavru
doğursa onun kurt yahut ceylan oluşunda şüphe edilir. Önüne otla kemik koy.
Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek? Eğer kemiğe gelir-
se köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylan cinsindendir. Kahırla lütuf, birbi-
rine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer âlemi doğdu. Sen otla kemiği göster,
nefis ve can gıdasını arz et. Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse
önderdir. Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur. Gerçi bu
ikisi birbirine aykırı, hayır ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır. Peygamberler,
ibadetlerini arz ederler, düşmanlar ise şehvetlerini. Ben iyiyi nasıl kötüleştirebili-
rim? Allah değilim ya! Ben bir davetçiyim, onları yaratan değil! Güzeli çirkin ya-
pabilir miyim? Rab değilim ki… Güzele çirkine bir aynayım. Hintli, bu adamı ka-
ra suratlı gösteriyor diye aynayı yaktı. Ayna dedi ki: Suç benim değil. Benim yü-
zümü cilalayana kabahat bul! O beni gammaz yaptı, ‘Çirkin kimdir, güzel kim?’
söyleyeyim diye o, beni doğru sözlü etti. Ben şahidim, şahidi zindana atmak ne-
rede görülmüş? Zindan ehli değilim. Allah şahidimdir. Ben de nerede meyveli bir
ağaç görürsem onu dadı gibi besler, yetiştiririm. Fakat nerede acı ve kuru bir
ağaç görürsem dışkı, miskten kurtulsun diye keserim. Kuru ağaç, bahçıvana,
“Yiğit! Suçsuz, günahsız olduğum halde niye başımı kesiyorsun?” der. Bahçıvan
der ki: “Sus, kötü huylu! Kuruluğun suç olarak yetmez mi?” Kuru ağaç, “Ben
doğruyum, eğri değil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun?” der. Bahçıvan der
ki: “Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat yaş olsaydın! Öyle olsay-
dın Âb-ı hayatı çeker, dirilik suyu ile karışır, hayat bulurdun. Tohumun ve aslın
kötüymüş, güzel bir ağaca ulaşamamışsın. Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşı-
lansa o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”
Bu açıklamalara rağmen Muâviye kandırılabilecek biri değildir. Şeytan’a şöy-
Mesnevî’de Geçen Muâviye-İblis Hikâyesi
149
www.istem.org
le cevap verir: “Ey yol kesici, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol
arama. Sen bir dolandırıcısın, ben ise garip bir tacirim. Getirdiğin her elbiseyi
nasıl satın alabilirim? Kâfirlik edip eşyamın etrafında dolaşma. Sen hiç kimsenin
malına müşteri değilsin. Dolandırıcı, müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile
bu, hileden, düzenden ibarettir. Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Ey
Allah’ım! Bu düşmanın elinden bizi kurtar, feryadımıza yetiş! Bir kere daha bana
üfürür, beni bir kere daha efsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti! Onun bu sözü
duman gibidir. Ey Allah’ım! Elimi tut, yoksa kilimim/inancım elden gider. Bir de-
lil getirmekle İblis’e üst olamam. Çünkü o, her yüce, her aşağılık kişinin fitnecisi,
imtihancısıdır. “İsimleri öğretti”
12
beyi olan Âdem bile bu köpeğin yıldırım gibi
koşuşuna karşı yaya kalmıştır. Şeytan, onu bile Cennetten yeryüzüne atmıştır.
Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş, “Rabbimiz
zulmettik”
13
diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yok-
tur. Onun her sözünde bir şer vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir. Erle-
rin erliklerini bir nefeste bağlar; kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır. Ey
halkı yakıp yandıran fitneci İblis! Niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle!”
İblis’in vazgeçmeye niyeti yoktur: “Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da ol-
sa doğruyu işitmez. Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar.
Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur. Bu takdirde, böyle
adama verilecek cevap susmaktan ibarettir. Ahmakla konuşmak deliliktir. Ey
ahmak!
14
Benim şerrimden Allah’a ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nef-
sinin şerrinden ağla, sızlan! Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıh-
hatin bozulur. Sonra da suçu yokken İblis’e lânet edersin. Niçin o şeytanlığı ken-
dinde görmezsin? Ey azgın! Bu, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk pe-
şinde koşup durmaktasın. Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye
bilmiyorsun? Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gö-
zünü, aklını kör etti. Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder;
15
düşmanlığa kalkış-
ma, bu cinayeti, kara nefsin işledi. Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülük-
ten de bizarım, hırstan da, kinden de! Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım;
gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum. Halk arasında itham edildim.
Herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor. Zavallı kurt, aç da
olsa “haşmet içindedir” diye itham edilir. Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olma-
sa bile ‘çok yemekten dolayı karnı dolu’ derler.” dedi.
Bu sözler üzerine Muâviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtara-
maz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. Doğru söyle de elimden kurtul. Hile,
savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?”
diye sordu.
Muâviye şöyle cevap verdi: “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı
––––
12
Bakara 2/31.
13
A‘râf 7/23.
14
Adnan Karaismailoğlu çevirisinde “Ey temiz kişi!” şeklinde (I, 249), A. Avni Konuk çevirisinde “Ey
sâde-dil” şeklinde (IV, 248) çevrilmiştir.
15
“Bir şeyi çok sevmen seni kör ve sağır eder.” şeklinde bir hadis vardır (et-Taberânî, Ebu’l-Kâsım
Süleyman b. Ahmed, Mu‘cemu’l-evsat, el-Mektebetu’l-elfiyye (el-isdâr 1.5), IV, 334; el-‘Aclûnî,
Keşfu’l-hafâ, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), I, 343).
150
Prof.Dr. Adnan Demircan
www.istem.org
anlamak için mihenk vermiş; “ Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalple-
re emniyet ve neşe verir.”
16
demiştir. Gönül, yalan sözle huzur bulmaz. Suyla
yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe huzur verir. Doğru söz-
ler, gönül tuzağının yemleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit
doğruyla yalanın tadını almaz. Fakat gönül ağrıdan, illetten salim olursa, yalanla
doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar. Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs,
gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü. Senin yalanına, işvene kulak astı, al-
danıp öldürücü zehri içti. O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle
mest olan kişinin temyizi uçup gider. Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onun için
senin yalanını dinler. Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara aşina etmiştir.”
Mevlânâ, burada kadı hikâyesini anlatır. Hikâyenin sonundaki iki beyit
Muâviye’nin ağzından çıkmış gibidir.
17
Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye
koyuldu. Naip ona “Ey kadı! Bu ağlama nedir? Ağlamak, feryat etmek zamanı
değil. Sevinecek, kutlanacak zamanın.” dedi. Kadı, bir ah edip dedi ki: “Gönlüne
hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin haki-
katini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki… O iki hasım,
ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin? Hallerini bil-
mez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?” Naip,
“Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun. Çün-
kü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. O iki
bilgin, garazları kör etmiştir. Garaz illeti, onların ilmini göstermez hale getirmiş-
tir.
18
Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zu-
lüm haline koyar. Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi kör-
sün, kul köle kesilirsin.” dedi. Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az
yemişim. Gönül çeşnicim aydınlandı; doğruyu yalandan ayırt eder.”
Muâviye ısrarla sormaya devam etti: “Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz,
sen uyanıklığa düşmansın. Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba ben-
zersin, aklı, bilgiyi giderirsin. Seni çarmıha gerdim. Haydi, doğru söyle. Ben
doğruyu bilir, anlarım, hileye sapma. Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne
varsa, neye sahipse onu ararım. Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı
erkeği asker yerine saymam. Putperestler gibi, bir putun Hak olduğunu ya da
Hak’tan bir işaret olduğunu görmem. Dışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak
içinde kuru kerpiç araştırmam. Ağyar olan Şeytan’dan beni hayır için uyandır-
masını ummam.”
İblis, birçok hileye, düzene kalkıştıysa da Emir, onun inadını, inkârını dinle-
medi. Bunun üzerine sözü ağzının içinde geveleyerek dedi ki: “Ey Muâviye! Seni
şunun için uyandırdım: Cemaate yetişesin, devletli Peygamber’in ardında namaz
––––
16
Bu beytin, “Şüphe veren şeyi şüphe vermeyen şeye bırak. Zira doğruluk sükûn, yalan ise şüphe
uyandırır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), IV, 263
[1746], 269 [1752]; et-Tirmizî, Sünen, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09), IX, 433
[2708]; el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî
2.09), XVI, 368) hadisinin manası olduğu ifade edilir (A. Avni Konuk, IV, 252).
17
A. Avni Konuk, şarihlerin bu iki beytin Muâviye’nin ağzından çıktığını söylediklerini ifade ettikten
sonra, “Fakat fakirin zevkine göre bu iki beyti cenâb-ı Pir efendimiz kadı’nın lisanından buyurur-
lar.” der (IV, 257).
18
Tahiru’l-Mevlevî, VII-VIII, 836.
Mesnevî’de Geçen Muâviye-İblis Hikâyesi
151
www.istem.org
kılasın.
19
Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapka-
ranlık kesilecekti. Bu ziyandan bu dertten dolayı ağlayacak, gözlerinden âdeta
kâselerle yaş dökecektin. Herkes, ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile
sabredemez, ibadette bulunur. Fakat o dert, o gussa yüzlerce namaza değer. Ne-
rede namaz, nerede o niyazın ışığı? Biri mescide girerken baktı ki halk mescitten
çıkıyor. “Cemaat dağıldı mı ki herkes acele, acele mescitten çıkıyor?” diye sor-
du. Biri, “Peygamber, cemaatle namazını eda etti, duasını bile bitirdi. Ey ham
adam, nereye gidiyorsun? Peygamber, çoktan selâm verdi.” dedi. Adam bir ah
çekti ki ahının dumanı göründü. Bir vah etti ki gönlünden kan kokusu geldi.
Cemaatten biri, “Sen bu ahı bana ver, ben o namazı sana bağışlayayım.” dedi.
Adam “Verdim, namazı da kabul ettim.” dedi. Öbürü o ahı, yüzlerce niyazı aldı.
Gece rüyasında hatif ona, “Sen Âb-ı hayatı, derde derman olan ameli aldın, O
ahı seçmen, o âşıklar zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin
namazı kabul edildi.” dedi.”
Sonra Azazil
20
şöyle dedi: “Ey Âdil Emir!
21
Artık hilemi açığa vurayım. Eğer
namazın fevt olsaydı gönlüne dert düşecek, ah ve figana başlayacaktın. O tees-
süf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktı. Böyle bir ah,
hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım. İstedim ki öyle
bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın. Ben hasetçiyim, işte
böyle bir hasette bulundum. Düşmanım; işim, gücüm, hile ve kinden ibarettir.”
Bunun üzerine Muâviye, “İşte şimdi doğruyu söyledin, senden bu beklenir,
lâyığın budur. Sen örümceksin, ancak sinek tutabilirsin. Hâlbuki ben sinek deği-
lim, zahmet etme a köpek! Ben akdoğanım, beni padişah avlar. Örümcek, etra-
fımızda nasıl olur da ağ örebilir? Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir
ayran tası civarına çağır! Onları bala çağırsan bile bu çağırış, şüphe yok yalandır,
çağırdığın şey de yine ayran! Sen beni uyandırdın ama o uyandırış, uykunun ta
kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdiğin gemi, girdaptan ibaretti. Sen
beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevk ettin.” dedi.
***
Mevlânâ, hikâyede Muâviye’yi İblis’in ikna edici açıklamalarını çürüten, desi-
selerine kanmayan dini bütün, feraset sahibi bir muttaki olarak göstermektedir.
O, Ehl-i Sünnetin Ashab hakkındaki genel olumlayıcı ve yüceltici anlayışına uy-
makla birlikte Sünnî anlayıştan daha yüceltici bir yaklaşıma sahiptir. Bu anlayışı,
sufilerin hoşgörüsüyle ve hayata bakışlarıyla ilişkilendirerek açıklamak mümkün
––––
19
Hikâyenin başında karşılaşma, Muâviye’nin iktidar döneminde meydana gelmiş gibi anlatılırken bu
beyitte Hz. Peygamber’in arkasında namaz kılmaktan söz edilmektedir. A. Avni Konuk, beytin
şerhi sadedinde, “Bu beyana nazaran, Hz. Muâviye ile İblis arasındaki bu münazaranın
Risâletpenah efendimizin ömr-i saadetlerinde vaki olduğu anlaşılıyor.” demektedir (IV, 260). Hz.
Peygamber döneminde Muâviye’nin köşkünden ya da halkın çok gelip gitmesi sebebiyle yorulma-
sından söz edilemeyeceğine göre hikâyenin başıyla bu beyit arasında bir çelişki varmış gibi görü-
nüyor.
20
İslâm kaynaklarında Şeytan veya İblis’in diğer adıdır. Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında azazel,
azael ve hazazel şeklinde geçer (Bk. Salih Tuğ, “Azâzîl”, TDVİA, İstanbul 1991, IV, 311-312).
21
Makalede esas aldığımız İzbudak çevirisinde bu ifade “Ey Emir” (II, 213), Şefik Can çevirisinde “Ey
Cömert Emir” (I, 464), Gölpınarlı şerhinde “a cömert Emir” (II, 395), A. Avni Konuk çevirisinde
ise “Ey adl beyi” şeklinde çevrilmiştir (IV, 263). “Ey Âdil Emir” ifadesini Tahiru’l-Mevlevî çevirisin-
den aldık (VII-VIII, 842).
152
Prof.Dr. Adnan Demircan
www.istem.org
ise de hikâyenin kahramanı olarak Muâviye gibi bir şahsiyetin bilinçli olarak se-
çildiğini düşünüyoruz. Zira Muâviye, özellikle Ehl-i Beyt taraftarlarının samimiye-
tine inanmadıkları, başarı elde etmek için her türlü yola başvurmaktan kaçınma-
yan ve rahatlıkla İslâmî ilkeleri çiğneyebilen biri olduğunu düşündükleri, Müslü-
manlığından kuşku duydukları bir düşmandır. Belki de yaygın olan bu anlayış se-
bebiyle Abdülbaki Gölpınarlı, Muâviye’nin bazı olumsuz davranışlarını zikrettik-
ten sonra ileri sürdüğü kimi delillerden hareketle
22
Mevlânâ’nın Muâviye hakkın-
da olumsuz bir kanaate sahip olduğuna işaret etmek istemişse de onun yaklaşı-
mı, hikâyenin ortaya koyduğu tabloya uymamaktadır.
Mevlânâ’nın anlattığı hikâyenin kaynağını tespit edemedik. Ancak bu hikâ-
yenin gerçek olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Zaten bunun fazla bir önemi de
yoktur. Zira burada önemli olan hikâyenin tarihi doğruluğu değil, verilmek iste-
nen mesajdır. Öte yandan Muâviye’nin bu hikâyenin kahramanı olarak seçilmesi
için hikâyenin mutlaka kaynaklara dayanması da gerekmez.
***
Sonuç olarak hikâyeye göre Muâviye, İblis’in amacına ulaşabileceği kolay bir
av olmadığını göstermiş; uyanık bir mümin olarak İblis’in oyununa gelmemiştir.
Hikâyeye göre Şeytan, insanın kötülüğü için çalışan bir varlıktır. Onu kötü yolla-
ra sürükleyerek, kötülükleri güzel göstererek kandıramadığı durumlarda iyi yolları
da kullanır. İnsana kötülük yaptıramazsa, daha az sevap kazanmasının yollarını
arar. Bunun için mümin insan Şeytan’ın her türlü oyun ve hilelerine karşı uyanık
olmalıdır. Ashabtan biri olan Muâviye, Şeytan’ın oyununa gelmeyerek feraset
sahibi bir Müslüman örneği ortaya koymuştur. Şeytan’ın ortaya koyduğu deliller,
her insan tarafından reddedilebilecek şeyler olmadığı halde Muâviye, bunların üs-
tesinden kolayca gelmiştir. Zira Muâviye, Şeytan’ın hileciliğinden kuşku duyma-
yan halis bir mümindir.
Mevlânâ, Sünnî söyleme uygun olarak Hz. Ali’yi tebcil etmenin yanı sıra
Muâviye’yi tebriye ve tazim etmeyi de ihmal etmemiştir. Hatta bu tazimde Sünnî
söylemin sınırlarını aşarak onu daha da yüceltici bir konuma oturtmuştur.
Kaynaklar
» el-‘Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» Ahmed b. Hanbel, Müsned, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» el-Albânî, Silsiletu’z-za‘îfa, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
» el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdülkâhir et-Temîmî, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark beyne’l-
fırak), Önsöz ve Notlarla Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991.
» Câmi‘u’l-ehâdîsi’l-kudsiyye, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» el-Eş‘arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail, el-İbâne ‘an usûli’d-diyâne, Thk.: Abbâs Sabbâğ, Beyrut
1414/1994.
» el-Fettenî, Tâhir el-Hindî, Tezkiretu’l-mevzû‘ât, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî
2.09).
––––
22
“Mevlânâ’nın bu hikâyede Muâviye’ye “Emir” demesi (2655, 2704, 2768, 2784. beyitler), ona
“Şeytan yolumu vurdu” dedirtmesi (2656. beyit), Şeytan’a “Benden ne sızlanıyorsun, nefsin şer-
rinden sızlan” diye hitap ettirmesi (2722. beyit) ve metinde buna benzer şeyler söyletmesi (örneğin
2725. beyit), bu hikâyeden sonra da Mescid-i Dırâr’dan bahsetmesi dikkate değer.” (Abdülbaki
Gölpınarlı, II, 401).
Mesnevî’de Geçen Muâviye-İblis Hikâyesi
153
www.istem.org
» el-Irakî, Tahrîcu ehâdîsi’l-İhyâ, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» İbn Mâce, Sünen, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» Mevlânâ Celaluddin-i Rûmî, Mesnevî ve Şerhi, Şerheden: Abdülbaki Gölpınarlı, 2. Basım, Milli
Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1985.
» ________, Mesnevî, Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Ba-
kanlığı Yayınlar, İstanbul 1991.
» ________, Mesnevi, Çev. ve Şerh: Tahiru’l-Mevlevî, Şamil Yayınevi, İstanbul (t.y.).
» ________, Mesnevî, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul,
2004.
» ________, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Çev.: ve Şerh: A. Avni Konuk, Kitabevi, İstanbul 2005.
» ________, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, Çev.: Şefik Can, Ötüken Neşriyat,
İstanbul 1999.
» en-Nesefî, Ebu’l-Mu‘în Meymûn b. Muhammed, Tabsiratu’l-edille fî usûli’d-dîn ‘alâ tarîkati’l-
İmâm Ebî Mansûr el-Mâturîdî, Thk.: Claude Selâme, Dımaşk 1993.
» Pezdevî, Ebû Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, Çev.: Şerafeddin Gölcük, 2. Basım, İstan-
bul 1988.
» es-Sağânî, el-Mevzû‘ât, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» et-Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed, Mu‘cemu’l-evsat, el-Mektebetü’l-elfiyye (el-isdâr
1.5).
» Taşağıl, Ahmet, “Hoten”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XVIII, İstanbul 1998.
» et-Tirmizî, Sünen, el-Mevsû‘atu’ş-şâmile (el-isdâru’s-sânî 2.09).
» Tuğ, Salih, “Azâzîl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, IV, İstanbul 1991.
Dostları ilə paylaş: |