I. BÖLÜM : ekolojiye giRİŞ



Yüklə 0,78 Mb.
səhifə1/11
tarix17.01.2018
ölçüsü0,78 Mb.
#21317
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

I.BÖLÜM : EKOLOJİYE GİRİŞ


Bu bölümde ekoloji bilim dalı genel çizgileri ile tanıtılacaktır. Bunun için de ekolojik düşüncenin son 50 yıl içinde güncellik kazanması ve 21. yüzyılın ilk 5 süper bilim dalı arasında yer almasının nedenleri üzerinde durularak, ekolojinin uğraş alanlarının sınırları çizilmeye çalışılacak, bu bilim dalının inceleme ve araştırma yöntemleri açıklanarak, bu bilgilerin ışığında bilimler sistematiğindeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.


    1. EKOLOJİNİN TANIMLANMASI

Ekoloji bilimsel bir terim olarak ilk kez 1850 yıllarında ortaya atılmıştır (Şişli, 1980). Ancak ilk kullanıldığı anlamı ile günümüzde kullanıldığı anlamı arasında birçok gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmeler şöyle özetlenebilir:

Ekoloji teriminin ilk kez kimin tarafından ortaya atıldığı konusunda tam güvenli bilgiler olmamasına rağmen, bu terimin Alman biyoloji bilgini Ernest Haeckel tarafından kullanıldığı ve "Organizmaların kendi içlerindeki ve çevreleri ile olan karşılıklı ilişkilerinin tümünü kapsayan doğa ekonomisi bilimidir" şeklinde ifade edildiği konusunda fikir birliğine varılmıştır.

E. Haeckel'in organizmalar ve çevresine ait karşılıklı ilişkileri bir kavram olarak kapsayan tanımlaması 1900 yılından itibaren diğer araştırmacılar tarafından biraz farklı şekilde düşünülüp değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme ve tanımlar şöyle sıralanabilir:

"Hayvanların ekonomi ve sosyolojisi ile uğraşan bilimsel doğa tarihidir" (Elton).

"Toplumlar bilimi" veya "Yaşam birlikleri bilimidir" ( F. Clements).

"Doğanın yapısı ve fonksiyonu bilimidir" ( E. Odum).

Organizmalara ait bu ilişkilerin şekli, organizmaların bulundukları doğal mekanların özelliklerine, bu mekanlar içinde cereyan eden süreçlere göre değişir. Ekolojinin karşılıklı ilişkileri iyi bir şekilde inceleyebilmesi için canlı ve cansız varlıkların yapı ve karakteristiklerini de araştırması gerekir. Bu nedenle E. Odum tarafından ekoloji " Doğanın yapı ve fonksiyonunu inceleyen bir bilimdir" şeklinde tanımlanmıştır.

Doğada çok değişik özelliklere sahip canlı ve cansız varlıklar aralarında son derece karmaşık ilişkiler kurarak doğal sistemleri veya ekosistemleri oluştururlar. O halde ekoloji, ekosistemleri inceleyen bir bilimdir, şeklinde de tanımlanabilir. Bu tanımlamaya dayanarak da ekoloji çevre biyolojisidir şeklindeki ifadelere de rastlanmaktadır.

Bu açıklamalar ile literatürde verilenler karşılaştırılırsa bu tanımların birbirinden üç önemli noktada ayrıldığı görülür. Bu farklılıklar ekolojinin inceleme ve araştırma konuları bakımındandır. Birinci gruba giren tanımlamalar; ekolojiyi canlıların içinde yaşadığı fiziksel mekanı araştıran bir bilim dalı olarak tanımlamakta, ikinci gruba girenler ise; araştırma ve inceleme konusunu karşılıklı ilişkilerin oluşturduğunu belirtmekte, üçüncü gruba girenler de, ekolojiyi tüm doğal varlıkların yapı ve karakteristikleri ile aralarındaki karşılıklı ilişkileri araştıran bir bilim dalı olarak ifade etmektedirler. Bunlar içinde üçüncü gruba giren tanımlama ekolojiyi günümüz koşulları ve anlayışına göre ifade etmektedir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında ekolojiyi geniş ve kapsamlı olarak şu şekilde tanımlayabiliriz:

"Ekoloji, organizmalar ile içinde yaşadıkları ortamı ve bu iki varlığı oluşturan öğelerin çevreleri ile olan tüm karşılıklı ilişkilerini, kendilerini yenileyebilen özgün mekan birimleri içerisinde inceleyen bir bilimdir" veya daha özet bir ifadeyle, "Ekoloji, organizmalarla çevrelerini ve bu iki varlığa ait öğelerin karşılıklı ilişkilerini araştıran bir bilimdir".


1.2. EKOLOJİYİ GÜNCEL HALE GETİREN OLAYLAR
Ekolojik düşünce yani çevre düşüncesi özellikle son 50 yıl içerisinde aniden güncellik kazanmış ve birçok sosyal aktiviteler ve hukuksal düzenlemeler için itici bir güç olmuş; çevre sorunları ve çevre kirliliği gibi kavramların bilimsel bir temel kazanması ile de çevre mühendisliğinin doğmasına neden olmuştur. Bu gelişmeye yol açan sebepleri anlayabilmek için insanlık tarihini gözden geçirmek gerekir.

İlk insanlar bütün gayretlerini yiyecek ve barınak temin etmek için geçirmiş ve aklını kullanarak bu amaçla çeşitli yöntem ve araçlar geliştirmiştir. İlk zamanlarda avcılık ve çiftçiliği geliştirme gayretleri, taş devrinde taştan araç ve gereç yapımı, tunç devrinde metallerin kullanımı ve avcılık için ok ve yayın bulunması, çeşitli metallerden ve topraktan yiyecek ve içecekler için çanak çömlek yapılması ile insanlar zaman içinde ihtisaslaşma yolunu seçmiştir. Böylece çeşitli meslek grupları ve ihtisas sahaları ortaya çıkmıştır. İnsanlar daha iyi hayat sürmenin, rahat ve konfor içinde yaşamanın yollarını aramıştır. İnsanların rahat ve konfor içinde yaşama gayretleri de üç önemli değişime yol açmış ve bu değişimlerin her biri gün geçtikçe ve yeni ilerlemeler oldukça çevre kirliliğini artırmıştır.

Doğadaki en zeki varlık olan insan, ilk çağlardan beri doğayı (ekosistemi) etkilemektedir. Sistemi bozan tüm gelişmelerde insan parmağı vardır. İnsan tarih boyunca bu sistemde kendisine daha fazla hareket serbestisi sağlayacak buluşlar yapmıştır. Bu buluşları şöyle sıralayabiliriz:

- Besin kaynaklarının kontrolü ve geliştirilmesi yani tarımsal ürün ve etkinliklerin bulunması ve geliştirilmesi.

- İşbölümünün keşfi

- Su gücü, buhar, elektrik ve nükleer enerjinin kullanılır hale getirilmesi

- Şehirleşme ve yapı teknolojilerinin gelişmesi

- Önemli hastalıklara neden olan mikroorganizmaların (mikropların) kontrol altına alınarak salgın hastalıkların önlenmesi.

Bu ve buna benzer buluşların insanlara sağladığı sayısız faydaları yanında doğurdukları birçok sakıncaları da ortadadır. Bu etkinlikler toplumların uygarlık seviyesine göre değişmekle beraber çağımızın doğal dengeyi bozan en önemli faktörleri haline geldi. Bu faktörleri üç ana başlık halinde özetleyebiliriz;

1- Hızlı nüfus artışı.

2- Sanayi ve teknolojinin ilerlemesi.

3- Kişi başına düşen tüketilen madde miktarının artması ve insan ihtiyaçlarının değişmesi.

İnsanoğlunun bu etkinlikleri sonucunda hayatın vazgeçilmez bileşenleri olan hava, su ve toprağın doğal yapısı (özellikle belirli bölgelerde olmak üzere) bozuldu ve kirlendi. Günlük yaşam içerisinde insanoğlu, kendi ekosisteminin girdi ve çıktılarını artırdı ve çıktıları kontrol altında tutmayı ihmal ederek ekosistemleri tahrip etti. Böylece doğal denge insanlar tarafından sürekli olarak bozuldu ve bozulmaya devam ediyor. 19. yüzyılın sonlarına kadar karbon kaynaklarında bir değişim söz konusu değilken, 20. ve 21. yüzyıl boyunca sanayinin ilerlemesi ve ormanların tahribi sonucunda atmosferdeki karbon miktarı hızla artmıştır. İnsanoğlu tarih boyunca doğal kaynaklardan daha fazla yararlanmak istemiş ve günümüze değin bu konuda önemli ölçüde başarılı olmuştur. Ancak tüm bu çabalarda tek taraflı menfaat düşünüldüğünden doğadaki bir canlı türünün (insanın) bencilliği, doğal düzeni ve dengeyi bozmuş, bunun etkileri de aletsiz olarak beş duyu ile hissedilecek düzeye çıkmıştır.

İnsanoğlunun görmek istemediği gerçek kendisinin de doğal sistemin bir parçası olduğu ve bu sistemin zarar görmesinin bedelini er-geç kendisinin de ödeyeceğidir. Birçok kimse insan tarafından kontrol ve tahrip edilen bu günkü sistemimizin önceki duruma göre halk için büyük fiziksel güvenlik ve konfor sağladığına inanmaktadır. Doğal dengenin insan tarafından bu derecede bozulmasının başlıca nedeni yalnız teknolojideki hızlı gelişme olmayıp, aynı zamanda bu teknolojilerin doğadaki mevcut olaylardan çok yapay reaksiyonlara dayandırılmasıdır. İnsan doğadaki diğer canlı organizmalardan daha hızlı gelişerek biyolojik dengenin dışına çıkmıştır. Bunun sonucunda da kendi geleceğini tehlikeye atmıştır.

Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde giderek artan çere sorunları, yurdumuzda da hızlı nüfus artışı ve sanayileşmenin olduğu bölgelerde gittikçe büyümektedir. Sanayileşme ve kentleşmeye paralel şekilde havada ve sularda ortaya çıkan kirlenme biyolojik tolerans sınırını aşmış ve büyük kentlerde yaşayanların sağlığını tehdit eder duruma gelmiştir. Örneğin İstanbul'un Türkiye'nin toplam nüfusu içindeki payı % 17'ye İzmir'in ki ise %4.4'e ulaşmış bulunmaktadır. Ekonomik, ticari ve sanayi etkinlikler açısından Türkiye'de birinci sırada yer alan İstanbul, İzmit ve İzmir'de hava ve su kirliliği güncel bir sorun halini almıştır. Bu üç kentteki alt yapı yetersizlikleri, toplanan atık suların iletim biçiminin son derece ilkel oluşu, her türlü endüstriyel ve evsel atık suların denizlere verilmesi, il sınırları içindeki yüzey sularına ulaşması sonucunda İstanbul'un simgesi olan Haliç'in, İzmit Körfezi'nin ve İzmir'in simgesi olan İzmir Körfezi'nin tümüyle elden çıkmasına yol açmıştır. Buna diğer örnekler olarak da büyük şehirlerimizden Ankara, Bursa ve Eskişehir'i verebiliriz. Bir ekolojik yaklaşım olarak; bu olumsuz etkileri ortadan kaldırmak için kurulan atık su arıtma tesisleri kirliliğin boyutlarının dayanılmaz olmasını önlemiş, önemli başarılar sağlamış ancak kirliliği ortadan kaldıramamıştır.

Diğer taraftan yerleşim bölgeleriyle, endüstri bölgelerinin zamanla iç içe girmesi ve motorlu araç sayısının giderek artması, çarpık yerleşim yerlerinin iskana açılması nedenleriyle hava kirliliği son yıllarda yakınmalara neden olabilecek ve canlıların sağlığını tehdit edebilecek düzeye ulaşmıştır. Birim alandan daha fazla ürün almak amacıyla bilinçsiz ve aşırı kullanılan gübre ve pestisitler ise ülkemizde giderek artan bir toprak kirlenmesi sorununu doğurmuştur. İstanbul gibi büyük illerimizin ekosistemlerinde ortaya çıkan çevre sorunları, başta insan sağlığı olmak üzere tüm canlılarda olduğu gibi yörede yetişen gerek tarımsal ve gerekse doğal bitki örtüsü için de büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Böylece ülkemizde çevre kirlenmesinin, bitki büyüme ve gelişmesi üzerine olumsuz etkileri önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bitkiler gerek birincil üretici (ototrof- üretici, kendi beslek) olmaları, gerekse atmosferi yenilemeleri açısından ekosistemde odak noktası olarak kabul edilirler. Hayvanlar ve diğer tüm canlılar bitkilerin fotosentezle ürettiği organik maddelere bağımlıdırlar. Bu nedenle kirlenme-bitki etkileşimi hem ekonomik, hem ekolojik hem de insan sağlığı ve geleceği açıdan büyük öneme sahiptir.

16 yüzyıla kadar insanlar gerek gıda maddeleri ve diğer ihtiyaç maddelerinin üretimi ve saklanmasında ve gerekse hastalıkların kontrol edilmesinde kullanılacak bilgi, beceri ve imkanlara sahip değildi ve bunun için salgın hastalıklar ve gıda kıtlıkları nüfus artışını sınırlandırıyordu. Ancak sanayi devrimi ve yeni ilaçların icadı ile dünya nüfusu hızlı bir şekilde artmaya başladı ve insan faaliyetleri sonucu çevre dediğimiz kirleticilerin verildiği ortam çok hızlı bir şekilde kirletildi. Bu kirleticiler zamanla çevrenin tabii yapısını ve ekolojik denge dediğimiz tabii düzeni bozdu ve tüm canlıları tehdit eder duruma geldi. Diğer taraftan sular, ormanlar, yaban hayvanları, balıklar, meralar, madenler gibi doğal kaynaklara olan talep ve tüketimin artması da bu kaynakların hızlı bir şekilde kullanılması ve tahrip edilmesine yol açarak doğal dengeyi bozdu. İşte bu aşamada insanoğlu doğal kaynakları koruma ve çevre kirliliğine çare ve çözüm yolları aramaya başladı. Bu amaçla yapılan çalışmalar ve geliştirilen yöntemler ekoloji yani çevre bilimi dediğimiz bilim dalının gelişmesi sağladı.

Acaba çevreyi kirleten kaynaklardan vazgeçebilir miyiz? Çevreyi kirleten atölyeleri, fabrikaları ve şehirleri istemiyoruz ve bunları ortadan kaldırmak istiyoruz, üretilen ayakkabıları, elbiseleri, makineleri, arabaları, uçakları, otoyolları, havaalanlarını istemiyoruz, biz çarıkla gezip, elbiselerimizi elle yıkayıp, atla yolculuk edeceğiz diyebilir miyiz? İnsanlık için yapılan her faaliyetin iki yönü vardır. Birincisi insanlığa sağladığı yarar, ikincisi ise oluşturduğu zarar. Çağımızda teknolojinin getirdiği yenilik ve yaşam kolaylıklarından faydalanmadan yaşama imkanımız yoktur. Bilim, sanayi ve teknoloji ilerledikçe çevre kirleticilere her gün bir yenisi eklenerek artmaktadır. Çevre Mühendisliğinin görevi burada başlamaktadır.

Bu görevleri kısaca aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

- Öncelikle doğal kaynakların en ekonomik ve rasyonel kulanım ilkelerini araştırmak, israf etmeden en iyi verimi alarak minimum seviyede kullanmak.

- Çevre kirletici maddeleri öncelikle bir hammadde kabul ederek onları geri kazanım ilkelerine göre yeniden kullanmak.

- Bunlara rağmen yine çevre kirleticiler oluşacaktır. Oluşan bu çevre kirleticileri oluştukları kaynakta kaynağında arıtarak/bertaraf ederek doğaya zarar vermeyecek hale dönüştürmek.

- Tehlikeli ve toksik atıkları teknolojisine uygun düzenli ve kontrollü depolamak.

Özellikle son 40-50 yıl içerisinde dünya nüfusu artmış, büyük kentler kurulmuş, teknoloji ilerlemiş ve buna bağlı olarak da yaşam standartları yükselmiştir. Bu üç faktörün birlikte etkisi sonucu doğal kaynaklar tükenme sınırına gelmiş, içecek sudan, soluyacak havaya kadar sağlıksız bir çevre oluşmuştur. Bu gibi çevre sorunları ortaya çıkınca insanlar yine olaylara salt çıkarları açısından yaklaşmış ve olayların çıkış nedenlerini ve kaynağını araştırmıştır. Böylece bir çevre bilinci oluşmuş ve ekolojik dengenin korunması gereği anlaşılmıştır. Bugün ülkemizde televizyon programlarında çevre sorunlarının incelenmesi ve halka aktarılması iyi bir gelişmedir. Bu gibi etkinlikler sonucunda da tüm insanlığın yaşamını ve sürekliliğini sigortalayacak olan ve " doğa düzeninin sürekliliğini sağlama ilkesi " olarak ifade edilen bir ekolojik düşünce doğmuş, bu düşünce ilköğretim sıralarında bile gereken yerini almıştır. Ekoloji'de bu düşünce ve anlayışı "Ekoloji, tüm insanlığın geleceğini sigortalamaya çalışan aktiviteler bilimidir" şeklinde tanımlama ile eşgüdümlü yürümektedir.

Çevre sorunlarını ve çevre kirleticileri çok iyi tanıyan , onların arıtma teknolojilerinin iyi bilen toplumumuzda şu anki problem, arıtma tesislerini kuracak ekonomik güce ulaşmak ve arıtma tesislerini göstermelik için değil atıkların arıtılmasında kullanmak için tesis etmek olacaktır. .


1.3. EKOLOJİNİN BAŞLICA KONULARI
Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında ekolojinin uğraş alanı ve görevinin "doğanın yapı ve fonksiyonunu araştırma" olduğu ifade edilebilir. Bu ifadeyi biraz açarak ekolojinin uğraş alanları şu şekilde sıralanabilir:

(1) Organizmalara ait bireylerin yaşamasını ve gelişmesini sağlayan fizyografik, klimatik, edafik ve biyotik faktörleri incelemek, organizmaların bu doğal koşullara karşı davranışını ve buna dayalı olarak bireylerin çevre isteklerini belirlemek.

(2) Popülasyonların yapısını, gelişim şeklini, popülasyon içi ve popülasyonlar arası ilişkileri, beslenme ve enerji temini konularını araştırmak.

(3) Ekosistemlerin öğelerini, tiplerini, yapılarını beslenme ve enerji ilişkilerini, zamanla değişimlerini ve diğer karmaşık ilişkileri incelemek. Ekosistemler karmaşık yapı ve işleve sahiptir. Ekosistemlerin özellikleri ne kadar iyi tanınırsa, doğal dengenin bozulmadan devam etmesinin sağlanması da o derece güvence altına alınmış olur. Bu nedenle ekolojinin esas görevinin, "insanların sağlıklı yaşamasını sağlayacak doğal koşulların sürekliliğinin nasıl temin edileceğinin belirlenmesi" olduğu vurgulanmaktadır. Nüfus artışına paralel olarak doğal kaynaklara aşırı yüklenme sonucu oluşan çevre sorunlarının incelenmesi "Uygulamalı ekoloji" veya "Ekosistem amenajmanı" adı altında modern ekolojinin görevleri arasına girmiştir.

Ekolojinin uğraş alanı kısaca şu şekilde açıklanabilir: Ekolojinin konusu, yaşayan organizmaların karşılıklı ilişkileri ile bunların çevrelerinin incelenmesidir. Canlılar dünyasını oluşturan insan, hayvan, bitki ve mikroorganizmalar arasındaki ilişkilerin ilkelerini ve esaslarını arayıp bulmak ekolojik araştırma ve incelemelerin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Dünyamızdaki canlı ve cansız varlıklar arasındaki ilişkiler ile bu varlıkların yapı ve dinamizmini düzenleyen enerji akımı, besin maddesi dolaşımı gibi olaylar çok karmaşıktır. Bu nedenle çoğu zaman bu ilişkileri inceleyip araştırma ile canlıların yaşama koşullarını, sistematik özelliklerini, çevrelerini saran fiziksel ve kimyasal faktörleri inceleme eş anlama gelmektedir. Bu nedenle ekologlar "multi disipliner" çalışma yapmak yani diğer birçok bilimle ortak çalışmak zorundadır. Bu nedenle ekoloji uzmanı için en büyük sorun, inceleme ve araştırma konusuna göre esas uğraşı alanının sınırlarını çizebilmektir.
1.4. EKOLOJİNİN ARAŞTIRMA ALANININ SINIRLARINI BELİRLEME KRİTERLERİ
Ekolojik araştırma ve incelemeler için seçilen konuya göre esas uğraş alanının sınırlarını çizmenin en önemli güçlüğü, bu konu içerisinde incelenecek varlık ve süreçlerin karakteristiklerinin diğer doğa bilimleri ile bir ara kesite sahip olmasıdır. Onun için ekoloji ile diğer doğa bilimlerinin, örneğin biyoloji, coğrafya, jeoloji gibi bilim dallarının arasında sınır nasıl çizilebilir? Bu soruyu yanıtlamak gerçekten güçtür. Bu güçlük özellikle tüm doğa bilimlerinin doğal varlıkları ve bunlara ait ilişkileri inceleme gibi ortak yanları bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Ekolojiye ait konuların esas sınırını çizmenin diğer bir güçlüğü de çağdaş ekolojinin hemen hemen sınırsız bir uğraş alanına sahip olmasıdır.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi ekoloji, doğa bilimlerinden biyolojinin bir dalıdır ve uğraş alanı çok geniştir. Bu nedenle konularını diğer doğa bilimlerinden bir sınırla ayırmak çok güçtür. Ancak ekolojinin uğraş alanını diğer bilim dallarınınkinden ayırmak için şu kriterler özellikle dikkate alınır:

(1) ekolojinin uğraş alanını karakterize eden anahtar deyim “karşılıklı ilişkiler”dir. örneğin, ekoloji ve coğrafya, her ikisi birden yer kabuğunun fiziksel ve biyolojik özelliklerini inceleyen konulara sahiptir. Fakat amaçları farklıdır. Fiziki coğrafya yeryüzünün şekillenmesini, bitki coğrafyası bitki toplumlarının yeryüzündeki dağılış ve yayılışını incelerken, ekoloji canlılar ile yeryüzü şekilleri arasındaki karşılıklı ilişkileri, yerkabuğuna ait elementel varlıkların yapı ve fonksiyonlarını inceler.

(2) Ekolojinin uğraş alanını diğer doğa bilimlerinden ayırabilmek için organizasyon basamakları veya organizasyon spektrumu basamakları kavramı ortaya atılmıştır (Odum,1971). Böylece soruna mantıklı bir yaklaşım sağlanmaya çalışılmıştır.

Şekil.1 Ekolojinin uğraş alanını gösteren organizasyon basamakları (Çepel, Değiştirilmiş).
Bu görüşe göre ekolojinin uğraş alanı organizasyon basamaklarının en gelişmişleri olan son dört basamaktır (Şekil.1). Bunlar organizmalar, popülasyonlar, yaşam birlikleri ve ekosistemlerdir.

Söz konusu bu dört biyosistemi diğer doğa bilimleri de araştırabileceği ve bu basamakların diğer birçok bilim dalının inceleme konusu olabileceği muhakkaktır. Ancak bunları ayırmak için ekoloji uzmanları konulara diğer doğa bilimcilerden farklı olarak kendi görüş açılarına göre yaklaşmakta ve bu konuda şu şekilde bir ayırım anahtarı vermektedirler.

a-Enerji: Bu konu ekolojide enerji akımı şeklinde incelenmekte, ekosistemlerin enerji kaynakları, enerji gereksinimi, enerji miktarı ve değişim koşulları gibi yönleri ekolojinin uğraş alanı olarak kabul edilmiştir.

b- Dolaşım olayları: Bu olayların ekolojiyi ilgilendiren yönü, ekosistemlerdeki dolaşımın yalnız abiyotik faktörleri mi içerdiği, yoksa canlıları da mı içine aldığı, buna göre ekosistem dengesi bakımından bu dolaşımların nasıl bir karakteristiğe sahip olduğu gibi konulardır.

c- Popülasyon ilişkileri: Ekoloji, bireylerin sadece yapı ve özelliklerini değil, aynı türe ait toplum özelliklerini, örneğin popülasyon gelişimi ve mekan düzeni gibi toplum karakteristiklerini araştırır.

d- Yaşam birliği: Ekoloji yaşam birliklerinin dinamizmini özellikle süksesyon olayları açısından inceler.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşılacağı gibi ekolojinin uğraş alanını veya araştırma konularını sınırlayıp ayırmak için ölçü ve kriterler verilmiştir. Fakat yine de ekolojik olayların son derece karmaşık olmasından kaynaklanan çok girift konuları araştırma özelliği vardır. Bu nedenle günümüzde ekoloji bilim dalı disiplinler arası "multi disipliner" bir karakter kazanmıştır ve ekolojik araştırmalarda birçok bilim dalında yetişmiş uzmanın işbirliği yapması gerekir.
1.5. EKOLOJİNİN ALT DALLARI
Ekoloji biyolojinin bir kolu olduğu ve başlangıçta bu alanda uğraşanlar botanikçiler ve zoolojiciler olduğu için ekolojik incelemeler ilk bitkiler ve hayvanlarla olmuştur. Bu nedenle başlangıçta "Bitki ekolojisi" ve "Hayvan Ekolojisi" dalları gelişmiştir. Ancak ekolojik bilgilerimiz genişleyince karşılıklı ilişkilerin sadece bitki ve hayvanlar arasında değil tüm canlılar arasında olduğu görülmüş ve bu tip sınıflandırmalardan kaçınılmıştır.

Dünya üzerinde yaşayan canlıları bir bütün olarak yaşam ortamlarında inceleyebilmek amacıyla son zamanlarda şu sınıflandırma daha fazla rağbet görmüştür. Bu sınıflandırmaya göre üç ekoloji dalı ayırt edilir:

a) Tür (birey) ekolojisi

Türlere ait bireylerin çevre koşulları ile olan karşılıklı ilişkilerini inceler. Araştırma objesi bireysel canlılar ve yöntemi ise laboratuar araştırmaları ve bunların canlıların yaşam ortamlarında (çevrelerinde) kontrolüdür. Bu ekoloji dalının fizyoloji ile yakın ilişkisi vardır. Yanıtlamaya çalıştığı başlıca sorular şunlardır: Çevre canlılara ne verir? Canlılar bu verilenlerle nasıl bir gelişim gösterir? Bir canlı için çevre faktörlerinin önemi nedir? Canlı çevresine ne gibi etki yapar?

b) Popülasyon ekolojisi

Bir türden oluşan organizmaların belirli bir çevrede oluşturduğu karşılıklı ilişkileri inceler yani popülasyonları inceler. Aynı türden ve farklı iki türden oluşan karşılıklı ilişkiler esastır. Araştırma yöntemi arazi çalışmaları, istatistik ve matematik modellerdir.

c) Toplum ekolojisi

Toplumların yani çeşitli popülasyonlardan oluşan yaşam birliklerinin jeolojik devirlerden günümüze değin gelişimini, su, enerji ve besin maddesi ekonomilerini ve bu özellikler açısından çevre ile olan karşılıklı ilişkilerini inceler. Araştırma konusu biyoloji ve mühendislik bilimlerinin önemli bir bölümünü oluşturan sistem ekolojisi'dir.

Özellikle yapılan bu sınıflama ile ekolojinin bu üç alt dalı, canlılara ait incelemelerin konu ve yöntemini belirleyebilme ve konuyu topluca inceleyebilme imkanı vermesi bakımından en çok kabul gören bir sınıflamadır.

Başka bir yaklaşım tarzı da habitatlara göre sınıflandırma olup buna göre; karasal ekoloji, deniz ekolojisi ve tatlı su ekolojisi olmak üzere üç ana bölüm ve bunların da alt bölümleri tanımlanmıştır.


1.6. EKOLOJİN DİĞER BİLİM DALLARI İLE OLAN İLİŞKİSİ
Biyolojinin bir alt dalı olarak gelişen ekoloji doğa bilimleri içerisine girmektedir. Araştırma ve inceleme konularını doğanın yapısı ve fonksiyonları oluşturması nedeniyle çeşitli doğa bilimleri ile ilişkiye girmektedir. Bunların en önemlileri; Botanik, zooloji, mikrobiyoloji, fizyoloji, bitki besleme, morfoloji, anatomi, patoloji, jeoloji, mineraloji, fizik, kimya, meteoroloji, klimatoloji, coğrafya ve bitki sosyolojisi gibi bilim dallarıdır. Ayrıca araştırma yapma ve değerlendirme için istatistikler ve modellerden yararlanması nedeniyle istatistik yöntemlerden özellikle biyometri ve sistem bilgisi ile yakından ilgilidir.
1.7.EKOLOJİNİN TEMEL KURALLARI VE İLKELERİ
Tüm bilimlerde olduğu gibi ekolojinin de temel kuralları vardır (Kışlalıoğlu ve Berkes, 1995) Bu kurallar insanoğlunun başlangıcından günümüze değin keşfedilen doğada canlıların birlikte yaşamından doğan ekolojik ilişkileri açıklar. Bu ilişkiler ve kurallar aşağıdaki gibi açıklanabilir

1) Doğa bir bütün olarak işlev görür

Doğada veya herhangi bir ekosistemde var olan tüm canlı ve cansız varlıklar milyonlarca yıldan beri bir arada yaşayarak kendilerine özgü bir denge oluşturmuşlardır ve beslenme, barınma, besin temini gibi tüm olaylar bir bütün olarak cereyan eder. Bu bütünün herhangi bir halkası koparsa ekolojik denge bozulur ve kolayca onarılamaz.

2) Doğa sınırlıdır (Doğadaki her şeyin bir sınırı vardır)

Günümüzde çok kolayca fark ettiğimiz bu olay ekologların uzun yıllardır dikkatini çekmektedir. Önceden çok rahatlıkla kullandığımız ama bugün için geçerli olmayan sudan ucuz (çok) kelimesi bunun bir kanıtıdır. Şehirleşme ve sanayileşme ile hava, su ve toprak gibi doğal kaynaklarımızı kirleterek, soluyacağımız temiz hava, içeceğimiz temiz su bulamayınca doğanın sınırlı olduğunun farkına vardık. Gelişen uzaktan algılama ve foto yorumlama teknikleri ile uzaydan alınan hava fotoğrafları dünyanın aslında çok küçük olduğunu göstermektedir. Her ekosistemin verim gücü açısından, canlı barındırma açısından ve mikrobiyolojik arıtma açısından sınırları vardır. Bu sınırlar aşıldığında çevre sorunları başlamaktadır.


Yüklə 0,78 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə