Din hizmetlerinde veriMLİLİk bağlaminda; vaaz ve hutbelerde, İÇERİk ve usul problemleri a-giRİŞ 1 tebliĞİn menşEİ



Yüklə 72,08 Kb.
tarix02.01.2018
ölçüsü72,08 Kb.
#19296



DİN HİZMETLERİNDE VERİMLİLİK BAĞLAMINDA; VAAZ VE HUTBELERDE, İÇERİK VE USUL PROBLEMLERİ A-GİRİŞ

1 TEBLİĞİN MENŞEİ:

Allah'ın isim ve sıfatları vardır ki, biz Allah'ı, kendisinin bize anlattığı isimlerinden ve sıfatlarından tanıyoruz. Allah Alimdir(l), ilim sahibidir. İlmi her şeyi kuşatmıştır, zira her şey O'ndan neş'et etmiştir. İnsanların ilmi Allah'tan gelir ve insanlar Allah'n öğrettiği kadar bilirler. Allah'ın ilminden dilediği kadarını insanlara öğretmesi Alim isminin muktczasıdır. Allah Rezzak'tır. Yarattığı bütün canlıların rızkını Allah verir(2). Yarattıklarının maddi rızkını ihmal etmeyen Allah, irade vererek diğer canlılardan ayırdığı insanın, manevi rızkını vermemesi düşünülemez. Allah Mümin'dir(3), itimad olunan, güvenilendir. Emniyet veren ve iman bahşedendir. Allah'ın bu isimleri, ( ve başka isimleri, biz örneklendirmek açısından bu üç ismiyle iktifa ediyoruz) Allah'ın insanı teklif etmesi için, evvela tebliğ etmesini iktiza eder. Allah buna mecbur değildir, bu isimleri münasebeti ile Allah'ın vasfı budur. Bu vasıfla bu işi böyle yapar. Nitekim Hz. Adem'i yaratınca ilk iş olarak ona esmasını öğrctmiştir(4). Daha sonra ihtiyaç hasıl oldukça insanlara peygamber göndermiştir. Halta ayrı ayrı topluluklara peygamber göndermiş, bazen aynı dönemde bir bölgede bir peygamber, başka bir bölgede başka bir peygamber görevlendirildiği dahi olmuştur. (Hz. Yakup bir bölgede, oğlu Yusuf başka bölgede, Hz. İbrahim bir bölgede, oğlu İsmail başka bölgede, aynı dönemlerde görev yapmışlar, bazen da beraber aynı bölgede bulunmuşlardır.) Kendini tanıtmayı züll saymamış, bilakis bizi kendisini tanımamız için yaratmış, insanın fıtri olan inanma ihtiyacına bigane kalmamış, her dönemde her bölgeye peygamber göndererek insanın bu ihtiyacını gidermiştir. Kur'an-ı Kerimde, " Andolsun ki biz, Allah'a kulluk edin ve tağutlan sakının diye emretmeleri için her ümmete bir peygamber gönderdik"(5) ve "her toplumun bir rehberi vardır"(6) buyrularak bu husus dile getirilmiş, başka ayetlerde de peygamber gönderilmediği takdirde toplumların helak edilmeyeceği vurgulanmıştır(7). (Peygamberimizden sonra başka peygamber gönderilmcyişinin hikmeti konumuz dışında bir mesele olmakla beraber şunu söylemekle yetindim: İnsanlık Hz Muhammed'le birlikte buluğa ermiş, rüştünü tamamlamıştır. Peygamberimizin teklifi ebediyen geçerlidir, tebliğ ise kainat üzerinden devam etmektedir) Allah'ın insanı tebliğ etmemiş olması düşünülemezdi, ve bu durum onun esmasına münafî olurdu. Allah kulunun kendisini tanımasını, kendisine tapmasını istemektedir. İnsanın cehennemde yanmasına Allah'ın rızası yoktur. İlm-i kelâma dair bir cür'et sayılmazsa eğer, Allah'ın insanı teklif etmesi (mükellef kılması) zatının en doğal hakkı ise, tekliften evvel tebliğ etmesi de esmasının gereği olarak zatının adeta bir görevidir. Nitekim, tekliften ziyade, tebliğini, peygamberlerle münhasır kılmamış, esmasının cilvelerini, tecellilerini ve tezahürlerini, kainat üzerinde mütemadiyen gösterip durmakla, bizleri hala eğitmekte, bizlere öğretmeye devam etmekte, kainat vizyonu üzerinde, zatının mükemmelliğine dair czcli-ebcdi filmi bize izletmekle, tebliğinin de her şeyi gibi sınırsız olduğunu deklare etmektcdir.(8:kainat üzerinden tebliğle ilgili bak) Hülasa olarak, tebliğin menşei Allah'ın esmasmdaki bu keyfiyettir.

2-TEBLİĞİN ÖNEMİ:

Allah kendi zatmdaki bu keyfiyeti kendini tanıyan, kendine iman eden, kendine ram olmuş olan insanlara da sirayet ettirmiş, onlara bu vasfını inikas ettirmekle adeta inayet etmiştir. İnsanlara insanlardan seçtiği peygamberler yollamış, "Ey rasül!, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun"(9) buyurmuş, başka bir ayette, "Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et"(10) buyurarak peygambere tebliği emrettiği gibi, " Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun"(ll) ayetiyle, müminlere de tebliği emretmiş, "Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız"(12) buyurarak tebliğ konusunda müminleri teşvik etmiştir. Peygamber efendimiz de bazı hadislerinde, ashabına toplumu uyarmanın önemini vurgulamıştır. Örnek olması açısından ikisini arz ederek iktifa edelim. "İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca alimleri onları bu işlerden men ettiler. Ancak onlar dinlemediler. Zamanla alimler de onlarla oturmaya, dayanışmaya ve beraber içmeye başladılar. Allah da bunun üzerine berikinin dalaletini öbürüne katarak,

biriyle diğerinin küfrünü artırdı Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim, onları hak adına

kötülükten men etmezseniz, siz de rızaya eremezsiniz"(13). "Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem olsun, ya marufu emreder, ve münkerden yasaklarsınız veya Allah'ın katından umumi bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez."(14)

Allah'a kurbiyyet kazanmakla Allah'taki esmaya ayna olan bir mümin de, Allah'ın insanları tebliğ ettiği gibi, peygamberin insanları tebliğ ettiği gibi insanları tebliğ etmektedir. Tebliğcinin konumu zaten bu olmalıdır. Allah'ın iradesine muvafık bir irade, peygamberin duygusuna paralel bir duygu taşımalıdır. Bu noktada tebliğci, seviye itibariyle değil ( zaten aynı seviyeyi tutturmak eşyanın tabiatına aykırıdır), fakat kategorik olarak, Allah ve peygamberle aynı konumda olmalıdır. Bunu dışında bir konum, bunun dışında bir amaç ( şöhret, para, nefsi tatmin, makam) tebliğcinin çalışmasını akim bırakacaktır.

3-DİYANETİN TEBLİĞ GÖREVİ, YAZIMIZIN AMACI VE METODU:

Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 mart 1924'te 429 sayılı kanunla kurulmuş olup, anayasada, kuruluş amacı, İslam dininin ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak olarak belirlenmiştir. Yani Diyanet kurumunda çalışan personelin tebliğ görevi, memuriyet itibari ile resmi bir görevdir, Müslüman olmak cihetiyle manevi bir görevdir. Bu bağlamda biz; "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."(15) ayetinin sırrınca kurumumuzun Allah'ın bir takdiri ve lutfu olduğunu düşünüyoruz. Kurumumuz, tebliğ görevini icra ederken tebliğ alanı geniş bir yelpazeye yayılmış bulunmaktadır. Konferans, panel, cenaze işlemleri, düğünler, nikah törenleri, vaazlar ve hutbeler birer tebliğ vasıtasıdır.

Fakat asıl tebliğ aracı ve tebliğ ortamı, vaaz ve hutbelerin okunduğu Cuma namazıdır. Sadedinde bulunduğumuz yazımızın amacı, vaaz ve hutbelerde işlenmesi gereken konuları ve bu konuların işlenme metodlarını tespit etmeye çalışmaktır. Zira tebliğ söz konusu olduğunda, ne anlatılması gerektiği ve nasıl anlatılması gerektiği sorunu en önemli sorundur. Zira vusulün usul ile yakından alakası vardır.

Tebliğ ile ilgili gerek Kur'an-ı Kerimde, gerekse genel olarak İslam literatüründe çok fazla akraba kavram vardır. Tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, emr-i ma'ruf nehy-i ani-1 münker gibi. Ayrıca, tebliğcide bulunması gereken vasıflarla ilgili ciddi bir birikim vardır. Keza bu alanda yazılmış çok sayıda akademik makale(16) ve kitap(17) bulunmaktadır. Bu çalışmalarda, bu kavramlar ve ilgili vasıflar detaylı olarak incelenmiştir. Bu kavramları bizim burada nazari olarak tekrar ele almamız hem gereksiz, hem de yazımızın hacmi açısından imkansızdır. Keza tebliğcinin vasıfları ile ilgili, konu ile ilgili herkesin teslim ettiği, ve bildiği, ilim sahibi olmak, çalışkan olmak, anlattığını bizzat yaşamak, yumuşak sözle konuşmak vs gibi literatüre mal olmuş genel hususları burada tekrarlamaya gerek görmedik. Bunların hepsinin gerekliliğini teslim ederek ve artık bunlara sahip olduğumuzu varsayarak, nazari ve akademik olmaktan ziyade, mevcut pratiği ele almaya çalıştık. Uygulamada gördüğümüz eksiklikleri ve bizce uygulanması gereken hususları arz etmeye çalıştık. Çalışmamızı yazarken, yerimizin darlığı sebebiyle ve yazının akışını inkıta'a uğratmamak için kullanmak istediğimiz ayetleri, çoğunlukla metne almayıp, dipnot olarak göstermeyi uygun bulduk.

B- MUHTEVA PROBLEMLERİ

1- MODERN TOPLUM İÇİN KELÂM KONULARININ ÖNEMİ:

Türk toplumunun inanç profilini çıkarmak için sosyolojik bir araştırma yapılsa, çok çeşitli ve karmaşık sonuçlar elde edilebilir. Fakat genel itibariyle toplumumuz, bu alanda iki ana damar taşımaktadır. Birisi, batı toplumlarını ideal bir toplum olarak telakki ederek, batıya entegre olmaya çalışan, batıya öykünen, batıyla beraber evrilen bir kesimdir. Diğeri de temelde batıya karşı, fakat batının fen ve tekniğini almak gerektiğini düşünen, daha muhafazakar ve İslam dininin icaplarını yerine getirmeye çalışan bir kesimdir.

Birinci grubun genelde dinle ve tanrı kavramıyla ciddi bir problemi yoktur. Fakat Türk toplumunun yaşadığı İslamiyet'le problemleri vardır. Zira bu kesim herhangi bir dini eğitim almamıştır, ekonomik açıdan orta ve daha üst sınıflara mensupturlar. Seküler bir eğitimin ardından hayata atılmışlardır. Modernizm'in menfi ve müspet bütün etkilerini yaşamaktadırlar. Yaşadıkları sosyal ve modern hayat onlara göre dini bir hayatla örtüşemeyecek kadar tenakuz ve çelişki içindedir. Yaşanılan mevcut hayat tarzı adeta dindarlığa mani imiş gibi veya dindarlık modern hayatla bağdaşamazmış gibi bir intiba'a sahiptirler. Bu yanlış ön kabul, bu grubu istemeyerek de olsa dinden ve dindarlıktan uzak tutmaktadır. Bu gruba mensup insanlar Cuma namazlarını büyük ekseriyetle kılmaktadır. Fakat camide karşılaştıkları insanların dindarlık anlayışları ve din görevlisi tarafından kendilerine sunulan dini bilgi ve duygunun, modern insana hitap etmiyor olması ciddi bir dindarlık yapmalarına engel olmaktadır. Buna rağmen Cuma namazlarını lütfen kılmaya devam etmektedirler. Zira fıtri bir dini ihtiyaç içindedirler. Bu grup Diyanet kurumunun etkisi dışındadır. Etki dışında olmanın yanında ilgi dışında olmakla da karşılaşırlarsa bu kesim kurda yem olacaktır. Bu kesim dindarlık yapmaya kapalı değildir, ancak yaptıkları dindarlığın felsefesi olsun isterler. Dindarlığın modern hayatla bağdaşmasını isterler. İman esasları konusunda tereddütleri vardır. Bazı ibadetlerin yapılması hususunda çekinceleri vardır. Bu insanlara ibadet etmeyen suçlular olarak değil, dindarlık yapamayan mağdurlar olarak bakılmalı, evvela ilgi alanına alınmalı, anlayacakları dilden, kavrayıcı, bağlayıcı, modern bir din anlayışı ve öğretisi sunulmalıdır.

Diğer grup ise genel olarak dindarlığını yaşamakta ve camiye günlük olarak devam etmektedir. Bu gruba camide ne sunulursa onu alırlar. Dine ve din adamına yatkın ve yakındırlar. Dini duyguya zaten sahip oldukları için fıkıhla ve ilmihal bilgisi ile yakından ilgilidirler. Bunlar için din, fıkıh bilgisi ve İslam

muamelatıdır. Bu kesimin dindarlığı ya aileden tevarüs etme bir dindarlıktır ya da içinde bulundukları sosyal sınıfın etkisiyle hasıl olmuş bir durumdur. Dindarlıklarının felsefî bir altyapısı yoktur. İbadetlerini te'kid eden tahkiki bir imandan söz etmek zordur. Günlük ibadetlerini yaptıklar halde, yaptıkları ibadetlerle muvafık düşmeyecek başka davranışlar gösterebilmektedirler. (Bu iki grup hakkında söylediğimiz şeyler, eleştiri olarak ele alınmamalıdır. Hedef kitlenin tanınması bağlamında toplumumuza genel ve objektif bir bakış olduğunu söylemek isterim.)

Bir tarafta iman esaslarına, itikadi meselelere ve kelam konularına ihtiyaç duyan bir kesim, diğer tarafta, fıkıhla ilgilenen bir kesim. Cuma günü din adamının karşısında böyle farklı iki grup bulunmaktadır. Din adamı Cuma günü ne anlatacaktır? Vaaz ve hutbenin içeriği ne olacaktır?

Mevcut Türkiye sosyolojisi, sosyal yapı olarak değil, fakat bireylerin psikolojileri açısından, Mekke dönemine daha yakındır. Dolayısıyla, Kur'an-ı Kerim'in Mekke dönemindeki tebliğ metodu ve tebliğ konuları esas alınmalı, bu konuda Mekki sure ve ayetlerin modern tefsirleri mütemadiyen halka sunulmalıdır. Yani, ağırlık kelam konularına verilmelidir. Allah'ın varlığı ve birliği, ahiret inancı, meleklerin varlığı ve meleklerin var olma hikmeti, peygamberlerin gönderiliş sebepleri, peygambere duyulan ihtiyaç, peygamberler arasındaki ortak dava gütme keyfiyeti, peygamberimizin konumu, kader, cinler, cinlerin keyfiyeti, cinlerin opsiyonları, varlık sebepleri, yapabilecekleri şeyler, şeytanın yaratılış sebebi gibi konular yanında, modernizmden gelen felsefi akımların din kurumuna getirdiği eleştiriler de, İslam kelamı bağlamında ele alınarak, itikada dair konular yoğunlukla anlatılmalıdır. Fakat bunlar anlatılırken Allah'ın esma ve evsafına, insan fıtratına ve kainatın orijinal yapısına hamledilerek ve bunlar referans verilerek, modern bir üslup ve anlayışla harmanlanarak anlatılmalıdır. Böylece hem modern insanın frekansına girilebilecektir, hem de İslam dininin fıkıhtan ibaret olmadığı topluma anlatılmış olacaktır.

Fıkıh netice itibari ile ibadet prosedürüdür. İbadetin nasıl yapılacağını tayin eder. İbadet etmeye karar vermemiş insan için, nasıl yapılacağının bilgisi bir mana taşımaz. Keza niçin ibadet ettiğini bilmeyen bir insan için, o ibadetin bir getirişi olmaz. Bizce, ibadetin nasıl yapılması gerektiği hususundan ziyade, ibadetin niçin yapılması gerektiği meselesi, toplumumuzun mevcut yapısı itibarıyla daha öncelikli bir meseledir. Önce bir itikat zemini kurumalıdır ki, fıkıh onun üzerine sağlam olarak inşa edilebilsin.

Bunun dışında elbette diğer konular da anlatılacaktır, fıkıh da anlatılacaktır. Fakat bunlar hikmet yönüyle ve İslamiyet'in geneli içinde, genele olan uyum ve desteği cihetiyle anlatılmalıdır. Bu hususla ilgili olarak namazı örnek verecek olursak, namazın, içinden şartları, dışından şarlan, vacipleri, sünnetleri, rüku ve secdenin yapılış şekilleri gibi konular yerine, niçin namaz kılıyoruz, namazın hikmeti, namazın önemi, namazın bireye kazandırdıkları, namazın sosyal hayata müspet katkıları gibi, psikolojik, felsefi ve sosyolojik meseleler, vaaz ve hutbe programlarına daha uygundur. Namazın talimi bağlamındaki ilk konular, başka mekanlarda veya yine camide, başka programlarla ilgililere öğretilebilir.

Kelam konularına öncelik ve yoğunluk verilmesi konusunda kararlı ve ısrarlıyız. Ancak kelam ilminin alanına giren klasik kelam konuları, uzmanlarca yeniden yorumlanmalıdır. Ayrıca, modernizmin intaç ettiği yeni şartlar nazar-ı dikkate alınarak, yeni konular edinilmeli ve çözümlenmelidir. Bu husus bizim farazi bir iddiamızdan ötede, kelam uzmanlarının teslim ettiği bir vakıadır.(l 8)




2-HUTBE KONULARI:

Meslek hayatımız boyunca oluşturduğumuz bir hutbe arşivimiz var. Bu arşivde yer alan hutbeleri taradığımızda karşılaştığımız şey sudur: Hutbeler, hemen memen her yıl aynı konuları içermektedir. Hutbelerin bazen başlıkları aynı, içeriği farklı, bazen başlık ve iç metin aynı olabilmektedir. Bazı hutbeler farklı başlık ve farklı metinler taşımakla birlikte, bir önceki yıldaki hutbenin tekrarı niteliğinden kurtulamamaktadır. Bir yılda elli dört hafta bulunmaktadır. Bizim on beş yıllık arşivimizde ise, konuları esas alırsak, hutbe sayısı yetmişi geçmemektedir. Bunların ciddi bir bölümünü de yaşlılar haftası, vakıflar haftası, vs gibi haftalar teşkil etmektedir. Hemen hemen her hafta bir konuya tahsis edilmiş olduğundan, hutbelerin de bu haftalara göre konusu tayin edildiğinden, hutbe konuları adeta bu haftalarla sınırlı kalmaktadır kanaati hasıl olabilmektedir. Bu konular elbette İslam dışı konular değildir ve işlenmesi gayet doğaldır. Ancak bu konular bizzat konu edinilmemeli, bu konulara bilvesile değinilmelidir. Yani o konuya taalluk eden dini ana konu ele alınmalı, bu ana konu üzerinden ilgili tali meseleye değinilmelidir. Aksi takdirde hem zaman israfına sebep olunur, hem de kendimizi sabit konularla sınırlandırmış oluruz.

3-MENFİ BAŞLIKLAR SEÇİLMEMELİDİR:

Bazen hutbelerde tembellik, hırsızlık, zinakarlık, içkinin kötülüğü gibi, menfî başlık ve konularla karşılaşıyoruz. Bu meseleler elbette halka izah edilmelidir. Fakat biz bu tür konu seçiminin pedagojik açıdan uygun olmadığını düşünüyoruz. Zira bu meseleler, vücudi değil, ademidir. İnsan fıtratı üzerinde artı değerleri değil eksi değerleri temsil ederler. Yani, orijinal bir fıtri değer değildirler. Bunlar, insanın kendi yapısındaki orijinal fıtri yapıyı keşfedememekten, onu deşifre edip, tezahür ettirememekten dolayı hasıl olan menfi durumlardır. Mesela çalışmanın güzelliğini keşfedememiş bir insan hırsız olabilir, dilenci olabilir, kumarbaz olabilir. Fakat işini severek yapan, çalışmaktan zevk alan bir insanda bu menfi özellikler bulunmaz. Bu menfi insanlık durumlarının kötülüğü anlatılarak, bunlar yerilerek, bunların izalesi mümkün değildir. Tembellik kötülenerek, hırsızlık yerilerek, bir insan çalışkan kılınamaz, fakat çalışmanın güzelliği anlatılarak bütün bu menfilikler izale edilebilir. İnsanlara müspet alternatifler sunulmalıdır. İkame olmadan izale olmaz. Nitekim Kur'an-ı Kerim , " Ve de ki: Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur" (19), ayetiyle bu meseleye dikkat çeker. Genelleştirmek gerekirse, iyiyi ikame ederek, kötülük kaldırılabilir, ancak kötülük yerilerek iyilik ikame edilemez. Bu hususta "su-i misal, misal olmaz" sözü bize ışık tutacaktır kanaatindeyiz. Ayrıca hutbenin sonunda okuduğumuz: " Muhakkak ki Allah , adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O düşünüp tutasmız diye size öğüt veriyor"(20) ayetinde, önce müspet değerlerin emredilmesi bu hususla ilgili olarak dikkat çekici bir örnektir.


C-METOD PROBLEMLERİ

1-ANLATIMDA TEMEL PRENSİP:

Ele aldığımız konuyu anlatırken, uygulanması gereken en önemli kural, bizce üç ana temel üzerinden anlatılmasıdır ki, şudur: Allah, insan ve kainat. Ele alman konu her ne olursa olsun, mutlaka bu üçüyle bir şekilde ilişkilidir.

Allah ki, isimleri ve sıfatları vardır ki biz Allah'ı bu esma ve evsaf üzerinden tanıyoruz. Kur'an-ı Kerim sık sık Allah'ın esmasına atıfta bulunur. Mesela "Allah kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur."(21) ayetiyle, " De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.(22) ayetinde, Allah'ın isimlerine genel olarak değinilmiş, Haşr suresinin sonunda ise Allah'ın isimlerinden bazıları zikredilmiştir.(23) Evren Allah'ın bu esmasının tecellilerinden ve tezahüründen ibarettir. Kainatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ın herhangi bir ismine, veya isimlerine taalluk ediyor olmasın ve bu isimlerden neş'et ediyor olmasın. Hatta bazı tasavvuf ekolleri bu keyfiyeti biraz daha ileri götürerek, vahdet-i vücut düşüncesine ulaşmışlardır. Binaenaleyh, işlemekte olduğumuz konu her ne olursa olsun mutlaka Allah'ın zatıyla bir münasebeti vardır. İşte evvela bu münasebet nazara verilmelidir.

Allah la münasebeti olan bu konunun mutlaka insanla da bir ilişkisi vardır. Zira din insan fıtratına muvafık olarak vaaz edilmiştir. İnsan fıtratı ise Allah'ın esmasının bir başka tecelli ve tezahürüdür. İnsan Allah'a ayna olmaya müsait bir altyapıya sahiptir. Bu altyapı sayesinde Allah'ta olan Özellikleri, Allah'a kurbiyyct kazandığı ölçüde absorbe edebilir ve Allah'ın isimlerini gösteren bir vizyon , bir monitör haline gelebilir. Konumuz Allah'ın hangi ismi veya isimlerinden neş'et ediyorsa, bu isimlerin insan üzerindeki karşılığı münasebeti ile de insanla münasebettar olmuş olur. Meselenin Allah'la olan ilişkisinden sonra, insanla da olan bu ilişki dikkatlere sunulmalıdır.

Allah ve insanla ilişkili bu konunun mutlaka kainat içinde de bir yeri ve karşılığı vardır. Zira kainat insan için bir eğitim alanıdır. Allah insana öğretmek istediği bir şeyi kainat üzerinden gösterir. Kainattaki hareketlilik ve değişim, hareket halindeki sayısız canlı ve nimet insana izletilen birer eğitim filmi niteliğindedir, "efelem yesiiruu, efelem yenzuruu" ibareleri ile başlayan ayetler ve "görmüyor musunuz, akletmiyor musunuz" soruları ile biten ayetler kainat üzerindeki, insanı eğitmek üzere kurulmuş düzene dikkat çeker. Allah insan fıtratına yerleştirdiği esmasının nüvelerinin aslını kainat üzerinde sergilemektedir. Bu sayede insan, kendini kainatla test etme imkanı bulur. Kendinde keşfettiği enfüsi bir duyguyu kainatta mütecessim halde görür. Bu konuda iki Önemli ayet bulunmaktadır. " İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu onlara iyice belli olsun."(24) ve " Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?" (25) ayeti bu gerçeğe dikkat çeker. Allah kendini Kur'an la insana anlatmıştır. İsimlerinden, evsafından bahsetmiş, sevip sevmediği şeyleri insana bildirmiştir. İnsan kendindeki sübjektif duyguyu kainattaki cismaniyetle test ettikten sonra, bunların Allah'ın evsafıyla da muvafık düştüğünü gördüğü takdirde, sarsılmaz bir imana sahip olacaktır. Hiçbir vesvese, hiçbir felsefe ( menfi felsefe) bu üçlünün muvafıkıyetinden hasıl olan imanı izale edemeyecektir. Zira artık bu, testten geçmiş, tahkiki bir imandır. Binaen aleyh konumuzun kainatla olan ilişkisi de nazara verilmelidir.


Böyle şümullü bir anlatım dinleyiciye şunu da kazandıracaktır. Bu usulle anlatılmış bir konuyu dinleyen kişi, bu konu üzerinden , kendisine anlatılmamış başka tali konuları da öğrenebilecektir. Zira bu tarz bir anlatım sadece o konuyla sınırlı kalmayıp İslamiyet'in geneli hakkında da bir fikir vermiş olacaktır.

Tezimizin çok soyut ve nazari kalmaması için örneklendirmek istiyoruz. Mesela "İslam'da adalet" başlıklı bir konumuz olsun. Adalet kavramının genel tanımından sonra, Allah'ın adil olduğu hususu Kur'an'daki ayetler çerçevesinde anlatılabilir. (26) Sonra insanın fıtraten adil olduğu, herhangi bir adaletsizliği kendisi yapsa dahi, bundan gizlice vicdan azabı duyduğu, başkalarının zulmüne tahammül edemediği anlatılabilir. Bu meyanda çeşitli örnekler verilerek, felsefi doğaçlamalar yapılabilir. Sonra, kainatta da bir adalet olgusunun bulunduğu, insan sosyolojisi içinde "edenin bulduğu", değişik örneklerle anlatılır. Sonra, İslam dininin adaleti emretmekle ne kadar isabet ettiği vurgulanır. İslam dininin adalet kavramına uygulama ile getirdiği yorum, tarihi örneklerle sunularak konu bağlanabilir.

"İslam'da temizlik" konumuz olsun. Kavram genel olarak tanımlanır. Allah'ın temizliği ve temizliği sevdiği(27), ilgili ayetlerle verilir. İnsanın fıtraten temiz olduğu, temizlenmediği zaman rahatsız olduğu vurgulanır. Kainatta dahi bir temizlik müessesesinin cari olduğu, yağmurun bu müessesenin bir unsuru olduğu, bazı hayvanların sırf leşleri temizlemek için görev yaptığı örneklerle anlatılabilir. Bütün bunların Allah'ın Mutahhir isminin, tecelli ve tezahürü olduğu vurgulanır. Dinin temizliğe verdiği önem anlatılır. Dinin temizlikle ilgili bizden istediği, gusül, elbise temizliği gibi özel hususlar da hikmet yönüyle arz edilerek konu bağlanabilir.

Bu konuların kendilerine has özel yönleri de doğal olarak anlatılmalıdır. Zira her konunun kendine has özel boyutları ve taalluk ettiği çevre birimleri vardır ki, bu bizim şu anki konumuz dışındadır. Biz burada üç ana temel üzerinden konunun antlımı esprisini vurgulamak için, konuyu o yönüyle sınırlı tutuyoruz.

Bu örneklendirmeler bağlamında, şöyle bir istifham hasıl olabilir. Dua ve tövbe gibi konular işlendiği zaman da Allah haşa dua ve tövbe mi edecektir? Haşa!, elbette Allah dua ve tövbe etmeyecektir. Allah'ın konuya olan taalluku cihetini anlatmalıyız demiştik. Duaya Allah'ın taalluku, duaları kabul etmckliği(28), tövbeye taalluku da tövbeleri kabul(29) etmekliğidir.

2-METOD ÜZERİNE TÂLİ MESELELER:

Anlatım metodolojisi bağlamında bizim burada asıl dikkat çekmek istediğimiz, arz ettiğimiz üç ana temel üzerinden konunun irdelenmesidir. Bunun dışında tali bazı meseleler de vardır ki bunlara ayrı ayrı başlık tayin ederek detaylı bir incelemeye tabi tutmaya, çalışmamızın hacmi izin vermediği için, bunlara kısaca değinmekle yetineceğiz.

2a- Her şeyden evvel, en iyi anlatım metodu, konuya vakıf olmaktır. Konu iyi bilindiği takdirde, konu kendisinin nasıl sunulması gerektiğini kendisi belirleyecektir. Konuyu çok iyi bilen anlatıcı, konuyla bütünleşeceğinden, anlatım zorluğu çekmeyecek, adeta konu kendisini anlatıcı üzerinden konuşarak anlatacaktır. Keza, konu iyi bilinmiyorsa, bilinen anlatım teknikleri bir işe yaramayacaktır.

2b- Konu tanımlanmalıdır. Konunun İslam dini içindeki yeri tayin edilmeli, insan hayatı ve kainat içindeki konumu verilerek bidayette dinleyicinin dikkati çekilmelidir.

2c- Konu marjinal değerlendirmelerden arındırılarak, insanlığın ortak paydaları ezerindeki konumuyla en objektif yönüyle ve evrensel boyutuyla ele alınmalıdır. Bu meyanda milli konular, İslam dini bağlamında mütalaa edilmeli, zafer haftası ve İstanbul'un fethi gibi milletimize mal olmuş meseleler, diğer din ve milliyet mensuplarını rahatsız ve rencide etmeyecek bir üslup ve içerikle işlenmelidir. Herhangi bir yabancı anlattıklarımızı dinlediğinde, meseleyi milletimize değil, dinimize hamledebilmelidir.

2d- İtidal korunmalıdır. Ele alınan konuyu anlatırken gereksiz abartmalardan kaçınılmalı, konuyu hafife

de almamalıdır. Zira birinci durumda dinleyicinin radikalize olma riski vardır, diğer durumda ise dinleyicinin meseleye lakayd ve bigane kalması söz konusudur. Konuya hakkı kadar değer vermeli, mutedil olunmalıdır.(30)

2e- Konuya dair ayet ve hadislerin nakledilmesi, konunun vuzuh bulması için yeterli değildir. İlgili ayet ve hadislerin çağımıza ve modern insana hitap eden yönüyle tefsir edilmesi, detaylı izahlarının yapılması, ve hikmet yönünün anlatılması gerekir. Sadece zahiri manaları verilerek konuyu anlatmak dikte etmek ve dayatma yapmak olur. "O halde sen öğüt ver. Çünkü sen sadece öğüt vericisin, onların üzerinde bir zorba değilsin"(31) ayeti zorlamayı ve dayatmayı men eder(32). İslam dini gibi mükemmel bir dini, anlatamamak ve dayatmak sureti ile antipatik hale getirmek kadar dine verilebilecek başka bir zarar yoktur.

2f- Din adamı şahsiyet , siyaset ve enaniyet yapmamalıdır. Anlattığı konuyu vesile edinerek kendi şahsiyetinin öne çıkmasını hedeflememelidir. Belli şahsı ve şahsiyetleri direk veya dolaylı olarak hedef almamalıdır. Bizzat siyaset yapmaması gerektiği gibi, söylediklerinin siyasi olarak algılanmaması için de kullanacağı üslubu dikkatle seçmelidir. Bu tür şeyler, halk nazarında itibar görmez.

2g- Din adamı yaptığı tebliğ ve irşadın neticesini beklememelidir. Sonuç beklemek ihlası kırar, hırs sahibi yapar. Hırs ise anlatıcının dengesini bozar ve antipatik hale getirir. Din adamı sadece üzerine düşen görevi yapmalı, ihlasla, sadece anlatmalıdır. Herhangi bir ücret, bir övgü veya insanların davranışlarının anlattığı şey doğrultusunda hemen değişmesini beklememelidir. Netice Allah'ın işidir, dilerse iyi neticeyi verecektir. Bu konuda peygamberimiz dahi uyarılmıştır. " eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece uyarmaktır".(33)



3-FİZİKİ İMKANLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ USULÜ:

3a-EĞİTİM MERKEZLERİNİN KONUMU:

İmam hatip konumundaki görevlilerin, etkin bir tebliğ yapmak için gerekli donanıma sahip olmadıkları bir vakıadır. Bu bağlamda din görevlilerinin eğitim merkezlerinde eğitilmesi cihetine gidilmektedir. Fakat

eğitim merkezlerinde verilen eğitim, Kur'an-ı Kerim'in usulüne uygun olarak okunması konusunda yoğunlaşmış durumdadır. Bugün Eğitim Merkezleri, bu yönüyle Kur'an Kursu konumundadır. Halbuki Kur'anm güzel okunması eğitimi, müftülüklerde düzenlenecek kurslarla verilebilir. Eğitim merkezleri ise, daha akademik kadrolarla zenginleştirilerek, din görevlilerini, kelam, tefsir ve fıkıh konularında daha ciddi eğitmek amacı ile kullanılmalıdır.
3b-MERKEZİ VAAZ HATTI:

Bugün hemen hemen her müftülükte merkezi vaaz sistemi kurulmuş bulunmaktadır. Bu sistem teknik bir imkan olarak bulunmalı ve kullanılmalıdır. Ancak, yetkin ve istekli olan imamlar da, istedikleri takdirde kendi camiilerinde konuşabilmelidir. Zira halk, kendi karşısında canlı bir hatip istemektedir. Ayrıca konuşma yapan din görevlisi, kendini geliştirme imkanı bulacaktır. Konuşma yapmayan görevliler ise pasivize olup, heyecanlan pörsüyecektir. Başka bir husus da, bu sistem üzerinden konuşma yapan bir hatibin, dinleyici kitlesinin çok geniş bir yelpazeye yayılıyor olmasından dolayı, dinleyicinin ortak paydasını tutturamama gibi ciddi bir problemi vardır. Halbuki bir camide, bu sisteme nazaran ortak paydayı tutturmak daha kolaydır. Kabiliyetli ve birikim sahibi imamların kendi camilerinde konuşmalarına izin verilmekle kalmayıp, bu görevlilerin teşvik ve motive edilmeleri gerekir.

Ayrıca müftülüklerde kurulu bulunan vaaz ve irşad ekipleri, daha yoğun çalışmalı ve halkımıza kurumun etkinliği hissettirümelidir.

3C-İLAHİYAT FAKÜLTELERİ İLE KOORDİNASYON:

Bugün Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinde ciddi bir birikim vardır. Ancak yapılan araştırmalar, kütüphane raflarından ve akademik çevrelerden öteye geçememekte ve bu birikim halka yansıyamamaktadır. Modern toplumun modern ihtiyaçlarına yönelik akademik her araştırma, yeni bir içtihat niteliğindedir. Bu yeni içtihatların, halka deklare edilmedikten sonra hiçbir anlamı yoktur. Bu bağlamda Diyanet kurumuyla, İlahiyatlar arasında bir koordinasyon kurulabilir, yeni araştırmalar kuruma ulaştırılarak, imamların bu yeni içtihatlardan haberdar olmaları temin edilebilir. Böylece hem din görevlileri, hem de din görevlisi üzerinden halkımızın aydınlanması sağlanabilir.



D-SONUÇ

Mümin ve Müslüman olmamız yönü ile halkımızı aydınlatmak dini bir görev olduğu gibi, Diyanet personeli olarak bu iş aynı zamanda bizim resmi görevimizdir. Bu görevi bürokratik, angarya bir işi yapmış olmak için alalade yapıp geçmek mümkündür. Ancak yaptığımız işten hem zevk almak, hem de vebalden kurtulmak için gönlümüzü de vererek yaparsak, bizden hem halkımız hoşnut olacak, hem de Allah razı olacaktır. Zaten halkımıza "Allah razı olsun" dedirtemiyorsak, Allah'ı da razı edemiyorsak bu kutsal görevi icra edişimizin bir anlamı yoktur. O yüce kürsüyü işgal etmeye hakkımız da yokyur.

Yaşadığımız bölgede kullanılan bir halk deyimini, örnek vererek konumuzu tamamlamak istiyoruz. Bu bölgede (Uşak) halk dilinde " bu işi de mi hoca yapacak"? şeklinde bir söz vardır. Mesela aile reisi, hanımını, ihmal ettiği bir işten dolayı, " yahu hanım, bu işi neden yapmadın, bunu da mı hoca yapsın" diyerek ikaz eder. Veya arazide unutulan bir gereç için oğlunu, "oğlum niye getirmedin, yoksa onu da mı hoca getirsin" diyerek uyarır. Bu sözün nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. Muhtemelen şöyle olsa gerektir: Eski imamlar halkın her türlü ihtiyacına koşarmış. Bağ budama, ağaçları aşılama, arazinin imarı gibi konularda da halkla beraber çalışır, onlara yardımcı olurlar, bu konularda da onları eğitirler, hem de bu işlerle maişet temin ederlermiş. İşte her işe koşan hocaların bu aktif vasıflarından dolayı bu sözün kullanılmaya başladığını düşünüyoruz.

Konumuz bağlamında, vaaz ve irşad sözkonusu olduğunda biz de diyoruz ki; evet bu iş tam da hocanın yapacağı bir iştir. Fakat baştan beri anlatmaya çalıştığımız gibi, uygun konu ve uygun metodlarla... Çalışmak bizden, muvaffakiyet Allah'tan...



DİPNOT:

  1. BAKARA: 29,33,255 / MAİDE: 99 /EN'AM:59,73 / MÜLK: 13,14

  2. NAHL: 71,72 / ZLHRUF: 32 / İSRA: 31

  3. HAŞR:23

  4. BAKARA:31

  5. NAHL: 36

  6. RAD: 7

  7. KASAS: 59 / İSRA: 15

  8. RAD: 3,4 / KAF: 6,7,8,9,10,11 / MÜLK: 3,4

  9. MAİDE:67 10-NAHL:125

11-AL-İ İMRAN: 104

  1. AL-İ İMRAN: 110, /bu konuda bak: ARAF:157 / TEVBE: 67,71,112 / HACC: 41

  2. EBU DAVUD, MELAHİM 17, (4336)

  3. TİRMİZİ, FİTEN 9, (2170)

  4. AL-İ İMRAN: 104

  5. doç. dr. m. SOYSALDI, (Kur'an'da tebliğ yöntemleri ile ilgili kavramların analizi), Diyanet İlmi Dergi, temmuz-ağustos-eylül, 2003 / dr. H. TETİK, ( Yaygın din eğitiminde cami görevlileri-cemaat iletişiminin önemi)a.g.e. nisan- mayıs- haziran, 1998 / doç. dr. i. ACAR, (Etkili bir din hizmeti açısından Hz. Peyganber'in örnekliği), doç. Dr. O. GÜNER, (İslami iletişimde metodik esaslar), a.g.e. ekim- kasım-aralık, 2002/ dr. o. TAŞTEKİN, (İnanç öğretiminin psiko-pedagojik temelleri) a.g.e. ocak- şubat- mart, 2003/ doç. dr. i. KARAGÖZ, (öğüt müm'ine fayda verir) diyanet dergisi, haziran, 2004

  6. Din görevlisinin el kitabı, dib. yay. / m. f. GÜLEN, (İrşad ekseni), 1998, nil yay. / Ö. SEVİNGÜL, (Güzel konuşma ve yazma sanatı), 1989, zafer yay. / m. GÖKTAŞ, (İslamın genç davetçilerine), 1986, Konya, (özel baskı)

  7. a. Bülent ÜNAL- a. Bülent BALOĞLU, (Kelamın işlevselli ği ve günümüz kelam problemleri) ,2000, İzmir ilahiyat fakültesi vakfı yay. ( Eserden herhangi bir alıntı yapmıyoruz. Herhangi bir sahifesinden referans da vermiyoruz. Zira eser, ilahiyat fakültelerindeki kelam öğretim üyelerinin koordinasyon toplantısında sundukları ilmi tebliğlerden müteşekkildir ve tebliğlerin büyük çoğunluğu, kelamın işlevselliğini yitirdiğini, klasik kelam konularının tekrar yorumlanması gerektiğini ve yeni konuların gündeme alınarak, çözümlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.)

  8. İSRA:81

  9. NAHL: 90 21-TA-HA:8 22-İSRA: 110




  1. HAŞR: 22,23,24

  2. FUSSILET: 53 \

  3. ZARİYAT: 20,21

  4. AL-İ İMRAN: 182 /NİSA: 40 / HUCURAT: 9 / YASİN: 54 27-TEVBE: 108




  1. BAKARA: 186 / ŞURA: 26

  2. BAKARA: 160 / AL-İ İMRAN: 89

  3. MAİDE: 87,88 31-ĞAŞİYE: 21,22,23




  1. KAF: 45

  2. ŞURA: 48 / EN'AM: 104,107 / FURKAN: 56,57,58

04.06.2004

ARİF KARABACAK

ÇARŞI CAMİİ MÜEZZİN KAYYIMI

ULUBEY / UŞAK
Yüklə 72,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə