Kitap Adı: Tarihin Büyük Sırları



Yüklə 0,66 Mb.
səhifə6/10
tarix26.08.2018
ölçüsü0,66 Mb.
#64836
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

gibi, bu da büyük ölçüde baştan belirlenmişti. Adına sapkın lekesi sürmek

istemeyen Charles, ilk mahkemenin incelenmesini emretmişti. Duruşmalar ikin-

ci mahkemenin ilkinin "sahtekarlık, iftira, kötülük, çelişki yumağı olduğunu ve

açık bir olgu ve hukuk hataları ile dolu olduğunu" ilan etmişti. Mahkemenin yeni

kararıyla Jeanne "aklanmıştı."

"Jeanne D'arc'ın itibarının iade edildiği mahkeme" olarak bilinen bu ikinci

davada, Jeanne'ın veliaht ile ilk buluşmasının şimdi ünlenmiş olan yeni bir

yorumu ortaya çıkmıştı. İki tanık Jeanne'ın Chinon kalesine girdiğinde

Charles'ın maiyeti arasında gizlendiğini anımsamıştı. Buna rağmen, Jeanne

daha önce veliaht ile hiç karşı karşıya gelmediği halde, onu hemen tanımıştı.

Sonra, Jeanne tanığa göre veliaht ile özel bir görüşme yapmış ve veliaht bunun

ardından "ışıklar saçarak" görüşmeden ayrılmıştı.

Daha sonra Jeanne'ın kral rolü takınan bir saray adamı ile konuşmayı

reddetmesinin de eklenmesiyle süslenen bu "kralgizli" öyküsü Jeanne yönünden

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 42 hiçbir doğaüstü güce baş vurmaksızın açıklanabildiğinden, tarihçilere çekici

gelmişti. Birçok tarihçi, eğer Jeanne daha önce kralı hiç görmemişse, bir

başkasının tarifine göre onu tahmin etmiş olabileceğini yazmıştı. Öykü aynı

zamanda büyüsüne kapılınacak kadar teatraldi; büyüsüne kapılanlar arasında

Shakespeare, Schiller, Twain ve Shaw da vardı.

Gizlenen kral öyküsü pekala doğru da olabilir, gene de geriye yanıtlanmamış

sorular kalıyor. Charles, Jeanne'a sadece kalabalığın arasından kendisini bulup

çıkardığı için mi güvenmişti? Charles kendisini birilerinin Jeanne'a tarif etmiş

olabileceğini düşünemez miydi? Ve onun "ışıklar saçması"nı sağlamak için

Jeanne ona ne demiş ya da göstermişti?

Jeanne'ın itibarının iade edildiği mahkemede, tanıklardan hiçbiri bu sorulan

yanıtlamamıştı.

1516'da ortaya atılan bir teoriye göre, Jeanne, veliahdın ettiği yeni duadan ona

söz etmişti. Öyküyü VII. Charles'ın yakın bir arkadaşından duyduğu

iddiasındaki Pierre Sala'nın yazdığı bir kroniğe göre, Charles Tanrıdaıveğer

gerçek varisse krallığı ona bağışlamasını, yok eğer değilse, ölüm ya da hapisten

kurtarmasını dilemişti. Jeanne, Charles'a onun duasını hiç kimseye sırrını

vermediği duasını bildiğini söylediğinde, veliaht bunu kıza güvenebileceği bir

"işaret"e yormuştu.

"Kralgizli" öyküsü gibi, dua öyküsü de rahatlıkla doğru olabilir.

Bu da doğaüstü güçlere baş vurmadan açıklanabilir. Jeanne'ın, Charles'ın anne

babası hakkındaki güvensizliğini sezinlemesi için kahin olması gerekmezdi.

Saray, özellikle annesi Burgundanlar ve İngilizlerle yaptığı ittifak nedeniyle onu

evlatlıktan reddettiğinden beri, meşru varis olmadığı dedikodularıyla

çalkalanıyordu. Gerçek babasının VI. Charles'ın kardeşi, Orleans Dükü olduğu

şeklindeki yaygın söylentileri Charles'ın kendisi de duymuş olmalıydı.

Dolayısıyla, Jeanne rahatlıkla onun duasında söylediklerini tahmin edebilirdi ve

Charles bunlara yanıt bulacak birinin gelmesinden kesinlikle rahatlamış

olabilirdi.

Ama gizli dua öyküsünün sorunu kralgizli öyküsününkiyle aynıydı. Bu doğru

olsa bile Charles'ın kaderini tanınmayan bir genç kızın ellerine teslim edişini

açıklamaya yeter mi? Charles zayıf ve kararsız olabilirdi ama ne aptal ne de

saftı. Daha sonraki tarihçiler gibi, o da Jeanne'ın kendisinin nasıl biri olduğunu

ya da dualarının neye benzediğini bilebileceğini anlayacak kadar akıllıydı.

"Kralgizli" ve gizli dua hikayelerinin çekiciliği akılcı, modern tarihçinin bunlara

anlam yüklemesi aynı zamanda bunların zayıflığıdır; çünkü eğer Jeanne'ın

"işareti" rahatlıkla açıklanabilirse, bunun neden Charles'ı büyülediği de aynı

şekilde açıklanabilir.

Açıkçası, gereken tek şey, veliahdı melekleri ya da şeytanları ya da başka

doğaüstü güçleri araya sokmadan da etkileyebilecek daha belirgin bir "işaret"ti.

1805'te, Pierre Caze ihtiyaca uygun bir teori ortaya attı: Kraliçe İsabeau ve

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 43 Orleans Dükünün gayri meşru çocukları Charles değil, Jeanne'di. Bu açıklamaya

bakılırsa, Jeanne bebekken babasının düşmanlarından kurtarılmak amacıyla

Paris'ten kaçırılmış. Kendisini büyüten (Jeanne'in öyküsünün bu versiyonunda

köylü değil, bir taşra asilzadesi olan) Jacques D'arc'a verilmiş. Demek ki,

Jeanne'ın Chinon'da Charles'a verdiği "işaret" onun üvey kız kardeşi olduğuna

ilişkin bir kanıttı; ne bileyim belki bir yüzük ya da belge veya aile içinde sır

kalan bir bilgiydi. Caze'nin teorisi her çeşit sorunun çözümünü barındırıyordu.

Veliahdın kıza neden güvendiğini açıklıyordu. Aynı zamanda Jeanne'ın veliahdı

nasıl ilk bakışta tanıdığını ve askeri taktik ve stratejiyi nasıl öğrenmiş olduğunu

da açıklıyordu. Karşımızdaki sıradan bir köylü kızı değil, kraliyet kanı taşıyan,

kraliyet içinde bağları bulunan, doğuştan komutan olan bir prensesti. Bu teori

özellikle bir köylünün krallığı kurtardığı fikrine hiçbir zaman tamamen sıcak

bakmayan monarşistler arasında rağbet gördü. Ayrıca komplo severlere de güzel

göründü, 1960'lar ve 1970'lerde çeşitli biçimlerde tekrar ortaya çıktı.

Sorun teorinin en küçük bir kanıt parçasına bile dayanmayışıydı. Ne Caze ne de

izleyicilerinden herhangi biri, bugüne kadar bu konuda bir kanıt sunabilmişti.

Aslında Jeanne'ın her iki mahkemesinden gelen kanıtların da büyük bölümünün

bir biçimde çarpıtılmış olduğu varsayılmaktadır. Jeanne'ın doğumuyla ilgili

tanıklıklar sadece ana babasından değil, ya doğumuna tanık olduklarını ya da

doğduğu günden beri onu tanıdıklarını söyleyen başka akrabaları ve

komşularından da gelmiştir. Jeanne'ın kralın kız kardeşi olabilmesi için, aslında

çoğu onun doğduğu kasabadan olan bütün bu tanıklar, onun hanedanlıktan

geldiğini gizlemek için düzenlenen büyük bir komplonun parçası olarak yalancı

tanıklık etmiş olmalıydı.

Caze'nin teorisi, dahiyane de olsa açıkça inanılır gibi değil.

Başkaları daha küçük, hanedanlığa daha az bulaşan komplolardan söz ettiler.

1756'da Voltaire veliahdın adamlarının, Chinon'da kendisini şöyle bir

gösterdiğinde korkak Charles'ın ve moralsiz askerlerinin İngilizlere karşı

koymalarını sağlayacak bir esin perisi olacağını ummuşlardı. 1908'de, Anatole

France'ın Jeanne yaşamöyküsünde kilise liderleri aynı tip bir komploya

bulaşmıştı. Kiliseye ya da devlete karşı kuşkucu yaklaşımı paylaşanlar için, bu

tür komplo teorileri çok cazipti; ne yazık ki, ne Voltaire ne de France'ın elinde

teorilerini destekleyecek herhangi bir kanıt vardı.

Jeanne'ın etkisine bir başka açıklama yolu da bunun göründüğü kadar büyük

olmadığını öne sürmekti ve bu görüşe bazı kanıtlar bulunabilirdi. Charles,

Jeanne'ın "işareti"yle sarsılıp harekete geçmiş olabilirdi ama askerlerini bir anda

onun emrine vermiş değildi. Tersine, tipik bürokratik tarzda, kızı daha çetin bir

sınavdan geçirecek bir komisyon kurmuştu. Komisyon üyeleri Poitiers'de üç hafta

toplandılar. Raporları kayıptı ama Jeanne daha sonra Orleans'a ilerlediği için,

anlaşılan onun öyküsüne inanmışlardı.

Bu arada, birçok tarihçi Orleans savaşında bile, Jeanne'ın askeri katkılarını

küçümsemiştir. Örneğin, Anatole France onu en fazla Fransız ordusunun

maskotu olacak kadar küçültmüştü: Kahraman ve esin perisiydi, evet ama

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 44 savaşın planlanmasında ve yürütülmesinde hiçbir gerçek rolü olmamıştı.

Jeanne'ın iki mahkemesinde de hiçbir tanıklık onun Orleans'da askerlere

komutanlık ettiğini göstermemişti. Bazı tarihçiler, söylediği kadar abartılı şeyler

yapmadığı için, Jeanne'ın yaptıklarını nasıl yaptığını tartışmanın gereksiz

olduğunu öne sürmüşlerdi.

Elbette, bu tür küçümseyici yaklaşımlar, kimi zaman yakılarak öldürülmesi,

İsa'nın çarmıha gerilmesinin karşısına çıkarılan Fransa'nın genç kadın

kurtarıcısı efsanesiyle rekabet etmektedir. Yüzyıllar boyu, Jeanne politik ya da

dini inançlardan bağımsız olarak Fransa'nın sembolü olmuş, herkes tarafından

benimsenmişti. Diğerleri arasında, aynı şekilde devrimci cumhuriyetçiler de,

Katolik monarşistler de onu savunmuşlardı. En son olarak, JeanMaris Le Pen'in

milliyetçi aşırı sağı onu kendilerinden biri gibi gördüğünü ilan etti.

Bu grupların hepsi, Jeanne D'arc'ın güçlerine dişe dokunur bir açıklama

getirmeden, bu güçleri göklere çıkarmakta yarış halindeydi. Gene de, daha az

önyargılı olmalarına rağmen, çoğu tarihçi daha iyisini yapmamıştı. Anatole

France'ın tersine, çoğu Jeanne'in savaşta önemli bir etken olduğuna ve onun en

azından bir süre için kralı parmağında oynattığına inanmıştı. Ama neredeyse

tümü, ister Jeanne'in hanedanlık kanından geldiği sonucuna, isterse Charles'ın

adamlarının oyununa dayansın komplo teorisinin her türünü reddediyor. Bu

durum, krala gösterdiği "işaref'ten başlayarak, Jeanne'ın başardıklarına ilişkin

genel geçer bir açıklamadan tarihçileri yoksun bırakmıştı.

Dolayısıyla, beş yüz yıllık bir tarih yazımından sonra, tarihçiler de Jeanne'ın

engizisyoncuları ile aynı soruları soruyorlar: Burada işe karışanlar melekler mi,

yoksa şeytanlar mıydı?

Elbette, tarihçi açısında yanıt "hayır" olmalı. Ama bu sorulara dönüş çok isabetli

olmuştur, çünkü on beşinci yüzyıl insanları için onu suçlayan avukatlar ve din

adamları gibi Jeanne, Charles ve Fransız askerleri de bunların arasındaydı

melekler ve şeytanlar epey gerçekti. Dolayısıyla Jeanne'ın duymuş olduğuna

inandığı ve St. Catherine ve St. Margaret'e bağladığı "sesler" de... Fransız

askerleri azizler ve meleklerin ondan yana olduğuna inandıkları için savaşta

onun ardından gitmişlerdi. Ayrıca, Jeanne'ı yargılayan yargıçlar şeytanların

ondan yana olduğuna inandıkları için onu ölüme mahkum etmişlerdi.

İyi eğitim alınış ve aydın bir saray adamı olmasına rağmen, Charles da kendi

devrinin insanıydı. Jeanne'ın duyduğu seslerin ya da meleklerin krallığım

kurtarabileceğine pekala inanmış olabilirdi. Jeanne D'arc'ın Chinon'da söylediği

ya da yaptığı her şeyden çok bu inanç, onun gücünün gerçek "işareti"ydi.

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 45 10. Bölüm

Matbaayı Kim İcat Etti?

Dünya tarihinin büyük dönüm noktalarından biri olduğuna neredeyse hiç

düşünmeden kalıbımızı basacağımız bir olayın kurcalanması gerektiğini

düşünemezdik. Üstelik Johann Gutenberg'in adının öne çıkmasını kim

sorgulayabilirdi ki? Gutenberg'in matbaayı icat eden kişi olduğu öyle geniş bir

genel kabul görmüştür ki, Marshall McLuhan hiç düşünmeden onun oluşturduğu

kültürden "Gutenberg gökadası" diye söz edebilmiştir.

Oysa kafamızı kurcalayan çok sayıda soru işareti bulunmaktadır.

Böylesine büyük bir tarihsel etki yaratan bir kişilik olarak, Gutenberg'in hayatı

her zaman bir ölçüde gözlerden uzak kalmıştı. Hatta kendi zamanında bile,

Gutenberg'in matbaayı icat eden tek kişi olduğu hiçbir şekilde söylenmemişti.

Matbaanın icadıyla ilgili en eski göndermeyi, Gutenberg'in ölümünden sadece

dört yıl sonra, 1472 tarihli bir mektupta buluyoruz. Guillaume Fichet adlı bir

Sorbonne profesörünün mektubudur bu. Fichet, bir dostuna Mainz şehri

yakınlarında, "Gutenberg soyadıyla doğan, kitapların ne tüy kalem... ne de

dolmakalemle yazıldığı... ama metal harflerle hazırlandığı kitap basımı sanatını

herkesten önce tasarlamış olan Johann adlı birinin yaşadığı kesindi" diye

yazmıştı.

İlk kaynakların bir kısmı, matbaanın Sttrassburg'da icat edildiğini, icat eden

kişinin bazen Gutenberg, bazen Johann Mentelin adlı bir başka matbaacı

olduğundan söz ediyorlardı. Ama bu arada, bazıları matbaanın icadını Venedik

ve Milanolu matbaacılara da bağlıyordu. Bu iddiaların birçoğunun temelinde

hemşehrilik duygularının yattığı söylenebilir.

Bunların dışında, iki mahkeme tutanağını göz önünde bulundurarak, Fransa'da,

Avignon'da önemsenebilecek iki olaydan söz etmeliyiz. 1446 tarihli iki

sözleşmeye göre, Procopius Waldvogel adlı bir Praglı gümüşçü "yapay yazı

yazma"nın sırrını bazı hemşehrilerine öğretmeyi kabul etmişti. Sözleşmelerden

birinde merak uyandıracak şekilde, "çelikten iki alfabe, kırk sekiz teneke kalıp

ve diğer şekiller"den söz ediliyordu. Bu harfler Gutenberg tarzı basım tekniğinde

kullanılan harfler olabilir miydi? Waldvogel'in benzer bir icat üzerinde çalıştığına

kuşku yok ama çoğu bilim insanı onun alması gereken epey uzun bir yol olduğu

sonucuna ulaşmıştı. En geçerli senaryo, Waldvogel'in harflerinin geleneksel

tahta kalıp baskı tekniğinin belki gerçek matbaacılıktan çok mekanik daktiloya

benzeyen bir anlamda farklı bir türü olarak kullanılmış olabileceğiydi.

İlk önceleri, 1588'de bir Hollandalı bilim insanı Hadrian Junius'un Haarlem'li

Laurens Coster'in matbaayı icat eden kişi olduğu iddiası daha uzun ömürlü

olmuştu. Junius'a göre, Coster 1440'da torunları için kayın ağacının kabuğundan

harfler keserken matbaa fikrini ortaya atmıştı. Daha sonra Coster kayın

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 46 ağacından yaptığı harfleri kurşun ve en sonunda teneke ile değiştirmiş ve basım

işi hızla gelişmişti.

Junius, ne yazık ki Coster'in işinin büyümesi üzerine, içlerinden birinin "Johann

adlı biri"nin şeytana uyduğu kalfalar çalıştırmak zorunda kaldığını yazmıştı.

Johann sanatın sırlarını öğrendikten sonra, herkesin kilisede olduğu Noel

arifesine kadar bekledi. O gün bütün harf ve donanımları çalarak kendi işini

kuracağı Mainz yolunu tuttu.

Bu Coster öyküsü yıllar sonra Fransız, İngiliz ve Amerikalı bilim insanlarının

desteğiyle, Hollanda sınırları dışına taştı. Bunun bir nedeni de bir kısmı metal

harflerle, bir kısmı tahta kalıplarla basılan tarihsiz ama eski Hollanda basımı

yayınların çok miktarda bulunmuş olmasıdır. Haarlem'in şehir meydanında

"matbaa sanatını icat eden" Coster'in heykeli hala duruyor.

Ne var ki, son yıllarda Coster öyküsü büyük ölçüde gözden düştü. Harfler, yazılar

ve kağıtların daha titiz analizleri sonucu, Hollanda'da basılan ilk ürünlere ait

kanıtların çoğu 1465'den sonrasına Gutenberg'in memleketi Mainz'de basılmış

olan en eski kitaplardan on yıl sonrasına tarihlendirildi.

Coster öyküsünün bir heyecanlı öykü kitabı konusu gibi işlenmiş olması da

kuşku yaratıyor. Coster'in torununa bahsettiği harf kesme fikrinden, kolayca

kitap basımı ve büyüyen bir iş kurmaya sıçrayışı bunların hepsi topu topu Noel

Arifesi'nde yaşanan hırsızlıktan önceki altı aya sığdırılmıştı rahat rahat

yutulacak cinsten değil.

Coster efsanesinin çok uzun olmasının tek nedeni, hainin "Johann" olduğunun

söylenmesi ve bu şekilde Gutenberg ile ilgili iddialara doğrudan yanıt

vermesiydi. WaIdvogeFde de güya Gutenberg ile bağlantılı bazı ilişkiler

görülüyordu. Bir dönem için Gutenberg'i tanıdığı anlaşılan Walter Riffe,

Waldvogel orada yaşarken, Avignon'u ziyaret etmişti.

Bu bağlantılar en iyimser yorumla önemsizdir ve en çok 15. yüzyılda çok sayıda

insanın matbaanın icadını Gutenberg'e bağladığını göstermeye yarar. Buna

rağmen, 18. yüzyıla kadar, Gutenberg'in kendi yaptıkları konusunda çok az şey

biliniyordu. Bu durum, farklı arşivlerde Gutenberg'e karşı açılan davalarla ilgili

bir dizi belgenin ortaya çıkarılmasıyla, 1727 ve 1770 yılları arasında değişti.

Bir yandan Gutenberg'in matbaayı icat eden kişi olduğu iddiasına yeni ve o

zamana kadarki en ciddi tehdidi oluşturan bu belgelerden, çok daha net bir

Gutenberg tablosuna da ulaşıyoruz.

Ortaya çıkarılan ilk önemli belge 1439'da, daha Gutenberg Strassburg'da

yaşadığı sırada aleyhinde açılan bir davanın tutanaklarıydı. Buluşçu tutkuları

matbaanın ötesine taşan Gutenberg'in yeni bir ayna yapım yöntemi icat ettiği de

görülüyordu. Bunları imal edip Aachen yolunda hacılara satmak için Andreas

Dritzehn ile ortaklık kurmuş ama işi batırmışlardı. Anlaşılan ortaklar 1439'da

değil, bir yıl sonra yapılacak olan haccın tarihinde yanılmıştı. Aynaları satmak

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 47 için bir yıl bekleyemeyeceklerine karar verdiler. Böylece Dritzehn daha sonra

bunun yerine kendisine bir başka ve adı belirtilmeyen sanatı öğretmesi

gerektiğini öne sürdü. Gutenberg ve Dritzehn, Gutenberg'in "sanat ve

,serüveni"ni kapsayan yeni bir sözleşme yaptılar.

Sakın bu, matbaacılık sanatı ve serüveni olmasın? Belgeler çok belirsiz: açıkça

davada iki taraf da bilerek sırrı açığa vurmaktan kaçınmış. Belgeler sadece

ipuçları sunuyor ama bunlar kurşun ve diğer madenlerin, bir presin ve bazı

"kalıplar"m satın alınmasından söz edildiğine ilişkin.

Gutenberg neyin peşinde olursa olsun, diğerleri bunda büyük başarı

kazanacağına inanmışlardı. Mahkemedeki tanıklara bakılırsa, bir kadın bir gece

Andreas Dritzehn'i ziyaret etmiş ve onun ne kadar yatırdığı konusunda

çekinceleri olduğunu belirtmiş. Dritzehn mirasını ipotek ettirdiğini itiraf etmiş

ama kadına özgüvenle şunları söylemiş: "Çuvallamayacağız. Bir yıl dolmadan

sermayemizi kurtaracak ve sonra zengin olacağız."

Dritzehn'in erkek kardeşleri de icadın çok para gerektirdiğini düşünmüşlerdi.

Zaten dava da bu yüzden açılmıştı. Sözleşmede, taraflardan birinin ölümü

halinde mirasçılarının onun "yerine geçemeyeceği" maddesi yer almıştı. Buna

rağmen, Dritzehn öldüğünde, erkek kardeşleri anlaşma yapmak istemişti.

Gutenberg anlaşmayı reddetmiş ve davayı da kazanmıştı. Sonuçta, kardeşleri

Dritzehn'in Gutenberg'den öğrendiği gizli sanatı öğrenemedikleri gibi, biz de

bunun ne olduğunu kesin olarak öğrenemiyoruz.

Diğer önemli belgenin matbaacılıkla ilgisi daha açık. Belge 1455 Ekim tarihli, bu

tarihte Gutenberg Strassburg'dan memleketi Mainz'e dönmüştü. Burada

Gutenberg yeniden mahkemeye çıktı. (Patent haklarının tanınmadığı bir çağda

bir mucidin kaçınamayacağı şekilde birçok kez dava edilmişti.) Bu yeni davanın

tutanakları, noter Ulrich Helmasperger'in belgeleri onaylayıp imza etmesinden

sonra "Helmasperger Senedi" olarak bilinir.

Davacı, Gutenberg'in bir diğer ortağı olan ve bazı tarihçilerin matbaanın gerçek

mucidi olduğunu düşündükleri Johann Fust'tu.

Bu kadarı Helmasperger Senedi'nden açıkça anlaşılıyor: Fust "kitap işi" diye

açıklanan bir işlem için Gutenberg'e büyük miktarda borç para vermişti. Daha

sonra, Fust çoğunu mahkemede kazanacağı ana para ve faizi istemişti.

Helmasperger Senedi ne kesin miktar belirtiyor ne de Gutenberg'in

ödeyebildiğini. Bununla birlikte, birçok tarihçi kararın Gutenberg'in iflasına ve

onun matbaa atölyesini devralan Fust'un zenginleşmesine yol açtığı sonucuna

vardı.


İster Gutenberg'in atölyesiyle ister kendi kurduğu atölyeyle olsun, Fust daha

sonra başarılı bir matbaacı olacaktı. Yeni ortağı, Peter Schöffer ile birlikte

Fust'un adı, on nüshası hala mevcut olan 1457 tarihli "Mainz Psalter"in üzerinde

yazılıdır. Psalter, yer, tarih ve basımcının kesin bilindiği ilk basılı kitaptır ve

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 48 Fust'un destekleyicileri Gutenberg'in değil, kendi adamlarının matbaayı

tamamlayıp ilk kez kullandığının kanıtı olarak bunu öne sürerler.

Ama Fust gerçekten de matbaanın icadına katkıda mı bulunmuş yoksa sadece

Gutenberg'in icadına sermaye mi koymuştu? Psalter basılan ilk kitap mıydı,

yoksa sadece yer, tarih ve basımcı adının yazılı olduğu ilk kitap mıydı?

Ya peki Gutenberg'in İncil'ine ne demeli? Birçok kişinin hala sadece basılan ilk

kitap değil, aynı zamanda en güzellerinden biri olarak gördüğü Psalter değil,

İncil'dir. İncil'i basan kimdi? Ve ne zaman?

İncil hakkında Helmasperger Senedi'nde kesin yanıtlar bulamayız. Basımcının

adı, matbaanın yeri, tarih içermeyen kitabın günümüze ulaşan kopyalarında da.

Ama diğer ipuçları basımcının Gutenberg olduğuna ve Psalter'den daha eski bir

tarihe işaret ediyor.

Şimdi Paris, Bibliotheque Nationale'de bulunan bir kopyadaki bir not, ciltçi ve

boyacının işi 1456 Ağustosu'nda bitirdiğini belirtiyor. Buradan akıl yürüterek,

yaprakların 1454 ya da 1455'te Fust'un Gutenberg'in matbaasını devralmadan

öncebasılmış olduğunu düşünebiliriz.

1947'de, Aaneas Silvius Piccolomini'nin (sonradan Papa II. Pius oldu) bir

İspanyol kardinaline yazdığı Mart 1455 tarihli bir mektubun ortaya

çıkarılmasıyla, başka bir kanıta ulaştık. Piccolomini 1454 sonbaharında bu

"şaşırtıcı adam"ın bastığı İncil yapraklarını gördüğünü söylemişti. Mektupta

"şaşırtıcı adam"ın Gutenberg mi, Fust mu olduğu yazılmamıştı ama ilk basımın

tarihini doğrulayarak, Gutenberg İncili'nin basımcısının gerçekten de Gutenberg

olduğu lehine kanıtları güçlendiriyordu.

Tarihçilerin çoğuna göre, not ve mektup Gutenberg'in ününü hak ettiğinin

güvencesi.

Aslında Fust'un matbaacılık tarihindeki önemli yeri yadsınamaz. Yüzyıllarca,

Fust öykünün kötü adamı, klasik hayalperest mucit Gutenberg'in sırtından kar

eden "kötü kapitalist" olarak damgalandı. Bu görüşe göre, Fust tüm finans

kaynaklarını kısa sürede ünlü olacak İncil'in basımına harcaymcaya kadar

bekledi. Sonra, artık Gutenberg'in parayı geri ödemesinin hiçbir yolu olmadığını

bildiğinden, alacağını istedi ve ortaklığın tüm olanaklarını eline geçirdi. Ayrıca

Fust adı onun ününe de yardımcı olmadı, bazen "Faust" diye yazılması, bazı eski

tarihçilere Faust efsanesinin öğelerini öyküye katma cesareti verdi.

Modern tarihçiler Fust konusunda daha duyarlı. Bir kere, çoğu tarihçi onun

kuyumcu bir aileden geldiğini belirtiyor. Bu nedenle, matbaayı icat eden kişi

Gutenberg olsa bile, Fust zanaatla hiçbir ilgisi olmayan salt açgözlü bir paragöz

olarak göz ardı edilmemeli.

Eğer hiçbir dayanaktan yoksun olmasaydı, Mainz yargıçlarının davayı onun

lehine sonuçlandırması da mümkün değildi. Tam da Fust'un iddia ettiği gibi,

www.maximumbilgi.com tarafından hazırlanmıştır. 49 Gutenberg'in ortak İncil projelerinde kullanılmak üzere ondan bir miktar borç

almış, buna karşılık parayı takvim ve dilbilgisi kitapları gibi diğer yayınların

basımında kullanmış olması akla yatkın. Fust'un diğer yayınlardan gelen kara

ortak olmadığı için kendi finans kaynağının bu şekilde bölünmesine kızmış

olması anlaşılabilir bir şey.

Dolayısıyla, ne Fust şeytan ne de Gutenberg azizdi. Belki Fust matbaaya bazı

küçük teknik katkılarda bulunmuş bile olabilir. Aynı şekilde, Gutenberg de bazı

teknikleri ya \Valdvogel ve Coster'dan ya da Fransa veya İtalya veya

Almanya'da başkalarından öğrenmiş olabilir. Aynı şekilde, bazı fikirleri metal

harflerin bir türünün yüzyıllardır kullanıldığı ve ipek, barut ya da porseleni

saymazsak kağıdın icat edildiği Uzak Doğu'dan da almış olabilir. Gitgide daha


Yüklə 0,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə