GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (3) Hz. İBRÂHÎm-halîlûllah



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə8/8
tarix25.06.2018
ölçüsü0,72 Mb.
#51156
1   2   3   4   5   6   7   8

(Fîhi Âyâtün beyyinâtün makâm’ü İbrâhîme ve men dahelehü kâne âminen ve lillâhi alennâsi hiccülbeyti menistetaa ileyhi sebîlen ve men kefera fe innellahe ganiyyün anil âlemîn.)
3/97. “Onda açık alâmetler, İbrâhîm'in makâmı vardır. Ve her kim ona girerse emin olur. Ve onun yoluna gücü yeten kimseler üzerine de o beyti hacc etmek Allah Teâlâ için bir haktır. Ve her kim inkâr ederse şüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün âlemlerden ganîdir.”

166


görüldüğü gibi bu Âyet-i Kerîme de, diğer Âyet-i Kerîme’nin bir benzeridir ancak bura da çok mühim bir ifâde daha vardır.
beyti hacc etmek Allah Teâlâ için bir haktır.
Bu ifâdenin ise, üzerinde çok durulmalıdır. Allah’ın Hakk’ı demek bunun mutlaka ödenmesi demektir. İşte bu yüzden, zâten Hacc farz olmuştur. Aslında her farz Allah’ın hakkıdır. Yâni belirlenen şartlar altında kulun kulluk borcudur. Zâten bunlar açık olarak belirtilmiştir. Ancak bu husus klâsik mânâ da hemen söylenip geçilecek bir mes’ele değildir. Allah’a olan borçlar her mertebe de olan kişilere göre değişik anlayışlar ve bu anlayışlara göre de tatbikatları gerekmektedir.
Şöyle ki, şeriat mertebesinde olanın bunları tatbik edişi fiil olarak aynı olsa bile, anlayış olarak başkadır. Tarikat mertebesi de öyledir. Hakikat ve Marîfet mertebeleride öyledir. O halde yerine göre bunların hepsi ile amel etmek gerekir. Ancak bunun içinde irfaniyyet gerekir. İşte kişi hangi mertebenin anlayış ve idraki içinde yaşıyor ise yaptığı fiilleri o mertebe itibari ile değerlendirilir.
Bu mertebelerin hepsini ayrı, ayrı yazmağa fazla zamânımız olmadığından, hakikatleri yönünden anlama ya çalışalım. Birde şöyle bilelim ki;
Farzlar, Allah’ın Zât-î hakk-ı, bizimde zâtımızı ilgilendiren zât-î borçlarımızdır.
167

Sünnetler ise, Peygamberimizin Sıfât-î hakk-ı, bizim de sıfatlarımızı ilgelendirilen Sıfât-î borçlarımızdır.
Hâl böyle olunca bu borçların, kişi hangi mertebede bulunuyor ise o mertebeden bunların mutlaka o ibâdet tatbikatlerı yapılarak ödenmesi gerekmektedir, aksi halde büyük bir borç yükü ile âhirete gidilecektir.
Farz olan ibâdetler, Rûh yönüyle, sünnet olan ibâdetler ise Nûr yönüyle yapılan ibâdetlerdir.Bunların farkında olmayan ibâdet ehli ise fiillerini beden yönüyle yapmaktadır.
beyti hacc etmek Allah Teâlâ için bir haktır.
Hacc’ın ve umrenin edâ edilmesi, Allah’a (c.c.) ve Peygamberine olan borcun ödenmesidir. Daha başka yerlerde de belirttiğimiz gibi. Hacc. “Hakikat-i İlâhiyye de cemâlûllah-ı seyr.” Umre ise hakikat-i İlâhiyye de Hakikat-i Muhammediyye yi seyr” dir.
Aslında genel anlamda “borç ve hak” olarak ifâde edilen husus, Zâtından, Zâtına olan yolculuğudur.
(İnsân-ı Kâmil, Hakikat-i İlâhiyye üzere mahlâktur, ve sûret-i Rûhiyyesi ve cismâniyesinin cümlesi Allah ismi Câmî-i’nin gölgesidir.) Diye ifâde edilmiştir.

168


Bu yolculuk “Hacc ve Umre” olarak İsimlendirilmiş tir, her merteben bir çok ifâdeleri vardır, bâtında Allah-ın zât-ı olan Hakikat-i ilâhiyye yi, zâhirde olan hakikat-i İlâhiyye üzere, zâhirde mahlûk olan İnsân-ı Kâmil-in ziyâretidir. BU ziyâret işte bu yüzden farzdır, çünkü bütün bu âlemler İnsân-ı Kâmil için halkedilmiş, İnsân-ı Kâmil ise hakkın bütün vasıflarıyla techiz edilerek Hakk’a ayna olmak üzere zuhura çıkartılmıştır, işte Hakk bütün bunları zât-î zuhuru olan, “yere göğe” yüklemediği emânetini, İnsân-ı Kâmiline yüklediği için bu yükün de kendisi olduğu için, işte bu yükle yâni kendi hakikatiyle zâhiren, bâtınını ziyâret ve bâtınına ayna etmiş olmaktadır. Böylece Hacc ve Umreye gelenlerden zâtınını seyretmektedir.
Buda iki türlüdür biri bilinen sûrî yolculuktur diğeri ve aslî olan ise bir ömür boyu sürecek olan gerçek seyr-ü sülûk neticesinde oluşacak olan fenâ ve bakâ mertebeleri içinde zâtına ulaşmaktır. İşte bu Bâtın-î Hacc’tır ve Cenâb-ı Hakk’ın istediği hak, budur yâni dünya ya gönderği ve kendine zât-î zuhurunu emânet ettiği İnsân-ı kâmilinin yollarda oyalanmayıp tekrar kendine yâni aslına dönmesini istemesidir.
Ve her kim inkâr ederse”
Bu hakikatleri her kim inkâr ederse mes’ûliyyet-i kendine aittir ve neler kaybettiğinin farkında da değildir.
şüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün âlemlerden ganîdir.”
169

Zât-ı mutlak ifâdesiyle Allah-u Teâlâ bütün âlemlerden ganîdir bu mertebe ise “tenzîh-i kadîm” “mutlak tenzîh” tir, diğer tenzîhler ise mukayyet-kayıtlı tenzîhlerir ki, tenzîh edenin mertebesi ve idrakine göredir. Yukarı da bahsedilen haller ise Zât-ı mutlağın, Zât-ı mukayyet hükümleri içinde oluşan Zât-î yaşam halleridir.


Bu halleri de böylece özetle ifâde ettikten sonra yolumuza devam edelim.





(Kad kânet leküm üsvetün hasenetün fî İbrâhîme vellezîne meahu)
60/4. “Muhakkak ki: Sizin için İbrâhîm'de ve onunla beraber olanlarda bir güzel örnek vardır.”
Görüldüğü gibi İbrâhîm (a.s.) ve onun anlayışında olanların hallerinin güzel bir örnek olduğu ifâde edilmektedir. Bu güzel haller yukarıdan beri ifâde edilmeye çalışılan mertebe-i İbrâhîmiyyet’in özellikleridir. Seyr-u sülûk yolunda olanlar için bu hususların mutlaka göz önünde bulundurulması lâzımdır.





170

(İnne İbrâhîme kâne ümmeten kâniten lillâhi hanîfen velem yekü minel müşrikîne)
16/120. “Muhakkak ki İbrâhîm, -başlıca- bir ümmet idi. Allah'a itaat ediyordu, batıldan uzak idi ve müşriklerden olmuş değildi.”
İbrâhîm (a.s.) ın şahsında, “İbrâhîmiyyet mertebe sinin” hakikatleri anlatılmaktadır. Bunlardan biri de kendinin tek görünse de, aslında “bir ümmet” olduğu açık olarak belirtilmektedir. “Ümm” “ana” demek olduğundan bu hakikatların anası, ve anası olduğundan da, aynı zamanda doğuş yeridir. Ve insânlık seyrinde bu hakikatlar ilk olarak “mânâ-ı İbrâhîmiyye” de zuhura çıkmıştır. Bir sâlik’inde seyrinde bu idraklere ulaşması gerekmektedir. Ayrıca bu mertebe tevhid mertebelerine geçmekte bir inkılâbtır.
Bu mertebe de ümmet’in oluşması “Hullet-tahallül” hakikatinin faaliyete geçmesidir. Bütün esmâ-i İlâhiyyeyi bünyesinde toplamış ve faaliyete geçirmiş olan bu mertebe de her bir Esmâ-i İlâhiye bir varlık-kimlik oluşturmaktadır, işte bunların her birerleri özel bir kimlik ile faaliyette olduklarından esmâ-i İlâhiye ümmetinin bir ferdidir. İşte bu Esmâ fertleri o mertebenin Allah ismi câmi-i İmamlığında ümmetini oluştururlar. İşte yine bu yüzden ilk İmâmet mertebesi bu makamda ortaya çıkmıştır.
Bu hakikat-i idrak etmiş olan kimse, yalnız başına namazını kılsa dahi arkasında bâtının da kendisinin esmâ-i ilâhiye ümmet-i olduğundan onlar da cemaatı
171

olduğundan o namaz cemaatle kılınan namaz olmuş olur. Ancak bu mertebe sadece “Esmâ” cemaatidir zamanının en üst idrak yaşantısıdır. Yeri gelmişken küçük bir hususu da özetle belirtmek yerinde olacaktır.


Şeriat-ı Muhammediyye de, fiziki cemaatle namaz kılmak (27) derece savap kazandırmaktadır. Bu mertebe Kûr’ân-ı Kerîm’de belirtilen yirmiyedinci Peygamber iseviyyet mertebesidir. Bu mertebe ise fenâfillâh mertebesidir. Yâni imama uymuş olan cemaat imama tabi olduğundan “fâni-i fil imam-imamda fâni” olduklarından ona uymak zorunda kaldıklarından kendi başlarına bir hareket yapamazlar çünkü imam da fâni hükmündedirler. Bu durumda İmam Muhammediyyet mertebesi, cemaat ise iseviyyet mertebesinde kâimdirler. Ancak bu oluşumların islâm dışı o kimseler ile alâsı yoktur bu mertebeler İslâmın belirttiği kurallar içinde geçerli olan hakikatlerdir. Zâhiren bile olsa diğer cemaatların yaptıkları ibadetleri veya amelleri ancak islâmi bir imama tabi olmak suretiyle geçerli olabileceği anlaşılmaktadır.
Eğer cemaat ve başındaki imam, bu hakikatlerin ve kendi hakikatlerinin farkında değilde gaflet ehli iseler bu namazlar sadece sûri olup savap kazandırır, Mi’rac ehli yapmaz. Ancak, bir Ârif kendi başına zahiren yalnız gibi gözüken bir namaz eda ediyor ise de, işte onun namazı (28) dereceli olan hakikat-i Muhammed-î namazıdır, ve aynı zamanda cemaatle kılınan namazdır, çünkü onun cemaatı İbrâhîmiyyet mertebesinde oluşan esmâ mertebesine ilâveten sıfat mertebesinin de cemaat-ı onun arkasındadır. Çünkü İnsân-ı kâmil Hakk’ın zâtının

172


yâni (Allah) ismi câmiinin temsilcisi olarak “Kıbleye-Hakk’ın Zâtına” dönerek vechini teslim etmiştir. İşte ancak onlara zât-î ihsan-cemâl-i İlâh-înin keşfi ve müşahedesi açılmış olur. Çünkü İnsân-ı Kâmil hakikat-i İlâhiye üzerine mahlûk ve sûret-i rûhiyyesi ve cismâniyyesi Allah ismi câmi-i nin gölgesidir, denmiştir. Bu hususun daha iyi anlaşılabilinmesi için özel bir eğitim gerekmektedir.
Allah'a itaat ediyordu,”
Bir hadîs’te (Kim ki, Allah’a itaat ederse Allah’ta ona her şeyi itaat ettirir) hükmü bildirilmiştir. İşte o mertebede de İbrâhîm (a.s.) isimleri ve sıfatları yönüyle değil, “Hakk’a” Allah ismi zâtisi yönünden itaat ve ibadet ediyordu. Bu anlayış içerisinde olduğundan, yukarıda bahsedilen (ibtilâ-imtihan) olduğu kelimelerin zuhur mânâları ona bir şey yapamadı, “ateşin yakamayışı” gibi, çünkü o Allah-ın (c.c.) zâtına itaat ettiğinden, isimlerin zuhurları olan eşya da ona itaat etmişti.

batıldan uzak idi ve müşriklerden olmuş değildi.”


Batıl, nefs ve hevânın ürettiği asılsız hükümlerdir. Putlara tapılması gibi. İbrâhîm (a.s.) Hakk’ın Zâtına yöneldiğinden ve daha başlarda kendi nefsinden her hangi bir şey uygulamadan, tamamen ilhâm-î hareket
173

ettiğinden, bâtıldan uzak kaldı. Müşriklerden olmayışı ise “Esmâ-i İlâhiye” yi bir bütün olarak “tahallül-halil” etmesi giyinmesidir. Şirk aslında zâhir ve bâtın olmak üzere iki türlüdür. Biri zâhir de görülen madde âleminde “put” ismi verilen sûretlere ibadet edilmesi. Diğer bâtın olanı ise Esmâ-i İlâhiyyesinin bir bütün halinde kabulü ve bölünmemesidir. “Şirk esmâ-i İlâhiye yi bölmektir,” denmiştir. Özetle bu şu demektir. İrfâniyyet yönünden bakıldığında bütün âlemdeki zuhur mertebeleri Hakk’ın bir isminin mânâsının faaliyete geçtiği yerlerdir, anlayışı içinde bakıldığında bazı zuhur yerlerinin yanlış ve eksik olduğunu gördüğümüzde, o zuhuru ortaya getiren “esmâ” yı bu yönden kabul etmediğimizden onu farkında olmadan “Esmâlar” bütününün dışında bırakmış oluruz, işte o dışarıda bıraktığımız zuhuru hakkın dışına itmiş oluruz, bu âlemde hakk’ın dışında her hangi bir şey olayamayacağından, o halde o ayrı gördüğümüz zuhura bir kimlik ve mensubiyyet vermemiz, gerekecektir bu mensubiyette ancak kendi başına bir ilâh olması gerekecektir. İşte bu yüzden varlık âleminde her hangi bir şeyi ayrı görmek “Esma-i İlâhiye yi bölmek olacağından, böyle bir şey de, bâtınen şirk hükmünde dir. Bu anlayış zâhir itibariyle suç unsuru sayılmaya bilir, ancak bu anlayışta olan kimse ebediyyen irfan ehli ve kendini bilen olamaz. O halde hayatımız daha henüz elimizde iken islâm’a ve kendimize bakışımızı gerçekten incelemeli ve bulabilirsek eksikliklerimizi vaktiyle düzeltmeliyiz. Zîra gerçekten bu hayat çok hızlı olarak herkesi kendi son gününe sür’atle götürmektedir akıbetimizden Hakk’ın Rahmâniyyet’i ne sığınırız.

174




(Ve teraknâ aleyhi fil âharîne)
37/108. ‘Ve sonrakilerin arasında O'na karşı-iyi bir nam" bıraktık.”
Yukarıdan beri ifade edilen İbrâhîmiyyet mertebesinin hakikatlerini, sonra gelecekler üzerine bir verese-miras bıraktık, kim bu ilmî mertebe mirasından faydalanır ise, bu şekilde ona dua edceğinden iyi bir nam olmuş olacaktır. Bu yolun yolcuları hepimiz o na, dolayısı ile o mertebenin mânâsına, ve o mertebenin mânâsının da hakikat-i olan, Hakikat-i Muhammediyye ye ye ve onunda hakikat-i olan, Allah’ın zâtına ebediyyen şükranlarımızı sunarız.

(Kezâlike neczil muhsinîn)
37/110. “İşte iyileri böylece mükâfatlandırırız.”
Mealde iyiler, diye geçen aslında “Muhsin” ifadesi ile belirtilen kimselerin durumu çok değişiktir. “Muhsin” ihsân edilmiş demektir. İhsân ise iki türlüdür. Biri maddi mânâ da ihsân da bulunmak diğeri ise, Mânevi mânâ da ihsân da bulunmaktır. Burada ise İbrâhîmiyyet mertebesi bakımından olan mânevi ihsândır ki, İbrâhîmiyyet mertebesinde olan bütün hakikatlerin
175
taleb edene çalışmaları ve gayreti neticesinde verilmesidir. Bu yolun ve ihsân-ın kemâli Muhamme diyyet ve orada oluşan İlâh-î müşahedelerdir.

(İnnehü min ibâdinal mü’minîne)
37/111. “şüphe yok ki, o mü’min olan kullarımız dandır.”
Kendisi, daha evvelce “ben müşriklerden değilim.” diye dua etmişti, (6/79) işte bu yüzden o nun mü’minliği böylece tasdik edilmiş olmakta idi. Ondan daha evvelce de mü’minler vardı, fakat onun bu mertebesinin “Hanif ve Halil” lik, (Tevhîd-i ef’âl) özellikleri itibariyle mü’minlerin evveli olmuştur. İşte bu mertebe ilk def’a Hakikat-i İbrâhîmiyye ile faaliyete geçmiş, oradan bize Kûr’ân-ı Kerîm ve onun da sözcüsü olan Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tarafından bildirilmiştir. Şükründen aciziz. Bütün bu bilgilerin bu günlere kadar gelmesine vesile olan zâhir bâtın bütün Ulâmayı kirâm hazarâtının ve ehli İrfanın, cümlesinin ruhlarını yüceltmesini Rabb’ı mızdan niyaz ederiz. Ve ayrıca İbrâhîm (a.s.) ve Yakub (a.s.) da, sırada belirtilen duâyı çocuklarına yapmış olduğu dua ile şimdilik bu kitabımızı da bitermiş olalım. Cenâb-ı Hakk okuma zahmetine katlanan bütün okuyucularımızın en iyi bir şekilde faydalanmarını nâsib etsin İnşeallah.

176







(Ve vassa bihâ İbrâhîmü benîhi ve yağkub yâ beniyye inellahestafâ lekümüddîne felâ temü tünne illâ ve entüm müslimüne)
2/132. “Ve bunu -dinini- İbrâhîm de oğullarına vasiyette bulundu, Yakup da. -Her biri dedi ki- Oğullarım; şüphe yok ki Allah Teâlâ sizin için İslâm dinini seçti. Binaenaleyh siz ölmeyiniz, ancak müslüman olduğunuz halde ölünüz.”
İşte bu Âyet-i Kerîme bu gün dahî her birerlerimize hitap ve İslâm dininin acabâ hangi mertebesinde olduğumuzu onu gerçek bâtınî hükümleriyle anlayabilmemizin gerekli olduğunu ikaz etmektedir. Gereğini hepimizin kendi menfeatlerimiz bakımından yerine getirmemiz cidden icab etmektedir.
Hatırasına binaen tahiyyatta okuduğumuz salâvatlarımız ile bu kitabımızı da şimdilik neticelen direlim İnşeallah.
Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır.

Allah Hakk söyler hakikat-i söyler.

177

Bismillâhirrahmânirrahîm:
(Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.)
“Allah’ım! İbrâhîm’e ve yakınlarına rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e, O’nun evlât ve yakınlarına da rahmet et; muhakkak ki, Sen övülmeye lâyık ve yüce şan sahibisin.”
(Allahümme bârik alâ âli Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün Mecîd.)
“Allah’ım! Muhammed’i ve yakınlarını, İbrâhîm’i ve yakınlarını mübârek kıldığın gibi, mübârek kıl; Şüphe yokki, övülmüş yalnız sensin, gerçekten şan ve şeref sâhibi de sensin.”

(11/04/2010) Pazar Terzi Baba Tekirdağ.


KAYNAKÇA

1. KÛR’ÂN VE HADîS :

2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim.

3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim.

4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif,

İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve

sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.
178

DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ”


(Gönülden Esintiler)

1. Necdet Divanı:

2. Hacc Divanı:

3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:

4. Lübb’ül Lübb Özün Özü,(Osmanlıca’dan çeviri):

5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler:

6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri:

7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):

8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):

9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:

10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:

11. Vâhy ve Cebrâil:

12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:

13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:

14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi

15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.)

16. Divân (3)

17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.

18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek.

19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.

20. Terzi Baba Umre (2009)

21. 6 Pey - (2) Hz. Nûh Neciyyullah (a.s.)

22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:

23. Değmez dosyası

24. 6 Pey-3-Hz. İbrâhîm Halîlûllah- (a.s.)
179

25. Köle ve incir dosyası:

26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri:

27. Genç ve elmas dosyası:

28. Kûr’ân’daTesbîh ve zikr:

29. Karınca, Meml Sûresi:

30. Meryem Sûresi:

31. Kehf Sûresi:

32. İstişare Dosyası.

33. Terzi Baba Umre dosyası. (2010)


Mektuplar ve zuhuratlar serisi:
41- 12- Terzi Baba-(1)

42- Terzi Baba-(2)

-------------------------------------------------İnternet dosyaları-

43-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-3-

44-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-4-

45-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-5-

46-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-6-

47-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-7-

48-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-8-

49-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-9-

50-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-10-

51-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-11-

52-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-12-

53-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-13-

54-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-14-

55-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-15-

56-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-16-

57-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-17-

180


58-Terzi-Baba-Mek-ve-zu-Ke-Kara-bi-dosyası-18-

59-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -19-

NECDET ARDIÇ

Büro : Ertuğrul mah.

Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4

Servet Apt.

59 100 Tekirdağ.

Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad.

Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13.

59 100 Tekirdağ

Tel (Büro) : (0282) 263 78 73

Faks : (0282) 263 78 73

Tel (ev) : (0282) 261 43 18

Cep : (0533) 774 39 37


Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/
Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info>
Veb sayfası: Almanya:

Radyo adresi (form): <terzibaba13.com>

MSN Adresi:

Necdet Ardıç <terzibaba13@hotmail.com



181


İbrâhîm-i anla sözünden,

Nasılda yalvardı özünden,

Tevhîd’e bak onun gözünden,

Kâ’be’ni yeniden kurmağa geldim.





Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə