*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə1/24
tarix08.04.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#36691
növüYazı
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24

EKİMLER 1 *sayfa numaraları sayfanın en sonunu işaretler, numaralar kitabın orjinal numaraları ile aynıdır.

Marksist-Leninist Teorik Siyasi Dergi(1) *dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır.

*************************************************

Ekimler


Mart 1992 Birinci Baskı

Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Seyit Nusret Öztürk

Kapak: Kemal Yalçın

Baskı: Aydınlar Matbaası

Eksen Yayıncılık

Eksen Basım Yayın Ltd. Şti.

Guraba Hüseyinağa Mah. Şekerci Sok. Emel Apt. No: 25/2 Aksaray/İstanbul(2)

**********************************************

İÇİNDEKİLER
5 Yeni Bir Dönemin Başında

9 Sunuş


11 Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş H.Fırat

62 Komintern Üzerine Değerlendirmeler H.Fırat

107 Türkiye Sol Hareketi (Kısa Tarihi) Erkin Eralp

144 Partileşme Görevi ve Leninist Parti Ertan Göksu

183 Emperyalizmin Metropollerinde Aşılamayan Büyük Bunalım Orhan İyiler

206 Politik Birliğe Giden Yolda Avrupa Topluluğu

225 Yeni Dünya Düzeni’ne Değinmeler İlhan Gökdemir

235 Bugünün Toplumunda Kadın Pınar Çağlar

247 Kamu Çalışanları Sendikalarına Genel Bir Bakış Ayşe Özdamar

255 Yayın Dünyası(3)...(4)


**********************************************
Yeni Bir Dönemin Başında
Sol hareket dünyada ve Türkiye'de bir tarihsel dönemi geride bırakmış bulunmaktadır.
Dünya ölçüsünde geride bırakılan, Ekim Devrimi'yle başlayan ve 20.yüzyıla damgasını vuran bir tarihsel dönemdir. Ekim Devrimi'nin yarattığı tarihsel çığır içinde gelişen, birbirinden farklı fakat birbirine çok yakından bağlı devrimci gelişme süreçlerinden oluşan bir dönemdir bu. Tarihsel ölçüler içinde ele alındığında, bu devrimci bileşenlerden her biri, önce görkemli bir gelişme evresi yaşamış, sonra da her biri kendine özgü nedenlerle ve kendine özgü bir biçimde tarihsel ömrünü tüketmiştir. Geleneksel komünist hareket uzun bir evrimin ardından bugün artık tümüyle sosyal-demokratlaşmıştır. Milli kurtuluş hareketleri, pek az istisnayla, kendi tarihsel dönemlerini çoktan kapattılar. Sosyalist inşa süreçleri ise tıkanıp tersine dönerek dünya kapitalist sistemiyle tam bir bütünleşme ile son buldu. Bu sonuncusunun son evresi aynı zamanda 70 yıllık bir dönemin de kesin bir biçimde sonunu işaretledi.
Türkiye sol hareketinin geride bıraktığı, ilkin, kendi şekillenişini de derin etkilemiş bu uluslararası tarihsel dönemdir. Fakat, ikinci olarak, sol hareketimiz Türkiye'nin son otuz yıllık çalkantılı yaşamı içinde şekillenen kendine özgü bir gelişme dönemini de geride bırakmıştır. Bu ikincisinin sonunu getiren nedenler, ilkiyle sıkısıkıya bağlantılı olmakla birlikte, yine de kendine özgü iç dinamiklerinden kaynaklanmıştır.
Bugünün en acil görevi olan parti sorunu, dünyada ve Türkiye'de bu dönemlerin kesişerek geride kaldığı bu kendine özgü koşullarda çıkmaktadır biz Türkiyeli komünistlerin önüne. Devrimci sürecimizin bugünkü evresinde devrim mücadelesinin çözücü halkası olan bu görev, parti inşası, içinden geçmekte olduğumuz bu kendine özgü koşulların ortaya çıkardığı sorunlar ve ihtiyaçlar gözetilerek gerçekleştirilebilir ancak.

Komünistler parti sorununa ilişkin olarak bugüne kadar iki önemli noktayı birarada vurgulaya geldiler. Bunlardan birincisi, partileşmenin, birbirine kopmaz şekilde bağlı, organik olarak içiçe geçmiş bir teorik-politik ve örgütsel gelişme(5)süreci olarak kavranması gerektiğidir. Bunu tamamlayan ikinci önemli nokta ise, teorik gelişmenin bu sürecin tayin edici halkası olduğudur. Teorik gelişmenin tayin ediciliğine yapılan bu özel vurgu, yalnızca, teorinin her zaman için tartışmasız bir önem taşıyan olağan işlevinden kaynaklanmamaktadır. Elbette teorik gelişme her zaman için önemlidir; eşlik ettiği ve önünü açtığı politik ve örgütsel gelişme süreçlerinin sağlıklı ve başarılı olabilmesinin temel güvencesidir.

Ne var ki, komünistlerin teorik gelişmenin önemine yaptıkları vurgu, Türkiye'de ve dünyada geride kalan dönemin bıraktığı sorunlarla da sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu sorunları kapsamayan hiçbir teorik çaba, ortaya yeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilen bir marksist-leninist devrimci sınıf partisi çıkaramaz. Yeni dönemin partisi, adına ve misyonuna uygun düşecekse eğer, geçmiş dönemin eleştirel bir değerlendirmesinden çıkan temel sonuçlar üzerinde yükselebilmelidir.

***
Bir dönemin sonu yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelir. Bugün yeni bir dönemin başında bulunmaktayız. Komünist hareket açısından ele alındığında, bu yeni dönemin bir kısım unsurları kuşku yok ki geride kalan dönemin bağrında belirdi ve şekillendiler. Ne var ki, eski dönemin çürüyen ve dağılan güçleri, her şeye rağmen yine de bu yeni unsurları bir biçimde etki altında tuttular, bu ölçüde sınırladılar, bozdular. Bugün artık ilk defadır ki, yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kimlikte bir hareketin şekillenmesinin önü nesnel bakımdan bütünüyle açılmış bulunmaktadır.
Bununla birlikte, bu hiçbir biçimde geçmişin ezici ağırlığından kolayca kurtulabilmek anlamına gelmiyor. Tersine koca bir tarihsel dönemin bir yıkıntıya dönüşerek geride kalması, bu yıkıntının yeniliği ölçüsünde, bugünün kadrolarının omuzlarına bir yük olarak binmektedir. Bu öylesine bir yüktür ki, geçmişi anlamak ve açıklamaktaki her zorlanma, en samimi devrimcilerin bile zihnini ezmekte, inançlarını zorlamakla, mücadele kapasitelerini sınırlamaktadır. Tek başına bunun kendisi bile geride kalan dönemin marksist yönteme dayalı bir değerlendirmesini ve eleştirisini bir ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Bununla birlikle, sorun ne bundan ibarettir, ne de bu sorunun en önemli, hatta en acil yönüdür.

20. yüzyıl insanlık tarihinin en yoğun ve hareketli dönemidir. Maddi kazanımlarımızın tamamına yakınını bir yıkıntıya dönüşmüş haliyle geride bırakıyor olsak bile, biz komünistler, yine de 20.yüzyılın bu yoğunluğunu ve hareketliliğini temel taraflardan biri olarak yaşamış bir tarihsel hareketin mirasçıları olarak yeterli onura ve övünç kaynaklarına sahibiz. Fakat bununla yetinemeyiz. Kavgayı kalınan yerden sürdürmek ve her alanda geçmişi aşan yeni tarihsel pratiklere kendimizi her bakımdan hazırlamak sorumluluğu ile yüz yüzeyiz. Geride kalan dönemin marksist bir eleştirisi tam da bundan dolayı özellikle gereklidir. Yüzyılımıza Marksizm-Leninizm bayrağı altında ve sosyalizm amacı doğrultusunda damgasını vuran devrimci süreçler paha biçilmez deneyimlerle(6)doludur. Son derece zengin pratiklerdir bunlar. Onları anlamak çabası, onların bilimsel marksist yönteme dayalı bir değerlendirmesi ve eleştirisi, bu çabanın başarısıyla orantılı olarak, marksist-leninist düşünceyi, bilimsel sosyalist teoriyi zenginleştirecektir. Bunda sağlanacak her başarı, katedilecck her mesafe, bugünün komünistlerini bugünün ve geleceğin devrimci pratiklerinde çok daha donanımlı ve hazırlıklı kılacaktır.



Bugün komünistler için önemli bir talihsizlik, geçmişin bu zengin pratiklerine, zaman içinde bugüne gelindikçe, gitgide dozu artan bir teorik bozulmanın eşlik etmiş olmasıdır. Zorlu pratiklerin yarattığı zorlanmalar bu tür bir bozulmanın zemini olmuşlardır. Bunun kendisi de bugüne bir mirastır ve bugünü fazlasıyla biçimlendirmiştir. Bunun üstüne bir de revizyonizmin ve popülizmin yarattığı teorik tahribat binmiştir. Bu açıdan ele alındığında, geride kalan dönemin eleştirel bir değerlendirmesi, bir yönüyle de bir teorik arınma ve netleşme ihtiyacı olarak çıkmaktadır ortaya.
Bu sonuncu nokta, komünistlerin yakın dönem değerlendirmelerinde şöyle ifade edilmiştir:
“Bütün bunlardan çıkan sonuç, bugünün marksist-leninistlerinin öncelikle bir teorik arınma ve netleşme sorunuyla yüzyüze olduklarıdır. Bu teorinin bilimsel yöntemi, devrimci özü ve temel esasları sözkonusu olduğunda geçmişe (klasiklere) dönmek, ara dönemin dogmatizminden ve onunla elele giden teorik deformasyonlarından arınmak, fakat öte yandan, bunu, tam da bugünün gerçek sorunlarına marksist-leninist teorinin ruhuna uygun gerçek yanıtlar bulabilmek üzere yapmak, bugünü kavramanın ve ilerlemenin ayakbağı haline gelen tüm eskimiş, kalıp, çözüm yada formülleri kararlılıkla terketmek demektir. Yığılmış bulunan ve teorik açıklık gerektiren sorunların üstesinden gelebilmenin zorunlu önkoşuludur bu....
Geçmişin ağır bir yük oluşturan kısırlaştırıcı şartlanmışlıklarından sıyrılabilmiş olmak son derece önemli bir adım olabilmekle birlikte, buna gerçek teorik sorunların geniş alanına bir ilk çıkışın ötesinde abartılı bir önem vermek, kendini bekleyen asıl teorik görevleri küçümsemek anlamına gelecektir. Zira teorik arınma ve netleşme, Türkiye ve dünya devriminin temel ve taktik sorunlarının tahlili temelinde bir teorik derinleşme ve yetkinleşme aşamasına geçmek için yalnızca bir önkoşuldur.”
Devrim ve sosyalizm mücadelesinin sorunları bugünden geleceğe uzanmaktadır. Devrimci bir teorik çaba işin özünde ve esasında geçmişe değil, geleceğe dönük olur. Bugünün Türkiye'sinin ve bugünün dünyasının temel ve güncel sorunlarını esas alır. Bu noktada bir kuşku, bir karışıklık olamaz. Fakat tam da bu tür bir perspektif, geçmişle sıkı bir hesaplaşmayı da gerektirir. Zira geleceği kucaklayabilmek, geçmişi aşabilmek ölçüsünde olanaklıdır. Çok çeşitli biçimlerde geçmişin ağırlığı altında ezilen zihinlerin, bugünün ve geleceğin sorunlarını doğru anlaması ve başarıyla çözmesi olanaklı değildir.(7)
***
Teorik görevler sözkonusu olduğunda, bugünün sol hareketi içinde, belirgin bir biçimde birbirinden ayrılan ve görünürde karşı karşıya duran iki eğilim var. İlki daha çok aydın çevrelerce temsil edilmektedir. Bu çevreler teorik görevlere yaptıkları tek yanlı bir abartılı vurguyu politik ve örgütsel alandaki zayıflıklarını örtmenin, hiç değilse mazur göstermenin bir aracına dönüştürmek eğilimindeler. Bu konumun gösterdikleri teorik çabayı anlamsız ve işlevsiz kıldığını ya görememektedirler, ya da bu olgu onları gerçekte pek ilgilendirmemektedir.
Öteki eğilim bunun tam tersidir ve devrimci hareketimizin çeşitli gruplarınca temsil edilmektedir. Bunlar ise, güncelliğe dayalı bir dar pratiği kendi başına idealleştirmektedirler. Sözde politika ve pratiğe vurgu adına muazzam teorik sorunları görmezden gelmekte, gerçekte ise aslında fazlasıyla farkında oldukları teorik zayıflık ve çözümsüzlüklerini böylece örtmek istemektedirler.
Birbirinin tersyüz edilmişi olan bu eğilimlerle başından itibaren araya sınır çeken ve aydın oportünizmine olduğu kadar dar pratikçiliğe karşı da mücadele eden komünistler ise, şu bütünsel perspektifi savunageldiler:
“Türkiyeli komünistler bugün ciddi teorik, politik ve örgütsel sorunlarla yüzyüzedirler. Evrenseli kucaklayan bir teorik gelişme ve yetkinleşme; politik sorunlarda ve görevlerde netlik; işçi sınıfını temel alan ve tüm topluma hitapeden etkin bir siyasal faaliyet; böyle bir faaliyetin güvencesi ve yürütücüsü olarak ihtilalci bir sınıf örgütlenmesi; ve tüm bunların cisimleşmiş bir birliği ve ifadesi olarak, leninist bir sınıf partisi.”
“Tüm bunlar aynı görevler sorunlar zincirinin kopmaz halkalarıdır; bir bütün oluşturmaktadırlar.”
Bu perspektif, aynı zamanda, yayın hayatına başlayan Ekimler'in alanını, işlevini ve bu işlevin ele alınışını da birarada vermektedir.

ekimler(8)

******************************************


SUNUŞ
Ekimler, devrimci kamuoyunun önüne ilk kez çıktığı bu sayısında konu ağırlığı olarak da devrimci kamuoyunun gündemindeki bazı temel sorunlardan oluşuyor.
H.Fırat “Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş” ve “Komintern Üzerine Değerlendirmeler” başlıklı iki ayrı yazısında, eski sosyalist ülkelerde yaşanan ve bugün artık kesin bir çöküşle noktalanmış bulunan restorasyon süreçlerini tarihsel-toplumsal temelleri üzerinde ele almaya çalışıyor.
“Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş” başlıklı yazı, süreci genel toplumsal-tarihsel bağlantıları içinde, devrim teorisi ve inşa sürecinin sorunları ekseninde ele almakta, “tek ve geri” bir ülkede girişilen sosyalizm deneyiminin teorik ve tarihsel anlamı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ekim Devrimi, marksist devrim teorisi açısından irdelendikten sonra, NEP ve sanayileşme-kollektifleştirme dönemleri ele alınmakta ve yazı “bürokratik yozlaşmanın kurumlaştırılması” olarak nitelenen 1936 Anayasasının değerlendirilmesiyle noktalanmaktadır.
“Komintern Üzerine Değerlendirmeler” başlıklı yazı ise, süreci Ekim Devrimine paralel olarak II.Enternasyonal'den kopuşan, uluslararası komünist hareketin iç evrimi ve SSCB ile ilişkileri bağlamında ele alıyor. Yazının bu sayıda yayınlanan ilk bölümü, II.Enternasyonal'in çöküş sürecinden Komintern'in 4.Kongresine dek uzanan dönemde, Komintern'in iç yapı ve işleyişini şekillendiren faktörleri komünist partilerin sosyal demokrasiden kopuşmalarının kapsam ve mahiyetini irdelemekte,Komintern 'in 3.Kongresi'nde gündeme getirilen “işçi cephesi” ve 4.Kongresi'nde gündeme getirilen “işçi hükümeti” politikalarının bu çerçevedeki tarihsel-siyasal anlamı üzerine değerlendirmeler yapmaktadır. Tüm bu nedenlerle, bu yazı aynı zamanda “tek ülkede sosyalizm” teorisi ile “halk cephesi” politikalarının daha objektif bir tarzda kavranması açısından da önemli ipuçları sunmaktadır.

E.Eralp'in yazısı ise “Türkiye Sol Hareketi” başlığını taşıyor. Eralp'in yazısı, devrimci hareketteki bunalım ve arayışların yoğunlaştığı, yeniden şekillenme ihtiyacının güncelleştiği bir dönemde, sol hareketin '60 sonrasından bugüne geçirdiği evrimin genel ve özgün özelliklerini saptamaya çalışıyor. Sol hareketin(9)kendi tarihsel evrimine, ulusal ve evrensel kaynaklarına karşı eleştirel bir yaklaşıma sahip olmasının yeni bir şekillenme açısından kritik bir öneme sahip olduğu bugün, sol hareket değerlendirmeleri de bu (açıdan) önem kazanmaktadır. Çünkü bu süreç aynı zamanda gündemdeki partileşme göreviyle de dolaysızca bağlantılıdır. Bu sayımızda Eralp'in yazısının '60-71 dönemini kapsayan ilk bölümünü yayınlıyoruz.



E. Göksu'nun bu sayımızdaki yazısı “Partileşme Görevi ve Leninist Parti” başlığını taşıyor. Göksu, leninist parti anlayışına düzen ve liberalizm cephesinden saldırıların yoğunlaştığı, en “ortadoks” unsurların dahi farklı “parti modeli” arayışlarına yöneldiği bugün leninist parti anlayışına sahip çıkmanın önemini vurguluyor. Partileşme görevinin güncel bir önem taşıdığı bu dönemde, Göksu'nun yazısı partileşme sürecine yönelik bazı saptama ve öneriler sunmayı amaçlıyor.
Orhan İyiler, bu sayımıza, “Kapitalizmin Metropollerinde Aşılamayan Büyük Bunalım” başlıklı yazısıyla bir katkıda bulunuyor. İyiler, yazısında ayrıntılı bir kapitalizm teşhiri yapmakta, kapitalizmin barışçıl bir biçimde sosyalizme dönüştürülmesi, öz-yönetim, demokratik hukuk devleti vb. gibi devrim ve sosyalizm fikrini reddiye için kullanılan argümanların, “çıplak anlamını” sergilemektedir. İyiler, yazısında kapitalizmin merkezlerindeki bunalımın boyutlarını sergilemekte, bu bunalıma paralel olarak yükselişe geçen faşist hareketlerle, gündeme yoğunlaşarak girmeye başlayan işçi hareketleri hakkında değerlendirmeler yapmaktadır.
Bu sayımızda emperyalist-kapitalist dünyadaki gelişmeleri irdeleyen iki yazı daha var. Bunlardan ilki, Almanya'da yayınlanan Arbeiterkampf dergisinden bir çeviri. “Politik Birliğe Giden Yolda Avrupa Topluluğu”. Bu yazı Roma anlaşmasından Maastricht Zirvesi'ne ulaşan dönemde, Avrupa Birliği'nin “entegrasyon” sürecinin iç evrimini incelemekte ve Alman emperyalizminin yürüttüğü hegemonya savaşı, Avrupa'nın emperyalist ülkeleri arasındaki iç çelişkiler ve tarafların yaklaşım farklılıkları hakkında oldukça ayrıntılı bir tablo sunmaktadır.
Bu alandaki ikinci yazımız ise, İlhan Gökdemir'in “Yeni Dünya Düzenine Değinmeler” başlıklı yazısı. Gökdemir bu yazısında somut veriler ışığında emperyalist-kapitalist dünyadaki güç dengelerinin değişimini inceliyor ve bu güç ilişkilerindeki farklılaşmanın politik ve askeri alandaki bazı ilk sonuçlarına dikkat çekiyor.
Bu sayımızdaki son iki yazı ise, “Bugünün Toplumunda Kadın” ve “Kamu Çalışanları Sendikalarına Genel Bir Bakış” başlıklarını taşıyor. Pınar Çağlar, “Bügünün Toplumunda Kadın” başlıklı yazısında kadın sorununa yönelik sınıfsal bir yaklaşım sergilemekte ve bu alanda bazı görevler saptamaktadır. Ayşe Özdamar'ın yazısı ise, kamu çalışanlarının sendikal örgütlenme mücadelesinin gelişimini özetlemekte, düzenin bu alandaki politikalarına ve hareketin önündeki güncel görevlere işaret etmektedir.
ekimler(10)
*******************************************

SOSYALİZMİN TARİHSEL SORUNLARINA GİRİŞ
H. FIRAT
Sosyalizmin 20. yüzyılın büyük bir bölümüne damgasını vuran bir tarihsel dönemi bugün artık tümüyle geride kalmıştır. Son birkaç yıldır Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da yaşanan değişimler, uzun bir sürecin en son evresini oluşturdu ve bütün bir süreci noktalamış oldu. Bu son evrede, geride kalan dönemle tüm bağlantılar her alanda kesin bir biçimde koparıldı. Başlangıçta taşıdıkları anlam ve işlevleri zaten çoktandır yitirmiş, tümüyle biçimsel hale gelmiş, ya da zaman içinde farklı anlam ve işlevler kazanmış ilişki ve kurumlar tasfiye edildi. Geçmişten kalan izler, geçmişi hatırlatan semboller, büyük bir hoyratlıkla ve dikkate değer bir kolaylıkla süpürülüp atıldı. Böylece, bu sonu hazırlayan nedenler ve süreçlerin gelişme özellikleri üzerine tartışmalar hala sürse de, bir dönemin kesin bir biçimde sona erdiği gerçeği üzerinde hemen hiç bir tartışma kalmadı.
Bu, sosyalist Ekim Devrimi ile başlayan ve insanlık tarihi bakımından büyük sarsıntılarla yaşanan bir tarihsel dönemdi. Birinci emperyalist dünya savaşı, o güne dek sosyalizmin bayrağını taşımış bulunan İkinci Enternasyonal’in çöküşüne ve uluslararası işçi hareketinin bir süre için felç olmasına yolaçmıştı. Fakat bu çok sürmedi. Dünya ölçüsünde tüm çelişkileri keskinleştiren emperyalist savaş, bir yandan Batı’da devrimci bunalımı hazırlarken, öte yandan Doğu’da ulusal uyanışı hızlandırdı. Doğu’nun ezilen uluslarını tarih sahnesine ve dünya devrimci hareketinin genel girdabı içerisine çekti. Devrim, tarihsel gelişme düzeyi bakımından Batı ile Doğu’nun ortasında yeralan, çelişkilerin birikip yoğunlaştığı ve bunalımın en çok olgunlaştığı bir ülkede, bu özellikleriyle emperyalist dünya zincirinin en zayıf halkasını oluşturan Rusya’da patlak verdi. Ekim Devrimi aynı zamanda dünya komünist hareketi için bir yeniden doğuşun başlangıcı olmakla birlikte, tarihsel anlamı ve sonuçları bunun çok ötesindeydi. Dünyayı sarsan ve 20. yüzyıla damgasını vuran bu büyük tarihsel olay, Doğu’daki ve Batı’daki devrimci harekete görülmemiş bir itilim kazandırdı. Ekim Devrimi’yle birlikte dünya devrim süreci, Batı’da proleter devrim süreçleri, Doğu’da ulusal kurtuluş süreçleri, devrimin muzaffer ülkesinde ise sosyalizmin(11)inşa süreci olmak üzere, başlıca üç cephede birbirine bağlanarak ve birbirini yakından etkileyerek gelişti. Geride kalan dönem bu üç cepheyi birarada kapsamaktadır. Rusya’da patlak veren Ekim Devrimi’yle başlayan bu dönem, aynı ülkede Ekim Devrimi’nden kalan anlamlı tüm izlerin silinmesiyle son buldu.

Ekim Devrimi, emperyalist savaşın Batı’da olgunlaştırdığı devrimci bunalımı derinleştirdi. İşçi sınıfının en diri kesimleri devrimci sosyalizmin bayrağı altında toplandılar ve bir dizi ülkede başarısızlıkla sonuçlanan proleter devrimler patlak verdi. Ekim Devrimi'ni izleyen bu devrimci kabarışın hızı 1920’li yılların başında kesildi. 1929 bunalımını izleyen bir ikinci kabarışı, Batı burjuvazisi faşizmin yükselişi ile karşıladı. Faşizm devrimci işçi hareketini iktidar mücadelesinden mevcut kazanımların savunulması çizgisine itti. Sovyetler Birliği’nin dış güvenlik kaygıları bu savunma çizgisiyle örtüşünce, komünist partileri şahsında ifade bulan devrimci işçi hareketinin iktidar perspektifi zaafa uğradı. Devrimci işçi hareketi emperyalist savaşı bu zaafiyet içinde yaşadı; Avrupa’da direnişin asıl yükünü taşıdığı halde, bunu bir iktidar atılımıyla birleştiremedi. Emperyalist savaşta burjuvaziyle “ulusal birlik” çizgisini, savaş sonrasında burjuva hükümetlerde yeralma ve savaşın sarstığı kapitalist rejimlerin onarımına katılma çizgisi izledi. Tüm bu olgular birarada, Batı’da komünist hareketin iktidar perspektifini dönülmez bir biçimde yitirdiğini, komünist partilerin parlamentarizme ve barış içinde geçiş hayallerine kapıldığını kanıtladılar. Bir yandan, savaş sonrasında yeni ve uzun sürecek bir gelişme ve genişleme dönemine giren kapitalizmin işçi sınıfını düzene bağlayacak olanaklara kavuşması, öte yandan, Batılı komünist partilerinde uç vermekle birlikte asıl olarak 20. Kongre’de sistemleşen reformist ideolojik yozlaşmanın sağladığı teorik-siyasal temel, bu iki etken birarada, Batı’daki devrimci hareketi ‘50’li yıllardan itibaren sonu sosyal-demokratlaşma ile noktalanan bir sürecin içine soktu. ‘70’li yıllara gelindiğinde bir çok parti için euro-komünist akımın şahsında bu süreç tamamlanmıştı bile.


II. Emperyalist savaş döneminde anti-faşist direnişte önemli bir rol oynayan Doğu Avrupa komünist partileri ise, Kızıl Ordu’nun da yardımıyla, iktidarı ele geçirdiler. Bu ülkelerde olayların sonraki evrimi, ‘50’li yıllarda yaşadıkları iç çalkantıların yanısıra, esas olarak Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerden sıkı sıkıya etkilendi. Başarılı halk devrimleriyle iktidarın ele geçirildiği Yugoslavya ve Arnavutluk’a gelince. Birincisi, Yugoslavya, sosyalist kamptan hemen savaş sonrası yıllarda uzaklaştı ve giderek zaman içinde yeniden emperyalist sistemle bütünleşti. İkincisi, Arnavutluk, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde 20. Kongre’yle gündeme gelen ve gitgide olgunlaşan yeni çizgiye direndi, bu direnişin gerginlikleri içinde Doğu Avrupa’dan koparıldı ve koptu. Anlamlı ve iyiniyetli çabalarına rağmen sağladığı başarı son derece sınırlı kaldı ve son tahlilde, bu aynı ülkeleri yozlaşmaya ve çöküşe götüren güçlüklere ve zaaflara yenildi.
Ekim Devrimi, benzer biçimde, emperyalist savaşın sonucu olarak Doğu’da oluşan devrimci bunalımı da derinleştirdi. Emperyalizmin sömürgeci boyundu(12)ruğu altında yaşayan ezilen ulusların kurtuluş umudunu güçlendirdi, ulusal devrimci harekete büyük bir ivme kazandırdı. Ulusal kurtuluş mücadeleleri yüzyılın ilk üç çeyreğine yayıldı, fakat asıl başarısını ikinci emperyalist savaş sonrasını izleyen 30 yıl içinde yaşadı. Bu mücadelelerin darbeleri altında klasik sömürgecilik sistemi çöktü. ‘70’li yılların sonuna gelindiğinde pek az istisnasıyla bu süreç de aşağı yukarı tamamlanmış bulunmaktaydı.

Ulusal kurtuluş mücadeleleri, dünya devrim sürecinin temel bir öğesi idiler ve bu sürece büyük güç kattılar. Klasik sömürgeciliğin çöküşü ve dünün sömürge uluslarının tarih sahnesine modern uluslar olarak çıkışı, insanlık tarihi bakımından büyük bir ilerleme oldu. Ne var ki, emperyalizme karşı yönelen ve başarılarıyla emperyalist sisteme darbeler vuran bu devrimler, özünde burjuva kurtuluş hareketleri oldukları için, doğaları gereği, sistemin dışına çıkamadılar. Ulusal kurtuluş süreçlerinin yarattığı burjuva gelişme temeli üzerinde bir üst aşamada yeniden emperyalist sistemle bütünleştiler. Geride ise sosyalist teori ve politikayı bozup bulandıran büyük bir tortu bırakarak. İçlerinden yalnızca Çin, Vietnam, Kore ve Küba ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşla birleştiren bir yönelim içine girdiler. Dünya devrimci hareketi için ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda esin kaynağı oldular. Fakat tam da bu yolla, son derece geri, yarı-feodal topraklarda gerçekleşen ve ezici ağırlığıyla köylülüğe dayalı devrimler olarak, marksist teorinin popülist deformasyonuna da temel bir kaynak oluşturdular.


Dünya devrim sürecinin üçüncü temel bileşeni ise, aynı zamanda uzun bir süre için bu genel sürecin ağırlık merkezi olarak kalan, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist kuruluş çabasıydı. Ekim Devrimi iktisadi ve kültürel gelişme düzeyi bakımından geri bir ülke olan Rusya’da proletaryanın son derece cüretli bir iktidar atılımıydı. Rusya proletaryasının önderleri, Rusya’da muzaffer bir sosyalist devrimin Avrupa’da devriminin başlangıcı olacağı, bunun ise giderek dünya devriminin zaferiyle taçlanacağı umudu ve inancındaydılar. Rusya’da devrim Avrupa’daki devrimci süreçleri hızlandırmakla birlikte Avrupa burjuvazisi genellikle inisiyatifi kaybetmedi, kısa bir süre için kaybettiği yerlerde ise yeniden ele geçirdi. Böylece, içsavaşı kazanarak ve dış müdahaleyi altederek ayakta kalmayı başaran Sovyet iktidarı, geri bir ülkede yalnız başına kaldı. Bu durumda, Avrupa’da yeni bir devrimci kabarışa kadar dayanmak, bu arada eldeki sınırlı imkanları azami verimle değerlendirerek sosyalizmin inşasına girişmek bir zorunluluk olarak çıktı ortaya. Sovyet iktidarı bu zorunluluğun üstesinden büyük başarılar göstererek geldi. Sovyetler Birliği iktisadi ve kültürel cephede geriliği altetti. Emperyalist kuşatmaya direndi, Hitler faşizmini tarihe gömdü. Kızıl Ordu’nun savaş başarısı Doğu Avrupa’da komünistlerin iktidarı ele geçirmesini kolaylaştırdı. Sovyetler Birliği yalnızlıktan kurtuldu, sosyalist kamp oluştu. Sosyalist kampın maddi ve manevi desteğine sahip ulusal kurtuluş hareketleri savaş sonrasında büyük bir ivme kazandılar.
Ne var ki, sosyalist inşanın tüm bu başarıları, beraberinde sürekli olarak bu başarıları kısa dönemli olarak kolaylaştıran zaafları da biriktirdiler. Bu süreç, işçi sınıfını ve çalışan yığınları politik yaşamın dışına iterken, ayrıcalıklarla(13)donanmış ve siyasal yönetim tekeline sahip bir siyasi, idari ve ekonomik yönetim kastını gitgide daha çok önplana çıkardı. Bu toplumsal-siyasal tabakalaşma ‘50’lerdeki tarihsel dönüşün temeli oldu. Bozulmanın, giderek restorasyonun dinamiğine dönüştü.

Daha ‘30’lu yıllarda, dünya devrimci süreciyle ilişkilerini Sovyetler Birliği’nde sosyalist inşanın çıkarlarını merkeze koyan bir bakışla ele alan ve proleter enternasyonalizminden sapan Sovyet iktidarı, savaş sonrası dönemde büyük devlet politikası izlemeye başladı. Bu, savaş sonrasında sosyalizme yönelen Doğu Avrupa “Halk Demokrasileri” ile ilişkileri de belirledi. Bu tür bir ilişki içinde, Sovyet düzeninin o güne dek biriktirdiği zaaflar, bu ülkelerdeki sosyalist kuruluş çabalarını da koşullandırdı.


20. Kongre geçmişin birikimi üzerinde bir dönüm noktası oldu. Bu süreç, Sovyetler Birliği’ni ve Doğu Avrupa’yı son bir kaç yıla sığan ve az çok sancısız yaşanan değişime hazırladı.
Böylece, Rusya’da sosyalist Ekim Devrimi’yle başlayan ve dünya devrimci sürecinin üç cephesinde birbirini yakından etkileyerek yaşanan bir dönem, Sovyetler Birliği’nde son bir kaç yıldır yaşanan değişmelerle sona ermiş oldu. Geride kalan yalnızca 20. yüzyılın sosyalizm denemeleri değil, aynı zamanda Ekim Devrimi sonrasına damgasını vuran geleneksel komünist hareket ile ulusal kurtuluş hareketleridir. Sona eren dönem, bu süreçlerin toplamından oluşmaktadır. Geride kalan dönemi kavramaya yönelik her çaba, bu birbirini çok yakından etkileyen ve koşullayan süreçleri birarada ve karşılıklı etkileşimi içinde ele almak durumundadır.
Bugün yeni bir dönemin başındayız.
Yeni bir dönemin başında, geride kalan dönemin teorik ve pratik mirasının bilimsel marksist yönteme dayalı bir değerlendirmesi ve eleştirisi bugün nesnel bir ihtiyaçtır. Bununla kendini zenginleştiremeyen bir hareket, geleceğin geçmişi aşması gereken tarihsel pratiklerine kendini gereğince hazırlayamaz. Geride kalan dönem farklı bileşenlerden oluşan bir bütünlüğe sahiptir. Bu bütünlüğü gözeten fakat bu bileşenlerden herhangi biri üzerinde yoğunlaşan bir çaba, ötekileri ve genel olarak devrimci sürecin geride kalan dönemini daha derinden anlamaya da olanak hazırlayacaktır.
Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşasının ilk dönemlerine bir ilk giriş niteliğindeki bu yazı bu perspektife dayalıdır ve bu amacı gözetecektir.
Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə