Marmara Üniversitesi



Yüklə 114,64 Kb.
tarix02.12.2017
ölçüsü114,64 Kb.
#13673

T.C

Marmara Üniversitesi

İletişim Fakültesi



Gazetecilik Anabilim Dalı

Genel Gazetecilik Bilim Dalı



Yüksek Lisans



Demokrasi ve Din

Hazırlayan : Hande Ayar
Danışman : Prof. Dr. Melda Şimşek

İstanbul 2002

İçindekiler:

Giriş

1. Bölüm:

1.1 Demokrasi nedir?

1.2 Demokrasinin dayanakları nelerdir?

1.3 Din olgusunun tarihsel süreç içinde değişimi

1.4 Modernlik karşısında dinler

1.5 Tarih boyunca demokrasi,din ilişkilerine genel bakış


2.Bölüm:

2. Siyasal iktidar,din ilişkilerinin gelişim süreçleri:

2.1 İlkçağlarda: 2.1a:Roma

2.1b:Yunan toplumları

2.2 Ortaçağ: 2.2 a:Avrupa

2.2 b:,İslam dünyası

2.3 Rönesans ve Reform
3.Bölüm:

3.1 Türkiye’de demokrasi ve din


Sonuç

Giriş:


Siyasi iktidar ve din birbirinden ayrı kalmalıdır. Bununla beraber,din ve demokrasi,mutlaka birbiri ile telif edilemez nitelikte değildir ve kabul edilebilecek bir beraberlik ortaya koyarlar. Yetkililer,toplum sorunlarını ele alırken,dini aşırılığı doğuran pek çok sebebi ortadan kaldırabilirler. Cehalet,basmakalıp düşünceler ve dinlerin birbirlerini anlamamaları gibi konulardaki mücadelenin ana unsuru eğitimdir.

Demokraside bile,dini ifade ile siyasi iktidar arasında bazı gerginlikler vardır.modern toplumun,hoşgörüsüz köktenci hareketler,terörist eylemler,ırkçılık ve yabancı düşmanlığı,etnik çatışmalar gibi sorunlarının içinde,dini bir boyut bulunduğu gerçektir. Ancak aşırılık,bizzat din olmayıp,dinin özünün değiştirilmesi ve saptırılmasıdır. Büyük dinlerin hiç biri şiddete cevaz vermez. Aşırılık,dini insancıl yolundan saptırarak,onu iktidar gücünün bir aleti haline getirmeyi hedef alan insan icadıdır.

Dine dair meseleler üzerine fikir yürütmek,siyasi şahsiyetlerin üzerine düşen bir görev değildir. Dinlere gelince,onlar da,kendilerini demokrasi yerine koyma ve siyasi iktidarı hedef alma imkanları peşinde koşmamak ve insan hakları ilkelerine saygı görmek mecburiyetindedirler.

Demokrasi ve din,hiç de telif edilemez nitelikte değildir. Tam tersine... Demokrasi,vicdan özgürlüğü,inancın gereklerinin uygulanması ve dinlerin çoğulculuğu için düşünülebilecek en iyi çerçeveyi teşkil eder. Öte yandan,din de,manevi ve ahlaki kökleri,savunduğu değerler,eleştiri gücü ve kültürel ifade imkanları ile,demokratik toplumun değerli bir yardımcısı ve yoldaşı olabilir.



1.Bölüm

1.1Demokrasi nedir?



Sözlük tanımında demokrasi,üstün iktidarın , halkta bulunduğu veya halk tarafından doğrudan ya da özgür bir seçim sistemi içinde seçilmiş temsilcileri aracılığıyla kullanıldığı , halk tarafından yönetimdir. Abraham Lincoln’un deyişiyle,demokrasi,halkın,halk tarafından ve halk için yönetimidir.1

Demokrasinin iki türü vardır:doğrudan ve temsili. Doğrudan demokraside tüm yurttaşlar,seçilmiş veya tayin edilmiş görevlilerin aracılığı olmaksızın,kamusal kararların alınmasına katılabilirler. Böyle bir sistem açıktır ki,görece az sayıda insan ile,örneğin,bir cemaat örgütlenmesinde veya kabile konseyinde,uygulanabilir. Dünyanın ilk demokrasisi olan eski Atina,muhtemelen fiziki bakımdan tek bir mekanda toplanabilecek ve doğrudan demokrasiyi uygulayabilecek azami sayı olan 5000 ya da en çok 6000 kadar insanın yer aldığı bir meclis aracılığıyla,doğrudan demokrasiyi uygulamayı becerebilmiştir.2

Bugün,en yaygın demokrasi biçimi,yurttaşların siyasal kararları almak,yasaları yapmak ve kamunun iyiliğini amaçlayan programları uygulamak için görevlileri seçtikleri temsili demokrasidir. Bu görevlilerin seçilme biçimleri,son derece değişken olabilmektedir. Ulusal düzeyde,örneğin yasa koyucular,her birinden tek temsilcinin seçildiği bölgelerden seçilebilirler. Başka bir alternatif olarak,nispi temsil sistemine göre,her siyasal parti,yasama organında,ulus ölçeğinde toplam oy içinde sahip olduğu yüzde ile orantılı biçimde yasama organında temsil edilir. Uygulanan yöntem ne olursa olsun ,temsili bir demokraside kamu görevlileri,halk adına o mevkiyi ellerinde tutarlar ve eylemlerinden ötürü halka karşı sorumlu tutulabilecekleri bir konumda bulunurlar.3
1.2Demokrasinin dayanakları nelerdir?

  • Halk egemenliği

  • Hükümetin yönetilenlerin rızasına dayanması

  • Çoğunluğun yönetimi:Çoğunluk kavramı iki nedenden ötürü belirsiz bir kavram gibi gözükmektedir. Öncelikle çoğunluk olarak belirli bir kitlenin hangi oranının alınacağı belli değildir. Normal olarak çoğunluk,kitlenin yarıdan bir fazlası anlamına gelir,ama,bazen plutarizmle aynı anlamda kullanılmakta,kitlenin yarıdan fazlası olsun olmasın en büyük parça çoğunluk anlamına gelmektedir. Ayrıca çoğunluk aranan kitlenin yapısı ile ilgili belirsizlik vardır. Oylamaya katılanların mı,katılabilir olanların mı,tüm üyelerin mi çoğunluğu,yine de demokratik karar alma sürecinde en pratik yöntem budur.4

  • Azınlık hakları:Burada kastedilen demokratik sürecin her hangi bir aşamasında,çoğunluk sağlayamamış;düşünce ya da bir tercih bakımından azınlıktır. Bir çoğunluk demokrasinin kuralları içinde azınlıkların varlığına ve bunların iktidara yönelik çalışmalarına engel olmamalıdır,ancak azınlık da çoğunluk halini aldığı zaman oyunun kurallarını bozmayacağını önceden söylemelidir.5

  • Temel insan haklarının güvence altında olmaları

  • Özgür ve adil seçimler      

  • Kanun önünde eşitlik       

  • Davaların hukuki usullere göre görülmesi 

  • Hükümetin anayasayla sınırlandırılması

  • Toplumsal,ekonomik ve siyasal çoğulculuk

  • Hoşgörü,işbirliği ve uzlaşma değerlerinin benimsenmesi 6

1.3Din olgusunun tarihsel süreç içinde değişimi


Din,tarihin en ilkel toplumlarında bile varlığını saptayabildiğimiz bir olgudur. Din insan ilişkilerinin ve onun oluşturduğu toplumsal yapıların dışında soyut bir olgu ya da kavram olarak kabullenilemez. Toplumsal yapı ve bu yapı içindeki insan ilişkileri başkalaştıkça,nasıl dinin kavranış ve oluşum biçimleri başkalaşıyorsa,siyasal iktidar ile dinsel öğeler ve arasındaki ilişkiler düzeni de değişik yapılara ulaşmaktadır. İlkel toplumlarda,tüm toplumsal yaşama egemen olan belli başlı güç din olduğu için,gerçekte siyasal iktidarla dinsel yapı iç içe,kaynaşmıştır. Ancak,ilkel toplumlar giderek tarihsel varlıklarını yitirip daha büyük ,daha örgütlü toplumsal modeller oluştuğunda,siyasal iktidar,dinsel iktidarın dışında belirginleşiyor. Bu olgudan sonradır ki,toplumda,gittikçe birbirinden ayrılan iki iktidar arasındaki ilişkilerin ne olması gerektiği sorunu beliriyor ve bir sorun olarak,değişik ölçüler ve nitelikler içinde günümüze değin geliyor.7

Her siyasal iktidar,yasak koyma,kural koyma ve yaptırım uygulama,kısacası yönetme erkini,belirli bir kaynağa dayandırmak ve böylece iktidara geçerlilik sağlamak gereksinimi duyar. Böyle bir kaynağa dayanılmadığında yönetilenlerin,yönetenin iradesine uygun davranması nedeni ve mantığı da ortadan kalkmaktadır.8

Bu neden ve mantık yüzyıllarca din olarak kabul edilmiştir. Şu ya da bu biçimde,siyasal iktidarın kaynağı doğaüstü,tanrısal,dinsel temellere dayandırılmış ve siyasal iktidarla dinsel iktidar birbirlerinden ayrı da olsalar,tüm siyasal yapı içinde beraber var olmuş,böylece teokratik bir yapı oluşturmuşlardır. Öyle ki uzun zaman suç,günah kavramları birbirlerinden ayrılmamış,iktidara itaat dinsel bir gereklilik sayılmıştır.9

Ancak tarihsel süreç içinde siyasal iktidarın kaynağı millet olmuş,dinsel bütün siyasal iktidarın dışında kalmış,yani laiklik sistemi oluşmuş,buna bağlı olarak siyasal iktidarların niteliği,geçerliliği,yasallığı,biçimleri de değişmiştir.10


1.4Modernlik karşısında dinler

Günümüzde dinin karşısında bir çok yeni iletişim teknolojisi bulunuyor. Bundan,doğrudan ve dolaylı olarak bir çok eğilim ortaya çıkmaktadır. Özellikle sanayileşmiş toplumlara baktığımızda ibadetlere gittikçe daha az sayıda genç insanın katıldığını görüyoruz. Öte yandan,dünyaya teknolojik gelişmelerin getirdiklerinden yararlanamayan toplumların ve bazı dinlerin kendi içlerine kapandıklarını,daha katılaştıklarını görüyoruz. Bir diğer taraftan kimi tarikat ve cemaatler bu gelişmelere kendilerini çok daha çabuk uydurmuşlar ve bunlardan faydalanmanın yolunu bulmuşlardır.11

Oysa,ilerleme ve din birbirlerini kaldırmak zorunda değillerdir. Din,sadece dini görüş yeterli olmasada modern insanın yolunu bulması için gereklidir,buysa ancak dinin modernliğe uyum sağlamasıyla gerçekleşebilir. Çoğu zamansa,hal böyle değildir. Büyük çoğunluğuyla büyük dinler,dillerini ve merasimlerini çağdaş hayatın ahengine uydurmakta güçlük çekmektedirler. Bunu özellikle boşanma,AİDS karşısındaki tutumlarda ve çocuk aldırma gibi konularda görüyoruz.12

Ümidi ve geleceği olmayan insanlar,bazen bir yön,bir yaşama sebebi bulmak amacıyla dine sarılmaktadır. Dini entegrizm tarafından,bir din devleti kabul ettirilmek istenmektedir;siyasi radikalizm tarafında,göç edenleri milli sınırların dışına atmak istenmektedir. Aynı hoşgörüsüzlük!13


1.5Tarih boyunca demokrasi,din ilişkilerine genel bakış


Tarihi sürece baktığımızda siyasi sistemlerin ve dinlerin her zaman gergin bir hava içersinde beraberce mevcut olduklarını görüyoruz. Demokrasi ve din arasındaki ilişkilerde böyledir. Demokrasi çoğulculuktur,din vahdettir. Demokrasi halkın halk için iktidarıdır;gerçeklerin çeşitliliğine,söz konusu gerçeklerin arasında mümkün olabilen uzlaşmalara dayanır. Dinse,halk oylaması kurallarına tabi olmayan Allah’ın kelamına dayanır,ancak bu farklar tarifleri itibarıyla zarar veren bir zıtlaşma anlamına gelmez.14

Sorun,din adına,demokrasiye ve insan haklarına saygı gösterilmediği veya siyasi sistemin vicdan özgürlüğünü veya dinin gereklerinin uygulanmasını yasakladığı zaman ortaya çıkmaktadır.15

Ayrıca tehlike,dünyevi iktidarın kendi yararlarını savunmak için dini kullanma teşebbüsleri,siyasi iktidarın denetim altına alınması girişimlerinden de doğmaktadır.16

Avrupa’da Roma İmparatorluğu döneminde olsun,Ortaçağ’da olsun,dünyevi iktidarla ruhani iktidar arasındaki ayrım çok net değildi,ve devletle kilise arasında ki ayrılma 18.yy sonlarında görüldü. 17

Avrupa çoğu zaman,kültürel ve dini kimliklere saygı göstermenin iyi örneğini vermemiştir. Egemenliğin benimsettirilmesi hoyratça zorlanmıştır. Devletler iktidarı temsil ediyorlardı ve kudretleri,bir dinin ve bir dünya görüşünün zorla kabul ettirilmeleri suretiyle ortaya konuyordu.18

Söz konusu devletler,bu iktidarı barbar saydıkları diğerlerini medenileştirme kanaatiyle kullanıyorlardı. Yüksek seviyede bir katkı maskesinin altında,aslında,diğerlerinin aşağılanması ve hilekar amaçlarla kullanılmaları yatıyordu. Amerika’nın sömürgeleştirilmesi,büyük toprakların Romalılaştırılmaları bunun tipik bir örneğidir.19



Hakim kültürler farklılığı küçümsemişler,bu farklılıklarla mücadele etmişler ve böylece saldırıya uğrayanların savunma güdülerini uyandırmışlardır. Bu hala,Avrupa’daki azınlık sorunlarının altında yatan bir sebep olmaya devam etmektedir.20

Ancak,dinlerde ve toplumlardaki mevcut farklı dünya görüşleri,zorunlu olarak bağdaşmayan veya birbirleriyle zıtlaşan şeyler değildir. Tarih,örnekleri tükenmeyecek kadar çok çatışmalar yanında,karşılıklı zenginleşme sonucunda oluşan,ahenkli bir şekilde bir arada yaşama zamanlarının da bulunduğunu ispat etmiştir. Türkiye bunun bir örneğidir.21

Tarafsızlığı,ağırbaşlılığı ve denge arama özelliği ile demokrasi ve büyük çoğunluğuyla ılımlı ve diğerlerine saygılı olma özelliğiyle dini örgütler pekala anlaşabilir ve karşılıklı zenginleşebilirler. Demokrasi,dinin serbestçe yaşanmasını sağlayan en iyi çerçeve olarak ortaya çıkmaktadır.22

Demokratik model,dinlerin gelişmesi için gerekli çerçeveyi sağlamakta ve çoğunluğun güvencesi olmaktadır;bu,tabi,sınırsız bir’bırakınız yapsınlar’ anlamına gelmez.23

Aşırı uçların ve bağnazların aşırılıkları bir yana konursa,din,demokrasi için,birinci derecede manevi ve ahlaki bir katkı unsuru olabilir. Dinler,demokrasi düşüncesine ve normlarına olduğu kadar,dayanışmaya,insan haysiyetine ve bireyin toplum içindeki davranışına da pek çok fikir ilham etmişlerdir. Medeni kanunların içinde,yüce ve aşkın ideolojilerden gelen sayısız ahlaki,manevi ve sosyal bilinç unsurları yer almaktadır. 24

Dinler ve iktidar arasındaki gerginliklerin pek çoğu,sonuçta anlayışsızlık ve birbirini reddetme durumu ortaya koyan karşılıklı bilgisizlikten doğmaktadır. Her biri diğeri kadar saldırgan ve hoşgörüsüz dini ve siyasi entegrizmler ,yani hayatın tüm süreçlerinin ve eylemlerinin bir inanç veya bir ideolojinin gereklerine tamamen uyması gerektiğini savunan görüşler, işte böyle doğarlar. Bir çok zaman bir dine inanmış olanlar diğer dinler hakkında bir şey bilmemektedirler. Aynı şekilde,iktidarlar tarafından da dinler ve onların ayrı ayrı ifade ediliş biçimleri hakkında bilgisizlik vardır.25



Üstelik,dini örgütlenmelerin birbirleriyle ilgili tutumları da her zaman birleştirici ve kucaklayıcı değildir. Farklı Musevi,Hıristiyan ve Müslüman ailelerin kendi içlerinde ayrılıkları bir yana ,Musevilik,Hıristiyanlık ve İslamiyet arasında gerçek bir işbirliği yoktur. Yahudileri İspanya’dan kovduğundan dolayı ,onlardan özür dilemek için,Katolik Kilisesi’nin beş yüzyıla ihtiyacı olmuştur;Yahudi soykırımı karşısında yapılması gerekenleri yapmadığını itiraf etmek Vatikan için,yarım yüzyıl almıştır. Gecikmiş pişmanlıklardan gerçek diyaloga,ortak projelere ve dini örgütler arasında gerçek dayanışmaya gidecek yol,oldukça uzundur.26

Demokrasinin,dini iyi bilmediği zaman karşı karşıya kaldığı diğer tehlike kaynaklarını şematik yaklaşım,genelleştirme oluşturur.27 Oysa resmen ve açıkça demokrasiye karşı çıkan ya da programlarını demokratik olmayan olarak tarif edenler,genellikle Waco’daki,Texas’daki,Branch Davidianlar,ya da İsrail’deki bazı ultra ortodoksYahudi gruplar gibi,marjinal bir tarikatı,ya da dinsel-siyasi yelpazenin aşırı ucundaki grupları temsil ederler. Halk katılımı ve özgürlük haklarını tarif etmek için daha uygun,yerli başka kavramlaştırmalar bulunduğu için,kendi geleneklerine ya da toplumlarına uygun olmayan yabancı kabul ettikleri demokrasi terimini reddeden başka ana gruplar da vardır. Ne var ki,dünyanın her tarafında siyasal bakımdan en bilinçli insanlar,siyasal katılım,özgürlük ve eşitlik özlemlerini demokrasi terimiyle ifade ederler.28Tüm dini örgütlenmelerde,dini,iktidarı ele geçirmek için kullananlar olduğu gibi,inancını bazı manevi değerler adına ifade etmek isteyenler de mevcuttur. Entegrizmle mücadele eden ve demokrasiyi sosyal,siyasal sistem olarak gören yansız bir İslamiyet bulunduğunu unutarak,Müslümanlarla entegristleri birbirlerine karıştırmak çok rastlanan bir tutumdur.29

Oysa Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu örneğine baktığımızda karşımıza bambaşka bir tablo çıkmaktadır. Müslüman dünyadaki siyasal sistemler,19.yüzyıl başında Mısır’da Mehmet Ali Paşa ve 1.Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk gibi reformcular ve yöneticiler tarafından dönüştürüldü. Yerleşik kurumlar değiştirildi,reformcular bilinçli değişim programları uyguladılar.30

Pek çok basmakalıp düşüncenin varlığını,tehlikeli bir şekilde modern toplumlarda devam ettirdiği ve çoğu zaman gerçek sorunların görülmesini engellediği somut bir gerçektir.31

2.Bölüm

2.Siyasal iktidar,din ilişkilerinin gelişim süreçleri

2.1İlkçağlarda


Toplumların ilkel biçimlenişleri sırasında siyasal iktidarın belirgin olmayışına karşın,dinsel iktidarın kesinlikle varlığını ve zaman zaman bu iktidarın yönetici rol oynadığını biliyoruz. İlkçağ devletlerinde,genellikle Başkan,tanrı ya da tanrı iradesi ile eşanlama gelerek dinsel ve siyasal iktidar kaynaşmıştır. Çok tanrılı dönemlerde rahipler siyasal yapının en üstündeydi,tüm toplumsal yapı dinsel kurallar göre oluşmuştu. Örneğin Çin’de devlet başkanı kutsal nitelik taşıyordu,göğün oğlu sayılıyordu,insanların devlet başkanı tarafından yönetilmeleri dinsel buyruktu. Hint toplumunda çok değişik dinler olduğu halde,genel olarak dinsel ve siyasal yapı kaynaşmıştı. Siyasal iktidarın,iktidarını kullanabilmesi dinsel onaya bağlanmıştı. Toplumların dinsel kurallara göre biçimlenmeleri gerçeğini Mısır tarihinin değişik dönemlerinde de görüyoruz. Göçebelik dönemini izleyen yerleşik düzende Nom Spat denilen toplumsal birlikler dinsel birleşmelerdi. Sümerlerin site sisteminde Ensi denilen lider,site tanrısının temsilcisi olarak kabul edilmiş,gerçek liderin ilah olduğuna inanılmış. Bu toplumların iktidarın kaynağı olarak tanrıyı seçmiş. Yasak ve buyrukların geçerliliği,yönetilenlerin bunlara uygun davranmaları,dinsel inançlarının sonucudur. Zaten Fransız burjuva demokratik devrimine değin,iktidara kaynak bulma gereksinimini kutsal değerler karşılamıştır,sonraları soyut millet kavramı,onun egemenliği bu değerlerin yerini almıştır. 32

2.1a:Yunan toplumları:Yunanlıların siyasi tarihinde üç dönem vardır: Siyasi hayatlarının ilk döneminde Yunanlılar,ayrı boylar,bağımsız şehirler halinde,sıkı politik bir bağımlılık olmadan yaşamışlar. Pers savaşlarının kazanılması Yunanistan’ın siyasi hayatının ikinci dönemini açmıştır. Atina’nın bulunduğu Attika bölgesinin Yunan kültür hayatında önder duruma geçmesi bu dönemde olmuştur. İskender’in seferleriyle Yunan siyasi hayatının üçüncü dönemi başlar.33 Demokrasiyi ilk olarak i.ö 5. yüzyılda Atina kent devletinde görüyoruz. Adını en görkemli önderinden alan Perikles döneminin Atina’sı,sonraki siyasal kuramcı ve devlet adamı kuşaklarına esin kaynağı olmuştur. Yine de,Atina demokrasisi,bir çok yönleriyle,modern insanlara garip ve yabancı gelmektedir ama Yunan siyasal düşüncesi konuyu ele alış ve yönteminde insana verdiği yer ve değer açısından önemlidir.34

i.ö 6,5. yüzyılların Atina’sındaki en önemli siyasal kurum,genellikle 5000,6000 üyeden oluşan ve tüm yetişkin erkek yurttaşlara açık bulunan meclisti(kadınlar,köleler ve yabancılar dışarıda kalıyorlardı.) Basit çoğunluk oyuyla meclis,her hangi bir iç sorun hakkında,hiçbir yasal tabi olmaksızın,karar verebiliyordu. Davalar 501 yurttaştan oluşan ve suçluluk veya masumluk hakkında aynı biçimde,çoğunluk oyuyla karar alan jüriler tarafından görülüyordu.35

Belki de en çarpıcı nokta,meclisin önderlerinin seçimle değil de kurayla belirlenmeleriydi. Atinalılar her hangi bir yurttaşın kamusal makama gelme yeteneğine sahip bulunduğuna inanmaktaydılar. Bu yolla doldurulacak makamların sayısı fazla değildi:generaller bir yıllık süreler için seçiliyordu ama,bir başka açıdan,Perikles Atina’sı, başkan,başbakan,kabine veya sürekli bir kamu yönetimi gibi bilinen her hangi bir yürütme kurumuna sahip değildi. Karar almanın ağırlığı hemen tümüyle meclisin yurttaş üyelerinin üzerindeydi.36

Dönemin ünlü filozoflarıysa demokrasi taraftarı değillerdi. Platon’un ünlü devletinin yasası,tam bir aristokrasidir,en iyilerin,yani bilgililerin başta bulunmasını isteyen devlet biçimidir. Bu devlette kanunların konulması,topluluk hayatının düzenlenmesi iş filozoflara,bilge kişilere verilmiştir. 37Aristoteles‘se en iyi yönetim şeklinin monarşi olduğunu savunmuştur.38

Anayasal her hangi bir sınırı olmayan Perikles Atina’sı,kurnaz hatipler tarafından yönlendirilmeye açıktı. Düşmanlarına,güçsüzlüklerine rağmen,Atina demokrasisi dayanıksız değildi. Yaklaşık 200 yıl varlığını sürdürmüştür.39

2.1b:Roma:Roma tarihinin değişik dönemlerinde,siyasal iktidar din ilişkilerinin hoşgörü temeline dayandığını görme olanağı vardır. Değişik biçimlerde de olsa Roma’nın değişik dönemlerinde imparatorluk ,değişik ve çok çeşitli uluslardan oluşan bir siyasal birliği ve tekelleşmeyi gerçekleştirmiştir. Bu siyasal birliği oluşturan ulusların her birinin dinsel inanç sistemleri,Roma devleti içinde özgür kalabilmiş ve hoşgörüyle karşılanmıştır.

Bu hoşgörüye örnek olarak ana düşüncesi bağımsızlık olan stoa felsefesini verebiliriz.


Stoa felsefesi eski,orta,yeni stoacılık olmak üzere üç döneme ayrılır. Kurucusu Zenon’dur. Bu akım Roma’da çok yandaş bulmuştur. Her sınıftan insana kapıları açıktır. Yeni stoacılar döneminde içlerinde hem imparator olan Marcus Aurelius’u hem köle Epiktetos’u görüyoruz. 40


Hoşgörü dönemlere göre değişse bile kural olarak,Roma’nın Hıristiyanlığı kabul edip,kilise egemenliğinin kurulmasına değin sürmüştür.41

2.2Ortaçağ



2.2a:Avrupa

Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılması(i.s 476) ve Hıristiyanlığın Avrupa’ya yayılması ortaçağın başlangıcıdır. Bu çağda soylulara tanınan ayrıcalıklardan dolayı,temeli eşitsizliğe dayanan ve adına feodalite denen,yeni bir toplumsal düzen ortaya çıkmıştır. Feodalite çeşitli nedenlerden doğmuştur. En önemli olay,Akdeniz’in doğu ve batı kıyılarının İslam egemenliği altına girmesi,böylece doğu ile batı arasında ticaret ve kültür ilişkilerinde yaşamsal rol oynamış olan Akdeniz yolu,bir kısım Avrupa ülkelerine kapanır ve bu ülkeler giderek dünya ticaretinin dışına atılır. Bunun sonucu ekonomi kendi içine kapanır. Ayrıca barbar istilaları feodalitenin oluşumunda büyük rol oynamıştır.Merkezi otorite parçalanınca,devletin birliği ortadan kalkmış ve ülkeler bir çok senyörlüklere ayrılmıştır. İstilaların doğurduğu o güvensiz ortamda,insanlar,gücünü yitirmiş bir merkezi otoriteye değil,bu senyörlere sığınmıştır. Feodal düzen sınıflı bir düzen:Bir yanda soylular ve rahipler(kilise) öte yanda köylüler ve serfler var. Egemen sınıf giderek ayrıcalıklı olan birinciler,çünkü,üretimin tek aracı olan toprak onların. Asıl değeri yarattıkları halde,köylüler ve serflerle onlar arasında iktisadi bir eşitsizliğin bulunması bundan kaynaklanıyor. İktisadi eşitsizliği hukuksal eşitsizlik tamamlıyor. Sınıf atlamak imkansız değil ama çok zor. 42

Senyörlerin yaşadığı yerler büyük ama bir şehirden ufak yerlerdir. Senyör kendisine bu yerlerin içinde etrafı surlarla çevrili bir burg inşaa ederdi. Bu burgda kendi soyundan insanlar yaşardı. Topraklarında köylüler vardır. Bunlar ona belirli bir vergi ödüyorlardı. Kuraklık zamanında da senyör onlara belli bir yardım yapar ve köylüler bunun karşılığında senyöre borçlanırlardı. Böylece zamanla ona olan bağımlılıkları artar. Zamanla yarı kölelikten tam köleliğe geçerlerdi. Toprak en sonunda senyörün olurdu. Kendi toprağını işleteninde toprağının tüm hukuki haklarını senyör elinde tutardı. Savaş durumunda köylüler senyörün yanında savaşa girerler,belki evlerini mallarını kaybederler ama bu sayede ölümden kurtulurlardı.43

Bu tarihlerde Musevilerin Avrupa coğrafyası üzerindeki durumları çok önemlidir. İ.s 2.yüzyıldan itibaren anavatanlarından çıkartılıp İspanya,İtalya,balkanlar yoluyla Avrupa’ya gelmişlerdir. İspanya,İtalya,Fransa üçgeninde yaşayanlar senyörlerle karşılaştıklarında toplum sınıflamasının dışında kalmışlardır,çünkü,hem dinlerinden dolayı izole bir toplumlar hem de Hıristiyanlar İsa’yı çarmıha gerenin Musevi olduğunu düşünüyorlardı. Sonuçta mecburen ticaretle uğraşmaya başlamışlardır.Önceleri,mal malla takas ediliyordu. Haçlı seferlerinin başlamasıyla,1100,mal karşılığı para verilmeye başlanmıştır. Pazar yerleri yavaş yavaş gelişiyor,Museviler buralara yerleşmeye başlıyordu(derebeyliklerde senyörün belirlediği getto denilen yerlerde yaşamışlardır.).44

Zamanla Pazar yerleri mevkilerini merkezi şehirlere bırakmıştır. Buralarda halk birinci olarak ticaret ikinci olaraksa zanaatle uğraşırdı. Zanaatler gelişmekte,ticaret canlanmakta ve piyasa için meta üretimi yapılmaktaydı. Tüm bu faaliyetlerin içinde yeni bir takım insanlar da görüyoruz. Yeni bir sınıf doğmaktadır:Burjuvazi. Burjuvaların serveti toprağa değil,kentlerde meta üretimine ve ticarete dayanıyordu. Toprak sahibi olmadıkları ve savaş sanatıyla da uğraşmadıkları için,soyluların yararlandıkları ayrıcalıklardan yararlanamıyorlardı. Ne var ki,feodal düzen içinde yavaş yavaş gelişerek iktisadi ve sosyal alanda üstünlüğü ele geçirecek olan bu sınıf,toplumun yapısını değiştirecek,kendi ideolojisi olan liberalizm de yaratacaktır.45

Ortaçağın sonlarında,kilisenin plenitudo potestatis savı büyük tepkilerle karşılaştı. Gerek imparatorlar,gerek ulusal krallar,iktidarlarını papadan bağımsız kılmak için Roma kilisesine karşı amansız bir mücadeleye giriştiler. Siyasal iktidarın laikleşme süreci başlamıştı. Roma kilisesi dönemin değişen koşullarına ayak uydurabilir,ruhsal iktidarla yetinip siyasal iktidarlarla uzlaşma sağlayabilirdi,ama,bunu yapmamıştır,aksine dünyevi otoritelerin kendisine bağımlı oldukları savında ısrar etmiştir. Oysa papalığın bu yaklaşımı,artık zamanını doldurmuştu. Kilise,feodal düzene özgü parçalanmış bir siyasal alan üzerinde,çeşitli siyasal güçleri birbirlerine karşı kullanarak hüküm sürebilmişti ve bu böl-yönet politikasının hala geçerli olduğu inancındaydı. Ancak bu defa karşısında,belli ölçüde merkezi ve ulusal niteliğe ulaşmış devletler ve bunların başlarında bulunan krallar vardı. Özellikle İngiltere ve Fransa’da henüz 12.yy ortalarında kamusal görevler kişisel olmaktan çıkmış,doğrudan doğruya krala bağımlı bir bürokrasi belirmiş ve krallık buyrukları bütün ülke topraklarında geçerli kılınmaya başlanmıştı. Kral,paradoksal biçimde,feodal hukuk kurallarını kullanarak feodal beylerin gücünü kırmaya ve ilk aşamada küçük senyörlerin ayrıcalıklarını dönüştürerek onları kendisine bağımlı kılmaya girişmişti. Sürekli savaşlar,kendilerini korumakta güçlük çeken senyörlerin bir hanedanın başında bulunan tek bir senyörün hükmü altına girmelerinde etkili oluyordu. Aynı şekilde,özerk kentler ile komünler de güvenlikleri için krala para,asker sağlayıp ona uyrukluk ilişkileriyle bağlanıyorlardı. Laik aydınlar düşünsel alanda,tüccarlar maddi alanda,bilinçli veya bilinçsiz olarak ,merkezi ulusal devleti oluşturma yolunda ilerleyen krala yardımcı oluyorlardı. Kısacası,burjuvazi,kendinin de gelişmesini engelleyen en büyük feodal güce yani kiliseye ve imparatorluklara karşı yürütülecek mücadele de kralı desteklemeye hazırdı. Kral siyasal iktidarını laikleştirmek için Roma kilisesine ve imparatora(ancak imparatorluk ciddi bir tehdit sayılmaz çünkü zaman zaman imparatorlar kişisel girişimleriyle belli bir askeri güce ulaşsalarda ,türdeş olmayan topraklar üzerinde hüküm süren krallara dönüşmüştü.) karşı iki silaha sahipti:Roma hukuku,Aristotelesçilik. 46

Senyörler ,8.yüzyıldan Fransız ihtilaline değin aralarında çatışmaya devam etmişlerdir. İlk merkezi devlet kurmayı başaran Fransa sonra İngiltere,İspanya,Portekiz olmuştur.47

2.2b:Ortaçağ’da İslam ve düşüncesi



Batı,Ortaçağ’ın karanlığını yaşarken,i.s7.yüzyılın başlarında,doğuda yeni bir düşünce sistemi kuruluyordu. Muhammet yeni bir din getirmiştir. Bu yeni din,Musa’nın getirdiği gibi,tek tanrıcı,İsa’nın getirdiği gibi tüm insanları erdeme çağırmaktadır. Oysa,ne Musa’nın getirdiği gibi sadece bir ulus için,ne İsa’nın getirdiği gibi tanrıyı kişiselleştirmek içindir. İnsanlar tanrının çocukları değil,kullarıdır. Bu yeni din,toteme bağlanan ilk insanlardan beri geniş çapta toplulukları etkileyen yirmi sekizinci dindir. 48

İslam dini çağına göre ileri bir takım ilkeler getirdiği için kısa zamanda geniş bir alana yayıldı. 8.yüzyılda yakın doğuda,daha sonraları batıya kayarak İspanya’da büyük gelişme gösteren ve 12.yüzyıla kadar süren bu dönem,batı tarihçileri tarafından İslamiyet’in altın çağı olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemde Kındi,Farabi,İbn Sina,İbn Rüşd,Sühreverdi,İbn Tufeyl gibi bir çok ünlü İslam filozofunun yetiştiğini görüyoruz.49

Avrupa’da kralların bir çoğunun okuma,yazma bilmedikleri bu dönemde,Müslüman hükümdarlar etraflarında topladıkları bilginlerle,Aristoteles ve Platon’un fikirleri ve felsefeleri üzerine tartışmalar yapmaktaydılar. Müslümanlık gerek kendi yarattığı eserlerle,gerekse eski Yunan kültürünü koruyup,geliştirmekle Avrupa’da Rönesans’ın hazırlayıcısı olmuş,Haçlı seferleriyle,Avrupa ülkeleri ve Müslüman dünyası arasında ilişkiler kurulmuş,İtalya,İspanya ve kuzey Afrika yoluyla bunu diğer ilişkiler izlemiştir.50

2.3Rönesans ve Reform



Rönesans adı verilen çağ bir geçit dönemidir. Avrupa kültür çevresinin iki büyük çağı arasında bir köprüdür. Antikçağ üzerindeki incelemelerin yeniden doğması demektir,aralarında köprü kurduğu çağlardan biri Ortaçağ öteki Yeniçağ’dır,Ortaçağ düzeninin çözülüp Yeniçağ’ı oluşturacak ilkeler ile düşüncelerin artık belirmeye başladıkları dönemdir. Rönesans,Avrupa kültür çevresinin olayıdır.51

İtalya,Rönesans’ın ana yurdudur,Rönesans buradan Avrupa’nın öteki ülkelerine yayılmıştır. Bu bir rastlantı değildir. Tarihi ve coğrafi koşullar açısından en uygun yer İtalya’ydı. İtalya Roma İmparatorluğu’nun ana yurdu olmasıyla Antikçağ kültürünün düğümlendiği yerdir;Ortaçağ kültürünün de ağırlık merkezini kendisinde bulundurmuş olan yerdir. Onun için,Ortaçağ düzeni çözülmeye başlayınca antik görüşler kendiliğinden ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu sıralarda ülke her biri bağımsız olan bir çok şehir devletlerine bölünmüştü. Kısmen de olsa demokrat yapılı olan bu şehirlerin her biri içindeki parti savaşlarıyla da,bireyi yeteneklerini geliştirmeye,kendine göre görüşler edinmeye zorlamış,böylece onu bir kişi olarak yetiştirmiştir. Zaten Rönesans’ın ilk başarısı,bu benliğini bulmuş,kişiliğini duymuş insanı ortaya koymasıdır.52

Ortaçağ’la Yeniçağı birbirlerinden ayıran konular değil konulara yöneliş biçimi olmuştur. Bunu resim konusundan yola çıkarak açıklayabiliriz. Ortaçağ’da ışık tepeden gelir,bu ışık la luce divina,yani ilahi ışıktır,Rönesans’la birlikte insan doğanın içinde keşfedilir,ışık da tepeden resmi çizilen nesne ile aynı düzleme iner. Ortaçağ tablolarında doğanın ayrıntıları ya hiç yoktur ya da yaldızlı bir fon halini alır. Ortaçağ’ın egemen kategorisi olan aşkınlık insanı alıp doğanın dışına götürmüştür. Rönesans ressamları hala Hıristiyanlık’ın madonnalarını çizerler ama bunu yaparken bireysel varlığı,duygusal hazzı ayrıntılı olarak resmetmekten kaçınmazlar53.

Rönesans ne zaman başlamıştır? Bunu kesin olarak belirlemek güç,ama,Rönesans’ı hazırlayan gelişmenin gözle görülür hale geldiği dönem 14.yüzyıldır. 14.yüzyılda,bin yıla yakın zaman içinde Hıristiyan Avrupa’nın büyük bir kısmını birlik içinde toplamış olan evrensel ortaçağ devleti artık ayrı ayrı ulusal devletlere bölünmeye başlamıştır,orta sınıfın uyanan girişim ruhu ekonomide yeni gelişmelere yol açmış,bunlarda kilisenin maddi gücünü sarsmış,sosyal yapıdaki kaymalar da feodalizmin dayanaklarını ortadan kaldırmıştır. Şehirli orta sınıfın yeni hayat görüşü,yaşamanın yeni biçimi,artık kiliseden yavaş yavaş kopmaya başlayan yeni bir eğitime yol açmıştır. Hümanizm,platonizm,aristotelizm,atomizm,şüphecilik gibi felsefi akımlar doğmuştur.54

Demokratik devlet düşüncesinin köklerini yine Rönesans’da bulabiliriz. Bu devlet anlayışını bu çağda ileri süren düşünürlere Monarchomach’lar denmiştir. Bunların en ünlülerinden biri Johannes Althius’tur. Demokrasik devlet anlayışına,18.yüzyılda,klasik biçimini verecek olan J.J.Rousseau ona çok şey borçludur. Sosyalist devlet anlayışının başlangıcına da bu dönemde rastlarız. Ancak,bu anlayış Rönesans’da bilimsel bir inceleme olarak değil de,romanlaştırılmış bir ideal devlet görüşü,ütopya olarak çıkar karşımıza(Thomas Moore ,Utopia;Tommaso Campanella,Civitas Solis;Francis Bacon,Nova Atlantis) 55

İnsanın kendi iç dünyasında yeniyi arayan Rönesans düşüncesi,yeni bir insan anlayışı yanında yeni bir din,hukuk ve devlet anlayışı da getirmiştir. Yeni din anlayışı da,en başta,reform denilen büyük din akımında kendini gerçekleştirmiştir. Reformda Ortaçağ kilisesine,bu kilisenin resmi felsefesi olan skolastiğe karşı bir tepki vardır,eski kiliseyi aşıp yeni bir kilise getirmek ister,ilk Hıristiyanlığa geri dönmek ister. Bunun için Ortaçağ kilisesinin bozup değiştirdiği Hıristiyan inançlarını orijinal biçimleriyle yeniden kurmaya çalışır. Bu akımı Hıristiyanlık dünyasında Katoliklik ve Ortodoksluk(Ortodoksluk İngiltere’de 7.Henry zamanında ortaya çıkmıştır. Eşinden boşanıp Anny Boleyn’le evlenmek ister ama Katolik kilisesi boşanmasına izin vermez,o da Ortodoksluğu kurar,yaşamı boyunca altı eşi olur) yanında üçüncü büyük ayrılık olan Protestanlık sürecini başlatacak olan alman rahip Martin Luther başlatmıştır.56

Reform 16.yüzyıldan itibaren,Fransa’dan İngiltere’ye,Almanya’dan İsviçre’ye,Macaristan’dan Çekoslovakya’ya,Avrupa’nın batısıyla doğusu arasında yaygınlaşmıştır. Reform’la başlayan değişim süreci modern devlete giden yolda önemli bir sıçramadır. Reform Ortaçağ’a damgasını vurmuş bulunan kilise bağnazlığından kurtulmayı sağlayan bir özgürlük hareketidir.



Avrupa’da Reform’un ortaya çıktığı dönemin genel özelliklerini ekonomi,kültür ve siyaset düzeylerinde ele alacak olursak,şöyle bir tablo göze çarpmaktadır:1500’lü yıllarda Avrupa,en kötüsü 14.yüzyılda yaşanmış veba gibi salgın hastalıkların ve büyük kıtlıkların yarattığı nüfus kaybından kurtularak,görece hızlı bir nüfus artışını yaşamaya devam ediyordu. Nüfusta ortaya çıkan artış,aynı zamanda insan yaşamını olumlu yönde geliştirdiği kabul edilen ticarette,teknolojide,eğitim ve sanat alanındaki yenileşmelerle bir arada gerçekleşiyordu. Bu yenilikler,özellikle kentlerde yaşayanlar açısından yeni toplumsal ve siyasal taleplerin ortaya çıkmalarını da beraberinde getirmekteydi. Kent yaşamının ve kentlilerin ekonomik,kültürel,siyasal yaşamdaki etkinliklerinin giderek arttığı bir dönemi simgeleyen 16.yüzyılda,para ekonomisinin yaygınlaşması da söz konusuydu. Genel nüfus artışıyla birlikte gelişen,ticarete ve piyasaya dayanan yeni ekonomi,dönemin toplumsal ve ideolojik çatışmalarının da temel kaynağı olmuştu. Matbaanın bulunması ve yaygınlaşması da reformu tetikleyen etkenlerdendir. 15.yüzyıl sonunda,Avrupa’da basılan yaklaşık altı milyon kitap vardır,ve bunların konulara göre dağılımına baktığımızda,dinle ilgili yaklaşık otuz bin başlığa rastlanmaktadır. Dolayısıyla Luther’in ‘matbaanın,Wittenberg gibi küçük bir farenin Avrupa’nın enine,boyuna,her yanında bir aslan gibi kükremesini mümkün kıldığı’nı vurgulamış olmasına şaşmamak gerekir.57

17. ve 18. yüzyıllardaysa büyük sermayeye dayanan burjuva sınıfı üstün bir güç olmuştur. Diğer yandan burjuva sınıfını güçlendiren Sanayi Devrimi işçi sınıfının da doğmasına sebep olmuştur. Avrupa’da merkezci krallarla burjuvazi arasındaki çekişmeler 18. ve 19. yüzyıllarda monarşilerin yıkılması ve bir müddet sonra da parlamentolu geçişi sağlamıştır. Böylece burjuvazi ile merkezci krallar arasındaki savaştan klasik ya da demokrasi denen demokrasi doğmuştur.58

3.Bölüm


3.1Türkiye’de demokrasi ve din

Türkiye’de üç kavram dejenere edilerek amacından saptırılmış biçimde,siyasi derinliği olmadan kullanılmaktadır. Laiklik,devlet ve demokrasi. Laikliğin yalnızca din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrılması olduğu sanılıyor. Devletse yurttaşların hizmetinde değil,onu ezmek için kullanılan bir aygıt olarak görülüyor. Demokrasiyse sınırlı özgürlükçü,sivilleri yönetimden soyutlayan ve oligarşik bir yapıda seyreden bir araç olarak kullanılıyor.59

Halbuki laiklikle demokrasi arasında doğrudan bir bağ vardır. 1905 yılında Fransa’da kilise ve devletin ayrılmasından artık çok uzaktayız. Orada söz konusu olan ne dinin içinde ne dinin karşısında olmasıdır. Devlet dinin dışında yer alır. Diğer taraftan Fransız patentli bir kavram olarak laiklik doğrudan cumhuriyetle ilintilidir ve onun temelini oluşturur. Dolayısıyla laiklikle cumhuriyet arasında direkt bir bağ vardır. Buradaysa laiklik-tarafsızlık kavramı ortaya çıkar ve devlet tüm dinlere eşit uzaklıkta durur.60

Demokrasi bağlamında laiklik çoğulculuğu garanti eden bir kamu alanı,hoşgörü ve özgür düşüncenin güvencesidir. Dolayısıyla sözde demokrasi adına laikliğe saldıranlar aslında doğrudan,cumhuriyet rejimini ve demokrasiyi hedef alırlar. Bunlar bir tek dini diğerlerine üstün tutarlar,cumhuriyet ile demokrasiyi ortadan kaldırarak dini totalitarizme geçmeyi hayal ederler.61

21.yüzyılın eşiğindeyse laiklik kavramsal alanda çok önemli bir sıçrama yaptı ve laiklik=demokrasi durumuna geldi. Artık laikliği sağlam temeller üzerinde sürekli kılmak istiyorsak ileri bir demokrasi gerekiyor. Laiklik demokrasiyi garanti edemiyor,ama,aksi mümkündür.62

Ancak Türkiye’de laiklik ve cumhuriyeti korumak Milli Güvenlik Kurulu’na ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kalıyor. Bu dayatmacı politika ve uygulama çok antipatik görünüyor,rejimi korumak için garanti teşkil etmiyor ve demokratikleşmeyi kesin biçimde engelliyor.63

Halbuki Türkiye’de hem cumhuriyet hem laiklik bu değerler zaten sahip olan halk tarafından kökten dinci akımlara karşı çok daha kolay korunur ve ileriki kuşaklara zorlamayla değil demokratik mekanizmalarla işletilerek tabii bir biçimde aktarılır. Türkiye’de devlet 21.yüzyılda zorba olmak istemiyorsa gerçek bir demokrasiye geçmelidir.64

Sonuç


Bir dini köktenci dünya görüşü,bize,dinin ve demokrasinin hesaplaşması konusunda hatalı görüşler benimsetme tehlikesi taşır. Bu tuzağa düşmemek gerekir,demokrasi ve din arasında bağdaştırılamayacak bir şey yoktur. Çok üzücü örneklerin yanı sıra,tarih,bize,ruhani ve dünyevi iktidarların nasıl başarılı bir biçimde ayrılabileceğinin örneklerini veriyor. Bu ayırım demokrasinin gerçeğidir.65

Her bireye ve dini cemaate saygı göstererek dinin hayata geçmesine imkan veren yegane rejim demokrasidir. Dindarlar da,kendi açılarından,hiçbir dini dogmanın,demokrasinin hukuki ve sosyal yapısının temelinde bulunan insanlık değerlerinin tersine asla işlemeyeceğinin bilincinde olmalıdır.66

Dünya nizamını işletmek dini teşkilatların işi değildir. Bununla beraber,onlar,manevi mesajları,iktidar karşısındaki eleştirici bilinçleri,toplum içindeki öğretici eylemleri ve insani sorunlara eğilmek yoluyla teşkil ettikleri örnek açısından,toplumun ilerlemesine ve demokrasinin mükemmelleştirilmesine katkıda bulunabilirler. Din,demokrasinin yerini alamaz ve demokrasinin ve iktidarı ele geçirme hedefini benimseyemez. Sonuç olarak,din adı altında siyasi bir parti olmaması gerekir. Din ilkelerine dayalı idare,demokrasinin bir kademe yükseği değil,demokrasinin düpedüz inkarıdır. Buna karşılık,dinler,insan haklarının ve toplumun ahlaki ve manevi değerlerinin savunulmasının temel ve faal bir unsuru olabilirler. Onlara bu toplumsal ve ahlaki rolü oynayabilme imkanları tanınmalıdır.67

Bunun yanında demokrasi,insan haysiyetinin,insan haklarının bir inanç uğruna ihlal edilmesini kabullenemez. Vatandaşlardan oluşan dini teşkilatlar,demokratik kurallara uymak mecburiyetindedirler. Kamu düzenini,demokrasiyi hedef alan her kasıt cezasını bulmalıdır. Bir dinin hayata geçirilmesinin sınırları,demokratik kanunlar,başka bir deyişle,insan haklarıdır.68

Bibliyografya:



  • Ateş,Toktamış.Demokrasi,Ümit Yayıncılık,1995,6.Baskı

  • Ağaoğulları,Ali Mehmet;Köker,Ali.Tanrı devletinden kral devletine,İmge Kitapevi,1997,2.Baskı

  • Aynı,Ali M.Demokrasi nedir?Tarihi,felsefesi,İst.Gaz. ve Mat. T.A.Ş,1934

  • Bumin,Tülin.Tartışılan modernlik:Descartes ve Spinoza,YKY,1996,1.Baskı

  • Giritli,İsmet;Sarmaşık,Jale.Anayasa Hukuku,Beta Yayınları,2001

  • Gökberk,Macit.Felsefe tarihi,Remzi Kitapevi,1998,9.Baskı

  • Hançerlioğlu,Orhan.Düşünce tarihi,Remzi Kitapevi,1993,5.Baskı

  • İnuğur,Nuri M.Basın ve Yayın ,Tarihi,Der Yayınları,1999,4.Baskı

  • Özek,Çetin.Devlet ve Din,Ada Yayınları Bilim Dizisi

  • Tanilli,Server.Devlet ve Demokrasi,İstanbul 1981 Fakülteler Matbaası,22.Baskı

  • www.ideapolitika.com

  • www.haberbilgi.com




  • www.gucluturkiye.com





1 M.Ali Aynı,Demokrasi nedir?Tarih ve Felsefesl,İstanbul Gaz. ve Mat.T.A.Ş,1934,ss.9-10

2 İbid.

3 İbid.,s.11

4 Toktamış Ateş,Demokrasi,Ümit Yay.1995,s.155

5 İbid.,s.156

6 Aynı,op.cit.,s.13

7 Çetin Özek,Devlet ve Din,Ada Yay.Bilim Dizisi,s. 8

8 İbid.,s.9

9 İbid.,s.10

10İbid.

11 www.gucluturkiye.org/571.htm 27Kasım 1198 Kültür ve Eğitim Komisyonu Raporu Belge 8270 Çeviren: Mehmet Dülger Raportör: Lluis Maria de Puig,Sosyalist grup üyesi s.11



12İbid.


13İbid.


14 İbid.,s.6

15İbid.

16İbid.



17İbid.



18İbid.


19 İbid.


20İbid.,s.7

21 İbid.

22 İbid.

23 İbid.

24 İbid.

25 İbid.,s.8

26 İbid.

27 İbid.

28www.haberbilgi.com/kitaplar/yabanci/islamiyet ve demokrasi/idool.htm John L. Esposito/John O.Voll,İslamiyet ve Demokrasi,Sarmal Yay,s.6

29 www.guclutürkiye.org.com,op.cit.,s.8


30 www.haberbilgi.com,op.cit.,s.2

31 www.gucluturkiye.org,op.cit.,s.9

32 Özek,op.cit.,ss.21-22

33 Macit Gökberk,Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi 1998,s.16

34 Aynı,op.cit.,s.15

35 Aynı,op.cit.,15

36İbid.

37Gökberk,op.cit.,s.61

38Ateş,op.cit.,s.44

39Aynı,op.cit.,s.15

40 Gökberk,op.cit.,ss.94-95

41 Özek,op.cit.,s.25

42 Server Tanilli,Devlet ve Demokrasi Anayasa Hukukuna Giriş,İst.1981Fak. Mat.,s.24

43 Teoman Duralı,Modern Felsefenin Oluşumu 1999-2000 Ders Notları

44 İbid.

45Tanilli,op.cit.,s.26

46 Mehmet Ali Ağaoğulları,Levent Köker,Tanrı Devletinden Kral Devletine,İmge Yay1997,ss.11-14

47 Teoman Duralı,loc.cit.

48 Orhan Hançerlioğlu,Düşünce Tarihi,Remzi Kitapevi 1993,s.148

49 M.Nuri İnuğur,Basın ve Yayın Tarihi,Der Yay.1999,s.37

50 İbid.

51 Gökberk,op.cit.,s.162

52 İbid.,s.168

53 Tülin Bumin,Tartışılan Modernlik:Descartes ve Spinoza,YKY 1996,s.11

54 Gökberk,op.cit.,s.162

55 İbid.,s.188

56 İbid.,ss.177-178

57 Ağaoğulları,op.cit.,ss.88-89

58 Prof. Dr. İsmet Giritli Prof. Dr. Jale Sarmaşık,Anayasa Hukuku,Beta Yay.2001,s.49

59www.ideapolitika.com/arsiv/5/içerik.5.htm İdeapolitika 5.sayı kış 2000

60 İbid.

61 İbid.

62 İbid.

63 İbid.

64 İbid.

65 www.gucluturkiye.com,op.cit.,s.14

66İbid.



67 İbid.,s.15


68İbid.





Yüklə 114,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə