Hannah arendt • Totalitarizm



Yüklə 194,85 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix08.09.2018
ölçüsü194,85 Kb.
#67310


HANNAH ARENDT • 

Totalitarizm


The Origins of Totalitarianism

© 1973, 1968, 1966, 1958, 1951, 1948 by Hannah Arendt

© renewed 1979 by McCarthy West

© renewed 1994, 1979, 1976 by Lotte Kohler

Bu kitabın yayın hakları AnatoliaLit Telif Hakları Ajansı aracılığıyla

Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company’den alınmıştır.

İletişim Yayınları 2072 • Politika Dizisi 127

ISBN-13: 978-975-05-1661-0

© 2014 İletişim Yayıncılık A. Ş.

1. BASKI 2014, İstanbul



YAYINA HAZIRLAYAN

 Seçkin Sertdemir



DİZİ KAPAK TASARIMI

 Ümit Kıvanç



KAPAK

 Suat Aysu



UYGULAMA

 Hüsnü Abbas



DÜZELTİ

 Remzi Abbas



BASKI ve CİLT

 Sena Ofset

 · SERTİFİKA NO. 12064

Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11

Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 38 46

İletişim Yayınları

 · SERTİFİKA NO. 10721

Binbirdirek Meydanı Sokak, İletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbul

Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58

e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr



HANNAH ARENDT

Totalitarizmin Kaynakları-3

Totalitarizm

The Origins of Totalitarianism

ÇEVİREN


 

İsmail Serin


HANNAH ARENDT 1906 yılında Hannover’de, bir Yahudi mühendisin tek çocuğu 

olarak doğdu. Marburg ve Freiburg’da üniversite eğitimini tamamladıktan son-

ra Heidelberg’de Martin Heidegger ve Karl Jaspers’ten felsefe öğrendi, yirmi iki 

yaşında yine burada doktorasını verdi. Hitler’in iktidara gelmesi üzerine 1933’te 

Almanya’dan ayrılarak Fransa’ya geçti ve Yahudi göçmen hareketi içerisinde aktif 

olarak yer aldı. Daha sonra Amerika’ya yerleşti ve 1951’de ABD vatandaşlığına geçti. 

Amerika’daki ilk yıllarında akademik bir iş bulmakta epey zorlandıktan sonra 1953 

yılında Princeton’da Christian Gauss konferanslarına çağrıldı. Böylece California, 

Chicago, Columbia, Northwestern, Cornell ve başka üniversitelerde verdiği dersleri 

içeren seçkin akademik kariyerine başladı. 1975 yılında öldüğünde New York’taki 

New School for Social Research’te felsefe profesörüydü. Kitapları: The Origins of To-

talitarianism, (1951) [Totalitarizmin Kaynakları 1 - Antisemitizm (İletişim Yayınları, 

1997), Totalitarizmin Kaynakları 2 - Emperyalizm (İletişim Yayınları, 1998)], Rahel 



Varnhagen: The Life of a Jewess (1958), Between Past and Future (1961) [Geçmişle 

Gelecek Arasında (İletişim Yayınları, 1996)], On Revolution (1963), [Devrim Üzerine 

(İletişim Yayınları, 2012)], Eichmann in Jerusalem (1963), [Kötülüğün Sıradanlığı, 



Eichmann Kudüs’te, (Metis Yayınları, 2009)], Men in Dark Times (1968), Crises of the 

Republic (1972), On Violence (1970) [Şiddet Üzerine (İletişim Yayınları, 1997)], The 

Life of the Mind I-II (1978), Lectures on Kant’s Political Philosophy (1992).


Sıradan insanlar her şeyin mümkün 

olduğunu bilmez.

D

AVID 



R

OUSSET




İ

ÇİNDEKİLER



Ö

NSÖZ

 ..................................................................................................................................

9

ONUNCU BÖLÜM



Sınıfsız Toplum

 .........................................................................................................

35

  I.  Kitleler

 .............................................................................................................

35

  II.  Ayaktakımı ile Seçkinler Arasındaki Geçici İttifak

 .........

68

ON BİRİNCİ BÖLÜM



Totaliter Hareket

.....................................................................................................

93

  I.  Totaliter Propaganda

 .............................................................................

93

  II.  Totaliter Örgütlenme

 .........................................................................

130

ON İKİNCİ BÖLÜM



İktidardaki Totalitarizm

 ................................................................................

169

  I.  Sözde Totaliter Devlet

 .......................................................................

174

  II.  Gizli Polis

 ...................................................................................................

215

  III.  Topyekün Tahakküm

 .........................................................................

245

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM



İdeoloji ve Terör: Yeni Bir Yönetim Biçimi

 ....................................

283

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM



Sonsöz: Macar Devrimi’ne Dair Derin Düşünceler

 ................

317

  I.  Stalin’in Ölümünden Sonra Rusya

 ...........................................

322

  II.  Macar Devrimi

 .........................................................................................

339

  III.  Uydu Sistemi

 ............................................................................................

355

K

AYNAKÇA

 ...................................................................................................................

371




9

Ö

NSÖZ

I

Totalitarizmin Kaynakları’nın ilk elyazması, 1949 güzünde, 

Hitler Almanyası’nın yenilgisinden dört sene sonra, Stalin’in 

ölümüne dört seneden az bir süre kala tamamlanmıştı. Kita-

bın ilk baskısı 1951’de yapıldı. Geçmişe baktığımda, kitabı 

yazmaya başladığım 1945’ten sonraki yılların, on yıllarca sü-

ren kargaşa, çalkantı ve düpedüz dehşet döneminin (Birin-

ci Dünya Savaşı’nın ardından gelen devrimler, totaliter ha-

reketlerin yükselişi ve parlamenter yönetimlerin gerilemesi, 

Faşist, yarı-Faşist iktidarlardan tek parti diktatörlükleri ve 

askerî diktatörlüklere türlü türlü yeni tiranlıkları takiben en 

sonunda kitle desteğine dayalı

1

 totaliter yönetimlerin sağ-



Totaliter yönetimin, açık kriminalliğine rağmen, kitle desteğine dayalı olma-

sı şüphesiz son derece rahatsızlık vericidir. Bu nedenle, gerek araştırmacıla-

rın gerek devlet adamlarının bu gerçeği kabullenmekten kaçınması çok şaşır-

tıcı değildir; araştırmacılar propaganda ve beyin yıkamanın sihrine inanmış-

lardır, devlet adamları ise, örneğin Adenauer’in sık sık yaptığı gibi, kitle des-

teğini basitçe reddetmişlerdir. Savaş sırasında Alman kamuoyuyla ilgili tutu-

lan gizli raporlar bu konuda hayli aydınlatıcıdır (SS’in Güvenlik Servisi’nin 

tuttuğu bu raporlar için bkz. Meldungen aus dem Reich. Auswahl aus den Ge-



10

lam görünen temellerde tesis edilmesi: Rusya’da bugün artık 

genellikle “ikinci devrim” olarak adlandırılan 1929’da, Al-

manya’da ise 1933’te) [yaşananların] ardından ilk göreli sa-

kinlik dönemi olduğunu görüyorum.

Nazi Almanyası’nın yenilgisiyle, hikâyenin bir kısmı sona 

ermişti. Çağdaş olayları bir tarihçinin geriye dönük bakışı 

ve bir siyaset bilimcinin analitik coşkusuyla değerlendirmek 

için münasip görünen ilk andı bu; henüz sine ira et studio 

(öfkesiz ve müsamahasız) biçimde değil, hüzün, acı ve do-

layısıyla bir feryat etme eğilimiyle ne olduğunu anlatmak ve 

anlamaya çalışmak için ilk şanstı; artık dilsiz bir felaket duy-

gusu ve acz içinde kıvranan bir korku geride kalmıştı. (O 

yılların ruh halini gösterebilmek için kitabın ilk Önsöz’ünü 

bu baskıya da aldım.) Her halükârda, yetişkinlik çağının bü-

yük bir bölümünde benim neslimin birlikte yaşamaya mec-

bur bırakıldığı bazı soruları dile getirme ve tartışma olana-

ğı sağlayan ilk andı bu: Ne oldu? Niçin oldu? Nasıl olabildi? 

Almanya’da, geride harabeye dönmüş bir ülke ve kendi ta-

rihinin “sıfır noktasına” eriştiğini hisseden bir millet bıra-

kan savaş yenilgisinin ardından neredeyse hiç el sürülme-

miş bir belge ummanı ortaya çıktı: Hitler’in Tausendjähriges 



Reich’ının hüküm sürmeyi başardığı on iki yılın tüm veçhe-

lerine ışık tutan belgesel malzeme yığını. Bugün bile tam an-

lamıyla yayımlanmamış ve sorgulanmamış olan bu embarras 

de richesses’ten [utandırıcı yığından] yapılan ilk faydalı seç-

ki, 1946’da Nuremberg’te görülen Büyük Savaş Suçları Mah-

kemesi’yle de bağlantılı olarak, Nazi Conspiracy and Aggres-

heimen Lageberichten des Sicherheitsdienstes der SS 1939-1944, ed. Heinz Bo-

berach, Neuwied & Berlin, 1965). Raporlar, birincisi, halkın sözde sırlardan  

–Yahudilerin Polonya’da katledilmesi, Rusya’ya saldırı hazırlığı vb.– pekâlâ 

haberdar olduğunu, ikincisi “propaganda kurbanlarının ne ölçüde bağımsız 

kanaatler oluşturmaya muktedir olduğunu” (s. XVIII-XIX) gösterir. Burada 

mesele bütün bunların Hitler rejimine verilen genel desteği zerre kadar azalt-

mamış olmasıdır. Totalitarizme verilen kitle desteğinin ne cehaletten ne de 

beyin yıkamadan kaynaklandığı gayet açıktır.




11

sion [Nazi Komplosu ve Saldırganlığı] başlıklı on iki ciltlik 

eserde yayımlandı.

2

Kitabın ikinci basımının yapıldığı 1958’de ise Nazi reji-



miyle ilgili çok daha fazla sayıda belge ve başka türlü mater-

yal halihazırda kütüphanelerde ve arşivlerde gün ışığına çı-

karılmış durumdaydı. O zamanlar öğrendiklerim yeterince 

ilginçti, fakat ilk argümanımda veya analizimde ciddi bir de-

ğişiklik yapmamı gerektirecek bir durum da yoktu. Dipnot-

lardaki alıntıları değiştirdim ve pek çok şey ilave ettim. So-

nuçta metin hayli genişledi. Fakat bütün bunlar esasen tek-

nik değişikliklerdi. Nuremberg belgeleri 1949’da ancak kıs-

men ve İngilizce çeviriler kanalıyla bilinmekteydi; Alman-

ya’da 1933-1945 arasında yayımlanan birçok kitap, broşür 

ve dergiye erişim olanağı yoktu. Kitaptaki bazı ilavelerde, 

Stalin rejimi hakkında son yayınlarla ortalığa dökülen yeni 

bilgileri ve Stalin’in ölümünden sonra yaşanan bazı önemli 

gelişmeleri –halef krizi ve Kruşçev’in 20. Parti Kongresi’nde-

ki konuşması– ele aldım. Bu yüzden Antisemitizmle ilgili I. 

Bölüm ve Emperyalizmle ilgili ilk dört bölümü eski halleriy-

le muhafaza ederken, II. Bölüm’ün sonunu ve III. Bölüm’ün 

tümünü revize ettim. Topyekûn tahakküm öğelerine dair 

analizimle yakından ilgili, teorik sayılabilecek bazı içgörü-

lerim de vardı ki metnin ilk basımına “Son Sözler” başlıklı 

sonuçsuz bir bölümle nokta koyduğum tarihlerde bu içgö-

rülerden yoksundum. Bugün de geçerli olduğunu düşündü-

ğümden diğer bölümlere aktardığım bu “Son Sözler”in yeri-

ni, elinizdeki basımda “İdeoloji ve Terör” başlıklı son bölüm 

aldı. İkinci basımda, Rus sisteminin uydu ülkelere girişini ve 

Macar Devrimi’ni kısaca ele aldığım bir Sonsöz koymuştum. 

Belgesel malzemenin incelenme ve yayımlanma sürecini baştan beri kriminal 



faaliyetlere yönelik bir kaygı yönlendirmişti, bu nedenle mevcut malzemeden 

yapılan seçkilerin amacı genellikle savaş suçlularını yargılamak oldu. Sonuç-

ta oldukça önemli pek çok materyal ihmal edildi. 1 numaralı notta bahsettiği-

miz kitap bu kuralın önemli bir istisnasıdır.




12

Çok sonradan kaleme aldığım bu analiz, çağdaş olaylarla il-

gili olduğundan içerik ve nitelik itibariyle farklı olduğu gibi 

içerdiği pek çok ayrıntı bakımından da güncelliğini yitirmiş-

ti. Bu nedenle onu çıkarttım. İkinci basımla kıyaslandığında 

kayda değer tek değişiklik budur.*

Şüphesiz, savaşın bitmesi Rusya’da totaliter yönetimin 

çökmesi anlamına gelmedi. Bilakis savaşı, Doğu Avrupa’nın 

Bolşevikleştirilmesi, yani totaliter yönetimin yayılması izle-

di; barış, iki totaliter rejimin yöntemleri ve kurumları ara-

sındaki benzerlik ve farklılıkları analiz etmek için kerteriz 

alınabilecek bir dönüm noktası olmaktan öte bir anlam taşı-

madı. Esas belirleyici olan, savaşın sonu değil, Stalin’in sekiz 

yıl sonraki ölümü oldu. Geçmişe bakıldığında, Stalin’in ölü-

münün ardından bir halef krizi, yeni bir lider kendini kabul 

ettirene dek yaşanan bir geçici “çözülme”nin yanı sıra, sahi-

ci olmakla birlikte muğlak da olan bir totalitarizmden arın-

ma sürecinin de başladığı görülür. Sonuçta, olayların getir-

diklerine bakılırsa, hikâyenin bu kısmını güncellemek ge-

rekmiyor. Dönemle ilgili bilgimizde kapsamlı bir revizyon 

veya ilave gerektirecek çarpıcı bir değişiklik de olmadı. Hit-

ler’in savaştan kusursuz bir totaliter yönetim kurmak için 

bilinçli olarak yararlandığı Almanya’nın aksine Rusya’da sa-

vaş dönemi, topyekûn tahakkümün geçici olarak gevşediği 

bir dönemdi. 1929-1941, 1945-1953 arası dönemler kitapta-

ki amacım açısından kilit önemdeler ve bu dönemlerle ilgi-

li kaynaklar oldukça sınırlı olduğu gibi içerik ve nitelik ba-

kımından 1958, hatta 1949’ta olduklarından farklı da değil-

ler. Rusya’da, Nazi Almanyası’nda olduğu gibi düpedüz kor-

kunç ve çürütülemez kanıtlarla belgelenebilecek bir hikâye-

den veya hikâye sonlarından söz edilebilecek şeyler yaşan-

madı, yakın gelecekte yaşanması da muhtemel görünmüyor.

(*)  “Macar Devrimi’ne Dair Derin Düşünceler” başlıklı sonsöz baskıda yer almak-

tadır. bkz. s. 317-370.




13

Bildiklerimize ilave etmemiz gereken tek önemli şey şu 

ki Smolensk Arşivi’nden (Merle Fainsod tarafından 1958’de 

yayımlandı) anlaşıldığı gibi Rus tarihinin bu dönemiyle ilgi-

li her türlü araştırmanın temel handikabı, var olan belgesel 

ve istatistiki materyalin kıtlığıdır. Zira arşivde (Alman istih-

baratının Smolensk’teki parti karargâhında keşfettiği ve Al-

manya’daki Amerikan işgal kuvvetleri tarafından el konu-

lan) iki yüz bin belge yer almasına ve bunlar 1917-38 ara-

sında el değmeden muhafaza edilmelerine rağmen sunulan 

bilginin azlığı hayret vericidir. 1929’dan 1937’ye gerçekle-

şen “tasfiyelerle ilgili mevcut olan başa çıkılamaz bolluktaki 

malzemeye rağmen” bu materyaller ne kurbanların sayısını 

verirler ne de başka bir hayati istatistiki veri içerirler. Kimi 

yerlerde görünen istatistiki ve sayısal veriler çelişiktir; farklı 

farklı sonuçlar veren farklı farklı durumlara işaret ederler ve 

bunlara bakarak görebildiğimiz tek tartışmasız gerçek, veri-

lerin birçoğunun Rus yönetiminin emriyle bizzat menşe ye-

rinde el konulup gizlendikleridir.

3

 Smolensk Arşivi, otorite-



nin farklı branşlarını oluşturan “Parti, Devlet ve NKVD ara-

sında” ya da parti ile yönetim arasındaki ilişkiler hakkında 

da bilgi vermez; iletişim ve komuta kanalları konusunda ses-

siz kalır. Kısacası, buradan rejimin örgütlenme yapısına dair 

bir şey öğrenemeyiz; oysa Nazi Almanyası söz konusu oldu-

ğunda bu bakımdan çok şey biliyoruz.

4

 Sovyet yayınlarının 



propaganda gayesi güttükleri ve hiçbir şekilde güvenilir ol-

madıkları daima bilinse de, şimdi görünen o ki güvenilir bir 

kaynak veya istatistiki materyal herhangi bir yerde hiçbir za-

man mevcut olmamıştı.

Bir totalitarizm incelemesinin Çin’de geçmişte ve günü-

müzde olanları göz ardı edip edemeyeceği çok daha önem-

Bkz. Merle Fainsod, Smolensk under Soviet Rule, Cambridge, 1958, s. 210, 306, 



365 vd. 



A.g.e., s. 73, 93.




14

li bir sorundur. Çin’le ilgili bilgimiz otuzların Rusyası’na da-

ir bilgimizden de daha az güvenilir, zira Çin başarılı devri-

minden sonra kendini yabancılardan çok daha radikal biçim-

de izole ettiği gibi, Çin Komünist Partisi’nin daha yüksek ka-

demelerinden uzaklaştırılan veya kaçan kimseler henüz bize 

yardım etmiş değiller – tabii bunun böyle olması, kendi başı-

na anlamlı. On yedi yılda elimize geçen çok az bilgi, şüphesiz 

önemli farklılıklara işaret ediyor: Hayli kanın döküldüğü ilk 

dönemin –diktatörlüğün ilk yıllarındaki kurbanların sayısı 

aşağı yukarı 15 milyon olarak tahmin ediliyor ki bu, 1949’da 

toplam nüfusun yaklaşık üçte biriydi ve Stalin’in “ikinci dev-

riminde” yaşanan nüfus kayıplarına oranla oldukça azdı– 

ve örgütlü muhalefetin ortadan kayboluşunun ardından te-

rörde bir artış yaşanmamış; masum insanlar katledilmemiş; 

“nesnel düşmanlar” kategorisine müracaat edilmemiş; hal-

kın önünde itiraf ve “özeleştiri” vakalarına bolca rastlansa 

da göstermelik duruşmalar tertiplenmemiştir. Mao’nun çoğu 

zaman yanıltıcı bir şekilde “Yüz Çiçek Açsın” başlığıyla bili-

nen “Halk Arasındaki Çelişkilerin Doğru Biçimde Ele Alın-

ması” başlıklı konuşması bir özgürlük çağrısı değildi elbet-

te, fakat sınıflar arasındaki, daha önemlisi Komünist bir dik-

tatörlükte halkla yönetim arasındaki antagonist olmayan çe-

lişkilerin kabul edilmesi anlamına geliyordu. Muhaliflerle 

mücadelenin yolu, karmaşık bir prosedür olan “düşüncenin 

düzeltilmesi”nden geçiyordu; neredeyse tüm nüfus, zihinle-

rin tekrar tekrar belirli bir kalıba dökülmesine dayanan bu 

prosedüre tabi kılınmıştı. Bunun gündelik hayatta nasıl işle-

diğini, kimlerin muaf tutulduğunu –yani “tekrar kalıba dök-

me” işinin kimlerce yapıldığını– hiç bilmiyoruz; ayrıca “be-

yin yıkamanın” sonuçları, ne kadar sürdüğü veya fiilen şah-

siyet değişiklikleri doğurup doğurmadığı konusunda da fik-

rimiz yok. Çin önderliğinin günümüzde yaptığı açıklamala-

ra bakılırsa, üretilen tek şeyin “karşı devrimin koşullarını ha-




15

zırlayan” devasa bir ikiyüzlülük olduğu ortada. Buna terör 

denebilirse, ki bir bakıma gerçekten öyle, farklı bir terör ol-

duğu ve tüm sonuçlarına rağmen nüfusun büyük bir kısmını 

ortadan kaldırmadığı aşikâr. Ayrıca milli çıkarı açıkça tanım-

ladığı; ülkenin barışçıl yollardan gelişmesine, geçmişin muk-

tedir sınıflarının torunlarının becerilerinden de istifade etme-

sine, akademik ve mesleki standartları korumasına müsaade 

ettiği de görülüyor. Kısacası, Mao Zedong’un “düşünce”si, 

Stalin’in (veya Hitler) çizgisini izlememiştir; Mao, içgüdüle-

riyle hareket eden bir katil değildi ve bir zamanlar sömürge 

olan ülkelerdeki devrimci ayaklanmaların tümünde çok yay-

gın olan o milliyetçi hissiyat, topyekûn tahakkümü sınırlan-

dıracak kadar güçlü çıktı. Tüm bunlar bu kitapta dile getiri-

len bazı kaygılarla çelişir (s. 44-45).

Diğer yandan, kazandığı zaferden sonra Çin Komünist 

Partisi “uluslararası bir teşkilatlanma, kapsayıcı bir ideolo-

jik ufku ve küresel siyasal özlemleri” (s. 169) seferber et-

mek istiyordu; yani en başından itibaren totaliter özellikle-

ri belirgindi. Bu özellikler, her ne kadar söz konusu çatış-

manın ekseninde ideolojik değil milli meseleler yer alsa da, 

Çin-Sovyet çatışmasının başlamasıyla daha da belirginleş-

ti. Çinlilerin, Stalin’i eski saygınlığına kavuşturmak ve Rus-

ya’daki totalitarizmden arınma girişimlerini “revizyonist” 

sapma olarak kınamaktaki ısrarları yeterince kaygı vericiy-

di; ama daha da kötüsü, bunun beraberinde Çin ajanları va-

sıtasıyla tüm devrimci hareketlere sızma ve Komintern’i Pe-

kin önderliğinde canlandırma gayesi güden, şimdiye dek ba-

şarısız olmakla birlikte hayli acımasız da olan bir uluslara-

rası politikanın izlenmesiydi. Kısmen yeterince bilgiye sa-

hip olmadığımızdan, kısmen de olaylar halen devam ettiğin-

den tüm bu gelişmeleri şu anda değerlendirmek zor. Üste-

lik durumun doğasına içkin bu belirsizliklere kendi yarattı-

ğımız bazı handikapları da ekledik. Soğuk Savaş döneminin 




16

mirası olan resmî “karşı-ideoloji” anti-Komünizm, mesele-

leri teorik veya pratik kertede kolaylaştırmış değil; anti-Ko-

münizm de menzili ve politik arzusu itibariyle, kendi kur-

gumuzu inşa etmeye ve bunu küresel boyuta taşımaya zor-

luyor; öyle ki, Komünist tek parti diktatörlükleri ile Çin’de 

fiilen karşı karşıya olduğumuz, farklı biçimlere bürünebilen 

gerçek totaliter yönetimler arasında prensip gereği bir ayrım 

yapmayı reddediyoruz. Mesele elbette Komünist Çin’in Ko-

münist Rusya’dan veya Stalin Rusyası’nın Hitler Almanya-

sı’ndan farklılığı değil. Yirmilerin ve otuzların Rusyası’yla il-

gili bir tasvirde hemen öne çıkan ve bugün de yaygın olan 

ayyaşlık ve kabiliyetsizlik Nazi Almanyası’nın hikâyesinde 

belirli bir rol oynamamışken, Alman toplama ve imha kamp-

larında yaşanan tarifsiz vahşete de, mahkûmların işkence-

den çok ihmalden öldüğü Rus kamplarında pek rastlanma-

mıştır. Baştan beri Rus yönetiminin belası olan yolsuzluk, 

Nazi rejiminin son yıllarında da yaşanmıştır, fakat görünen 

o ki Çin’de devrimden sonra böyle bir şey hiç yaşanmamış-

tır. Benzer farklılıklar çoğaltılabilir; bunlar, oldukça önem-

lidir ve bahsi geçen ülkelerin milli tarihlerinin ayrılmaz par-

çalarıdır; fakat yönetim biçimini doğrudan etkiledikleri söy-

lenemez. Mutlak monarşi, hiç şüphesiz, İspanya, Fransa, İn-

giltere ve Prusya’da farklı şekillerde gerçekleşti; ama bura-

lardaki yönetim biçiminin adı aynıydı. Bu bağlamda belirle-

yici olan, totaliter yönetimin diktatörlükler ve tiranlıklardan 

farklılığıdır; bunlar arasında ayrım yapmak, büyük bir gü-

venle “teorisyenlere” bırakılacak, akademik bir mesele de-

ğildir asla; zira topyekûn tahakküm, bir arada var olmanın 

mümkün olmadığı yegâne yönetim biçimidir. O halde, “to-

taliter” kelimesini ürkeklikle ve ihtiyatla kullanmak için pek 

çok sebebimiz var.

Totaliter yönetime dair olgusal bilgiler sunan yeni kay-

nakların azlığı ve belirsizliği karşısında mutlak bir tezat ola-




17

rak totaliter veya başka türlü olsun yeni diktatörlüklerle ilgi-

li araştırmalarda son on beş yılda olağanüstü bir artış yaşan-

dı. Bu, Nazi Almanyası ve Sovyet Rusya bağlamında özellik-

le geçerlidir. Günümüzde konunun derinliğine incelenmesi 

ve araştırılması açısından olmazsa olmaz nitelikte birçok ça-

lışma var ve ben de eski kaynakçamı bu doğrultuda pekiş-

tirmek için elimden geleni yaptım (ikinci basımda (ciltsiz) 

kaynakça yoktu). Kaynakçaya bilinçli olarak dahil etmedi-

ğim –birkaç istisnası dışında– tek literatür, eski Nazi gene-

ralleri ve yüksek rütbelilerin savaş sonrasında kaleme aldık-

ları sayısız hatırattır (bu tür özürnamelere dürüstlük ışığı-

nın düşmemiş olması anlaşılabilir bir durumdur ve bundan 

dolayı onları yok sayamayız. Fakat bu tür metinlerin olaylar 

ve yazarların bu olaylar esnasında bizzat oynadıkları rollere 

dair anlattıklarındaki idraksizlik düzeyi sahiden şaşırtıcıdır 

ve metinleri psikolojik açıdan önemleri dışında tüm anlam-

dan yoksun bırakmaktadır). Bunun dışında I. ve II. bölüm-

lerdeki okuma listelerine birkaç önemli madde ekledim. Bu 

basımda kitap gibi kaynakçayı da geçerli bazı nedenlerle üç 

bölüme ayırdığımı da belirteyim.*

II

Tarihi deliller söz konusu olduğunda, bu kitabın tasarlan-

dığı ve yazıldığı erken tarih, tahminlerin aksine bir handi-

kap yaratmadı. Aynı şey, totalitarizmin Nazi ve Bolşevik var-

yantlarıyla ilgili materyal açısından da geçerli. Totalitarizm-

le ilgili literatürün tuhaflıklarından biri totalitarizmin (ku-

sursuz kaynakların eksikliği ve aşırı duygusal bağlılıklardan 

(*)  Yazar, The Origins of Totalitarianism (Harcourt, 1977) başlıklı baskısını kas-

detmektedir. Eser Türkçede üç cilt halinde yayımlandığından bu ciltte ilgili 

bölüme (3. cilde) dair kaynakçaya yer verilmiştir – yay.haz.n.




18

dolayı akademik kaidelerin tamamını iflas ettiren) “tarihini” 

yazmaya dönük ilk girişimlerde bulunan kimselerin zaman 

sınavını başarıyla vermiş olmalarıdır. İkisi de otuzlarda yazı-

lıp yayımlanan Konrad Heiden’in Hitler biyografisi ve Boris 

Souvarine’in Stalin biyografisi, Alan Bullock ve Isaac Deuts-

cher’in hazırladıkları standart biyografilere kıyasla bazı yön-

leriyle çok daha isabetli ve konuyla ilgilidirler. Bunun bir-

çok sebebi olabilir elbette, ama önemli sebeplerden birinin 

de, kullanılan belgelerin her iki kitapta da önde gelen sığın-

macıların ve birinci elden tanıklıkların verdikleri bilgileri 

doğrulaması ve geliştirmesi olduğu aşikârdır.

Daha kesin bir ifadeyle söylersek, Stalin’in suç işlediğini 

veya bu “delicesine şüpheci” adamın Hitler’e güvenmeye ka-

rar verdiğini bilmek için Kruşçev’in Gizli Konuşması’na ihti-

yacımız yoktu. Stalin’in deli olmadığının en iyi kanıtı bu gü-

vendir: Tasfiye etmek istediği veya tasfiye hazırlıkları yaptı-

ğı herkesten şüphelenmiş; parti ve yönetimin üst kademele-

rindeki hemen herkese şüpheyle yaklaşmıştır Stalin; Hitler’e 

ise doğal olarak güvenmiştir, çünkü ona beddua edeceği bir 

durum yoktu. Kruşçev’in konuşmasına gelince, Kruşçev’in 

dehşetengiz itirafları –asıl hikâyede onun ve konuşmayı din-

leyenlerin de dahli olduğu için– ortaya döktüğünden fazlası-

nı gizlemiştir; çünkü öldükten sonra “saygınlıkları iade edi-

lebilecek” ileri gelen birkaç yüz veya bin kadar siyasal ya da 

yazınsal figüre kara çalmakla yahut bu kişileri öldürmekle 

kalmayıp hiç kimsenin, Stalin’in bile, “karşı-devrimci” faali-

yetlerde bulunduklarını iddia edemeyeceği, hikâyeleri unu-

tulmuş milyonlarca insanın katlini de içeren Stalin rejimi-

nin devasa kriminalliğini pek çokları nezdinde (ve tabii res-

mî kaynaklara duydukları profesyonel sevgiden dolayı aka-

demisyenlerin gözünde) asgarileştirmek gibi talihsiz bir so-

nucu olmuştur bu konuşmanın. Kruşçev tam da belirli suç-

ları kabul ederek bir bütün olarak rejimin kriminalliğini giz-




19

lemiştir. Tam da bu kamuflajdan ve (hepsi Stalin dönemin-

de eğitilen ve terfi eden) mevcut Rus yöneticilerin ikiyüz-

lülüğünden dolayı genç nesilden Rus entelektüeller şu an-

da isyan bayrağı açtılar. Zira “insanların kitlesel olarak tas-

fiye, tehcir ve yok edildikleri”nin

5

 bilinmesinin zamanı gel-



di. Kruşçev’in kabullenilen suçlarla ilgili –Stalin’in delicesi-

ne şüpheciliği– açıklamasında da totaliter terörün en karak-

teristik veçhesi gizlenmiştir: Totaliter terör, her türlü örgüt-

lü muhalefet sona erdiğinde ve totaliter muktedir, korkuya 

mahal olmadığını anladığında ortaya çıkar. Özellikle Rus-

ya’nın gelişiminde bu, böyle olmuştur. Stalin büyük tasfi-

yelere 1928’de ülkenin “iç düşmanları” olduğunu açıkladı-

ğında ve korkmak için hâlâ geçerli sebepleri olduğunda de-

ğil –Buharin’in kendisini Cengiz Han’a benzettiğini ve Sta-

lin politikalarının “ülkeyi kıtlığa, yıkıma ve bir polis rejimi-

ne götürdüğü”

6

 (gerçekten de öyle oldu) düşüncesinde ol-



duğunu biliyordu– tüm eski muhaliflerinin “hatalarını iti-

raf ettikleri” 1934’te başlamış ve “Zaferi Kazananların Kong-

resi” olarak da adlandırdığı 17 Parti Kongresi’nde şu beya-

natı vermiştir: “Bu Kongre’de... kanıtlayacağımız bir şey ol-

Büyük Tasfiye’nin kurbanlarına, Birinci Beş Yıllık Plan’ın (1928-1933) tahminî 



dokuz ila on iki milyon kurbanı da ilave edilmelidir – beş ila dokuz milyon kişi 

tutuklanıp sürgün edilirken yaklaşık üç milyon kişi de katledilmiştir (Bkz. Ro-

bert C. Tucker’ın 1938 Moskova Duruşmaları’na ait sözlü raporun yeni baskısı-

na yazdığı önemli giriş, “Stalin, Bukharin, and History as Conspiracy”, The Gre-



at Purge Trial içinde, New York, 1965). Fakat tüm bu tahminler gerçek raka-

mı yansıtmaktan uzak görünüyor. Zira “Alman işgal kuvvetleri Vinnitsa şehrin-

de 1937 ve 1938’de idam edilen binlerce kişiye ait cesetlerin yer aldığı bir toplu 

mezar keşfedene kadar” haklarında hiçbir şey bilinmeyen toplu katliamlar he-

saba katılmamıştır (Bkz. John A. Armstrong, The Politics of Totalitarianism. The 

Communist Party of the Soviet Union from 1934 to the Present, New York, 1961, 

s. 65 ve devamı). Şüphesiz, bu yeni bulgudan sonra Nazi ve Bolşevik sistemleri 

geçmişte olduğundan çok daha fazla aynı modelin varyantları gibi görünüyorlar 

– Stalin dönemindeki toplu katliamların mevcut muhalefetin ne ölçüde merke-

zinde olduğunu anlamak için Sinyavski ve Daniel’in yargılandıkları duruşmaya 

bakılabilir; New York Times Magazine’in benim de alıntıladığım 17 Nisan 1966 

tarihli nüshasında mahkemenin önemli oturumları yayınlanmıştı.

6 Tucker, 



a.g.e., s. XVII-XVIII.


20

madığı gibi dövüşeceğimiz kimse de yok.”

7

 20. Parti Kong-



resi’nin Sovyet Rusya ve genel olarak komünist hareket açı-

sından sansasyonel karakteri ve temel politik önemi şüphe 

götürmez elbette. Fakat burada politik bakımdan önemli bir 

durum söz konusudur; Stalin sonrasındaki dönemin resmî 

kaynaklarının geçmişte olanlara düşürdükleri ışığı, hakika-

tin ışığı sanmak bir yanılgıdır.

Fainsod’un az önce değindiğim Smolensk Arşivleri’yle il-

gili metni, Stalin dönemine dair en önemli kitaptır ve gelişi-

güzel yapılmış ilk seçkinin ardından mevcut materyali kap-

samlı bir biçimde yorumlayan bir metnin gelmemiş olma-

sı da üzücüdür. Fainsod’un kitabına bakıldığında, Stalin’in 

yirmilerin ortasında verdiği iktidar mücadelesinden öğreni-

lecek çok şey vardır: O zamanlar Partinin konumu oldukça 

hassastı,

8

 çünkü ülkede belirgin bir muhalefet ruhu hüküm 



sürdüğü gibi yolsuzluk ve ayyaşlık kol gezmekte; liberalleş-

me taleplerinin hemen tümüne açık bir antisemitizm eşlik et-

mekteydi.

9

 1928’den sonra başlatılan kolektivizasyon ve Gu-



Aktaran Merle Fainsod, How Russia is Ruled, Cambridge, 1959, s. 516. Abdur-

rahman Abtorkanov (Uralov müstear adıyla yazdığı The Reign of Stalin baş-

lıklı kitabında, Londra, 1953) 1936’da ilk göstermelik duruşmaların ardın-

dan Parti Merkez Komitesi’nin yaptığı gizli bir toplantıdan bahseder; Buha-

rin’in bu toplantıda Stalin’i Lenin’in partisini bir polis devletine dönüştürmek-

le suçladığı ve üyelerin üçte ikisinden fazlasının Buharin’i desteklediğini ak-

tarır. Hikâye, özellikle de Merkez Komite’nin üçte ikisinden fazlasının Buha-

rin’i desteklediği iddiası pek inandırıcı değildir; fakat eğer doğruysa, toplantı-

nın Büyük Tasfiye’nin en yoğun döneminde yapıldığı düşünülürse, hikâye ör-

gütlü bir muhalefetin varlığına değil de, tam tersine işaret etmektedir. Fain-

sod’un haklı olarak değindiği gibi özellikle köylüler arasında son derece yay-

gın bir “kitlesel memnuniyetsizlik” vardı ve 1928’e kadar “Birinci Beş Yıllık 

Plan’ın başlangıcında... bir yığın grev yapılmıştı” ama bu “muhalif ruh halle-

ri hiçbir zaman rejime yönelik örgütlü bir meydan okuma biçimini alıp belir-

li bir odak kazanamadılar”; 1929 ve 30’da “her türlü örgütlü alternatif sahne-

den çekildi”, tabii bundan önce örgütlü alternatifin olduğu da meçhul. (Bkz. 

Smolensk under Russian Rule, s. 449 ve devamında).

Fainsod’un belirttiği gibi “Partinin zafer kazanması bir yana hayatta kalmayı 



başarması bile şaşılacak şeydi”. A.g.e., s. 38.



A.g.e., s. 49 ve devamında. 1929 tarihli bir rapor bir toplantıda edilen şiddetli 




21

laglar’dan arınma hamlesi Lenin’in Yeni Ekonomi Politika-

sı’nı ve onunla birlikte halkla yönetim arasında yeni yeni baş-

layan uzlaşıyı

10

 da kesintiye uğrattı. “Bir kolhoza girmekten-



se dünyaya hiç gelmemiş olmayı yeğleyen”

11

 ve sırf Gulag-



lar’a başkaldırmak adına zengin, orta gelirli ve fakir köylüler 

olarak bölünmeyi reddeden

12

 köylülerin dayanışması bu ön-



lemlere şiddetle karşı çıkmıştı – “şimdi Gulaglar’dan çok da-

ha kötü ve tek planı insanları yakalayıp hapsetmek olan bi-

ri var iktidarda”;

13

 işçilerin parti güdümündeki sendikalarla 



birlikte hareket etmeyi reddettikleri ve bunların yöneticileri-

ni “besili şeytanlar”, “ikiyüzlü şaşılar” vb. yaftalarla lanetle-

dikleri kentlerdeki durum da çok farklı değildi.

14

Fainsod bu belgelerin “yaygın bir kitlesel memnuniyetsiz-



liğin” yanı sıra bir bütün olarak rejim karşısında “yeterin-

ce örgütlü bir muhalefetin de” eksikliğini gösterdiğini söyle-

mekte haklıdır. Fakat göz ardı ettiği ve bence bazı deliller ta-

rafından eşit ölçüde desteklenen şey şu ki, Stalin’in iktidarı 

ele geçirip tek parti diktatörlüğünü bir topyekûn tahakküme 

dönüştürmesine karşı bir alternatif vardı: Lenin’in başlattığı 

Yeni Ekonomi Politikası’nı izlemek.

15

 Ayrıca Stalin’in partiyi 



antisemitik lakırdıları aktarır. “Dinleyiciler arasındaki Komsomol mensupla-

rı sessiz kaldılar... Yahudi karşıtı beyanatlara herkesin hak verdiği anlaşılıyor-

du” (s. 445). 

10  1926 tarihli tüm raporlar “karşı-devrimci olarak bilinen isyanların oldukça 

azaldığını, rejimin köylülerle bir süredir barıştığını” göstermektedir. 1926 ile 

karşılaştırıldığında 1929-30 tarihli raporlar “muharebe meydanında tüten res-

mi tebliğleri andırırlar” (s. 177).

11  A.g.e., s. 252 ve devamında.

12  A.g.e., özellikle s. 240 ve devamında – s. 446 ve devamında.

13  Bu tür beyanatların tümü GPU raporlarından alınmıştır; özellikle bkz. s. 248 

ve devamında. Buna benzer görüşlerin Büyük Tasfiye’nin başladığı 1934’ten 

sonra gittikçe azalması karakteristik bir durumdur.

14  A.g.e.., s. 310.

15  Anlaşılabilir olmakla birlikte tarihsel bakımdan dayanaksız olan, Lenin’den 

Stalin’e az çok düz bir gelişim çizgisi izlendiği yönündeki kanıdan dolayı bu 

alternatif genellikle göz ardı edilir. Stalin’in hemen her zaman Leninist terim-

lerle konuştuğu, öyle ki kimi zaman iki adam arasındaki tek farklılığın Sta-



22

tamamen kendi denetimine soktuğu 1928’de yürürlüğe ko-

nan Birinci Beş Yıllık Plan’la birlikte alınan tedbirler, sınıfla-

rın kitlelere dönüştürülmesi ve bununla eşzamanlı olarak her 

türden grup dayanışmasının tasfiye edilmesinin topyekûn ta-

hakkümün olmazsa olmaz koşulu olduğunu kanıtlar.

Stalin’in 1929’dan sonra tartışmasız hâkim olduğu dönem 

hakkında Smolensk Arşivi, önceden var olan daha az güve-

nilir kaynaklardan öğrendiğimiz bilgileri genellikle doğru-

lar. Arşivdeki istatistiki verilerin tuhaf eksikliği de aynı du-

ruma delalet eder. Söz konusu eksiklik, Stalin rejiminin, bu 

bakımdan da, acımasız şekilde tutarlı olduğunu gösterir: 

Resmi hikâyeye uygun olmayan yahut uygun olmama ihti-

mali olan tüm gerçekler –tarım mahsulleri, suç oranı ve son-

raki komplo hikâyelerinin aksine hakiki “karşı devrimci” fa-

aliyetler hakkındaki veriler– olmamışlar gibi muamele gör-

müşlerdir. Uçsuz bucaksız ülke topraklarının dört köşesin-

den getirilip Moskova’da toplanmak yerine önce PravdaIz-



vestia veya Moskova’daki bir başka resmî yayın organı ara-

cılığıyla bu tür verilerin tüm bölgelere aktarılması; böylelik-

le Sovyetler Birliği’nin her bölgesi ve semtinin tıpkı Beş Yıl-

lık Planlarla kendilerine tahsis edilen eşit ölçüde kurgusal 

normları kabullenmeleri gibi bu resmî, kurgusal istastisti-

ki verileri de kabullenmelerinin amaçlanması, gerçekler ve 

gerçekliğe yönelik totaliter küçümsemeye doğrusu son de-

rece uygundur.

16

Önceleri sadece tahmin edilebilirken şimdi belgelere daya-



lı kanıtlarla desteklenen, birkaç çarpıcı meseleden kısaca bah-

lin’in karakterindeki vahşilik veya “delilik” gibi göründüğü doğrudur. Bunun 

Stalin cephesinde bilinçli bir hile olup olmadığı bir yana, doğru olan şu ki  

–Tucker’ın da isabetli bir gözlemle aktardığı gibi, a.g.y., s. XVI– “Bu eski Le-

ninist kavramlar, Stalin tarafından apaçık Stalinist bir yeni içerikle doldurul-

muştur... Bu içeriğin temel özelliği, komplonun hiç de Leninist olmayan bir 

vurguyla dönemin ruhu olarak öne çıkarılması olmuştur.”

16  Bkz. Fainsod, a.g.y., özellikle s. 365 ve devamı.




23

sedeyim. Daima şüphelenmiştik ama artık biliyoruz ki rejim 

hiçbir zaman “monolitik” [tek parça] değildi; “üst üste binen, 

çoğalan ve paralel fonksiyonlar etrafında bilinçli olarak in-

şa edildi” ve bu grotesk biçimde amorf yapıyı Nazi Almanya-

sı’nda karşılaştığımız Führer ilkesi –“kişilik kültü”– bir ara-

da tuttu;

17

 bu hususi yönetimin yürütme organı parti değil, 



polisti ve polisin “operasyonel faaliyetleri, parti kanalların-

da tanzim edilmiyordu”;

18

 rejimin tasfiye ettiği milyonlarca 



masum insan, Bolşevik diliyle “nesnel düşmanlar”, “herhangi 

bir suçu olmayan suçlular”

19

 olduklarının pekâlâ farkınday-



dı; –devlet yetkililerinin katilleri, kundakçılar, haydutlar gi-

bi– rejimin geçmişteki gerçek düşmanlarından farklı olarak 

bu yeni kategoridekiler, Nazi terörü kurbanlarının sergiledik-

leri davranış örüntülerinden bildiğimiz “mutlak pasiflik”le

20

 

reaksiyon gösterdiler. Büyük Tasfiye sırasında yaşanan “ih-



bar seli”nin, ülkenin ekonomik ve toplumsal refahı açısın-

dan bir felaket olduğu gibi, totaliter liderin güçlenmesinde 

de etkili olduğuna hiç kuşku yoktu. Ama Stalin’in 29 Tem-

17  A.g.e., s. 93 ve s. 71: Tüm düzeylerde verilen mesajlarda genellikle rejim, parti 

veya ülkeye değil, “Yoldaş Stalin’e karşı yükümlülüklerin” vurgulanması ka-

rakteristik bir durumdur. İlya Ehrenburg ve diğer Stalinist entelektüellerin 

kendi geçmişlerini aklama çabaları çerçevesinde söyledikleri veya Büyük Tas-

fiye esnasındaki gerçek düşüncelerine dair anlattıkları şeyler iki sistem arasın-

daki benzerlikleri açıkça gösterir. “Stalin, Komünistlere ve Sovyet entelijansi-

yasına yönelen manasız şiddetten hiçbir şekilde haberdar değildi”, “durumu 

Stalin’den saklıyorlardı”, “keşke biri Stalin’e olanları anlatsaydı” veya nihaye-

tinde suçlu Stalin değil, ilgili polis şefiydi (aktaran Tucker, a.g.y., s. XIII). Ta-

bii, Almanya’nın yenilgisinden sonra Naziler de tastamam aynı şeyleri söyle-

mişti ister istemez.

18  A.g.e., s. 166 ve devamında.

19  Kelimeler “sınıfa yabancı bir unsurun” 1936’daki yakarışından ödünç alın-

mıştır: “Herhangi bir suçu olmayan bir suçlu olmak istemiyorum” (s. 229).

20  1931 tarihli ilginç bir OGPU raporunda, bu yeni “mutlak pasiflik”ten, masum 

insanları rastgele hedef alan terörün hasıl ettiği bu korkunç hissizlikten bahse-

dilir. Rapor, “tutuklu bir kişinin başında iki silahlı askerin bulunduğu” rejim 

düşmanlarına yönelik geçmişteki tevkifatlarla, “bir silahlı askerin öbek öbek in-

sanın başında ilerlediği ve insanların kaçmaya yeltenmeden, sakince yürüdük-

leri” mevcut kitlesel tevkifatlar arasındaki büyük farklılığı vurgular (s. 248).



24

muz 1936’da aşağıdaki beyanatı vererek “bu uğursuz ihbarcı-

lık zincirini harekete geçirdiğini”

21

 ancak şimdi öğrenebildik: 



Mevcut koşullarda bir Bolşevik’in vazgeçilmez özelliği, bir Par-

ti düşmanını hangi maskeyi takmış olursa olsun tanıma beceri-

si göstermesidir

22

 (italikleri ben ekledim). Tıpkı Hitler’in “Ni-



hai Çözümü”nün, Nazi partisi eliti nezdinde “Öldüreceksin” 

komutunun bağlayıcılığına tekabül etmesi gibi, Stalin’in beya-

natı da Bolşevik partisinin tüm üyelerine bir doğru davranış 

kılavuzu olarak “Yalan şahitlik yapacaksın” emrini vermek-

teydi. Son olarak, yirmilerin sonu ve otuzlarda yaşanan terö-

rü, endüstriyelleşme ve iktisadi ilerlemenin ödettiği “acıya da-

yalı yüksek bir bedel” olarak değerlendiren teorinin içerdiği 

hakiki değerin de, olayların içyüzüne veya belirli bir bölgede-

ki seyrine şöyle bir bakıldığında kuşkuya yer bırakılmaksızın 

bir kenara bırakılması gerekir.

23

 Çünkü Sovyet Rusya’da terö-



21  A.g.e., s. 135.

22  A.g.e., s. 57-58. Bu kitlesel ihbarlarda gittikçe yükselen isterik ruh hali için 

özellikle bkz. s. 222, s. 229 ve devamı ve s. 235’teki sevimli hikâye. Hikâyeye 

göre yoldaşlardan biri, “Yoldaş Stalin’in Troçki-Zinovyev grubuna karşı uzlaş-

macı bir tutum benimsediğini” düşünmektedir ve bu düşünce o zamanlar en 

hafif cezayla Parti’den derhal ihracı gerektiren bir hakarettir. Ama adam, bu 

kadar şanslı değildir. Bir sonraki konuşmacı, Stalin’i itibarsızlaştırmaya yelte-

nen bu adamcağızı “siyasi sadakatsizlikle” itham eder, adam da hiç vakit kay-

betmeden hatasını “itiraf eder”.

23  Ne ilginç ki Fainsod da aksi yöne işaret eden bir yığın delilden hareketle bu 

tür sonuçlara varır. Bkz. eserinin son bölümü, özellikle s. 453 ve devamı. Ol-

gusal delillerin yanlış yorumlanmasına dayalı bu yaklaşımın alandaki pek çok 

yazar tarafından paylaşılması daha da ilginçtir. Şüphesiz, bunların hiçbiri Isa-

ac Deutscher’in ünlü biyografisinde Stalin’i bin dereden su getirerek meşru-

laştıran yaklaşımını benimsememiştir, fakat birçoğu halen “Stalin’in gaddar 

eylemleri”nin “yeni bir güç dengesi yaratmak için denenmiş bir yol” (Arms-

trong, a.g.y., s. 64) olduğu ve “Leninist mite içkin temel çelişkilere acımasız 

ama tutarlı bir çözüm” (Richard Lowenthal, World Communism. The Disinteg-



ration of a Secular Faith, New York, s. 42) sunmak için tasarlandığı kanısın-

dadır. Bu Marksist mahmurluğun topu topu birkaç istisnası vardır. Sözgeli-

mi Richard C. Tucker gibiler (a.g.e., s. XXVII) “Sovyet toplumunda fiilen bü-

yük bir hasara yol açan Büyük Tasfiye yaşanmamış olsaydı, Sovyet sisteminin 

ufukta görünen total savaş sınavını başarıyla vermek için daha iyi bir durum-

da ve çok daha donanımlı olacağını” öne sürerler. Fakat Bay Tucker bu du-

rumun, benim totalitarizm “imgemi” çürüttüğünü düşünerek yanılıyor. İs-



25

rün böyle bir getirisi olmadı. Gulaglar’dan arınma sürecinin, 

kolektivizasyonun ve Büyük Tasfiye’nin belgelerle kanıtlanan 

sonucu, ilerleme veya hızlı sanayileşme değil, kıtlık, gıda üre-

timinde kaotik koşulların ortaya çıkması ve nüfusun azalması 

olmuştur. Sonuçta, tarımda daimi bir kriz, nüfus artışında bir 

kesinti ve Sibirya iç bölgesini geliştirmek ve kolonileştirmek-

te ciddi bir başarısızlık ortaya çıkmıştı. Ayrıca Smolensk Arşi-

vi’nin ayrıntılı olarak gösterdiği gibi Stalin’in hükmetme yön-

temleri, ülkenin Ekim Devrimi’nden sonra kazandığı her tür-

lü kabiliyeti ve teknik beceriyi yok etmeyi başarmıştır. Bütün 

bunlar, nüfusun “siyaseten zırcahil”

24

 olmayan kesimlerine 



parti ve devlet bürokrasisinde kariyer imkânları açmak için 

ödetilen, yalnızca yaşanan acılarla da ölçülemeyecek, gerçek-

ten inanılmaz “yüksek bedel”lerdi. Doğrusu totaliter yöneti-

min bedeli o kadar yüksekti ki, ne Almanya ne de Rusya he-

nüz tamamen ödeyebildi.

tikrarsızlık, bir ideolojik kurguya dayanan ve partiden farklı olarak belirli bir 

hareketin iktidarı ele geçirmesini gerektiren topyekûn tahakkümün işlevsel 

bir zorunluluğudur. Bu sistemin ayırt edici özelliği, ülkenin gerçek kudreti-

nin yani maddi gücü ve esenliğinin sürekli olarak belirli bir organizasyon gü-

cüne kurban edilmesidir; tıpkı olgusal hakikatlerin ideolojik tutarlılık talep-

lerine kurban edilmesi gibi. Şurası kesin ki maddi güç ile organizasyon gücü 

yahut gerçek ile kurgu arasındaki çatışmada ikinci tarafın hezimete uğraması 

kuvvetli bir ihtimaldir ve İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya ile Almanya’nın başı-

na gelen de budur. Fakat bu, totaliter hareketlerin gücünü küçümsemek için 

yeterli bir neden değildir. Uydu devletler sistemi, daimi bir istikrarsızlığın ya-

rattığı terörle organize edilmişti ve Sovyet Rusya’nın mevcut istikrarı, totali-

terlikten arınması, bir taraftan var olan maddi gücüne büyük katkıda bulu-

nurken, diğer taraftan uydularındaki denetimi yitirmesine sebep olmuştur.

24  1929’da başlatılan “gerici profesörleri” tasfiye kampanyası hakkında ilginç de-

taylar için bkz. Fainsod, a.g.e., s. 345-355. Bu kampanya, “partili olmayan ha-

rikulade Profesörlerin yerlerinden edilmesi için geçerli bir neden göremedik-

lerinden” Komsomol üyeleri, partililer ve öğrenci birliği tarafından tepkiyle 

karşılanmıştı. Bunun üzerine derhal yeni bir komisyon kurulup “öğrenci bir-

liği içerisinde sınıfa-yabancı pek çok unsurun bulunduğunu” bildiren bir ra-

por hazırlanmıştı. Büyük Tasfiye’nin temel amaçlarından birinin de daha genç 

nesillere kariyer imkânı sağlamak olduğu bilinir.



Yüklə 194,85 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə