GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (3) Hz. İBRÂHÎm-halîlûllah


Birincisi. Zâhirî mânâ da olan şeriat mertebesi itibarı ile yukarıda meâl olarak verilen mânâlarıdır. İkincisi



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə7/8
tarix25.06.2018
ölçüsü0,72 Mb.
#51156
1   2   3   4   5   6   7   8

Birincisi. Zâhirî mânâ da olan şeriat mertebesi itibarı ile yukarıda meâl olarak verilen mânâlarıdır.
İkincisi. Enfüsî mânâ da tarikat ve hakikat mertebelerinden olan kişinin kendi bünyesinde oluşturduğu bu hâlin yaşanmasıdır.
Üçüncüsü ise marifet mertebesi itibarı ile âlemler düzeyinde “Hakikat-i Muhammediyye”nin idrak ve yaşantısını bu mertebesi yönünden bünyesinde bulmasıdır. Diyebiliriz. Ayrıca her nefis mertebesinden de izah ve yaşantısı vardır fakat fazla uzatmamak için sadece üç yönü itibarı ile incelemeye çalışacağız.
Bu hatırlamadan sonra, bu mânânın devamı olan, yukarıda da ifade edildiği gibi (vezkür) dür. (ve-iz) ile o zamana gidilir, veya o zaman yaşanan zamana-hâle getirilir, (vezkür) ile de ifade edilen mânâ hatırlanmaya çalışılır yani iç bünyeden zâhire, yaşantıya ve tatbikatına başlanmaya çalışılır.
()Meryem (19/41) “zikret-ha-tırla. (Vezkür) = “zikr” anma-anılma-hatırlama’ dır. Bu
148

ifade de de, daha geniş manâ da hadiselerin incelenmesi ve zaten varlığında mevcud olan hakikatlerin açığa çıkarılmasının gereği bildirilmektedir.


Yukarıda bahsedilen Âyet-i kerîme’nin üç halinden Birincisi. Zâhirî mânâ da olan şeriat mertebesi itibarı ile yukarıda meâl olarak verilen mânâlarıdır. Demiştik. Bu görüldüğü gibi açık ve kolay anlaşılır hâlidir çünkü yaşantı ve tefekkür gerektirmez, sadece geçmişte yaşayan bâzı kimselerin ve bâzı hadiselerin zâhiri haliyle kendinin dışında âfâkî mânâ da okunması’dır. Diyebiliriz.
İkincisi. Enfüsî mânâ da tarikat ve hakikat mertebelerinden olan kişinin kendi bünyesinde oluşturduğu bu hâlin yaşanmasıdır. Demiştik. Bu hususta şöyle bir fikir yürütebiliriz. Esfeli sâfilîn’e reddedilmiş olan yolcu sâlik.
Âdemiyyet mertebesinden (Venefahtü) yü yüklene rek ve Âdem-i mânâ’yı kendinde bularak aslına dönüş için yola çıkan yolcu sâlik irfan ehli tarafından kendine verilen zikir ve görevlerle yoluna devam etmeye başlar bu mertebe de, “Beyt-ül atik” zâhirde ve gönlünde tabii olarak vardır fakat hakikat-i itibari ile bilinmemektedir. Sadece sûreti itibari ile bilinmektedir. Sâlik yoluna devam ederken (Şitiyyet) “ataullah” mertebesinden geçer o mertebenin gereği olan ihsân-ı Cenâb-ı Hakk gerçek mürşid-i kâmil’ in elinden ve dilinden irşadı ile ihsân eder. Bu mertebeler nefs mertebeleridir, “İrfan mektebi” isimli kitabımızda özetle izah edildi, dileyen oralara da bakabilir.
149

Yine yoluna devam eden sâlik daha sonra İdrisiyyet mertebesinde “tedris” eğitimine devam eder, yine yola çıkar nihayet “Nûhiyyet” mertebesine ulaşır. Burası yolda çok mühim olan bir dönemeçtir. İlâh-î Celâl tecellisi ile “içi putlarla dolu olan hayâl-î beyt”i nin bu mertebede yıkılması lâzımdır. İşte bu hakikatin anlaşılıp gerçek gönül beyt’i nin yeniden yapılması için hayâli olan “beyt” in yıkılması lâzım gelmektedir.


Kişinin kendi gücüyle yıkamadığı içi putlarla dolu olan “beyt-ül atik-eski ev” i ni, Cenâb-ı Hakk ona bir İlâh-î ihsân ve yardım olması bakımından Celâl tecellisi görünümünde “sel suyu” ile yıkılırken göğe kaldırmıştır. Aslında zâhiren bu hadise Celâl tecellisi gibi gözüküyor ise de, Celâl tecellisinden sonra gelen Cemâl tecellisidir. Bilindiği gibi “su” aynı zamanda “hayat ve ilimdir.” İşte bu hadise de kişinin kendi kendisine üstünden atamayacağı yani kolay kolay yıkamayacağı eski evinin içinde bulunan şartlanmış ve ön yargılı bilgilerininden-putlarından kurtulması mümkün olamadığından onu ancak bir ilâh-î sel suyu mânâ âlemine geçmesini, ortadan kalkmasını sağlamıştır ki daha sonra yerine gerçek mânâ da “beyt”in yenisi yapılsın. Bu hususlarda daha geniş bilgi (6 Peygamber Âdem a.s. ve Nûh a.s.) isimli kitaplarımızda mevcuttur dileyen oralara bakabilir.
Biz yine yolumuza devam edelim. Mevzuumuz itibari ile zamanımız o zamandır Nûh (a.s) devrinden sonraki “necat” zamanıdır. Ancak yer yüzünde “beyt-ül atik-eski ev”in yeri bilinmez halde kaybolmuştur. Zâhirde böyle olduğu gibi bâtında da böyledir. Yâni kişinin beden mülkünde gerçek mânâ da İlâh-î tecellî nin zuhur mahalli o mertebe de bilinememektedir.

150


İşte bu mertebeye ulaşan sâlik-in burada ki durumu ve hâli böyledir. Ulaştığı ve yaşaması gereken gönül vadîsi burasıdır. Bu mertebede (İbrâhîmiyyet) kişinin Akl-ı küll-ünün hakikati içinde bulunan “tevhid-i ef’âl mertebesi”nin zuhur mahalli olan (Hullet ve İmâmet) idrâki mertebesidir. (İsmâîliyyet) ise o mertebeden doğan-meydana gelen gönül evlâdı “veled-i kâlb-î” olan

(Allah işitir - bilir - Allah’a yükselen - çok bol) mânâlarında, “İsmâîl” olarak isimlendirilmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu mertebe “halktan Hakk’a” doğru olan ve ilk def’a gerçek mânâda kulun sözünün Hakk tarafından duyulan mertebesidir. Yani bu mertebede Cenâb-ı Hakk ef’al mertebesi itibari ile kulluk mertebesinden kendisi bu duasını yaptığını bilir, Hakk kulağı ile de işitir oldu. Bu halin bir aşama sonrası ise “kulun Hakk’ın sesini duymasıdır ki “mertebe-i Mûseviyyettir.


(Ve enehtartüke festemi’ limâ yûhâ)
20/13. “Ve ben seni seçtim, şimdi vahyolunacak şeyi dinle.”
Bu ve benzeri Âyet-i Kerîmler hadiseyi açık olarak göstermektedirler. Yeri olmadığı için bu kadar hatırlatma ile bırakalım.
Bu oluşumun, Hakikat-i Muhammed-î itibari ile

151
ifadesi ise, zât-î hakikati yönünden namazlarımızda her rükûdan kalkarken söylenen (semiallah-u limen hamide) dir. “Ubudet” (Allah-ın fiilidir) hükmü ile kılınan “namaz” (Salât) ın o mertebesi itibariyle ifadesi, Abdin lisânından Hakk, kelâm sıfatıyla (semiallah-u) “Allah işitir” diye ifade etmesidir ve Hakk bu sefer (sem-i) itibariyle duyma-haberdar olma sıfatını ise zatına verir. İşittiği ise (Hamd)dır. Bu “Hamd” ise zat mertebesi itibariyle zâhirden bâtına, halktan Hakk’a olan Zât-ı İlâhînin kendi kendinden, kendine olan hamd-ı’dır. Bu hali de bu kadarla bırakarak yine yolumuza devam edelim.


Bilindiği gibi İbrâhîm (a.s.) ın hayat hikâyesinde ihtilâflı da olsa zor olan imtihanlarından biri de yukarıda belirtilen oğlunu (Kurb’an) etme hadisesidir. Bu kurb’anlık hadisesi ister “İshak” hakkında olsun ister “İsmâîl” hakkında olsun aynıdır yani “veled-i kâlb” hükmündedir. Burada ki kesilmesi gereken ise aslında “veled-i nefs” tir. Ve o gözden çıkarılmıştır ve o fiili işlemek için yapılan teşebbüs geçerli olup yerine koç gönderilmiştir. İşte bu hadise dolayısı ile “veled-i nefs” “veled-i kâlb”e dönüşmüştür. Bir bakıma Hızır (a.s.) ın öldürdüğü bu “veled-i nefs” tir. İşte aynı “veled-i kâlb” ile bu sefer yukarıda bahsedilen Âyet-i Kerîme ile de açık olarak belirtilen “Beyt-ül atiği yeniden inşa etme hadisesi ancak bu “veled-i kâlb” ile mümkün olabilecektir.
Yukarıda bahsedilen Âyet-i kerîme’nin üç halinden

Üçüncüsü ise marifet mertebesi itibarı ile âlemler
152

düzeyinde “Hakikat-i Muhammediyye”nin idrak ve yaşantısını bu mertebesi yönünden bünyesinde bulmasıdır. Demiştik, şimdi bu hali anlamaya çalışalım.


Zât-ı Mutlak nüzülde, Â’ma’iyyet’inden, Ehadiyyet’ ine, oradan Vahidiyyet’ine, oradan Ulûhiyyet’ine, oradan Rahmâniyyet’ine, ki buradan bütün mânâlar âlemlere yayılmağa başlamıştır. Oradan yayılmaya başlayan mânâlar daha sonra Rububiyyet mertebesine nüzül ederek manevi ve lâtif birer kimlik almaya başladılar. Buradan da tenüzzül ile nihayet her varlık kendi mertebesi itibari ile âlem-i mülkte zuhur ederek fiziki birer kimlik sahibi olarak cihan sahnesinde yerlerini aldılar. Bu tenezzül varlıkların tenezzülü olduğu gibi aynı zamanda varlıkları içinde bulunduran âlemlerin de aynı şekilde tenezzülleridir.
İşte bu tenezzül, yani iniş ve yayılış, neticelen dikten sonra, bu halin birde dönüşü olacaktır. Bu dönüşün ismi “uruc” yükselmedir. Âdemiyet mertebesi ve zamanında başlayan “uruc” yavaş, yavaş yükselme kaydederken, insânların yükselişi gibi âlemlerinde kendi mertebeleri düzeyinden mânâları itibari ile geriye doğru çekilmeleri yani yükselmeleri vardır.
İşte bu mertebe insân oğlunun “İbrâhîmiyyet” mertebesinde kendini bulması “hullet” giyinmesi gibi, aynı zamanda âlemlerin de bu “hullet” elbisesini tekrardan semâvat ve arzda giyme, giyinme mertebesidir, diyebiliriz.
Bu hali de kısaca böyle özetledikten sonra, yavaş, yavaş “Beyt-ül atik”in yeniden yapılışını seyre gidelim.

153


Yukarıda da belirtildiği gibi “beyt-ül atik-eski ev”in yeri bulunmuş temelleri ortaya çıkmış “kâide” duvarlarının ana dayanaklarının yapılması gerekiyordu. Şimdi o devreye gidelim veya o devreyi hayalen bu zamâna getirelim her ikiside olur aynı şeydir. Ortada sadece temelleri yapılı bir yapı vardır, bu temellerin üzerine tekrardan o zamanki hakikat-i üzere “Beyt-ül atik-beytullah”ın inşa edilmesi gerekiyordu, bu işe talip ve vazifeli görününen Baba” İbrâhîm” oğul “İsmâîl” vardır. Bunların mânâları yukarıda verilmiş idi. İşte ancak zâhir ve bâtın bu mânâlar tahakkuk etmez ise “beytullah’ın o mertebesi itibari ile inşasının gerçekleşmesi mümkün olamıyacaktır.
Evet etraf inşeat sahasıdır, duvar taşı olmasını bekleyen taşlar vardır bunlar yerlerine uygun hale getirilmektedir. Nihayet duvarlar yavaş, yavaş yükselmektedir. “Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile beraber yükseltiyor,” (idi)

İşte yukarıda da bahsedilen Âyet-i Kerîme bu hali açık olarak ifade etmektedir. Duvarlar yükseldikçe boyları yetmemeye başlamışlardır, bu yüzden “İbrâhîm” usta ayaklarının altına yüksekçe bir taş koyup onun vasıtası ile duvarların seviyelerini daha da yukarılara doğru yükseltmektedirler. Ve bu arada, “şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.” Diye dua ediyorlardı.


Günler geceler böyle geçmekte nihayet “Beyt-ül atik-beytullah”ın yapımı o günün ve zamanının mertebesi itibari ile önde iki köşe iki mertebeli, bu mertebeler “Âdemiyyet” ve “İbrâhîmiyyet” olmak üzere, arkası oval bir yapı olarak tamamlanmış oluyordu.
154
Bu binâ ve mânâsı âlem şumul olduğu gibi bunun “yolcu-sâlik” teki karşılığı da aynı hâl ve mânâ içinde seyr etmesi lâzım gelmektedir. Bu mertebesi itibari ile “İbrâhîm” sâlik, aynı zamanda aklın o mertebede ki temsilcisi. “İsmâîl” ise “muhabbet ve kalbin evlâdı” dır. Salik’in “bedeni-arzı” (Mekke) “beyt-ül atik-beytullah” ın temelleri ile oturduğu yer ise (gönül-Bekke) dir. İşte bu mertebede bu yaşantıların oluşması lâzımdır ki, tabii bunlar ilmi mânâ da olacak yaşantılardır. Hakk yolunda tevhid anlayışında oldukça ileri bir yaşam mertebesidir. Cenâbı Hakk bu mertebenin yolcularına kolaylıklar ve muhabettler ihsân etsin İnşeallah. Amîn.
Bu özet izahlardan sonra tekrar yolumuza devam edelim.








(İz kâle İbrâhîmü rabbic’al heze beleden âminen verzuk ehlehu minssemerati men âmene minhüm billâhi vel yevmil âhiri kâle men kefere feümettiühü kalilen sümme eddarrahu ilâ azabinnâri ve bi’sel masiru)
2/126. “Şunu da zikret ki: İbrâhîm, Rabbim! Burasını

155


bir emin belde kıl, ahalisini Allah'a ve âhiret gününe îman etmiş olanları da meyvelerden rızıklandır, demiştir. Allah Teâlâ da: Kâfir olanı da az bir müddet faydalandırırım, sonra da onu ateş azabına girmeye mecbur kılarım. Ne fena bir gidiş!.. diye buyurmuştur.”
Buranın gerçekten (Emin) belde olması gereklidir, çünkü gelecekte orada “Muhammed-ül Emîn” zuhur edecektir. İşte bizimde gönlümüzde bu makam’ın hazırlanması lâzımdır ki. Gönül hacc’ı nın başlangıcı ve Hakikat-i Muhammediyye ye ulaştıracak yolun açılmış olması lâzım gelecektir.





(Ve ezzin finnâsi bilhaccı ye’tüke ricâlen ve alâ külli dâmirin ye’tîne min külli feccin amîk.)
22/27.” Ve insanlar arasında hacc’ı ilân et, sana yaya olarak ve her bir geniş, uzak yoldan gelen zayıf develer üzerine binmiş olarak geliversinler.”
(Hacc’ı ilân et,) Görüldüğü gibi İnsânlık tarihinde böyle bir olay ilk def’a bu Âyet-i Kerîme ile İbrâhîm (a.s.) ma âmir bir hüküm olarak bildirilmiş ve böylece de genel olarak başlatılmıştır. İşte bu mertebe aynı zamanda gönül Hacc’ı nın da başlangıcı ve Tevhîd-i Ef’âl’in de gereğidir. Bu hale gelmeyen bir kimseye gönül Hacc’ı nın daveti yoktur çünkü bâtınen yaşadığı süre Hacc davetinden evvelki yaşanan hallerin süresidir,

156


belki de Nuh tufanı süresi de olabilir. Ancak zahiren kişi hangi mertebesi itibariyle yaşarsa yaşasın ona da Hacc yolu açıktır ve yaptığı hacc’ı o mertebesi itibariyle zâhiren geçerlidir.
(sana yaya olarak, gelsinler,)
Görüldüğü gibi (Beyt’e) gelsinler denilmiyor sana gelsinler deniliyor ki, çok mânîdar dır. Çünkü zâhir Beyt-i de gönül beytini de bâtının da kuran, yani her iki Beyt-i de hazırlayan kendisidir. Zâhir Beyt yerinde dururken, gezen Beyt ise, gelenlere bunların hakikatini anlatacak ve aktaracak olandır. Yaya olarak gelmek kişinin zâhiren yaptığı bedenî amelleri ile gelmesidir ayrıca lisanen yaptığı zikirleri iledir.
(geniş, uzak yoldan gelen)
Zâhiren, dünyanın her hangi bir yerinden, bâtınen ise, Âdem (a.s.) devresinden başlayan bir eğitim ile tevhid-i Ef’âl mertebesine ulaşılmasıdır. Bunların hepsi geniş ve uzak yollardır.
(zayıf develer üzerine binmiş olarak)
Zâhiren zayıf develer’den kasıt, fakirliktir. Yani imkân darlığıdır, bilindiği gibi aslında orayı ziyaret edenlerin büyük çoğunluğu orta halli insânlardır. Bu yüzden develeri yani imkânları zayıftır, ancak Cenâb-ı Hakk onlara güç, gayret ve kolaylık vermektedir. Bu zayıf imkânlarla gelmektedirler. Develeri şişman olanların ise ağırlıkları fazla olduğundan daha baştan yola çıkamamaktadırlar.

157


Bâtınen ise, Sâlik’in devesi bedenidir ve zâten onu şişmanlatıp semirtmez ihtiyacı kadarını verir böylece nefsinin hizmetine girmesine müsaede etmez. Hareketlerinde daha rahatlık sağlar yol uzakta bile olsa onu yolundan etmez. Ayrıca onun nefsi de zayıflamıştır. Eğer kişinin nefsi zâten şişmansa bu yollara hiç çıkmasına izin vermez.





(Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leke ve min zürriyyetinâ ümmeten müslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tüb aleynâ inneke entettevvabür rahîm.)
2/128. “Ey Rabbimiz! Bir de bizleri sana iki ihlaslı müslüman kıl. Ve zürriyetimizden de senin için bir müslüman ümmet -vücude getir- Ve bizlere haccın usulünü göster, tövbelerimizi de kabul buyur. şüphe yok ki sen tevbeleri kabul edensin, merhametlisin diye de duada bulunuyordu.”
Yukarıda görüldüğü gibi “ihlâs” ı kendilerine mâl etmiyorlar. Ve zürriyyetlerinden de İhlâslı Müslüman bir ümmet, ve o ümmete bir peygamber gerekeceğinden bu talebi dahi yapmış bulunuyorlar ki, bu dua kabul

edilmiş, Peygamber Efendimizde bu duanın içine girmiştir. Bu dua, bizlere kadar ve daha sonralara kadar da uzanacaktır. Ve hakikat-i Muhammediyyenin tevhîd-i

158

Ef’âl mertebesinden başlangıcıdır.


Ayrıca aynı hadiseler kendi varlığımızda ki gönül âlemimizde de faaliyete geçecektir.
(bizlere haccın usûlünü göster,)
Beyt-ül Atik-Eski ev-Beytullah, varlık bulmuş iç ve dış mânâları itibarile faaliyete geçmiştir. Artık orası Tevhîd-i Ef’âl mertebesi itibari ile ziyaret edilecektir. İşte bu husus İnsânlık tarihinde ikinci def’a faaliyyete geçecektir. Bu hadise için de bir bilgi gerekmektedir, İbrâhîm (a.s.) işte bu bilgiyi taleb etmektedir. Cenâb-ı Hakk bu bilgiyi kendisine vermiştir.
Bunlar (1) İhram “niyyet ve telbiye” (2) Sonra tavaf, Kâ’be’nin etrafında dönmek. (3) Sonra sa’y, “Safa ve Merve arasında gidip gelmek. (4) sonra Arafat’ta vakfe, “yani orada bulunmak” (5) Daha sonra traş olmaktır. Bunların bilindiği gibi bâtın halleri de vardır, daha fazla uzamaması için bu kadarla yetinelim.
(sen tevbeleri kabul edensin, merhametlisin)
Tevvâb” ve “Rahîm” (Lügat mânâları ile)

Tevvâb. (1) (Tevbe. den) Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden Allah (C.C.).

(2) Çok tevbe eden.


Rahîm. (Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahm Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kûr'ân-ı

159


Kerîm'de bu isim 220 defa zikredilir.)

(Rahm. dan) Rahmet edici, acıyan, merhamet eden.

(1) (Rehm) Döl yatağı. Çocuğun, içinde yetiştiği ve dişi canlılara mahsus organ.

(2) Karabet, akrabalık. (Mânâlarına gelir.)


Bu esmâları da sadece lügat mânâları ile belirterek ve fazla uzatmamak için yolumuza devam edelim









(Veiz cealnalbeyte mesebeten linnâsi ve emnen vettehızû min makâmi İbrâhîme musallâ ve ahidnâ ilâ İbrâhîme ve İsmâîle en tahhira beytî littâifîne vel âkifîne verrükkeissücûdi.)
2/125. “Ve o vakit de hatırlayınız ki biz Beyti şerifi insânlar için bir sevap yeri ve bir eman yurdu kıldık. Siz de İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri edininiz. Ve biz İbrâhîm'e ve İsmâîl'e kesin emir vermiştik ki: Benim beytimi tavaf edenler için ve orada mücavir bulunanlar için ve rükûa, secdeye varacaklar için tertemiz bulundurunuz.”
(Beyti şerifi insânlar için bir sevap yeri
160
sevap” Lügat mânâsı ile: Doğruluk, Allah (c.c) tarafından mükâfatlandırılan hareket, hayırlı hareket, hayır işleme. Diye ifade edilmektedir.
sevap yeri” ise bunların işlendiği her mahaldir. Bilindiği gibi, (sevab) dinimizde şeriat mertebesinden’ dir. Şeriat-ı Muhammediyye de, (1) den (700) e kadar çıkmaktadır. Ayrıca yine Şeriat-ı Muhammediyye de, son şekli ile binâ edilen Kâ’be-i muazzama da kılınan (1) bir rek’at namazın, diğer yerlerde kılınan namazlara göre (100,000) yüzbin rek’at sevabı vardır. Bu sayı mescid-i Nebevî de (10,000) on bin, mescid’il Aksâ da ise bin, (1,000) rek’attir.
beyt-ül atik” (eski ev) ki, daha henüz “Kâ’be” ismini almamış idi. “Mescid’il Aksâ” ise o da henüz daha inşa edilmediğine göre, o zamanda dünyanın en üst düzey ibadet yeri, “beyt-ül atik” (eski ev) idi, işte bu yüzden bizce, orada kılınan (bir) rek’at namazın sevabı diğer başka yerlerde kılınan namazlara göre, şeriat-ı İbrâhîm üzere muhtemelen (1,000) rek’at idi. Diğer sevablarıda bu hesaba göre sizler kıyaslayın.
Eskiye göre olan kıyasla, Hakikat-i Muhammed-î üzere inşa edilen (4) köşeli (Kâ’be-i muazzama) da bu gün yapılan ibadetlerin savabının ne kadar verimli ve bereketli olduğunu anlamak zor olmayacaktır.
İşte bu hususlar şeriat mertebesinden böyle olduğu gibi hakikat ve marifet mertebelerinden de geçerliliği vardır, bâtın-î mânâda ki kıyası böylece sizler de yapın.

161


(ve bir güven,emniyyet, eman yurdu kıldık.)
Bu dünyanın üstünde iki güvenli ve huzur veren yeri vardır, Çünkü orada “huzur” her an (hâzır) olan Hakk’ın ilâh-î tecellisi iledir. Kişiler bunları bilseler de bilmeseler de böyledir. Birisi zâhiri olan o günün mertebesi itibariyle “Beyt-ül Atik) diğeri ise “İbrâhîm” (a.s.) ın “Halîl” olan gönlüdür. Ondan sonraki devirlerde ise o devrin içinde bulunduğu mertebesi itibariyledir. Muhammediyyet mertebesinde ise bu husus zâhir ve bâtın kemâle ermiştir.
 (Tîn Sûresi 95/3)

(Hezel beledil emîn)

95/3. Ve bu emîn olan beldeye.”


Zât-ı Ulûhiyyet, mertebe-i muhammediyyet hakkı için bu beldeye ve gönül âlemine “kasem-yemin” etmektedir. Mertebe-i İbrâhîmiyye de ise sadece eman yurdu kıldık.)Diye ifade edilmiştir ki arada çok büyük fark vardır.
Zât-ı Mutlakın İlmi İlâhîsinde mevcud olan zât-î Hakikatlerinin meydana çıkması için mertebeleri itibari ile tenezzül ederek cisimler halinde ve özlerinde mânâlarını zuhura getirmiştir. İşte eski devirlerde “Beyt-ül atik” son devirde ise “Beytullah-Kâ’be-i muazzama” Vücûd-u mutlakın “Hüvvet-i itibari ile zuhura çıkmasıdır. İşte yukarıda ki ”eman ve yemin” Beytullah-ın bu hakikatinedir, yoksa taşlarına değildir. Cenâb-ı Hakk’ın yemin ettiği bir şey de kendinden
162

başka bir şey yoktur. Çünkü yemin edilen şey en az

yemin eden kadar değerli olmalıdır ki, değeri olsun, yoksa yemin edilen yemin edenden daha değersiz olursa o yeminin fazla değeri ve kıymeti olmaz, Cenâb-ı Hakk için de böyle bir şey söz konusu değildir. Eğer bir yerde yemin varsa onu iyi anlamak bizlere düşmektedir. Sûre-i Şerifin başında yemin edilen “İncir” de aynı şekildedir. Zâhiren incir yemişi bâtınen ise “vahdette kesret” anlayışı olarak bütün âlemleri kapsamaktadır.
İnsân-ı Kâmilin gönlü de dünyanın en emin yeridir kim onun içine girerse her şeyden emîn olur çünkü oranın sahibi Hakktır, gönle ve beyt-e giren kimse Hakk’ın evinin ehli olur ve orada ikâmet etmeye başlar oranın düzenini öğrendikten sonra da “Ehlûllah-Allah ehli” “zat ehli” olur. Âlemlerde bundan daha emin bir yer-belde yoktur. Bu hususta şöyle denmiştir. (Ya bir gönül ol, ya da bir gönüle gir.) Bunun dışında kalma hayal ve vehim vadîlerinde helâk olursun.
(Beyt-ül Atik’ in Kâ’be-i Muazzama-Beyt-ül Ha ram)a döndürülmesinin evreleri’ni “Sûre-i Fetih” isminde ki kitabımızda belirtmiş idik, daha çok bilgi oradan bakılabilir.
Siz de İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri edininiz.”
Bu Âyet-i Kerîme’nin ifade ettiği mânâyı çok iyi düşünmemiz lâzım gekmektedir. Görüldüğü gibi içinde “Makam-ı İbrâhîm” de namaz kılnız hükmü olduğu gibi açık olarakta ayrıca orada bir namaz yeri edininiz, yâni
163

namaz yerine sahib olunuz orası da sizin, İbrâhîmiyyet mertebesi itibariyle makamınız olsun. Hükmünde sadece bir tavsiye değil, aynı zamanda bir emirdir.


Bu âlemde İlâh-î tecelliye mahal iki makam vardır bunların biri, “İnsân” şehrinde, gönül kâ’be’si, diğeri ise “Mekke” şehrinde, eski ismi ile “Beyt-ül Atik” daha sonraki ismi ile “Kâ’be-i Muazzama”dır. Bunların her ikisinde de iki makam mevcuttur hattâ bütün makamlar mevcuttur. Ancak İbrâhimiyyet zamanında ki “Beyt-ül Atik”te o zamana kadar gelen iki makam vardır biri “Beyt-ül Atik” in o zamanın tecelli mertebesi ile. hullet sahibi makam-ı “İbrâhîmiyyet” in tecelli yeri olan taş ve taşın bulunduğu yerdir. İşte ancak bu makâm-ı İbrâhîmiyyetten Hakk’ın zâtına yol vardır, buda (isr-gece yürümek”tir.
İşte kişinin gönül âleminde , o zamanın mertebesi tecellisine göre İbrâhimiyyet “hullet-tahallül” hakikati nin yaşanması ve ona sahip olunması bâtınen orada “namaz yeri edinilmesi” dir ki kişinin şahsına aittir, çünkü kendi ürettiği “makâm-ı İbrâhîmiyyet-i” dir.
Diğeri ise Âyet-i Kerîmenin bahsettiği. Devri İbrâhîmî de yaşanan “Beyt-ül Atik” içinde bulunan makâm-ı İbrâhîm de veya arkasında bir namaz vakti süresince o kadar “namaz yeri edinilmesi” dir. Orada ki sâhiplik süresi o kadardır, çünkü orda kişi misâfirdir, arkadan başka misafirler de gelecektir onlara yer açmak için orası fazla meşgul edilmemesi gerekmek tedir.
“Beyt-ül Atik” in “Kâ’be-i Muazzama” ya dönüşme-

164


sin den sonra ise gerek gönül kâ’be’si gerek orasının hükümleri tamamen değişmiş ve bütün mertebeleri “Hakikat-i Muhammed-î” hükmüyle bünyesinde toplamıştır.
Benim beytimi tavaf edenler için”
Bilindiği gibi yedi “şavt” yâni beyt’in etrafında, Hacer-ul esved’in köşesinden başlayarak tekrar orada tamamlanan yedi dönüştür, buna ise bir tavaf denmek tedir. (benim beytimi) demek zâtımın “tavafı” demektir. Bu tavafın değişik mertebelerden değişik mânâlarda tatbikat-ı vardır. O gün itibari ile İbrâhîmiyyet merte-besinden yapılan tavaf “Esmâ-Hullet” mertebesinden olan tavaf’tır. Muhammediyyet mertebesinin zat-î tavafına benzemez.
ve orada mücavir bulunanlar için”
Mücavir, civarda-yakında kalanlar demektir. Uzaktan gelen Hacc ve Umre misâfirlerinin kaldıklar yerlerden Beyt’e daha kolay ulaşabilmeleri için oldukça yakın yerlerde kalmak istemektedirler. Bu yüzden onlara mücavir denir. Gerçi yakın muhitlerde devamlı oturanlar da mücavir sayılır ancak mukimdirler Âyet-i Kerîme dışardan gelenler için bahsetmektedir.
Ve rükûa, secdeye varacaklar için tertemiz bulundurunuz.”
Rükû ve secde, İbrâhîmiyyet mertebesi itibari ile Esmâ-Hullet mertebsindendir. Muhammediyyet
165

mertebesinin fenâ ve bakâ hallerine benzemez. İşte

ziyarete gelenlerin bütün bu görevlerini hakkıyla yapabilmeleri için “Beyt’i mi” temiz tutun diye ikaz edilmişlerdir. Onlar da ellerinden geleni yapmışlardır. Zâhir de böyle olduğu gibi bâtında da böyledir. Aynı şekilde gönül beytinin de temiz tutulması lâzım gelmektedir. Çünkü oranın tek hatırlı bir misâfir ve ziyaretçisi vardır o da Hakk’ın kendisidir.
Muhammediyyet mertebesinde ise gönül, (Arşı Rahmân) dır. Zât ve sıfat mertebeleri itibari ile “Arş” Esmâ ve ef’âl mertebeleri itibari ile “Kürsî” dir. Bunların mutlaka temiz tutulması yâni oraya benlik ve beşeriyyet duyguları girmemelidir. Bu hususta benzer diğer bir Âyet-i Kerîme’ye de göz atalım.







Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə