Kitap Adı: Tarihin Büyük Sırları



Yüklə 0,66 Mb.
səhifə8/10
tarix26.08.2018
ölçüsü0,66 Mb.
#64836
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

saklamak için yaratmış olamazdı.

1920'lere kadar, "Bacon"cıların gizli mesaj arama sevdası, Shakespeare'in

yazarlığı konusunda en kuşkucu olanlar arasında bile saygınlıklarını büyük

ölçüde yitirmelerine mal oldu. Çoğu Shakespeare uzmanı, "Bacon"cıları sabit

fikirli çılgınlar olarak umursamadı ve hatta onların yapıtları üzerinde yorum

yapmaya tenezzül etmediler. Ama "Bacon"cıların yıldızı sönerken, yeni ve daha

saygın bir aday, 17. Oxford Kontu Edward de Vere öne çıktı.

1920'de, J. Thomas Looney [çn. soyadının Türkçe'si "Üşütük"] gibi talihsiz bir

soyadı taşıyan İngiliz öğretmeninin ortaya attığı "de Vere tezi" güçlü gibi

görünüyordu. De Vere, Oxford Kontu olmasının yanında, Kraliçe Elizabeth'in

kuzeni ve onun vesayeti altındaydı, daha sonra da hazinedar, William

Burghley'in damadıydı. Bütün bunlar ona saray hayatıyla geçici bir tanışıklıktan

fazlasını veriyordu. En iyisi, de Vere tanınan bir şair ve oyun yazarıydı; 1598'de,

Francis Meres adlı çağdaşı bir eleştirmen de Vere'nin "içimizdeki en iyi komedi

yazan" olduğunu belirtmişti.

Tiyatro onun dolandığı çevrelerde kötü ad yapmış olduğundan, Bacon'ın tersine

'de Vere'nin yazarlığını gizlemek için geçerli nedenleri olabilirdi. Ayrıca

Elizabeth'in sarayında bazıları kendilerinin ya da atalarının portrelerinden

hoşlanmayabilirlerdi. Dolayısıyla, Looney, de Vere'nin bir takma ad kullandığını

öne sürdü. Ama kont gizli kimliğine ait bazı ipuçları bırakmaktan kendini

alamadı, böylece bir mızrağa* [çn. spear] pençe atan* [çn. shake] bir aslan resmi

çizilen aile armalarından birinden türetilen bir ad seçti.

Kont, soylu biri olduğundan, hayatı Shakespeare'inkinden daha iyi belgelenmişti

ve Looney burada de Vere ve ona ait olduğu eserler arasında çok sayıda bağlantı

bulmuştu. Örneğin, de Vere'nin 1575'de İtalya'ya gittiği, Padua, Cenova, Venedik

ve Floransa'da kaldığı biliniyordu. Shakespeare'in oyunlarında bu yerler

hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi bu şekilde açıklanabilirdi.

Looney en etkileyici kanıtın, Shakespeare'in ya da daha doğrusu, de Vere'nin en

ünlü oyununda bulunabileceğine inanıyordu. Hamlet'in babası gibi, de Vere'ninki

de erken ölmüştü; Hamlet'in annesi gibi, de Vere'ninki de hemen yeniden evlen-

mişti. De Vere bir keresinde Burghle'nin bir uşağını bıçaklayarak öldürmüştü ki,

Hamlet de Polonius'u bu şekilde öldürmüştü.

Tekrar Hamlet gibi, de Vere korsanlar tarafından tutsak alınmış, daha sonra

hayatı bağışlanmıştı. Looney çözümlemesini bitirene kadar, Shakespeare'in

trajedisi 'de Vere'nin özyaşamöyküsü gibi görünüyordu.

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 58 Looney, diğer Shakespeare karakterlerinde de 'de Vere'nin hayatından esintiler

bulmuştu. Lear gibi, 'de Vere' de büyük olan ikisi evli, üç kızıyla dul kalmıştı.

Falstaff gibi o da keskin zekasıyla tanınırdı. Ve The Tempest'taki Prospero gibi,

de Vere'nin hayatı da, mecazi anlamda da olsa, fırtınalı geçmişti.

Shakespeare'in sonelerine gelince, Looney, Southampton Kontu Henry

Wriothesley'in Shakespeare'in "temiz genç" rolüne uyduğu sonucuna varmıştı.

Daha sonra Oxfordcular bunu bir adım daha ileri götürerek, Wriothesley'in 'de

Vere'nin oğlu olduğu ve bu "temiz genç"in "Vere'nin gençliği"ne cinaslı bir

gönderme olduğu kurgusunu geliştirmişlerdi.

Yirminci yüzyılın ortasında, Oxfordcular "Bacon"cıları yenilgiye uğratarak,

Strattbrd karşıtı duruşa egemen olmuşlardı. Ama akademi kurumuna göre, yeni

hak iddiası eskisinden hiç de daha az mantıksız değildi.

Gerçekten de, Oxfordcuların de Vere'nin hayatı ve Shakespeare'in yapıtları

arasında paralellik kurma çabaları "Bacon"cıların şifre çözümüyle aynı takıntılı

eğilimden ve perspektifsizlikten zarar gördü. Oxfordcular zorlama ile edebiyat

kahramanlarını tarihsel karakterlere dönüştürmek istiyorlardı ama bunu çok

seçici bir tarzda yaptılar. Örneğin, birçok gelenekçi bilim insanının işaret ettiği

gibi, Oxfordcular oğluna Hamnet adını veren kişinin, de Vere değil, Shakespeare

olduğu gibi apaçık bir gerçeği bile açıkça görmezlikten gelmişlerdi.

"Shakespeare'in gerçekte Oxford" olduğu teorisinin bir başka büyük açmazı

Shakespeare'in oyunlarının tarihleriyle ilgiliydi. Çoğu bilim insanına göre, King's

Men 1614'e kadar yeni Shakespeare oyunları yaratmaya devam etti. Ama de

Vere 1604'de ölmüştü. Bu durumda, Shakespeare'in otuz sekiz oyunundan sadece

yirmi üçü yayınlanmış ya da basılı kaynaklarda geçmişti. Böylece, de Vere'nin

ölümünden sonrasına kadar sahnelenmemiş kesinlikle oyun yazarının en başarılı

yapıtları arasındaki Kral Lear, Macbeth, Antonius ve Kleopatra, Kış Masalı ve

The Tempest dahil on beş oyun vardır.

Bazı Oxfordcular tarihleme sorununu de Vere'nin oyunlarına ölmeden başladığı,

daha sonra bunların başkası tarafından tamamlandığını söyleyerek aşmaya

çalıştılar. Diğerleri oyunlarla eşleştirilen tarihlerin yanlış oldukları ve neredeyse

hepsinin 1604'den önce yazıldığını öne sürecek kadar ileri gittiler. Diğer tüm

antiStratfordcular gibi, Oxfordcular da gelenekçi yaşamöyküsü yazarlarının

hepsini canından bezdirmiş olan genel belgelerin olmayışını kendi lehlerine

kullanmışlardır. Bazı oyunların tarihlerinin bir parça kurgu ve kestirime dayalı

olduğu konusunda haklıyken, bu yüzden keyfi iddialar öne sürmekte haksızlardı.

Tersine, geleneksel tarihler Shakespeare ve yapıtlarına farklı güncel

göndermelere dayalıdır. Örneğin, Francis Mere'in 1598 tarihli çalışması on iki

oyunu listeliyor ve Shakespeare'in yapıtlarını "en harika" komedi ve trajedi

yapıtları olarak övüyordu. Hatırlayacaksınız, Oxfordcuların, de Vere'i yazar

olarak övdüğü için bağırlarına bastıkları aynı Meres'ti. Ama geleneksel

tarihlemeyi desteklemek için kullanıldığında, onun tanıklığını rahatlıkla gözden

düşürmekteydiler. Ayrıca Meres'in çalışması Oxfordcuların açısından bir başka

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 59 rahatsız edici soru daha çıkarıyordu: Eğer Shakespeare'in oyunlarını kendi

adamları yazmışsa, neden de Vere ve Shakespeare aynı çalışma içinde ayrı ayrı

ele alınmıştı?

Shakespeare'e diğer güncel göndermeler de gelenekçilerin savını destekliyor.

Robert Greene, Shakespeare'den 1592 tarihli bir kitapçıkta söz ederken, Ben

Jonson çok sayıda yapıtta onun adını veriyordu. Oxfordcular tıpkı Samuel

Clemens'e Mark Twain dediğimiz gibi, Meres, Greene ve Jonson'ın üçünün de 'de

Vere'nin takma adını kullanmış olabileceğini öne sürdüler ama bu olanaksız

görünüyor. Jonson'ın 1623 tarihli Shakespeare methiyesi, ondan "Avon'ın zarif

kuğusu" olarak söz ediyordu ve Avon yakınlarındaki Stratfordlu adamdan

başkasını düşündüğünü hayal etmek zor. Çoğu bilim insanı için, Jonson'ın sözleri

Shakespeare'in Shakespeare olduğu savını kesin olarak destekliyor.

Yine de. Oxrbrdcular ve "Bacon"cılar en azından tutkularının esiri olmayanlar

belgelerdeki açıklan yakaladıkları ve Shakespeare kurumunun görmezlikten

gelmeyi seçtiği sorular sordukları için saygıyla anılmayı hak ediyorlar. Son on

yılda, Charles Ogburn ve Joseph Sobran gibi en son Oxfordcuların yapıtları,

geleneksel bilim insanlarının az da olsa saygısını kazandı. Akademisyenler

antiStratfordçulara yanıt vermeyi daha çok kendileri üstlendiler ve bu yanıtlar

kendi içlerinde yararlı ve kışkırtıcı oldu.

Ne var ki, bu Oxfordcuların birçok Shakespeareciyi kendi saflarına çektiklerini

söylemek anlamına gelmez. Araştırmacıların ezici çoğunluğu için, sınırlı da olsa,

belgesel kayıtlar açık ve yeterlidir. Shakespeareciler "Shakespeare'in oyunlarını

yazan adam Shakespeare'in ta kendisidir" diye işi sık sık espriye vuruyorlardı.

Oxfordcular, amatörler diyerek kendilerini küçük gördükleri için

akademisyenleri suçlamışlardı. Ama en büyük tersleme, sadece üniversite

eğitimi alan bir soylunun bir edebiyat dahisi olabileceğini varsaymaktır. Sadece

bir küçük kasaba eldiven imalatçısının oğlu olduğu için Shakespeare'in başarılan

yadsınamaz.

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 60 13. Bölüm

Mozart Zehirlendi Mi?

Constanze Mozart, kocasının ölümünden hemen sonra, Mozart'ın 1791 Aralık

ayında ölümün eşiğindeyken bestelediği ölülere Ağıt, Requiem hakkında çarpıcı

bir öykü anlattı.

Constanze, yılın başlarında gizemli bir habercinin Mozart'ın Viyana'daki

apartmanına geldiğini hatırlıyordu. Adam, Mozart'ın cömert bir ödeme

karşılığında, Requiem'i besteleyip bestelemeyeceğini öğrenmek istemişti. En son

operası, Don Giovanni fiyaskoyla sonuçlanan ve bu yüzden büyük nakit sıkıntısı

çeken besteci, teklifi hemen kabul etti. Haberci paranın yarısını ödedi ve sadece

Mozart'ı parçayı kimin sipariş ettiğini araştırmaya çalışmaması için uyaracak

kadar kaldıktan sonra hemen ayrıldı.

Mozart, Requiem üzerinde gece gündüz çalıştı. Besteye kendini tamamen

kaptırdı, defalarca bayıldı ama besteyi hiç bırakmadı. Constanze, kocasının ruh

halini 1798'de Mozart hakkındaki anekdotları bir derleme halinde yayınlamış

olan Friedrich Rochlitz'e anlattı. Rochlitz, "Her zaman sessizce oturuyor ve

düşüncelere dalıyordu" diye yazmıştı. "En sonunda artık reddedecek durumda

değildi, bu eseri kendi cenazesi için bestelediğinden kesinlikle emindi."

Mozart'ın ilk yaşamöyküsü yazarlarından biri, Constanze'ın sırdaşlarından

Franz Niemetschek'ti. 1798 yılındaki bir çalışmasında o da öyküyü bu şekilde

anlatmıştı. "Mozart ölümden söz etmeye başlamış ve.Requiem'i kendisi için

bestelediğini söylemişti. Bu hassas adamın gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

'Kesinlikle hissediyorum ki' diyordu, 'son günlerimi yaşıyorum, zehirlendiğimden

eminim."

Mozart Requiem'i hiçbir zaman bitirmediği halde, parça bu şekliyle bile bir

başyapıt olarak görüldü. Kuşkusuz, Constanze'ın anlattıkları eser ve bestecisi ile

ilgili bir sansasyon yarattı: İşte karşımızda, bir yandan yaratıcılığının

doruklarına yükselirken, bir yandan ne kendisinin ne de başkalarının anlam

verebildiği güçleri tarafından kaçınılmaz bir sona sürüklenen Mozart! Mozart'ın

kısa sadece otuz beş yaşındaydı ama parlak yaşamına daha uygun başka bir son

olabilir miydi?

Bu, çok ilginç ve çarpıcı bir öyküydü. Hiç kuşku yok ki, Constanze'dan

kaynaklanmıştı. 1828'de benzer bir değerlendirmeyi yayınlayan Vincent ve Mary

Novello gibi, Rochlitz ve Niemetschek de öyküyü Constanze'dan duyduklarını

söylüyorlardı. Ama şu soruları soramadan edemiyor insan: Requiem'i sipariş

eden gizemli yabancı kimdi? Ayrıca, eğer doğruysa, Mozart'ı kim zehirlemişti?

Mozart'ın öldürüldüğü söylentileri ölümünden hemen sonra, hatta Rochlitz ve

Niemetschek'in 1798'daki değerlendirmelerinden de önce çıkarılmıştı. 1791'in

yılbaşı arifesinde, bir Berlin gazetesi, Mozart'ın "ölümünden sonra cesedinin

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 61 şişmiş olması, zehirlendiği yolunda kuşkular doğurdu" diye yazmıştı. Kuşkular

en başta Mozart'ın öğrencilerinden birinin kocası, Franz Hofdemel üzerinde

toplanmıştı. Hofdemel'in Mozart'ın cenazesinin kaldırıldığı gün karısına saldırıp

intihar etmesi, karısının besteciden çocuk beklediği gibi spekülasyonlara yol

açmıştı. Oysa, Hofdemel'i Mozart'ın ölümüyle ilişkilendiren tek bir gerçek kanıt

yoktu.

1820'lerde, Avusturyalı eski bir saray bestecisi, Antonio Salieri'nin adı da daha



inandırıcı bir biçimde şüpheliler listesine eklendi. Salieri adına, konuklarının

sağır besteci ile iletişim kurmak için kullandığı Beethoven'in "sohbet

defterleri"nin birçok sayfasında rastlandı. Hem Beethoven'in oğlu Kari hem de

bir başka ziyaretçi, Anton Schindler, Salieri'nin Mozart'ı zehirlediğini itiraf

ettiğini defterlere yazmıştı. Bazıları da onun bu itirafının tüm Viyana'ya

yayıldığını kaydetmişlerdi.

Salieri'yi harekete geçiren şey neydi?

Kıskançlık. Hakkında kurulan dedikodu kumpasına bakılırsa, Salieri Mozart'ın

dehasını kabul ediyor ve bu yüzden ondan nefret ediyordu. Salieri her zaman

saray efendisi ve nazik bir insanken, özellikle Mozart'ın genelde kaba ve kibirli

olmasına rağmen, Viyana sarayının baş bestecisi olarak hep kendi önüne

geçmesini çekemiyordu. En azından, zekice düşünülmüş edebi bir tema olarak,

son derece ilgi çekici bir fikirdi bu. 1830 yılındaki bir oyunda, tiyatroya

uyarlamak için bu temayı ilk işleyen kişi Alexander Puşkin'di. En son olarak,

Peter Shaffer'in daha sonra filme de alınan 1980 Broadway hiti, Amedeus,

Salieri'yi gene parlak ama görgüsüz bir Mozart görüntüsüne katlanamayan,

vasat ama çok ciddi bir müzisyen olarak sunuyordu. Shaffer, Salieri'yi Mozart'ı

zehirleyen kişi olarak göstermekten uzak durmuştu. Buna karşılık, saray

bestecisi kurbanını sefil ve umutsuz bir duruma iten çeşitli entrikalarıyla sadece

onun ölümünü hızlandırmıştı.

Salieri'nin katil ya da dalavereci olarak gösterilmesinin sorunu, Hofdemel'inkiyle

aynıydı: Kanıt yoktu. Beethoven'in sohbet defterlerinde geçen sözde itiraf, başka

hiçbir yerde geçmemişti. Aslında Beethoven'in öğrencilerinden, piyanist Igna

Moscheles'in günlüğüne göre, Salieri Mozart'ı zehirlediğini açıkça reddetmişti.

Gerçekten de, Moscheles, bunun üzerine Salieri'nin "onu entrikalarıyla moral

olarak çökerttiğini ve bu şekilde yaşamının birçok anına zehir saçtığını"

söyleyerek devam etmişti. Ama birkaç benzer dedikodu kaynağından başka,

Salieri'nin bırakalım Mozart'ı öldürmeyi, ondan nefret ettiğine dair hiçbir gerçek

kanıt yoktur.

Karşımıza bu kez kuşkulu olarak çıkan tek bir kişi değil, bir örgüt vardı:

Farmasonlar.

Üye olmayanlara büyücülükmüş gibi gelen her çeşit gizli törenleriyle gizli bir

dernek olmaları, Masonları rahatlıkla kötü kuşkular için uygun bir aday haline

getiriyordu. Mozart, 1784'de küçük bir Viyana Mason locasına katılmıştı. Aktif

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 62 bir üyeydi, son tamamladığı eseri Sihirli Flüt dahil, Masonik temaları olan birçok

eser bestelemişti.

Bilim insanları Sihirli Flüt'ün masonik imalarını ancak 19. yüzyılın ortasında

ortaya çıkarmıştı. Örneğin, Mason törenlerinde büyük anlam taşıyan 18 rakamı,

Mozart'ın operasında da önemli bir yere sahipti. II. Sahnenin başında, on sekiz

papaz ve on sekiz sandalye vardır ve koronun söylediği şarkının ilk bölümü on

sekiz ölçülüktür. Ayrıca bu sahneye orkestranın girişinde on sekiz nota grubu yer

alır.


1791'de librettonun (metnin) ilk basımı, Mozart ve librettisti (metin yazan),

Emanuel Shikaneder'ın (o da Mason locasındandır) operayı, en azından kısmen

bir Masonik alegori olarak yorumladığına ilişkin daha açık kanıtlar sunar.

Librettonun kapağında beş köşeli yıldız, bir kare ve mala ve bir kum saati yer

alır bunların hepsi de Masonların simgeleridir.

Masonların Mozart'ı zehirlediğini ilk kez 1861'de G. F. Daumer öne sürmüş,

Mozart'ın Sihirli Flüt'te bazı sırlarını açığa vurmasının. Mason dostlarıyla

arasını açtığını söylemişti. Böylece, Daumer, Masonların ya da daha doğrusu,

Masonların dar bir çevresinin intikam aldığını ima ediyordu. Bu teori birçok 19.

ve 20. yüzyıl yazarı tarafından kullanılmıştı.

Ne var ki, Hofdemel ve Saliari teorileri gibi, Masonların komplo teorilerine de

hiçbir kanıt gösterilemez. Hepsi olmasa da, çoğu bilim insanının, Sihirli Flüt'te

Masonik öğeler bulunduğunu kabul ettikleri doğru ama Masonların opera ve

bestecisiyle ilişkilerinden rahatsız olduklarına inanmamız için hiçbir neden

yoktu. Gerçekten de, Mozart'ın ölümünden sonra, bağlı bulunduğu loca, bir anma

töreni gerçekleştirmiş ve bestecinin anısına yapılan veda konuşmasını bastırıp

dağıtmıştı. Aynı zamanda, komplo teorisyenleri, Masonların neden librettisti

olarak operanın alegorik öğelerinden eşit derecede sorumlu olan Shikaneder'i

değil de, Mozart'ı öldürdüklerini hiçbir zaman açıklayamamışlardı.

Komplo teorisi, kendilerine özgü bir kapalılığa sahip olmalarına rağmen

Viyana'nın en saygın yurttaşlarını da içlerine alan Masonlara haksız bir

yakıştırmadır. Gerçekten de, localar şehrin entelektüel seçkinlerinin büyük

bölümünün toplandığı yerlerdi. Aynı şekilde, Amerika'da Masonlar üyeleri

arasında George Washington, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson'ı

sayıyorlardı. Fransa'da ise önde gelen cumhuriyetçilerin çoğu bu localara

katılmıştı.

Ne var ki, birçok Masonun cumhuriyetçi eğilimi, Avusturya İmparatoru II.

Leopold'ı işkillendirmişti. Leopold Avrupa'daki devrimleri büyük bir kaygı ile

izliyor ve buna ülkedeki Masonları ezerek yanıt veriyordu. Çok sayıda Mason

locasını kapatmış ve geri kalanları da polisin sıkı denetimi altına almıştı. Bazı

tarihçiler, Mozart ve Shikaneder'in bir Masonik opera besteleme kararma bu

baskıların yol açmış olabileceğini varsaydılar. Sihirli Flüt'ün halkı ve

muhafazakar hükümeti, Masonların korkulacak bir yanı olmadığına ikna

edebileceğini sanıyorlardı.

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 63 Eğer böyleyse, boşuna umutlanmışlardı. 1790'ların ortasında Leopold Masonları

tamamen yasakladı. Üye sayılan ve etkileri azalmıştı. Ama Mozart'a dönersek,

ölünceye kadar sadık bir mason olarak kaldı. Ayrıca Mason dostlarının da ona

aynı şekilde sadık kaldığına inanmamız için her türlü neden var.

Eğer Mozart zehirlendiyse, asıl suçlular, kasıtlı olmasalar bile, doktorları

arasında aranmalı.

Constanze doktorların ondan en az bir kez "kan aldığı"nı söylemişti. Bu tedavi

yöntemi 18. yüzyıl sonlarında çok yaygın olduğu için, başka örnekler de olabilir.

Birçok tıp tarihçisinin inandığı gibi, özellikle böbrek hastalığı söz konusuysa,

gitgide zayıf düşen Mozart'ın ölümüne pekala bu tedavi yöntemi yol açmış

olabilir.

Kan alına dışında, tıp tarihçilerinin söyleyebileceği fazla bir şey yoktu. Mozart'ın

ölüm belgesinde ölüm nedeni "yüksek askeri ateş!" ["heated military fever"]

olarak açıklanıyordu. Bu, günümüz doktorlarına hiçbir şey ifade etmeyen bir

teşhisti. Constanze dahil, Mozart'ın ziyaretçileri hastalık belirtilerini o kadar

farklı ve o kadar belirsiz bir biçimde açıklamışlardı ki, bunlara bakılacak olursa,

bestecinin endocarditis bakteryel, Henoch Schnlein sendromu, lösemi, stafilakok

bronşalpnömani ve beyin kanamasından öldüğü söylenebilirdi.

1991'de, Mozart'ın ölümünün 200. yıldönümünde toplanan bir tıp

sempozyumunda, ölüm nedeni için en baş sıraya iki aday yerleştirilmişti: Böbrek

yetmezliği ve römatik ateş. Ama, hiçbirinin bestecinin zehirlendiğine

inanmaması dışında, uzmanlar arasında açık bir uzlaşma yoktu.

Öte yandan, Mozart'ın kendi inancı söz konusu olduğunda, ölümüne neden olan

hastalıkların herhangi birinin getirdiği delirium ya da depresyondan

kaynaklanmış olabilir. Kuşkusuz, Requiem'i ısmarlamış olan gizemli habercinin

ziyareti, bestecinin zihnini ölüme, özellikle kendi ölümüne kilitlemesine yol

açmış olabilir. Güçsüz düşen bestecinin gizemli haberciyi Azrail'e benzettiği

kolayca düşünülebilir. Gerçekten de, Shaffer, Mozart'ın ölüme taktığını bilen

Salieri'nin, rakibini uçurumun kıyısına itmek için kendisini haberci kılığına

sokmuş olduğunu öne sürmüştür.

En sonunda, Mozart'ın ölümünden 173 yıl sonra açığa çıkarılan habercinin sırrı

daha az can sıkıcı olmakla birlikte, hiç de daha az acayip değildi. 1964'de, Otto

Deutsch, Viyana'nın yaklaşık kırk beş kilometre güneyindeki bir kasaba olan

Wiener Neusatdt'ta bulunan bir belgeyi yayınladı. "1791 'deki Başlangıcından

1839'a Bugünkü Döneme Kadar, W. A. Mozart'ın Requiem'inin Gerçek ve

Ayrıntılı Öyküsü" başlıklı belge, bölgenin büyük toprak sahiplerinden, Kont von

Walsegg tarafından işe alınan bir müzikçi, Anton Herzog tarafından yazılmıştı.

Herzog, kontun gelecek vaat eden bestecilerin eserlerini satın alıp, bunları

kendisininmiş gibi yutturmaktan hoşlanan ateşli bir müziksever olduğunu

söylemişti. 1791 Şubatında, kontun genç karısı öldü ve özellikle bir Requiem

şaheseri ile onun anısını ölümsüzleştirmek istedi. Bu yüzden her zamanki gibi

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 64 cömert teklifiyle ve eseri kimin ısmarladığını araştırmasın diye aynı uyarısıyla

birlikte uşağını Mozart'a gönderdi.

Herzog ve müzisyen arkadaşları patronlarının nabzına göre şerbet veriyorlardı.

"Kontun [ısmarlamış olduğu diğer parçalarda da] yaptığı gibi, bizi şaşırtmak

istemesine hepimiz iyice alışmıştık" diye anımsıyordu. "Yanındayken, her zaman

bunun kendi kompozisyonu olduğunu söyler, bu sırada gülümserdi."

Dolayısıyla, Mozart'ın son başyapıtının, bir ölüm meleği için değil, garip bir eser

hırsızı için bestelendiği ortaya çıkmıştır. Hiç de aptal biri olmayan Constanze

Mozart'ın kompozisyonlarının hızla artan değerini hesaba katmazsak ölen

kocasının hızla büyüyen ününe katkıda bulunması umuduyla meçhul haberci öy-

küsünü yaymış olabilir. Eğer böyleyse, rüyasında bile göremeyeceği kadar

başarılı olmuştu çünkü Requiem Mozart'ın başyapıtları arasında görülmeye

başlanmıştı. Ve sonuçta nasıl bestelendiğinden bağımsız olarak, böyle kalmaya

da devam ediyor.

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 65 14. Bölüm

Freud Travma Teorisinden Neden Vazgeçti?

Freud 1925'te özyaşamöykiisünde, "bir süreliğine kapıldığım ve pekala bütün

çalışmamda ölümcül sonuçlar yaratabilecek bir hatadan söz etmeliyim" diye

yazmıştı.

Freud'un "küçük yanlış "ı 1890'lann başlarında ateşli bir biçimde inandığı

"travma teorisi"ydi. Teorinin adı yanıltıcıydı çünkü daha çok çocuklarda cinsel

taciz ile ilgiliydi. Freud bir dizi nevrotik sendrom yaşayan on sekiz hastasını

tedavi ederken "travma teorisini" formüle etmişti.

Freud çok sayıda hastadaki sendromların köklerini bulduğu için çok

heyecanlıydı. 1896 Nisanında Viyana Psikiyatri ve Nöroloji Derneği'nde sunduğu

bir tebliğde, Freud kendi buluşlarıyla Nil'in kaynağının keşfini karşılaştırmıştı.

Özel olarak, dostu ve doktor arkadaşı Wilhelm Fliess'e, travma teorisinin

kendisine hem ün hem servet kazandırmasını umduğunu yazmıştı.

Bununla birlikte, 1897 Eylülünde, Freud büyük bir iç çelişki yaşamaya başladı.

Fliess'e başka bir mektubunda "son birkaç aydır yavaş yavaş anlamaya

başladığım büyük sırrı sana hemen vermeliyim" diye yazmıştı. "Artık travma

teorime inanmıyorum." Teorinin bir sorununu, hastalarının hiçbirinde

çocukluktaki cinsel taciz belirtilerinin başarıyla tedavi edilmediğini itiraf etmişti.

Hastalar aynı semptomları yaşamaya devam ediyorlardı.

Ama teorinin en büyük kusuru bu semptomların çok yaygın olmasıydı. Eğer bu

semptomları yaşayan herkes çocukluğunda cinsel tacize uğramışsa, bu Freud

şimdi anlamıştı bütün Viyana toplumunda çocuklarda cinsel tacizin yaygın


Yüklə 0,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə