Fransızca'dan çeviren: Bekir Karaoğlu



Yüklə 421,15 Kb.
səhifə1/9
tarix18.06.2018
ölçüsü421,15 Kb.
#49746
  1   2   3   4   5   6   7   8   9

VOLTAIRE

SADIK
SAFDİL

 

Fransızca'dan çeviren:



Bekir Karaoğlu

 

"Düşüncelerinize katılmıyorum; fakat onları söyleme hakkınızı sonuna kadar savunacağım."



Voltaire

 

 



 

"Hiç bir zaman anlayamayacağım düşünceleri bana kabul ettirdiği için onu asla bağışlamayacağım."    

İmparatoriçe Eugenie

 

 



 

"Bu adamı kimse susturamayacak mı?"                

Kral XV. Louis

 

 



 

 

VOLTAIRE ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ



 

Yapıtları 18. yüzyıl Avrupası'nın siyasa, felsefe ve ekin alanlarına damgasını vuran Voltaire (1694-1778) fırtınalı yaşamı boyunca, hoşgörüsüzlük, bağnazlık, adaletsizlik ve diktatörlüğe karşı savaşım vermiştir.

Voltaire'in 300. doğum yılı 1994 yılında Avrupa'nın tüm müze ve kitaplıklarında kutlandı. Bu yıldönümüne bağlı olarak Oxford Üniversitesi tarafından başlatılmış olan Toplu Yapıtları dizisinin 150 ciltten oluşması beklenmektedir!

 

YAŞAMI



 

Asıl adı François-Marie Arouet olan Voltaire 1694 yılında Paris'te doğdu. Cizvit papazlarınca eğitildi, 16 yaşında okulu bırakıp Paris'teki sanat ve yazın çevreleriyle tanıştı. 1917'de yazdığı hükümeti eleştiren bir taşlama nedeniyle Bastille tutukevine kapatıldı. Burada kaldığı 11 ay içinde ilk tiyatro yapıtı olan "Oedipe"i yazdı.

Daha sonra baskıların sürmesi üzerine sürgün olarak 3 yıl İngiltere'de yaşadı. Paris'e döndükten sonra İngiltere'deki demokrasi anlayışını öven "İngiltere Mektupları" adlı bir yapıt yazdı. Kitabın hükümeti eleştirdiği yargısına varılınca yine Paris'ten kaçmak zorunda kaldı. Uzun yıllar birlikte yaşayacağı Chatelet Markizi'nin Lorraine bölgesindeki şatosuna sığındı.

1749 yılında markizin ölümü üzerine Prusya Kralı II. Frederik'in çağrısını kabul ederek Potsdam'daki Prusya sarayına konuk oldu. Burada ancak iki yıl kalabildi, kralla anlaşamayınca Berlin'den ayrıldı.

Voltaire sonunda İsviçre-Fransa sınırında "Ferney" çiftliğini satın alıp yerleşti (1753). Burada bir yandan ipekböcekçiliği ve saatçilikle uğraşırken, diğer yandan en yoğun yazarlık dönemini yaşadı.

Voltaire'in yaşamı ve yapıtları hoşgörüsüzlük, bağnazlık, adaletsizlik ve diktatörlük karşıtı bir anıt gibidir. Çağının en önemli toplumsal, siyasal ve hukuksal olayları üzerine sesini yükseltti, Avrupa'da düşüncenin egemeni oldu, ileri gelen devlet adamlarıyla yazıştı. Ünlü "Ansiklopedi"ye katkıda bulundu.

Ölümünden kısa süre önce Paris'e çağırıldı. Yıllarca krallar ve hükümetler tarafından başkente girmesine izin verilmeyen 83 yaşındaki Voltaire halk tarafından ulusal bir kahraman gibi coşkuyla karşılandı. Üç ay sonra 30 Mayıs 1778'de Paris'te öldü. Mezarı daha sonra Pantheon'da Rousseau'nun yanına taşındı.

 

YAPITLARI



 

Voltaire fırtınalı yaşamından beklenmeyecek kadar çok sayıda yapıt vermiştir. Yapıtları çok değişik türlerdedir: Şiir, tiyatro, tarih, öykü, roman, makale, bilimsel ve felsefi deneme, ansiklopedi maddeleri, vb... Yalnızca tiyatro dalında 52 oyunu vardır. Bunların arasında "Oedipe" (1718), "Brutus" (1730) ve "Zaire" (1732) sayılabilir. Tarih kitapları arasında "XII. Charles'ın Tarihi", "XIV. Louis Çağı" (1751),  "Büyük Petro Çağında Rusya Tarihi" (1759) önemlidir. Ayrıca, yazınsal değer taşıyan 18.000 adet mektup bırakmıştır.

Çağının önemli olaylarını taşlamak için yazdığı roman ve öyküler daha kalıcı olmuştur. Günümüzde en çok okunan yapıtları da bunlardır. Bunlar arasında en bilineni "Candide" (1759) o çağda Pope ve Leibniz'in "her şey olması gerektiği gibi güzel" felsefesini alaya almak için yazılmıştır. Diğer uzun öykülerinden, bir ara saray tarihçisi olarak görev yaptıktan sonra krallara öğüt vermek amacıyla yazdığı "Zadig" (1747) özyaşamsal bölümler içerir. O çağdaki siyasal yozlaşmayı eleştirmek için de, gerçek bir öyküden yola çıkarak "Safdil" (1767) adlı yapıtını kaleme almıştır.

Diğer uzun öyküleri arasında, töreleri eleştirmek için yazdığı "Babil Prensesi" (1768), rüşvet ve gelir dağılımı dengesizliğini eleştirmek için yazdığı "Kırk Liralık Adam" (1768) ve kozmik ölçekte insanın küçüklüğünü vurgulayan "Micromegas"  (1752) da sayılabilir.

 

 

 



 

SADIK yahut  ALINYAZISI

 

Bir Doğu Masalı



(Zadig, 1747)

 

 



 

 

 



 

 

SADIK ÖYKÜSÜNÜN ŞERİA SULTAN'A ADANMASI



 

Hicretin 837. yılında Şevval ayının 18. günü,

 

Kirpiklerin büyücüsü, yüreklerin coşturucusu ve aklın ışığı; ayaklarınızın tozunu öpeyim demiyorum çünkü siz artık ya yürümüyor ya da İran halıları veya güller üzerinde geziniyorsunuzdur. Size eski bir bilge kişinin, hiçbir iş yapmadan yaşayabilme mutluluğuna eriştikten sonra, keyif için yazmış olduğu SADIK öyküsünün çevirisini sunuyorum. Bu öyle bir yapıt ki söylediğinden çok daha fazlasını anlatıyor. Okuyup karar vermenizi diliyorum; çünkü her ne kadar güzelliğiniz ve ona renk katan yeteneklerinizle sağduyulu davranmama hakkınız elbet varsa da, yaşamınızın baharında olmanıza karşın bilge bir akla ve ince bir zevke sahipsiniz; sizin çok kez ince uzun sakallı dervişlerden çok daha akıllı sözlerinize tanık oldum. Anlayışlısınız, ağzınız da sıkı; zayıf olmadan yumuşak olabiliyorsunuz; iyiliği yaparken ayrımcısınız; dostlarınızı seviyor ve düşman yaratmıyorsunuz. Güzel aklınızı kullanırken, çok kolay yapabileceğiniz halde, kötülük tohumları ekmiyorsunuz. Özetle, aklınızın güzelliğiniz kadar saf, biraz da felsefeye eğiliminiz olduğu yargısına vardığım için bilge bir yazarın bu kitabından zevk alacağınızı düşünüyorum.



Kitap sizin ve benim bilmediğimiz Keldani dilinde yazılmış. Önce, şanlı Sultan Uluğ Bey'i eğlendirmek için Arapçaya çevrildi. Bu, Arap ve Acemlerin Binbir Gece Masallarını yazmaya başladıkları zamanlara raslar. Uluğ Bey Sadık öyküsünü, hanım sultanlar da Binbir Gece'yi okumayı yeğliyorlardı. "Hiçbir şey anlatmayan ve bir mantığı olmayan bu öyküleri nasıl sevebilirsiniz?" diye sorardı Uluğ Bey; "Biz de zaten bunun için seviyoruz," diye yanıtlardı hanım sultanlar.

Sizin o  hanım  sultanlara  benzemeyeceğinizi ve bir Uluğ Bey olacağınızı düşünerek mutlu oluyorum. Belki bir gün, Binbir Gece'den pek farkı olmayan sudan söyleşilerden sıkıldığınızda, sizinle akıl üzerine konuşma fırsatımız olur. Siz, İskender zamanındaki Thalestris, Süleyman zamanındaki Saba Melikesi olsaydınız, yollara düşenler bu krallar olurdu.

Göklere yakarıyorum: zevkleriniz katıksız, güzelliğiniz kalıcı ve mutluluğunuz sonsuz olsun.

SADİ


 

 

 



TEK GÖZLÜ ADAM

 

Melik Moabdar zamanında Babil'de Sadık adında zengin ve eğitim görmüş bir genç adam yaşardı. Zengin ve genç olmasına karşın duygularına gem vurmasını ve büyüklenmemeyi bilen bu adam her zaman haklı olmaya çalışmıyor ve insanların zayıf yanlarına saygı gösterebiliyordu. İnsanlar ona şaşıyordu, çünkü zekâ ve ekin düzeyi elvermesine karşın, bilisiz yargılara, belirsiz sözlere, kaba şakalara ve o zamanlar Babil'de söyleşi adı altında yapılan kuru gürültüye Sadık hiç tepki göstermezdi. Zerdüşt'ün birinci kitabından öğrenmişti: büyüklenme, iğne batırınca fırtınalar çıkaran hava dolu bir tuluma benzer. En önemlisi, Sadık kadınları aşağı görmek ve onları baskı altında tutmakla övünmüyordu. Eli açıktı; iyilik bilmezlere de vermekten korkmuyordu, çünkü yine Zerdüşt'ün öğretisine göre davranıyordu: Seni ısıracak olsalar bile, sen yerken köpeklere de yedir. Bilge kişilerle bir arada olmaya çalıştığı için, onlar kadar bilge sayılırdı. Doğa konusunda Keldanilerden kalan fizik ilkelerini biliyordu, metafizik konusundaysa tüm zamanlarda herkesin bildiğini, yani pek az şey öğrenmişti. O zamanlar geçerli olan düşüncenin tersine, bir yılın üç yüz altmış beş gün altı saat olduğuna ve dünyanın güneş çevresinde döndüğüne inanıyordu. Kentin ileri gelenleri ona kötü düşünceler taşıdığını, yılın on iki ay olduğuna ve güneşin merkezde olduğuna inanmakla devlete düşmanlık ettiğini söylediklerinde o, öfkelenmeden ve büyüklenmeksizin susuyordu.

Böylece Sadık, zenginliğine, dostlarına, sağlığına, sevimli yüzüne, ılımlı ve akılcı düşüncesine, içten ve soylu yüreğine güvenerek mutlu olabileceğine inandı. Babil'de güzelliği, soyluluğu ve servetiyle ünlü Samira ile nişanlandı. Ona erdemli bir sevgiyle bağlıydı; Samira ise Sadık'ı tutkuyla seviyordu. Evleneceklerine yakın bir gün, Fırat kıyılarında palmiyelerle süslü Babil kapılarından birinin yakınlarında kol kola gezinirken, kılıç ve oklarla kuşanmış bir öbek adamın yaklaştığını gördüler. Bunlar, vezirlerden birinin yeğeni olan Orcan'ın adamlarıydı. Kendi dalkavuklarınca her şeyi yapabileceğine inandırılmış olan Orcan, Sadık'ın tersine, erdemden ve incelikten nasibini alamamış bir adamdı. Kendini o kadar beğenirdi ki, Samira'nın kendisini seçmemiş olmasından duyduğu kıskançlığı Samira'ya karşı beslediği bir sevgi sanıyordu. Adamlarına onu kaçırmalarını söylemişti. Adamlar Samira'yı yakalamak istediler; çıkan kargaşada Samira'yı yaraladılar ve sevgilisinin kanını akıttılar. Kızın çığlıkları gökleri sarsıyordu: "Sevgilim! Beni sevdiğimden ayırıyorlar!" Kendi karşılaştığı tehlikeyi umursamadan sevgilisi Sadık'ı düşünüyordu. Bu arada Sadık onuru ve aşkının verdiği güçle genç kızı savunuyordu. İki kölesinin yardımıyla saldırganları kaçmaya zorladı; sonra baygın ve yaralı Samira'yı evine götürdü. Genç kız gözlerini açtığında kurtarıcısını gördü: "Ey Sadık! Seni kocam olarak seviyordum; şimdi yaşam ve namusumun kurtarıcısı olarak seviyorum." Hiçbir yürek Samira'nınki kadar duygulanamaz, hiçbir ağız en büyük iyiliklerin ve en namuslu sevginin esinlediği duyguları bu kadar dokunaklı söyleyemezdi. Samira'nın yarası hafifti, kısa sürede iyileşti. Sadık daha kötü yaralanmıştı; gözünün kıyısına gelen bir ok, derin bir yara açmıştı. Samira sevgilisinin iyileşmesi için sürekli yakarıyordu. Gece gündüz gözleri yaşlı, Sadık'ın gözünün iyileşeceği günü bekliyordu. Fakat, yaralı gözde çıkan bir çıban durumu ciddileştirdi. Memfis'te büyük hekim Hermes'e haberciler gönderildi. Hekim kalabalık yardımcılarıyla geldi, hastayı inceledi ve gözünü yitireceğini söyledi. Üstelik bu yıkımın ne zaman olacağını da belirtti: "Eğer sağ göz olsaydı kurtarabilirdim; ancak, sol göz yaralarını iyileştirmek olanaksızdır." Tüm Babil halkı, Sadık'ın yazgısına üzülürken Hermes'in bilgisine de hayran kaldı. İki gün sonra çıban kendiliğinden patladı; Sadık tümüyle iyileşti. Hermes, niçin iyileşmemesi gerektiğini kanıtlayan bir kitap yazdı. Sadık bu kitabı okumadı; dışarı çıkacak duruma gelince, mutluluğunun kaynağı ve gözleriyle bakmaya değer gördüğü tek şey olan sevgilisini ziyaret etmek için hazırlandı. Samira üç gündür kent dışındaydı. Sadık yoldayken bu hanımın tek gözlülerden nefret ettiğini ve aynı gece Orcan'la evlendiğini öğrendi. Bu haberi işiten Sadık bayıldı; acısı onu ölümün eşiğine getirdi, uzun süre hasta yattı. Sonunda aklı acısına üstün geldi; hatta duyduğu iğrenmeyle avunmasını bildi.

"Madem ki saray eğitimi görmüş bu soylu hanımın alçakça bir kaprisiyle karşılaştım, öyleyse bir halk kızıyla evleneyim." dedi. Kentin en olgun ve iyi yetiştirilmiş kızı olan Azora'yı seçti. Onunla evlendi ve bir ay süreyle mutlu bir yaşam sürdüler. Fakat Sadık karısında biraz hafiflik sezer gibi oldu; Azora en akıllı ve erdemli gençlerin en iyi giyinenler olduğuna inanıyordu.

 

BURUN


 

Azora bir gün gezintiden eve öfkeyle döndü: Sadık ona "Sizi böyle kızdıran nedir, sevgili eşim?" diye sordu. Karısı "Benim tanık olduğum olayı siz de görseniz çok kızardınız," dedi, "Bir süre önce genç kocasını yitiren Hüsrev'e baş sağlığına gitmiştim. Bu kadın kocası için ırmak kıyısında bir mezar yaptırmıştı. Tanrılara yakarılarında, ırmak burada aktıkça kocasının mezarı başında olacağına söz veriyordu." Sadık, "İşte kocasını gerçekten sevmiş olan saygıdeğer bir kadın!" deyince, Azora "İyi ama, ben gittiğimde ne yapıyordu, biliyor musunuz?" dedi, "Irmağın yatağını değiştirmeye uğraşıyordu!" Azora genç dula verdi veriştirdi ama, bu erdem ve namus gösterisi Sadık'ın pek hoşuna gitmedi.

Sadık'ın Kadir adında bir arkadaşı vardı; Azora bu arkadaşının ötekilerden daha dürüst ve akıllı olduğunu söylerdi. Sadık karısının bağlılığını denemek için bu arkadaşıyla bir plan yaptı ve ağzını sıkı tutması için ona büyük bir armağan verdi. Azora kent dışında bir arkadaşını iki günlük bir ziyaretten döndüğünde hizmetçiler, kocasının ansızın öldüğünü, ona bu acı haberi iletmeye cesaret edemediklerini ve Sadık'ı bahçedeki atalarının mezarının yanına gömdüklerini söylediler. Genç kadın ağladı, saçını başını yoldu, ölmek istediğini haykırdı. Akşam üzeri Kadir geldi ve onunla birlikte ağladı. Ertesi gün biraz daha ağladılar ve birlikte öğle yemeği yediler. Kadir ona, arkadaşının mirasının büyük bölümünü kendisine bıraktığını ve isterse bu serveti onunla paylaşmaktan mutlu olacağını söyledi. Genç kadın ağladı, öfkelendi, sonra yumuşadı. Akşam yemeği öğlenkinden daha uzun sürdü; konuşmaları daha içten oldu. Azora öleni övdü, ancak birçok eksiği olduğunu, Kadir'de bu eksiklerin olmadığını söyledi.

Yemek ortasında Kadir şiddetli bir karın ağrısına tutuldu; telaşa kapılan genç kadın tüm kokularını getirterek karın ağrısına iyi gelen birini denemek istedi. Büyük hekim Hermes'in Babil'de olmayışından yakınarak, Kadir'in ağrıyan yerine eliyle dokundu: "Çok canınız yanıyor mu?" diye sordu. Kadir ona "Bazan ölecekmişim gibi oluyor," dedi "Ama bana iyi gelen bir ilaç var: Yeni ölmüş bir adamın burnunu ağrıyan yerime sürmek." "Ne tuhaf bir ilaç bu?" dedi Azora. "Arnou Efendi'nin inmelere karşı önerdiği keselerden (1) daha tuhaf değil." dedi Kadir. Bu gerekçeye genç adamın akıllı oluşunu da ekleyen genç kadın kararını verdi: "Rahmetli kocam yarın Sırat köprüsünden geçerken, burnu biraz kısa olsa Azrail ona daha mı az yol verecektir?" diye düşündü. Azora bir bıçak alıp kocasının mezarına gitti; önce biraz ağladı sonra boylu boyunca yatan Sadık'ın burnunu kesmek için yaklaştı. Sadık doğruldu ve bir eliyle burnunu tutarken ötekiyle bıçağı aldı: "Hanım, Hüsrev kadını eleştirmeyin," dedi. "Burun kesmenin bir ırmağın yatağını değiştirmeden ne ayrımı vardır?"

 

KÖPEK VE AT



 

Sadık, Zind kitabında yazıldığı gibi, evliliğin ilk ayının balayı, ikincisinin de zehir ayı olduğunu anladı. Bir süre sonra, birlikte yaşamak zorlaşınca, Azora'yı boşadı ve mutluluğu doğayı incelemekte aradı. "Tanrı''nın gözümüzün önünde açtığı bu büyük kitabı okuyan bir filozof kimbilir ne kadar mutludur," diyordu. "Bulduğu gerçekler onun olur; ruhunu besler ve yüceltir; erinçle yaşar; insanlardan korkmaz; sevgili eşi burnunu kesmeye gelmez."

Bu düşüncelerle dolu olarak, Fırat kıyısında bir kır evine çekildi. Orada, köprü kemerleri altından bir saniyede ne kadar su aktığını incelemedi ya da fare ayında yağan yağmurun koyun ayındakinden ne kadar fazla olduğunu merak etmedi. Örümcek ağlarından ipek, kırık şişelerden porselen yapmayı denemedi; fakat özellikle hayvan ve bitkileri inceledi. Kısa zamanda o kadar şey öğrendi ki öteki insanların bakıp da göremediği yerde binlerce ayrıntı görebiliyordu.

Bir gün korulukta gezerken, melikenin harem ağasının telaşla ve peşinde birçok görevliyle koşuştuğunu gördü. Hepsi de en değerli şeyini yitirmiş gibi oraya buraya koşuyorlardı. Haremağası Sadık'a sordu: "Delikanlı, melikenin köpeğini gördün mü?" Sadık usulca yanıtladı: "Bu, dişi bir köpekti, değil mi?" Haremağası "Haklısınız," dedi. Sadık "Küçük boylu, kısa süre önce yavrulamış, kulakları çok uzun ve ön sol ayağı hafifçe topal bir tazı köpeği," deyince haremağası heyecanla "Demek onu gördünüz!" dedi. "Hayır," dedi Sadık, "bu köpeği görmedim, ayrıca melikenin köpeği olduğunu da bilmiyordum."

Yazgının bir raslantısı olarak, aynı sıralarda melikin ahırındaki en güzel at Babil ovasında seyislerin elinden kaçmıştı. Başseyis ve diğer görevliler, harem ağasının köpeğin ardından koştuğu telaşla, atın peşindeydiler. Başseyis Sadık'a raslayınca melikin atını görüp görmediğini sordu. Sadık "Bu, çok hızlı koşan, boyu beş ayak, nalları küçük, kuyruğu üç buçuk ayak boyunda bir at. Koşumlarında yirmi iki kırat altından yapılmış düğmeleri, gümüşten nalları var, değil mi?" deyince baş seyis: "Ne yana gitti," diye sordu. Sadık yanıt verdi : "Atı görmedim, var olduğunu da bilmiyordum."

Başseyis ve harem ağası Sadık'ın melikin atını ve melikenin köpeğini çaldığından emin oldular ve onu yakalayıp kadılar kuruluna götürdüler. Sadık falakaya ve ömrünün kalan bölümünü Sibirya'da sürdürmeye mahkûm oldu. Karar henüz okunmuştu ki atın ve köpeğin bulunduğu haberi geldi. Kadılar kararı değiştirmek zorunda kaldılar; ama bu kez, atı ve köpeği görmediğini söylediği için dört yüz altın ödemeye yargılandı. Ancak bu cezayı ödedikten sonra Sadık'ın kendini savunmasına izin verdiler. O da şöyle konuştu:

"Kurşun gibi ağır, demir gibi sert, elmas gibi parlak ve altın gibi saf olan siz adalet yıldızları, bilim denizleri, gerçeğin aynaları! Bu yüce kurul önünde konuşmama izin verildiğine göre, Orosmade adına ant içerim ki melikenin saygıdeğer köpeğini de, melikin kutsal atını da görmüş değilim. Korulukta gezerken harem ağası ve başseyisle karşılaştım. Yerde bir hayvanın izleri vardı ve bunların bir köpeğin ayak izleri olduğunu anladım. Kumdaki ayak izlerinin arasındaki çizgiler memelerinin büyümüş olduğunu ve onun kısa süre önce yavrulamış dişi bir köpek olduğunu gösteriyordu. Ön ayak izlerine yakın daha değişik izler köpeğin uzun kulakları olduğuna işaret ediyordu. Ayak izlerinden biri diğer üçüne göre daha belirsiz olduğu için de bir ayağının topal olması gerekiyordu."

"Melikin atına gelince, koruda dolaşırken at izlerine rasladım. Ayak izleri eşit aralıklıydı; düzgün koşan bir atın izleriydi bunlar. Yedi ayak genişliğindeki yolun kıyısında ağaçların tozu çok az süpürülmüştü; buradan atın kuyruğunun üç buçuk ayak uzunluğunda olduğu sonucuna vardım. Ağaçların beş ayak yükseklikte bir geçit oluşturduğu kapalı bir yerde yeni düşmüş yapraklar gördüm; buradan atın beş ayak boyunda olabileceğini düşündüm. Yolda mihenk taşından olduğunu bildiğim bir taşta altın izleri vardı; ölçünce atın koşumlarında yirmi iki ayar altın düğmeler olduğunu anladım. Sonunda, çakıl taşlarındaki nal izlerinde gümüş olduğunu gördüm."

Tüm kadılar Sadık'ın derin bilgisine hayran kaldılar. Bu haber melikin sarayına ulaştı. Selamlıkta, haremde ve divanda herkes bunu konuşur oldu. Bazı bilginler Sadık'ın cadılıktan yakılması gerektiğini söyledilerse de, melik dört yüz altının Sadık'a geri verilmesini buyurdu. Mahkeme görevlisi ve yazmanlar resmi giysileriyle Sadık'ın evine altınları getirdiler. Ancak, üç yüz doksan sekiz altını mahkeme gideri olarak alıkoydular ve hizmetliler de bahşiş istediler.

Sadık fazla bilgili olmanın bazan tehlikeli olabileceğini gördü ve bundan sonra her gördüğünü söylememeye karar verdi.

Böyle bir fırsat kısa sürede çıktı. Hapishaneden kaçan bir tutuklu Sadık'ın penceresinin önünden geçmişti. Sadık'a sorduklarında yanıt vermedi; ancak pencereden baktığını kanıtladılar. Bu suç için beş yüz altın ceza verdiklerinde, Babil göreneklerine göre, kadılara teşekkür etti. Sonra kendi kendine söylendi: "Tanrı'm, melikenin köpeğinin ve melikin atının geçmiş olduğu ormanda gezmek de tehlikeli, pencereden bakmak da! Bu dünyada mutlu olmak ne kadar zormuş!"

 

 



 

KISKANÇ


 

Sadık yazgının sıkıntıları içinde avunmak için çareyi felsefede ve dostlukta aradı. Babil'in kıyı mahallelerinden birinde ev tutup, dürüst ve bilge bir adama yakışan tüm sanat ve eğlencelerle donattı. Sabahları kitaplığı tüm bilim adamlarına, akşamları sofrası tüm dostlara açıktı. Ama bilim adamlarının ne kadar tehlikeli olabileceğini kısa sürede anladı. Anka kuşu yemeyi yasaklayan Zerdüşt'ün bir yasası üzerinde tartışma çıktı. "Böyle bir kuş olmadığına göre onu nasıl savunabileceğiz?" diyordu bir bölüm bilgin. Diğer bir bölümü de "Zerdüşt yenmemesini söylediğine göre var olmalı," diyorlardı. Sadık onları uzlaştırmaya çalıştı: "Anka kuşu varsa yemeyelim, yoksa zaten yiyemeyiz; böylece Zerdüşt'e saygımız sürer."

Anka kuşu üzerine on üç cilt yapıt yazmış olan bir bilgin hemen koşup, Keldanilerin en aptalı ve dolayısıyla en bağnazı olan başrahip Yebor'a Sadık'ı şikâyet etti. Bu adam Güneş tanrısının onuru için Sadık'ı kazığa geçirip bir yandan da keyifle Zerdüşt'ün ayetlerini mırıldanabilme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Sadık'ın arkadaşı Kadir gidip yaşlı Yebor'u buldu: "Güneş ve Anka kuşlarına selam olsun! Sakın ola Sadık'ı cezalandırmayın; o bir azizdir. Bahçedeki kümesinde anka kuşları besliyor ve hiçbirini yemiyor. Onu suçlayan adamsa dinsizdir; tavşanların toynak ayaklı olduğunu ve yenebileceklerini söylüyor." Yebor dazlak kafasını sallayarak yanıtladı: "Öyleyse, Sadık'ı anka kuşu hakkındaki kötü düşüncelerinden, diğerini de tavşanlar hakkındaki kötü sözlerinden dolayı kazığa vurmak gerekir."

Kadir, daha önce bir çocuk peydahladığı ve rahipler okulunda çok aranan saray nedimesi bir kadını Yebor'a gönderip olayı yatıştırdı. Kimse kazığa geçirilmedi ama birçok bilim adamı Babil'de ahlakın düştüğünü mırıldanır oldular. Sadık içini çekti: "Mutluluk nasıl bulunur? Bu dünyada var olmayan bir şey için bile bunca sıkıntı çektiriyorlar adama." Bilginlere ilendi ve bir daha yalnızca iyi insanlarla bir arada olmaya karar verdi.

Babil'in en dürüst adamları ve en düzeyli kadınları için evinde çağrılar düzenledi. Zevkle hazırlanmış yemeklerden önce konserler dinleniyor, yapılan söyleşilerde insanların kendilerini beğenmiş konuşmalarıyla bu aydın topluluğu bozmasına izin verilmiyordu. Ne dostlarının, ne de yemeklerin seçimi gösteriş için yapılmıştı; her şeyin olduğu gibi görünmesine özen gösteriyor ve böylece gerçek beğeniye erişiyordu.

Karşı evde Arimaze adında, ruhu da yüzü gibi çirkin bir adam oturuyordu. Büyüklenme ve kıskançlık dolu olan bu sıkıcı adam yaşamda başarılı olamadığı için kötülük tohumları ekerek öcünü alıyordu. O kadar zengin olduğu halde evinde yağcılardan başka kimseyi toplayamamıştı. Akşamları Sadık'ın evine gelen arabaların sesleri ve konuklarının övgüleri onu çileden çıkarıyordu. Bazen kendisi de Sadık'ın çağrılarına çağrılmadan gidiyor ve masaya oturuyordu. Sineklerin, kondukları eti çürüttüğü gibi, o da hemen topluluğun neşesini kaçırıyordu. Arimaze birgün önemli bir hanımı çağırdı; kadın onun evinin önünde durmadan geçip Sadık'a konuk oldu. Başka bir gün, Sadık'la birlikte sarayda konuştukları bir vezir Sadık'ı evine çağırdı, Arimaze'yi çağırmadı. En acımasız nefretlerin temelinde bazen çok ufak nedenler yatar. Babil'de Kıskanç diye anılan bu adam mutluluğunu kıskandığı Sadık'ı yok etmeyi kafasına koydu. Zerdüşt'ün dediği gibi, iyilik etmek için yılda bir kez fırsat çıkar, kötülük etmek için yüz kez.

Kıskanç Sadık'ın evine gitti ve onu bir kadın ve iki erkek arkadaşıyla bahçede gezinirken buldu. Sadık her zaman bu bayana art niyetli olmayan övgüler yöneltirdi. Konuşmaları o sırada melikin, komşu Hirkanya'ya karşı kazandığı savaş üzerineydi. Bu kısa savaşta yiğitlik göstermiş olan Sadık bir yandan meliki övüyor ve bir yandan da bayana güzel sözler söylüyordu. Taş tabletlerini çıkarıp hemen orada dört satırlık bir şiir yazdı ve okuması için bayana verdi. Arkadaşları bu şiiri kendilerine de okumasını istediler ama Sadık alçakgönüllükle kabul etmedi. Çünkü, hazırlıksız yazılan şiirlerin yalnızca yazılan kişi için bir anlamı olacağını biliyordu. Yazmış olduğu tableti kırıp iki parçaya ayırdı ve çalılıkların arasına attı. Ani bir yağmur çıkınca eve döndüler. Bahçede kalan Kıskanç çalıların arasını arayarak tabletlerden birini buldu. Tablet ortasından kırılmıştı ama elindeki parçadaki sözcüklerden meliki yeren korkunç bir anlam çıkıyordu:

 

En korkunç güçlerle



Melik sağlam tahtın üzerinde

Halk barıştayken yalnızca

Tek korkulası düşmanımız o

Kıskanç ömründe ilk kez bu kadar mutlu oldu. Elindeki şey erdemli ve dürüst bir adamı yok etmek için yeterliydi. Sadık'ın el yazısı olan bu tabletin hemen saraya ulaşmasını sağladı. Sadık, iki arkadaşı ve bayan konuğu yakalanıp tutukevine atıldılar. Duruşması, ona savunma hakkı verilmeden çabucak bitirildi. İdam edilmek üzere yola çıkarıldığında, yolda bekleyen Kıskanç ona iyi şiir yazamadığını söyleyerek laf attı. Sadık iyi bir şair olduğunu düşünmüyordu zaten, ama iki arkadaşı ve o güzel bayanın suçsuz yere tutuklu olmasına üzülüyordu. Konuşmasına yine izin vermediler; tablet onun yerine konuşmuştu. Babil'de yasa böyleydi. İdam alanına giderken yolda toplanmış olan halk ona acıdığını gösteremiyor, yalnızca yüzünde korku izi olup olmadığını görebilmek istiyordu. Akrabaları üzülüyordu, çünkü mirastan pay alamayacaklardı. Servetinin dörtte üçüne melik el koymuş, kalanı suçu bildirene verilmişti.


Yüklə 421,15 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə